Cuma, Kasım 30, 2012

GERÇEKLER, EZBERLERİ BOZAR!...

Katıra; "Kimin oğlusun? diye sormuşlar; At benim dayım olur." demiş! 
Malûm katırın anası at, babası eşek! Babasını söyleyemeyince dayının gölgesine sığınmış garîbim!
Son günlerde galiba bu darb-ı meseli de konjonktürel olarak güncellemek gerek! 
Galiba: "Kurt köpeğine; Kimin oğlusun? diye sormuşlar; Kurt benim dayım olur, demiş!" diye güncellemek lâzım! Yine malûm kurt köpeğinin anası kurt, babası it! İtin oğulluğunu kabullenemeyen kırma, dayının gölgesine sığınıyor! Olur mu olur! Kabul görür mü? Görebilir!
Güçlü bir dayı, iyidir veya olmalıdır ki bürokraside yüksek yerlerde oturduğu için başı dönen ama düşmesine izin verilmeyenlere; "Dayısı güçlü!" denmez mi?
Yıllarca atanmışların, seçilmişlere vesâyetinden şikâyetlenen R. T. Erdoğan'ın hatipliğindeki AKP; Oslo görüşmelerinin; "İspatlayamayan şerefsizdir!" iddiası sonrası, kendilerince itirâf edilmesi üzerine; sorgulanması, yargılanması icâbeden MİT Müsteşarını; "Atadığım bürokratımı, seçilmişlere ezdirmem!" diye özel yasalarla korunmadı mı? 
Demek ki neymiş? İnsanın dayı gibi bir dayısı olursa ve o dayı, dayı gibi insanın arkasında durursa; seçilmiş te vız gelirmiş, atanmış ta! Hatta yargı da vız gelir tırıs gidermiş!
Ah be Rahmetli Baba!
Ah be adına kurban olduğum, soy adıyla övündüğüm Atam! "Oğlum! Aslında olan, tırnağında gösterir. At alırken de, it alırken de soyunu araştır. Çünkü; boy ile soy emsâl olmazsa ortaya kırık, melez bir şey çıkar, o na da güvenilmez!" diye öğüt vereceğine; niye bizi güçlü bir dayı sahibi etmedin?
Ah be rahmetli Ana!
Ah be saçının akına, dilinin muhabbetine kurban olduğum! "Oğlum! Ot kökü üzerinde biter! Ne ekersen, onu biçersin. Bataklığa karpuz, çöle çeltik ekilmez!" diye bizi uyaracağına; Babam rahmetli'nin yakışığına aldanıp neden amcalarımızın endâmına hiç bakmadın?
Ah be adına, soyuna, boyuna kurban olduğum Dedem! "Oğlum! Balam! Serçe yeni bir yürüyüş öğrenmeğe niyetlenmiş; öz yürüyüşünü de kaybedip zıplaya zıplaya ortada kalmış!" diye Oğullarını, bizi öğütlerken; bozkurtça salınışın, kartalca yücelerde süzülüşün; soyumuzdan, boyumuzdan ırsen intikâl ettiğini anlamayı niye bize bıraktın?
Anladık anlamasına Dede, ama!
Öğrendik öğrenmesine Ana, ama!
Bildik bilmesine Baba, ama!...
Amalarımız, keşkelerimiz o kadar çoğaldı ki!
Adamlar; Allah dediler! Din dediler, diyânet dediler! Mezhep, tarikat, cemaat dediler! Şeyh dediler, meşâyih dediler! Dediler de dediler!...
Kendileri gibi söylemeyenlere; dinsiz dediler! Patates dinli, Avrupa garsonu, Haçlı uşağı, siyonist yardakçısı dediler! Dediler de dediler ama ne diyene baktık; ne de, ne dediklerine! Çünkü diyenlerin papağan olduklarını söylüyorlardı! Bayram törenlerinde ezberlediği şiiri okuyan ilk mektep çocukları diyorlardı onlara!
Vallahi öyle değilmiş Anam, Babam, Dedem!
Adamlar, ne papağanmış, ne de ezberci hâfız!
Adamlar, bilerek konuşuyorlarmış! Adamlar; ringine göre boksör; çayırına, minderine göre pehlivan; içkisine göre meze çıkarıyorlarmış isteyenin önüne!
"Biz, her türlü etnik, bölgesel, dinsel milliyetçiliğe karşıyız!" diye kavramların başını-gözünü kırarak meydanlarda nutuk atarken; "Benim öyle bir ecdâdım yoook!" diye, tv dizileriyle, roman, hikâye, masal, destan destan kahramanlarına vuracaklarmış! Adamlar siyâset meydanında yerlerini alırken; politika panayırında görev paylaşırlarken; biri cambazlığa, biri akrobatlığa, biri ilizyonistliğe, biri cazgırlığa soyunurken; milleti, el birliği ile aynı panayıra topluyorlarmış!
Dinliyi-dinsizi, soyluyu-soysuzu, hırlıyı-hırsızı, arlıyı-arsızı, zengini-fakiri, yaşlıyı-genci, kadını-erkeği, iffetliyi-iffetsizi, namusluyu-namussuzu, sarhoşu-ayıkı aynı meydana topluyorlarmış! 
Kerhânelerden, meyhânelerden, kahvehânelerden oy isteyip; camilerde, cemaat evlerinde, dergâhlarda o oy istediklerine dinsizler-kâfirler derlerken hazırlanıyorlanmış!
Haçlı; köy ihtiyar heyetlerinden kiraladığı arsalara sirki/panayırı kurup cazgıra, cambaza, sihirbaza, akrobata görev veriyormuş! Ücretlerini mahâretlerine göre artırıyor veya azaltıyormuş!
Bize de; bedava yandaşlık, ücretsiz amigoluk, veya çok ucuz taraftarlık kalmışmış!
Suda boğulmamak için çırpınarak; yüksekte düşmemek için çırpınarak; ateşte yanınca; "Vay anaaam!" diye ciyaklayıp çırpınarak; taş başımızı kırdığında çırpınarak tanıştık gerçekle, insanız ya!
Suda çırpınıyoruz, balık değiliz!
Yüksekte çırpınıyoruz, kuş değiliz!
Ateşte çırpınıyoruz, alev değiliz!
Etoburluğa karşı çıkıyoruz hayvansever olarak, otoburluğa hevesleniyoruz; inek değiliz, geyik değiliz, koyun değiliz! 
İnsanız ya!  Eşref-i mahlûkatız ve aklımız var ya!
Neye yarıyorsa bu akıl; akılsız balık kadar yüzemiyor, akılsız kuş kadar uçamıyor, akılsız ceylan kadar, tavşan kadar koşamıyoruz! Akılsız karabatak kadar; havada uçamıyor, karada yürüyemiyor, suda yüzemiyor, deniz dibine dalamıyoruz!
Anam, Babam, Dedem! Soyum, sopum, ecdâdım!
Gerçekler, ezberimizi bozuyor; ne yapacağız? Kulağımızda aynı hâtibin; aynı yüksek tonlamayla bağırdığı; "Her türlü milliyetçiliğe karşıyız! Türk milliyetçiliğine de!" sözleriyle; "Benim böyle bir ecdâdım yoook!" diye tv dizisiyle dövüşürken söylediği; "Cambaza baaak!" anlamlı sözleri ve sesi çınlıyor da çınlıyor!
Eşref-i mahlûkatız, insanız ya!...
"Nâdir olan insan değil, insanlıktır!" (Kutadgu Bilig'den)
"Allah'ı düşünmedikten, ondan korkmadıktan sonra istersen abdestsiz namaz kıl; kim ne bilecek?" (Sâdi-i Şirâzi-Bostan'dan)
Netice; güneş tutulursa gün kararır, akıl tutulursa ömür... 
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN

Perşembe, Kasım 29, 2012

YENİÇAĞ GAZETESİ HAKKINDA DUYURU'M...

"Nûn! Yemîn olsun kaleme ve yazanların satır satır yazdıklarına." (Kalem-1)
Ülküdaşlarım, Gönüldaşlarım, Kandaşlarım!
Var oluş nedenlerim, varlıklarını hissederek övündüğüm Dostlarım!
Fikrine saygı duyduğum, varlığından cesâret aldığım bir dostumun uyarısı üzerine, bir konuda size, yeniden selenmek ihtiyacı duydum.
Bu kısa yazı; 60 yıllık ömrünün 45 yılını Türkçülük, Türk Milletçiliği, Ülkücülük uğrunda sebîl etmiş bir millet fedâisinin size ve şahsınızda duyarlı bütün Türkler'e BİLDİRİ'sidir!...
Bildiğiniz gibi; yedi yıldır, sizinle Yeniçağ Gazetesi vasıtasıyla buluşuyorduk.
Şahsen Yeniçağ'ı; dünyayı Türk'çe okuyan ve Türkçe okutan bir gazete bildiğim için oradaydım.
Gönüldaşlarım, Ülküdaşlarım!Son zamanlarda camiamızın yaşadığı karmaşada siyaseten farklılığımızı gözlemlediğim için; kalemime ve düşüncelerime otokontrol uygulanmaya çalışıldığı; yazılarımım kırpılarak kuşa döndürüldüğü, ifade eksikliğine sebep olunduğu, yazılarım zamanında yayınlanmayarak güncelliği kaybettirildiği için; kendi irâde ve isteğimle Yeniçağ Gazetesi'ndeki köşemi üzülerek kapattım ve Yeniçağ'da yazmaya son verdim!
Sizinle buluşmaya ve yazmaya devâm edeceğim. Tenkitlerinizle besleneceğim.
Allah beni; Türk'ü, Atatürk'ü, Türkeş'i, Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni, diğer Türk Devletlerini ve sizi sevmek için; gerekirse bu uğurda Hasan Tahsin'leşmek için yarattı!...
Netice olarak; YENİÇAĞ GAZETESİNİ BIRAKTIM!  YENİÇAĞ GAZETESİ'NDEN AYRILDIM!...
Bu bildiriyi de; siz Gönüldaşlarım ve sizin şahsınızda duyarlı bütün Türklere duyururum. 
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN

DEMOKRASİ TRAMVAYI İLE NOSTALJİ...

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün; 20.Ulusal Bilim Olimpiyatları, 17. Ulusal İlköğretim Matematik Olimpiyatları'nın şampiyonları ile 2012 Uluslararası Bilim Olimpiyatları’nda Türkiye'ye madalya kazandıran öğrencilerin ödüllendirileceği törende; spor olimpiyatlarında başarılı olan bir halterciye 2 bin Cumhuriyet altını ödül verildiğini hatırlatarak; "Bu sporda. Peki bilimde ne oluyor? 10 bin lira, 20 bin lira!... Halterde şampiyon olan kardeşimizin toplumun geleceğine etkisi ile bilim olimpiyatlarında başarılı olan arkadaşımızın bu toplumun geleceğine etkisi aynı değil. Onun için neye önem vermemiz gerektiğini yeniden gözden geçirmemiz lazım! " diye, çok haklı ve geç kalmış bir itirazda bulundu!
Aklıma, bir gün önce Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın, yanındakilere; "Nasıl ingilizce konuşuyorum! Gördünüz mü yaa!" gösterişçiliği ve müthiş İngilizcesi ile bir yabancı kadına, Hakan Şükür'ü anlatmağa çalıştığı sahne geldi! Binali Yıldırım'ın, tarzanca anlattığı Hakan Şükürü alıcı gözlerle inceleyen yaşlı yabancı kadının; "İlerde genel başkan ve başbakan da olur!" şeklindeki tesbiti, yabancı gözünden fotoğrafımızdı!
Cumhuriyet dönemi siyâsi figürlerimizi hatırlamağa çalıştım hemen o anda! 
Nüfus işleri, vergi, tapu-kadastro, jandarma-polis, askerlik uygulamaları ve üstlenerek ödenen dış borçlarla Osmanlı Devleti'nin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 89 yıldaki siyasetçilerini hatırlamağa çalıştım.
Başlangıçta iki Osmanlı Paşası olan Mustafa Kemal ve Mustafa İsmet paylaşımlı Reis-i Cumhur ve Başvekilliği ve sonra bu makamlara oturanları hatırlamağa çalıştım.
Atatürk'den sonra; Köşk'te İsmet Paşa, Başbakanlık'ta -İstiklâl Harbimiz sırasındaki müthîş mücadelesi, asla inkâr edilmeden- sıradan bir banka memuru Celal Bayar... 
Sonra; 1980'li yılların sonlarına kadar Cumhurbaşkanlığı'nda hep Generaller, Başbakanlık Makamı'nda ise iz bırakabilenlerden; Hukukçu Adnan Menderes, İnşaat mühendisi Süleyman Demirel, şair-yazar-gazeteci Bülent Ecevit, Elektrik Mühendisi Turgut Özal...
Turgut Özal'la başlayan Cumhurbaşkanı'nın sivilleşmesiyle 1980'li yılların sonlarından itibâren de; hukukçu Yıldırım Akbulut, iktisatçı Mesut Yılmaz,  ekonomist Tansu Çiller, makine mühendisi Necmettin Erbakan ve İmam Hatipli İktisatçı Recep Tayyip Erdoğan... Kısa süreli geçiş dönemlerinde Başbakanlık makamına oturanlardan daha sonra Köşk'e çıkarılan iktisatçı Abdullah Gül...
89 yılın, 1923-1938 arası 15 yılında Atatürk tarafından dikilen Devlet Bayrağı'nın Türk Milliyetçiliği Gönderi, Atatürk'ten sonraki 74 yılda, siyasi kemirgenler tarafından diş-diş kemirilerek zayıflatıldı! 
89 yıllık Demokrasi Tramvayı Vatmanlarını hatırlarken ilkokul diplomasını, okur-yazar belgesini dışardan alan ve popülist partizanca bakanlık yaptırılanları hatırladım! Demirel'in;  "Bulsunlar 226'yı, düşürsünler hükümeti" meydan okuması üzerine Güneş Moteli pazarlıklarıyla Hükümet düşüren, siyâset figüranlarını ve nedense aynı anda, son zamanlardaki Meclis'i çalıştırmak demokrat fedakârlığı(!)yla 367' yi tamamlayan, milliyetçi siyâsi figürü hatırladım!  
Kamyonların şöför mahallinde oturmanın ayrıcalık sayıldığı günlerde, Güneş Motel pazarlığı sonucu Bakan olan ve makam aracında, şöförün yanına oturmakta ısrar eden Bakanlar hatırladım!
Hâlâ taptaze olan bu hatıraların; iki askeri darbe ve üç muhtıra ile süslendiğini de içim acıyarak hatırladım!
Basılı kitapları, üst üste koyulsa boyunu nerdeyse bir metre aşacak kapasite ve müktesebat sahibi Profesörlerin, siyasette itibar görmediğini, başarılı olamadığını hayretle hatırladım!
Emekli olduktan sonra "dokunulmazlık zırhı" için millet vekili olan veya edilen sadist askerleri, işkenceci psikopat emniyetçileri hatırladım!
Sonra hatırladığıma, hatırlayacağıma bin pişman olarak Nihat Ergün'ün spor ve bilim olimpiyatlarında başarılı olanların çocuklarımızın madalya töreninindeki itirâzını ve Binali Yıldırım'ın bozuk ingilizcesiyle yaptığı tarif üzerine, yaşlı yabancı kadının; "İlerde başbakan da olur!" diye alay ettiği Hakan Şükür'ü ve ona oy veren demokratları hatırladım, utanıp kızararak!
Aktif futbol hayatında, ülkenin değişmez "Şaban"ı Hakan Şükür'e toptan kazandığı akla zarar servet yetmezmiş gibi Millet vekili edildikten sonra, izlenmeyen tv'lerde futbol yorumlarıyla kazandırılan yüz binlerce lirayı hatırladım! Yine aynı anda da; hem emekli, hem millet vekili maaşı almasına rağmen para kazandırılmayan bir gazeteye de ciddi parayla yazı yazdığını, çok yeni ve tesâdüfen öğrendiğim profesör ünvanlı milliyetçi milletvekilini hatırladım!
Bu kadar yüzme bilmeyen cankurtarana rağmen; 89 yıldır şapadak-şupadak çırpındığımız, "Dünyanın Dibi" tarifli Ortadoğu'da, hâlâ nasıl boğulmadığımıza hayret ederek Türk Milleti'nin yaratılış özelliğinden kaynaklı zora ve zorluklara tahammül kudretini hatırladım! Bu müthîş kudretle övünmemiz mi, yoksa 89 yıldır bir türlü beceremediğimiz demokrasiden utanmamız mı gerektiğine karar veremedim!
Şükr'olsun ki; İslâm öncesi "Kurultay"cı, İslâm sonrası "Şûra"Türk teâmülünü, arzû ile özleyen Türk Milliyetçisi bir Türk olarak demokrat değilim! 
Yine şükürler olsun ki; "Demokrasi, amaç değil araçtır! Gereken durakta inilecek tramvaydır!" tarifli; "Geç kalan yer bulamaz veya binemez!" çığırtkanlığıyla dolan İleri Demokrat BOP Eş Başkanı bir Vatman tarafından kullanılan ucuzcu tramvay yolcularından olmadım! Evel Allah, olmam da vesselâm...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ...
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN      
Almanya'nın Köln Üniversitesi İktisadi ve Sosyal Bilimler Fakültesi

Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/siyaset-tr/10235-mesut-yilmaz-mesut-yilmaz-kimdir-mesut-yilmaz-hakkinda.html#ixzz2DaxhBX31

Çarşamba, Kasım 28, 2012

HELÂLLE VEDÂLAŞMA!...



Bugün; net adresli isimsizlere, millet yaşasın diye, ölümü öldürerek ölümsüzleşen yiğitlere, tarih eliyle mektup mahîyetinde bir şeyler yazmaya çalışacağım…
Gönderen belli, alıcı ise çok daha bellidir: İsimsiz Kahramanlarımız!...
"Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun ayetlerindendir." (Rûm-22)'den, Türk yaratılıp Türkçe ile donatıldığımı öğrendikten sonra, bir de İslâm'la tâçlandırarak Türk Milleti'ne ayrıcalık tanıdığına inandığım Tanrım’a sonsuz hamd'ederim!…
Ben âciz kulunu; Türk yaratıp, Türkçe ile donatıp, İslâm ile tâçlandırdıktan sonra bir de elime; "Nûn! Yemîn olsun kaleme ve yazanların satır satır yazdıklarına." (Kalem-1) diye and içtiği kalemi nasîp eden Çalabım'a hamd ve şükürde yetersizim! Aldığım her nefes, verdiğim her soluk; hamd'imdir, şükrümdür el-hamd ü lillâh!
"Yaratan Rabbinin adıyla oku/çağır!" (Alak-1) diye başlayan Kur’ân-ı Kerim’de Allah; "O’dur kalemle öğreten/kalemi kullanmayı öğreten O’dur. // İnsana bilmediğini öğretti. // İş sanıldığı gibi değil! İnsan gerçekten azar: // Kendisini her türlü ihtiyâçtan/ herkesten âzâde görmüştür. // Oysaki, dönüş yalnız Rabbinedir! " (Alak-4, 5, 6, 7, 8)  
"Hadi çağırsın kurultayını/derneğini! // Biz de çağıracağız zebanileri! // Sakın sakın! Ona boyun eğme; secde et ve yaklaş!" (Alak-17, 18, 19) buyuran Allah; Kalem Suresi ile devâmla; "Nûn! Yemîn olsun kaleme ve yazanların satır satır yazdıklarına." Diye and içiyor! 
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk; Kalem Suresi'nin başındaki "Nûn!" un. mürekkep olabileceğini söylüyor.
Seksen milyon nüfuslu bir ülkede, kaç kişi olur bilemem ama eline kalem nasip olan kişiler, bölgelerinde ve yerlerinde bellidir. Bencillikten, kibirden, enâniyyetten Allah'a sığınarak bize bu ayrıcalığı nasip eden Tanrım'a ne kadar hamd etsem yeter mi?
Kalem Suresi'nde Hz. Peygamber(s.a.v.)'e ve O'nun seçkin şahsında, bütün zamanlardaki  kullara, Allah'ca îkâz devam ediyor ; "İstediler ki sen, alttan alıp gevşek davranasın/yağcılık edesin de onlar da yağcılık etsinler/yumuşaklık göstersinler. // Şunların hiçbirine eğilme, uyma: Çok yemin eden, bayağı-alçak, // Alaycı/gammaz, koğuculuk için dolaşıp duran, // Hayrı engelleyen, sınır tanımaz-saldırgan, günaha batmış, // Kaba-obur, bütün bunlardan sonra da soyu bozuk, kötülükle damgalı. // Mal ve oğullar sahibi olmuş da ne olmuş?" (Kalem- 9, 10, 11, 12, 13, 14)
Bir ara, bir ayraç yüzünden yaklaşık bir yıl hiç kitap okuyamamıştım! Ayraç’ta; "Bütün kitaplar, bir tek Kitâbı anlamak için okunur." yazıyordu ve ben, bir yıl sadece Kur'ân okudum; dönüp dönüp yine okudum!
"Benim oğlan bina okur; dönüp dönüp yine okur!"  tekerlemesini bir yıl yaşadım, ömrümün sonuna kadar da bu tekerlemeyi yaşayacağım! 
Yeri gelmişken bu tekerlemenin hikâyesini de duyduğum kadarıyla paylaşalım. Eskiden medreselerde Arapça Gramer Kitabına "Bina" denirmiş. Derse başlayan sınıfa, her yeni gelen öğrenciyle "Bina" kitabı baştan tekrarlanırmış! Dolayısıyla da öğrenci katılımı devâm ettiği sürece "Bina" dersi, döne döne okunurmuş!
Benim Arapçam yok, dolayısıyla Bina kitabına da ihtiyâcım… 
Ama hayatımın gramerinin kitabı Kur'ân-ı Kerîm… Nerede yeni bir şey duysam, nereden yeni bir şey okusam; dönüp dönüp Bina'mı, hayat gramerim Kur'ân'ı okuyorum, okumaya da devâm edeceğim inşallah…
Sicil özetimde, sekiz istifâm olduğu için, hiçbir sosyal güvencem yok! Allah(c.c.)'tan sigortalıyım hamd'olsun. 
Yıllardır rızkımı kalemimden yazmış Çalabım. Yedi yılı aşkın bir süredir de kalemimle yazılan rızkımı Yeniçağ'dan taksîm etmişti Rabbim. Yedi yıldır Yeniçağ'dan olan nasîbime şükr'ederken, buna vesîle olan Yeniçağ Gazetesi'ne de çok teşekkür ederim.
Bir yerden gelen, gitmek içindir bilirim! 
Su, bir yerde çok kalınca kokar, onu da bilirim! Galiba su misali kokmaya yüz tutmuş olmalıyız ki; gitmenin zamanı geldi!
Yedi yılı aşkın bu sürede çok rahat ettim! Allah, Gazetenin İmtiyaz sahibi Ahmet Çelik ve Gazete çalışanlarının tamamından râzı olsun, ben râzıyım!
Ama dedik ya su misali kokmaya yüz tuttuk galiba! Mütedeyyin tevekkülümle, Türk'çe gurur ve vakârımla; tek silâhım, tek kalkanım Kalemim'le açtığım MEYDAN'ımı, Yeniçağ'da kapatmak lüzûmunu duydum.
Gazete'ye davetle katılmış, Ahmet Çelik Bey'e maddi durumumu kendim söylemiştim. Bana yedi yılda verdiği desteklere teşekkür ve helâlleşmek için aradığımda telefonuma cevap vermediler! Canları sağ olsun, patronluk haklarını kullandılar! Bu vesile ile kendileriyle helâlleşmek isteğimi de iletmiş olayım...
Yuvamı soğutan, su gibi durgunlaşıp kokmaya yüz tutmama vesîle olan olaylar, benimle mezâra gidecek Allah'ın izniyle...
Allah'ın sonsuz merhâmetine ve bağışlayıcılığına sığınarak, görünen sebeblerim yukarda arz'ettiğim Âyet-i Celîlerde âyan-beyândır zannederim, demek istiyorum vesselâm... 
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ...
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Salı, Kasım 27, 2012

"ESED, HZ. HÜSEYİN'İN ROLÜNDE"

Siyasi rüzgâr güllerinin, gınnapı Haçlı elinde olan siyâsi topaçların, uzaktan kumandalı robotların, Karen Fogg Çocukları'nın, yerli "dolma kalemler"in, görmezden-duymazdan geldikleri; Haçlı Müslümanlar'la elbirliği yaparak yok farz ettikleri doğru adamları, doğruları konuşanları, Türk Milleti olarak biz de görmüyor, görmezden geliyoruz, yok farz'ediyoruz!...
Doğru söyleyenlere hak ettikleri iltifâtı yap/a/mazsak; "Biz bir ülkeyi mahvetmek istediğimizde, onun servet ve refahla azıp firavunlaşmış kodamanlarına emirler yöneltiriz/ onları yöneticiler yaparız da onlar, orada bozuk gidişler sergilerler. Böylece o ülke/medeniyet aleyhine hüküm hak olur; biz de onun altını üstüne getiririz." (İsra-16) Âyeti'nin muhâtaplarından olmaz mıyız?
Hz. Peygamber(s.a.v.)'in; Kantura Oğulları deyip Mete Han'ın kızı ve Hz. İbrahim'in eşleri olan Kantura Hatun'a vurgu yaparak iltifât ettiği; "Türkler size dokunmadıkça siz de Türklere dokunmayınız. Zira Kantura Oğulları soyundan gelen bu Türkler ilk defa Allah'ın ümmetime vermiş olduğu mülk ve saltanatı onların elinden çekip alacaklardır.**"  diye uyardığı bir millet ahfâdı olarak Allah(c.c.)'ın İsra-16'da yaptığı uyarıyı dikkate almayanlardan olabilir miyiz? Veya böyle devâm edersek; "Böylece o ülke aleyhine hüküm hak olur." hükmünü hak edenlerden olmaz mıyız?
Meselâ biz; Suriye'de korkunç projelerin hayata geçirileceğini daha önce defalarca söyleyen ve Suriye'de birçok Kerbela'ların yaşanacağını söyleyen; "... Esed şu anda Hz. Hüseyin'in rolünde. Bunu hiç unutmayın! Hz. Hüseyin'in kahramanlık rolüne soyunanlar da Yezid rolünde. Türkiye'dekiler başta olmak üzere... Size soruyorum: Esed'in iktidardan gitmesini kim istiyor? ABD, İsrail... Eğer Esed ABD'ye ve İsrail'e 'evet' deseydi, bu belalar başına gelecek miydi? Gelmeyecekti... O halde ölçü ortada... Onlara karşı dimdik durduğu için sonuç böyle cereyan etti. İsrail diyor ki, Güneydoğumuz da içinde olmak şartıyla; 'o topraklar bize ait, sen orada bulunamazsın. Hizbullah'a destek veriyorsun, Hizbullah bizim başımızın belası kesiliyor. Filistinlilere destek veriyorsun, onlar da bizim başımızın belası kesiliyor'. ... Sayın Başbakan, bunun hesabını millete ver bakayım! ... Şayet bu hesabı onlara sormaz, aferin iyi yapıyorsun derseniz, Hz. Hüseyin'e Ömer bin Saad'ın attığı ok gibi ok atmış olacaksınız..." diye uyaran Prof. Dr. Haydar BAŞ'ı, duymazdan görmezden mi geleceğiz?
Daha dün, 400 yıldan fazla toprağımız ve insanları teba'mız olan Suriyeli Müslümanlarla ne meselemiz var? Daha önce bölücübaşı bebek katili alçağın orada ikâmet ettiği dönemlerde yapılmayan işlerin, uygulamaların; bugün İsrail menfaatine ABD istiyor diye yapılmasının vicdânla, din kardeşliği ile, Türklükle, Kantura Oğulluğu ile ne alâkası olabilir?
Devletimizin, milletimizin dolayısıyla hepimizin başına belâ üstne belâlar açan, ABD ve Haçlı AB'nin dikteleriyle içine çekildiğimiz devâsa mes'eleler varken, bir televizyon dizisini, Kasımpaşalı ağzıyla tenkit ve tehdît eden, BOP Eş Başkanlığını iftihârla söyleyen bir Haçlı Müslüman'a gösterilen ilgi, yukardaki doğru sözlere neden gösterilmez?
Hayatında bir kere; "Türk'üm" dememiş, dahası; "Türk'üm" diyenlere savaş açmış biri olan R.Tayyip Erdoğan'ın, magazinsel nutuklarına bile ilgi gösterirken, bu doğruları söyleyen Prof. Dr. Haydar Baş'ın dosdoğru uyarılarına neden ilgisiz kalırız? 
Doğruyu kim söylerse ve nerede söylerse söylesin doğru değil midir?
Müslüman Türk Milleti töresinde bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı yok mudur? Beraber yenilen yemeğin, içilen çayın sofra hatırı, yok mudur? Dahası, Osmanlı'dan koptuklarından beri Suriye ile Beşar Esed ve ailesi ile ailece görüşen, beraber tatil yapan, vizeyi kaldıracak kadar samîmi olan R. T. Erdoğan'dan başka bir Başbakan olmuş mudur? Vefâsızın îmanı sorgulanmaz mı bizde?
Aklımıza hürriyetini vererek, hür vicdânımızla doğru söyleyenleri, ne zaman görmeye, duymaya başlayacağız?
Türk Milleti! Hâlimiz hâl değil, gidişimiz gidiş değil! Allah aşkına kendine dön! Tanrı aşkına silkin ve uyan ve kendine dön n'olursun! 
Sür'atle;  "Böylece o ülke aleyhine hüküm hak olur." a sürükleniyoruz! Görmüyor olamazsın!
Bu aymaz, gafil millet, sen olamazsın Türk Milleti!
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

** el-Münavi, Feyz'ül-Kadir, Hadis no, 110, er-Remzi, I, s.11 / Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı-Hz. Peygamber'in Hadislerinde Türkler, s. 177

Pazartesi, Kasım 26, 2012

BOZKIRA CAN VEREN BİR ÖĞRETMEN

Bir Öğretmenin, gerçek manada ülkesever, fedakâr bir insanın seslenişini -mi desem, feryâdını mı desem- duyurmasına katkı vermek istiyorum!
Bir meslektaşım, bir öğretmen, yardım istemiş! 
Bu yardım isteyişten nasıl utandığımı; sağır kulakları bile patlatması gereken bu Türkçe haykırışın duyulmadığı bir memlekette yönetim var mı diye nasıl sorguladığımı, isyânımı nasıl anlatacağım bilemem!...
Bir öğretmenden aldığım iltifâtlara da, utanarak müdahele etmeden, iltifat sahibine misliyle mukabele ve teşekkürlerimle, hürmetlerimle Rahim Demirbaş Öğretmen'in mektubunu, aynen aktarıyorum:
"Değerli İnsan Mustafa Bey;
Belki bu yazımı okumayacaksınız, çünkü biz garipler pek hesâba alınmayız! 
Bizim yaptığımız işler önemsizdir. İlla kelli felli kişiler güzel şeyler yapar! Onun için ilgilenmeyi değmez.
Şunu biliniz ki her şeye rağmen ben sizi seviyorum.
Makalelerinizi okuyorum. Ülkenin yücelmesi ve birliğinin dirliğinin bozulmaması için çabalarınızın farkındayım. Özür dilerim belki sizi yanlış anlamış olabilirim. Bu çalışmayı duyurunuz ki benim gibi düşünenler moral bulup çoğalsın!
Gençlerimizin parasını ve zamanını Madonnalar, Lopezler ve Gagalar alıp götürmesin. O kıymetlerin enerjisini ülkemizin kalkınması ve yücelmesi için kullandıralım.
Magazin haberlerinden duyuyoruz; birileri 18 yaşına gelen çocuklarına servet boyutunda paralar harcayarak otomobil alabiliyorlar. Halbuki o aracın bir alt modelini alsalar, aradaki parayı güzel ülkemin çölleşmesini önlemeye ayırsalar, çocuklarına  daha iyi bir vatan bırakacaklar!
Ben Rahim Demirbaş, ülkenin en yoksul köyünde dünyaya gelmişim. 
47 yıl çeşitli eğitim müesseselerinde canla başla çalışıp üç kuruş kazandım; "Güzel Ülkemde kazandım, yine bu güzel ülkemde kalsın; aynı zamanda insanımıza bir örnek/model sunmuş olurum. Bu güzel ülkenin yücelmesi, bir takım mevki sahibi kişilerin tekelinde değil, bizim de yapacağımız bir şeyler olmalı." diye düşünüp orman dikme işine giriştim.
ORMAN DİKTİM DE NE OLDU?...
Büyük şehirlerde yaşayanlar pek farkında değiller, güzel ülkemiz giderek çölleşiyor.
Bir taraftan da, ormanların bir kısmı kuraklıktan, bir kısmı yangınla, bir kısmı da insanların katli ile yok oluyor.
Bundan 50 yıl önce çevre nasıldı, kimse farkında değil! Köyler, boşalıyor! Şehirlerin şehir mi, köy mü olduğu belli değil!
Ben işin farkındayım, ne yapılacağını da biliyorum.
On dört yılı geçiyor, Rahim Demirbaş olarak hergün gözümün önünde erozyonun erittiği topraklarımızda, tek başıma ağaçsızlaşmaya karşı, savaş açtım! 47 yıllık öğretmenliğimde biriktirdiğimi, -bir öğretmen ne biriktirebilirse o kadar- bu işe yönelttim. Kuyular açtım, borular döşedim, hayvan sırtında su taşıdım. Konya'nın Karacadağ'ında, çölleşen araziyi yeşertmeğe çalıştım. 500 dekarlık arazide 32.000 fidan yetiştirerek yeşil bir kuşak oluşturdum.
Çevreciliğin, yeşili korumanın, yaşatmanın ve genişletmenin, kısaca orman sevgisinin masa başında oturarak kazanılamayacağını, bu işin sahada çalışmak gerektirdiğini, göstermiş oldum.
Çölleşen araziden hayatını kazanamayıp köyü terk etmekte olan birkaç kişi, orman oluşturmada çalışarak ve ormanın getirdiği olanakları kullanarak iş sahibi oldular. Onları büyük şehirlerde horlanmaktan korumuş oldum.
Orman yetiştirmek için fidan dikmek gerek. Fidanlıktan fidan alarak ekonomiye katkıda bulundum. Para dönmüş oldu.
Ülkem yararına çaba sarf ederken sıkıntıya düşünce sabretmesini, yaptığım iş ülke yararına olduğu için Devletin yardım edip etmeyeceğini öğrendim! iyi gün dostları, yanımdan uzaklaştılar, bir çok azîz duygulu ve yüksek karakterli yiğit insan ile tanıştım, böylece kötü günde beni yalnız bırakmayan dostlarım oldu.
Kazancımı ve emeklilik dönemindeki tüm birikim ve gücümü; Peygamberimiz'in emrettiği, çağ deviren Fatih Dedemiz'in vakıf kurup yapılmasını vasiyet ettiği, Atatürk'ün bahçedeki çınarın dalına yer açmak için köşkün yerini değiştirerek saygı gösterdiği bir işe, ağaç yetiştirmeğe harcamış oldum.
Bu çabamla birkaç kişinin sevap azanmasına vesile oldum. Kişisel olarak kahve köşelerinde pineklemek yerine, ormanda vakit geçirerek zinde oldum, dinç kaldım, sağlığıma kazanç oldu. Yetiştirdiğim ormanı, çok sayıda hayvan ve kuş kendine mesken tuttu. Doğanın dengesi, bir nebze düzeltilmiş, korunmuş oldu.
Sevmek, fedakârlık ister, bütün bu sıkıntılar ve güzel şeyler ülkemi sevmemden dolayı olduğu için mutlu oldum.
Sizlere, bu nedenle sesleniyorum.
Beni duyun. Dilerseniz adımı yazınız. TRT Haber'in yaptığı "Güzel Ülke" programını izleyiniz, diğer haber ve resimlere bakınız.
Benim çabam, kişisel amaçlı değil. Kişisel bir çıkarım yok. Olmayacak.
Çabam; ülkemi, torunlarımıza bulduğum gibi bırakmak. Ağaçlı buldum, çorak ve kurak bırakmak olmaz!
Sesimin duyulması, İÇ ANADOLU BOZKIRININ AĞAÇLANDIRILMASI ve orman halkasının genişletilmesini sağlamak için yazılı ve görsel basın aracılığı ile "Ben de varım!" diyen insanları bir araya getirmekte destek vermenizi diliyorum.
Durumu saygı ile arz ederim. Rahim DEMİRBAŞ"
Siyâsilerin, hayır işliyorum gösterisi için yüz milyarlar harcayan genel başkanların, öğretmenler adına sendikacılık edenlerin, dindâr maskesiyle cami bahçelerinde pusuya yatan politikacıların; cemaatlerin, tarikâtlerin ve elbette şeyhlerinin/hocaefendilerinin kulaklarına kar suyu ...
Ben göz attım, herkese tavsiye ederim:   bozkiragaclandirmatoplulugu.blogspot.com
SEVGİ İLE KARILMAYAN TOPRAKTAN, VATAN OLUR MU?
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Pazar, Kasım 25, 2012

DÜŞMANDAN HÂİN OLMAZ!...

Böyle insafsız, böyle adâletsiz bir yönetim ve yönetiliş mantığı olabilir mi? 
Hatırlıyorum: "Yeniden İstiklâl Harbi" diyerek, MHP'ye verilecek her oyu; "Çanakkale'deki mermilerden daha kudretli ve mukaddes"  diye tarif ederek yaşadık son seçimleri!
Okyanus Ötesi'nin "Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi" dediği ve "MHP'siz Meclis" senaryosunu bozabilmek için öldük-öldük dirildik!

Zor günlerdi, zor işti çünkü; İmralı'da ağırlaştırılmış ömür boyu hapse mahkûm bebek katilinin listesinden seçime bağımsız girip Meclis'te partileşen bir BDP; BOP Eş Başkanı Genel Başkanlığı'nda bir AKP; -bana göre- Türk olduğu için yok edilen Baykal'ın yerine getirilen ve ilk işi AB'ye koşarak bîat eden Kılıçdaroğlu başkanlığında bir Y-CHP ve CKMP'den beri, Milliyetçi Hareket'in her ânında çağrılmadan varolan, işi bitince sessiz sedâsız evlerine çekilen Ülkücülerin tamamıyla kavgalı Devlet Bahçeli Genel Başkanlığında bir MHP ile seçim yaşadık!
İmralı canisi kazandı! Yeminsiz vekil sayısını ikiye katladı! 

AKP, -görülmemiş bir tekrarla- üçüncü kere kazandı! 
CHP, oyunu ve vekil sayısını az da olsa artırarak kazandı! 
Gariptir, MHP'de milletvekili sayısı azalarak, oy kaybederek,"kale" tarifli illerde sıfır çekmesine rağmen, -nasıl oluyorsa- kazandı!
Böyle bir sonuç, olur mu Allah aşkına? Türk Milliyetçilerinden başka kaybeden var mı?
MHP cenâhında; Genel Başkan'a rağmen, "Yol arkadaşları" nın nerdeyse tamamının porno kasetlerine rağmen, kasetlilerin -ihraç değil- istifalarının istenmesi ve birinin istifa etmemesine rağmen, fedakâr Ülkücülerin teşkilat çalışmalarına alınmamalarına rağmen; Okyanus Ötesi'nin; "MHP'siz Meclis" oyununu bozmak için, Türk Milliyetçiliği inadıyla MHP Meclis'te ve bu oluş, sadece Genel Başkan'ın üstün performansı sonucuymuş! "MHP'de Genel Başkanlık ta ölünceye kadar" mış! İnsâf Beyler!

Haklısınız! Genel Başkan'dan başka hiç kimse, hiçbir zaman görevini yapmadı! 
Pornocu Genel Başkan Yardımcılarını, Yol arkadaşları'nı, Ülkücüler görevlendirmişti! Haklısınız! Türkiye'de bölücülerden de çok önce; "Farklılıkların farkında olarak ülke yönetimi"ni, "Çiçek bahçesi"ni, Ülkücüler söylemişti! Hiçbir sağcının anlayamadığı; "Sosyal dayanışmanın siyasal iz düşümü" nü Ülkücler söylemişti! Uyum Yasaları'na, İkiz Yasalar'a Ülkücüler imza atmıştı! Ecevitler'e Bozkurtça dikilen Ali Güngör'ü, Genel Başkanlık Adayı Ümit Özdağ'ı, Ülkücüler ihrâç etmişti!
Haklısınız! Pornocuları ihraç etmeyip istifalarını isteyip istifa ettirilemeyen birinin Çanakkale'deki mermilerden daha kutsal oylarla milletvekilliğini, Ülkücüler sağlamıştı!
Haklısınız! Bütün bunlara rağmen; "Küreselcilerle milliyetçiler mücadelesi" diye açıklanan seçim adlı senaryoda, Türk Milliyetçiliği inadıyla, Üç Hilal'e sahip çıkarak yanlış yapmışız özür! 

"MHP'de tsunami olacak" diyenlere; "Berberde traş artığı saçının bir teline bin Erdoğan'ı feda ederiz." diye Bahçeli'ye sahip çıkarak hata yapmışız özür! 
Önce davet edip sonra, rencîde etmek için ucuz bahânelerle görüşülmeyen Ozan Arif'e ve Bahçeli muhaliflerine olmadık hakâret ve iftirâları eden biziz, özür! 
Davet edilip seçilemeyecek sıralarda dolgu malzemesi edilenler de ülkücü değillermiş zaten, Azmi Karamahmutoğlu'ndan ülkücü mü olurmuş? Özür!
Genel Başkan'ın; "Anne neden bizim de yok!" diye üzüldüğü "ekönomik püskevit" ine verilen oylarda biz de varız! Özür!
N'olursunuz artık beni duyun ve dinleyin Allah aşkına! 
Siyaseti sevmiyorum, asla siyaset düşünmüyorum ve asla demokrat ta değilim! İslam öncesi Kurultaycı, İslâm sonrası Şûracı ve Hakancı Türk geleneklerinden vazgeçmeden, Ülkücü olabilmek için verdiğim 45 yıllık emeğimden, kimsenin Genel Başkanlığı uğruna vazgeçmem! 
Bana değil "Hain!" demek, düşünenin düşüncesine tasallut ederim! Kongre, oldu bitti tamam! Olmuşla ölmüşe çâre yok tamam! Taş bitti, inşaat paydos tamam ama ülkücülerin uyarı yapmalarına, fikrini söylemelerine de kimse engel olamaz!
Artık birilerinin; Baykal'a Erdoğan'ın yasağını kaldırttıran güçle Bahçeli'ye A. Gül'e Köşk'ün yolunu açtıran gücü, sorgulaması lazım! 

Ülke elden gidiyor! PKK habire kazanımlar ediniyor! Müstemleke gibi, topraklarımıza NATO, İsrail'i korumak için patriotlar yerleştiriyor! 
MHP'nin Sayın Genel Başkanı ise muhteşem dev binanın bomboş koridorlarında bile yok! Meclisin saygınlığı(!)nı korumak adına, A. Gül'e Köşk yolunu açan, bölücülerle; "Gel Hasip gel! Meclis'in rengini tamamlayalım!" demokratlığıyla, "Bölünme Anayasası"nın önünü açıyorsunuz! 
Tarih ve millî vicdâna karşı sorumlusunuz! Hatırlatırım!
DÜŞMANDAN HÂİN OLMAZ vesselâm!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Kasım 23, 2012

"ÇOCUKTUM, UFACIKTIM..."

Dolu dolu bir çocukluk yaşadım.
Aşşık oynadık, arafalık ceviz ve fındıklarla çok hoş oyunlar oynadık. Usta bir topaç çeviricisi, yenilmez bir bilye/misket oyuncusuydum. Ellerimin çatlamasına mani olamayan Annem, çok öfkelenir önce -gün boyu- kazandığım bilyelerimi tuvalete döker, sonra da ellerimi sıcak suya sokar, yumuşatır, kremler sürerdi! (Tuvalet, bahçelerde kazılan kuyular üzerine yapılırdı.M.A.) O da ben de, boşa zahmet olduğunu bilirdik! Ertesi gün okulda teneffüslerde, sonra mahallede ben yine bir torba dolusu bilye yığıncaya kadar ellerimi toprakta çatlatacaktım!...
"Xolla-çelik" derdik, çelik-çomak oynardık. Kızlarla ayrı, erkekler arasında apayrı top oyunlarımız vardı. Birdir-bir, uzun eşek, kız taklası diye yetenek isteyen oyunlar vardı. "Gizlenparç" derdik saklambaça, ta yatsıya kadar oynardık! Mevsim yazsa sahura kadar oyun iznimiz vardı!
Çünkü sokağımız, mahallemiz, komşularımız vardı! Bütün komşularımızın evlerinin dibini-köşesini bilirdik! Komşu çocuklarından evi veya evin herhangi bir yerini sakınmak, hiç bir komşumuzun aklına bile gelmezdi!
Bir gün, epeyce yorulduktan sonra gizlenparç oynarken komşumuz Aliye Bibim'lerin evine girdim. Odunluk tabir edilen ve aynı zamanda kiler olarak kullanılan yere, patates çuvalının arkasına saklandım. Yerde patates nemlenmesin diye serilen keçe vardı. Ben yorgun, keçe sıcak, yerim sessiz! Uyuya kalmışım! Beni uyur vaziyette bulan Aliye Bibim, önce usulca üzerimi örtmüş, sonra bize giderek yerimi haber vermiş. Sabah uyandığımda, arkadaşım olan oğlu Sinan'la aynı odada yatıyordum!
"Bibim" yani halam dediğim Aliye Teyze ile aramızda yakından uzaktan akrabalık, hısımlık yoktu. Sadece komşuyduk ama evi, evimiz; evimiz, evi idi!
Çocukluktan girdim söze, devam edeyim!
Çok özel, horozlarım oldu! Çok güzel köpeklerim oldu! Hatta Ahmet Ali (Garipkafkaslı) Ağabeyim'in dağda yakaladığı veya bir çobandan aldığı bir kurt eniğini de hemen hemen bir yıl besledim! Bu vahşi kurdun Bozkurt olmadığını Ahmet Abim ve Babam söylemişti ama aylarca, dolunay gecelerde, Babam'ın fotoğraf makinesi ile pusu attım! Kurt, başını dikip uluyacak ve ben resmini çekecektim! Olmadı da olmadı! Ne kurt uludu, ne de fotoğraf...
Oldum olası köpekleri de severim. Babam'ın memuriyeti dolayısıyla her tayinde; köpeğimin kamyona alınmayışı yüzünden, hiç bir şeye yaramayan çocukça şirretlikler etmiştim! 
Yıllar sonra, Rahmetli Babam, en az benim kadar üzüldüğünü, üstelik benim üzüntüme çare olamamanın üzüntüsünü yaşadığını söylemişti! Ben de Babam'ı üzdüğüm için üzülmüştüm, neden sonra!...
1960'lı yılların başları. 8-9 yaşında, Ardahan'dayız. Ev sahibimizin köpeğini sahiplenmişim. Onlar da, itiraz etmiyorlar! Alabaş, beni sırtında taşıyacak kadar iri ve kuvvetli bir köpek...
Bir gün arkadaşlarımla Alabaşı da aldık ve "düz"e yani kırlara gezintiye çıktık. 
Mevsim kış. Ardahan'ın kışını, yaşayanlar bilir! Tipili günlerden sonra, açık ve güneşli bir havası olur. Hem pırıl pırıl güneş vardır, hem de sümüğümüzü donduracak derecede ayaz! Ayazdan yanaklarımız al al olur, tırnaklarımız sızlar ama umurumuzda olmaz! Dağda av bulamayan kurtların, ovaya indiği mevsimdir aynı zamanda! 
Düze gideceğimizi duyan Annem ve komşu teyzeler, kurt olur diye vazgeçirmek istediler ama söz dinletemediler, kaçtık!
Mahalleden epeyce uzaklaştık. Bir ara Alabaş, bir yere hücuma geçti! "Kurt var! Kurt var!" diye bir ağızdan bağrışan arkadaşlarımla beni sürükleyen Alabaş'ın peşinden, kurda doğru koşmaya başladık! 
Kurt kaçıyordu! Alabaşı zaptedebilmem mümkün değildi! Bir ara zincirini boynundan çıkardım ve fırladı! Hem karları tozutarak koşuyor hem de dönüp dönüp peşinden gidip gitmediğimize bakıyordu! Babam'dan, ne kadar iri olursa olsun bir köpeğin kurda gücünün yetmeyeceğini duymuştum!
Ben, kurt köpeğimi parçalamasın diye yardım için koşuyordum; kurt bizden kaçıyordu, aptal köpeğim de peşinden gidip gitmediğimizi kontrol ederek kurdu kovaladığını zannediyordu! Kaçan başkası, kovalayan başka; kovaladığını zanneden aptal bir başkasıydı!...
Nereden, nereye? 
Günümüzde de sanki kaçan başka, kovaladığını zanneden başka, asıl kovalayansa bambaşka!...
Karakterin çocuklukta oluştuğunu, duyarız! Dedem Rahmetli de; "Koçluk kuzu, küzde belli olur." derdi hep... Böylesi dopdolu, macerâlı bir çocukluk; muhalif kişiliğimizin, haksızlığa suskun kalamayışımızın alt yapısı, olabilir mi acaba?
YOL BİLMEYENDEN KILAVUZ OLMAZ vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Kasım 22, 2012

ÖĞRETMENLERİM'E...

Ben, Öğretmenim.
Duygu mimarıyım ben.
Saygının kaynağı,
Kaygının yok oluş durağı...
Yeni palazlanan gönüllerde
Benim dalgalandıran Bayrağı...
 
Toprağı vatanlaştıran,
Dünle bugünü buluşturan,
Bugünü yarınlarla yarıştıran benim;
Ben, Öğretmenim...

Bende şekillenir sesler,
Bende besteleşir nefesler.
Zindanlar bende kafesleşir,
Hevese döner korkular, kaçışa uçmak için...

Uzun uykular, tembelliktir bende!
Gerçeğe yakın değilse karabasandır rüyalar.
Dünyalar küçüktür, ben sığıyorsam içine,
Küçücük yüreklere dünyayı sığdıran benim;
Ben, Öğretmenim...

Olgun başaklar, bende dalgalanır denizce,
Benim harmanımdır sapla samanı ayıran.
Ölüm yazılamayan defter, 
Silahın ödünü patlatan kalem bendedir!
İçine kötülüğün zerresi sığmayan,
Dünyayı sevgiye doyuran yürek, bendedir...

Bedenlerde şekillenen olgular, 
Şehâdeti doğuş sayan duygular!
Bir sınıf tahtasında görebilmek dünyayı,
İnsanlığı sevgiye doyuracak sıra gözü ambar bendedir...
Benim affederek cezalandıran,
Cezalandırdığımda cezalanan da benim;
Ben, Öğretmenim...

Toprağı vatanlaştaran,
Dünle bugünü buluşturan,
Bugünü yarınlarla yarıştıran benim;
Ben, Öğretmenim...

Kalem tutamayan minicik eller,
Anne'den başka söz bilmeyen diller, 
Benimle büyür dünyayı öğütleyecek kadar!
Benim emeğimdir tüm güzellikler;
Ben sevdiririm cumhuriyeti,
Atatürk'ün ölmesine izin vermeyen benim;
Ben, Öğretmenim...

Benimle muhabbet olur kara sevdâlar.
Seven de, sevilen de benim tezgâhımdandır.
Buram buram Türkiye kokar,
Püfür püfür nefesimle Türklük diye eserim.
Uygarlık tek hevesimdir;
Çağdaş Türk benimle şekillenir,
Atatürk benimle başlar koşuya her gün!
Hiç bir yarışta asla geçilemeyen,
Teneffüs molasına asırlar sığdıran benim;
Ben, Öğretmenim...

Benim toprağı vatanlaştıran,
Dünle bugünü buluşturan,
Bugünü yarınlarla yarıştıran benim;
Ben, Öğretmenim...

24. Kasım. 1995/ Ankara

Yılda bir gün, kerhen anılan sevgi fedâileri ve dünyaya bin kere gelsem, bininde de öğretmenliği seçecek kadar bana öğretmenliği sevdiren Öğretmenlerim'e en kalbî saygı ve şükrânlarımla...
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Kasım 21, 2012

"MİLLETİMİZE GEÇMİŞ OLSUN" MUŞ!...

"Her gelen hercâi, bir oklar beni,/ Özüm öz hâlimde gezdiğim yerde!
Ben bir gavvâs idim dert deryâsında/ Yuttu balık beni, yüzdüğüm yerde!" (Halk Ozanı Bala Memmet)

Diri ölüler, öldüğümüz yerde ölmemize de izin vermiyorlar! 
Bir oyumuz kadar demokrat sayılıp, sandıktan sandığa bize gerek duyan demokrat sahtekâr veya sahtekâr demokratlar, istikrarlı tavırlarıyla bizimle de dalga geçiyorlar!
Yalanı, takîyyeyi, "siyâsi döneklik"i, ilm-i siyâset sayan mürâilere daha ne kadar tahammül edeceğimizi elbette Türk Milleti biliyor!
Korsan devlet İsrâil, "Obama'ların Barak Hüseyin"in açık desteği ile Gazze'de katliâm yapıyor! Obamaların Barak, "müslüman dostu" hata "gizli müslüman"mış ya!...
"Şeytanla da görüşmek" yetkisiyle donanmış dokunulmaz atanmışın Oslo görüşmeleri; önce, "İspatlamayan şerefsizdir." iddiâsına malzeme edilip, bizzat en yetkili tarafından açıklanınca şeref, ayak altına alındı! Muhalefetin ağız birliği ile; "Kim şerefsiz?" sorusunun cevap bulamadığı bir ülkede, şerefli ileri demokratların, merâsim geçidini izliyoruz mîdemiz bulanarak!
Aylardır PKK'nın kaçırdığı ve akîbetlerini bilmediğimiz Kaymakam, polis, erler varken, Suriye'den tutsak bir basın mensûbumuzu kurtarıp gelen Y-CHP ekibinin Beşar Esat'la fotoğrafı; daha geçen sene ailece görüşmeleri, ortak deniz sefalarını, karşılıklı hediyeleşmeleri olağan sayan Arınç'a "Mânidâr!" gelmiş! Vay be!
Derde tiryakiliği ile milletin bu olanlara seyirci kalmasını -zorlanarak- anlayabiliyorum ama Diyarbakır'da dersane önünde bombalayarak 17 yaşındaki delikanlılerı  katleden, belediye otobüsünde 17 yaşındaki gencecik bir kızı diri diri yakan canilerinde aralarında olduğu PKK'lı tutuklu ve hükümlülerin "İntihâr Şovu"nun bitirilmesi üzerine Bülent ARINÇ; "... sonuçlanmış olmasından dolayı milletimize geçmiş olsun diyorum." diyor!!!
Hay şeyini şey ettiğimin şeyinin şeyi vayy! Sana geçmiş olsun! Size geçmiş olsun!
Eğer yönetiminizdeki Türkiye'yi Avrupa zanneden ve oradaki rahatlığıyla gelirken -size rağmen- asîl, millet evlâdı polislerin yakaladığı, "İntihar Şovmenleri"ne B1 vitamini getiren şaşkın kadın olmasaydı; "Geceyarısı Dikte Yasalar"la bölücülere tanıdığınız "ileri demokrat haklara" zarar gelecekti ve siz, diktecilerinize hesap veremeyecektiniz! Size geçmiş olsun!
Mehmetçiğin itlâf ettiği PKK'lılardan farkları neymiş bu şovmenlerin? Bunlar gerçekten açlık grevine gitse ve geberselerdi, Bayrağı yarıya mı çekecektiniz? Gerçi Papa'nın ölümünde Ulusal Yas ilan edip Bayrağı yarıya çeken sizin; 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı ve 10 Kasım Atatürk'ü anma programlarından kaçtığınız bilindiği için PKK'lılar geberirse yas tutmanıza da şaşırmazdık! Asıl size geçmiş olsun kardeşiiim!
Allah kimseyi utanır yüzden etmesin!
Allah'tan korkanın, kuldan da utanması gerekmez mi? Bebek kurşunlayanların, çoluk-çocuk, erkek-kadın, genç-ihtiyar, resmî-sivil ayırt etmeden kırk bin insanı katledenlerin, sokakları yangın yerine çevirenlerin, köprü yıkanların, hastane-okul yakanların Yiğitlerimizce itlâf edilişlerinde üzüldük mü ki; açlık grevi şovmeni şerefsizlere üzülelim?
Parti toplantılarında kabarıp, telefon görüşmelerinde el-pençe-divan durduğunuz ağa-babalarınıza hesap vermekten kurtuldunuz! Size geçmiş olsun!
Yeter artık! Yetsin artık!
Türk Milletinin hassasiyetiyle, yasıyla, incinmiş yüreği ile alaydan vazgeçin artık! Zulm ile âbâd olanın, âhiri berbât olur Vallahi!...
Sizin sonunuz fenâdan da fena! Sizin sonunuz felâket!
"Bizim çocuklar" sıfatlı üniformalı sâdık Generalleri, size hizâya çektirenler; yarın sizi de, en sizden zannettiklerinize hizâya sokturacaklar, bilmiyor musunuz?
Mübârek'e, Ladin'e, Saddam'a, Kaddafi'ye neler yaptırttırıp, sonra ne yaptıklarını, berâber izlemedik mi? Naklen yayınlanan bu işlerden, sizin çıkaracağınız bir ders yok mu? Yeter artık! Yetsin artık! Kendinize gelin!
Talih, taçlandırdığı gibi bazen talihsiz bedevi gibi çölde kutup ayısına yakalatabilirmiş insanı, siz söylediniz! Aynı talih, sizin için de geçerli bilmiyor musunuz?
Mahkeme kadıya mülk kalmaz! İmparator da olsanız, diktatör de olsanız, padişah ta olsanız hiç bir hükümranlık sonsuz değildir sultânım!
Allah, ibreti ahirete bırakmaz! Olaki dünyada hesaptan kurtulabilirsiniz ama İlâhi hesaptan kim kaçabilmiş ki siz de kaçasınız? Ayıptır! Günahtır!
"... milletimize geçmiş olsun ..." muş! Size geçmiş olsun kardeşim! Size geçmiş olsun!
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN" vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ... 
Mustafa ASLAN