Çarşamba, Mayıs 08, 2013

YETER SUSTUK !...

Biz, çok sustuk ve suskunluğumuz, yanlış anlaşıldı!
Veya -birileri- Türk Milletinin suskunluğunu, fırsat bilerek işlerine geldiği gibi yorumladılar!
Onlar taşkınlık yaptıkça, biz de ısrarla susunca; "Sükût ikrârdandır." şeklinde yorumlama gafletine düşenler oldu!...
Bayrağımızı yaktılar, sustuk! Atatürk büstlerini kırdılar, sustuk!
Kogre diye, Başkent'de Bayrağımızı -göstere göstere- atıp çiğnediler, yerine paçavralar salladılar; müdahele etmek üzere görevli kurumlarımız sustular, dolayısıyla biz de sustuk!...
Sonra sokaklara dağılıp yangın yerine çevirdiler! Bütün dünyada toplam nüfusları 2,5 milyon olan Ermenileri temsilen, İstanbul'un göbeğinde toplandılar it sürüsü gibi; "Hepimiz Ermeniyiz!" diye hırladılar; yetkililer seyrettiler, sustular dolayısıyla biz de susmuş sayıldık!
İstiklal Marşı okumadılar; uyduruk enternasyonal parçalar okudular, Türk Milletine hakaret eden Kürtçe türküler söyleyip zılgıtlar çektiler, sustuk!...
Yol kestiler, sustuk! Baş kestiler, sustuk! Baş kaldırdılar, sustuk! İstanbul'un, Mersin'in altını üstüne getirdiler, sustuk!...
Parkları, dersaneleri bombaladılar, diri diri çocuklarımızı yaktılar; araba kundakladılar, belediye otobüslerini yaktılar; sokak ortasında güvenlik güçlerimizin arkadan kafalarına sıktılar; milletvekili sıfatıyla komser tokatladılar, Belediye Başkanı sıfatıyla Başbakan'a; "Has..tirin! Has..tirin!" çektiler, kırsalda katil teröristlerle kucaklaştılar; sonra gelip Kurucu Gâzi Meclis'te demokrat maskesiyle en milliyetsiz milliyetçilerle Meclis'in rengini tamamlamak için tokalaştılar! Kameralar önünde söğüştüler, döğüştüler; kulislerde koklaştılar, öpüştüler! Hayretten küçük dilimizi yuttuk, sustuk!
PKK'ya destek amaçlı kap-kaç çeteleri oluşturdular, Türkiye'yi dünya kaçakçılık cennetine dönüştürdüler, sustuk!...
Bütün kanunsuzlukları, sabrımızı ölçercesine yaptılar, hem de göz altından bizi izlediler! Ne yapacağımızı, nasıl bir tepki vereceğimizi, beklediler! 
Baktılar ki; hep susuyoruz, ne yaparlarsa yapsınlar görmüyor, görmezden geliyoruz!
Bu kere alt-üst kimlik gibi uyduruk, yapay gündemlerle beynimizi şişirmeğe başladılar! 
Şımardıkça şımardılar! Vurdular, aldılar; aldılar, vurdular! 
Türk Silahlı Kuvvetlerini derdest ettirdiler! NATO Generallari yardımıyla millet evlâdı Paşaları, madalyalı Kahramanları, teröristlerin gizli tanıklığıyla güya yargıladılar!

Her istediklerini silah zoruyla alınca da, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nden ve Anayasa'dan Türk adının çıkarılmasını istemeye başladılar! Resmi kurumların tabelalarından "T.C." Armasını, kaldırtmayı denediler!
Yeter be !...
Yeter edepsizlik ettiniz!...
Sustuysak, yaptıklarınızı istihzâ ile gülümseyerek izlediysek; yaptıklarınızı, art niyetli komşunun şımarttığı çocuğumuzun yaptığı terbiyesizlikten saydığımızdandır! Kulağınızdan yakaladık mı Vallahi kökünden sökeriz! Sizden korkan, sizin gibi olsun be!...Yedi düvel bir olup bizim üzerimize geldiğinde korktuk mu ki şimdi üç-beş baldırı çıplağın zılgıtından korkalım!...
Haçlı olup yüzlerce yıl geldiklerinde geri adım attık mı ki; şimdi AB ve Haçlı ABD'nin teşvîki ile başkaldırmaya niyetlenen eşkiyadan korkalım!...
Israrla, ısrarla söyleyeceğim: Devlet olmanın kuralları vardır. Atalarımız, bu kuralları uygulayarak Devlet oldular ve kaldılar.
Devlet Kalmanın da kuralları vardır!
Devlet kalmak istiyorsak -ki Türk Milleti asla devletsiz olamaz- bu kuralları uygulamak ve uygulatmak ta millet olarak bize düşer!... 
Nedir bu kurallar?
1- Herkesin güveneceği, âdil yasalar olacak! Kırk bin kişinin katiline özel şartlar uygulayıp, kazara suç işlemiş bir kader kurbanını şiddetle cezalandıran, eşkiyaya demokratik hak tanıyıp Genelkurmay Başkanını silahlı örgüt kurmak(!)la suçlayan yasalara uyulmaz!
2- Paramızın değerini kazandırıp, piyasada kendi paramızın gücü sağlanmazsa, vergi toplanamaz! Dolarla, euroyla yapılan alış verişler, kayıt altına alınamaz! Dolarla ifade edilen bir bütçe millî olmaz! Böyle olunca da millî ekonomi olmaz...
3- Kırsalda ve şehirlerde vatandaş; terörist ve eşkiyayla yüzyüze bırakılırsa, can ve mal güvenliği sağlanmazsa, Mili Ordu oluşturmakta, askerlik çağı geleni silah altına almakta sıkıntı yaşarız ! Yani Devlet kalmayı, tehlikeye atarız!...
Kutadgu Bilig'den bir hatırlatma; "Ülkeyi elde tutabilmek için orduya ihtiyaç vardır. Orduyu besleyip donatmak için de çok mal ve servet gerekir. Orduyu besleyip donatacak akçayı bulabilmek için de milletin zengin olması gerekir. Milletin zengin olması için de yöneticiler doğru yasalar koymalıdır. Bunlardan biri ihmal edilecek olursa dördü de işe yaramaz. Dördü de işe yaramaz olunca devlet yönetimi çözülür, ülke yönetimi bozulur." Size de Milli Ekonomi Modeli'ni hatırlatıyor mu?
Günümüzde devlet yönetimi çözülmüş, ülke yönetimi bozulmuştur!Sıra bize geldiğinde aklımız başımıza gelecektir ama -korkarım- geç kalacağız!...
Tarihi, hep biz yaptık başkaları yazdılar, doğrudur! Mütevekkil olalım ama bu teslîmiyetçiliğe de tevekkül diyemeyiz ki!...
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Nisan 22, 2013

AL SANCAK'TA AL SANCAK...

İzmir Türk yüreğini, Alsancak'ta açmıştı,
Sahil boyu dünyaya Ay Yıldız'ı saçmıştı...

İçmeden sarhoştum ben, esrikdim başım bir hoş,
Kalbim dolup taşmıştı, gönlümün yarısı boş!...

Fersâh fersâh yol gelip uzağı yakın eden
Dostları kaybedince kalabalık loş, neden?...

Telefonla yoklanıp yoklamayı geçmiştik,
Yüzler yüzden utanmış, meydanda gizlenmiştik!...

Saf sık değildi sanki, kol kola girilmemiş,
Amaç sefer değilse neye yarar bu geliş?

Tamam çeriler bağlı onbaşıya, çavuşa
Ama onlar bağlı mı komut gelen koğuşa?

Bu düzen can sıkmıştı, oturmak külfet bize,
Başsızlık âr gelmişti, çömelmiştik diz dize!

Aman Tanrı'm! Bu millet bırakılmaz düzensiz
Sana ma'lûm, uğruna ölmez miyiz kefensiz?

Bir ömür birbirine can emânet edenler,
Kalabalığa dalıp kendinden gizlenenler;

Uzaktan gördüğünü oğluna gösteriyor
Falan cenkte yoldaşım, bak işte şuydu diyor!

Al'a boyanmış meydan coşar iken utandı
Coşkunun şavkı ile göz, yaşından saklandı!

Sebepten bu hesâbı, Sen sor Yüce Allah'ım,
Bu hasretim biztmezse, olmaz benim sabâhım!

Hasret sevgiyi besler, biliriz hasreti biz,
Benleşir isek tek tek, ben'de kayboluruz biz!

Arpacık'ım namlumdan ayrı kalmıştı sanki,
Yürek Ağrı'm içime saplanıp kaldı sanki!

Alsancak'ta Nûr-u'llah zûlmeti aydınlattı,
İzmir'den Türk Efeler, feleğe kemend attı!

Felek artık zor döner Türklüğün kemendiyle
Türk'ün hesâbı başlar hâiniyle, kendiyle...

Bendini çiğner artık, aşar bu kükremiş sel
Ödül; tek tek şehâdet, bilinmez burda Nobel!...

Çapulu meşrû kılan çapul başı korkuyla
"Üç beş çapulcu" dedi şirretliğin farkıyla!

"Üç beş" doğruydu ama milyonları eksikti
Üç beş milyon meydanda tek yumruktu, bilekti...

Bu yumruğu yiyenler Vallahi iflâh olmaz
Tarih de yazar elbet hâinler felâh bulmaz...

Tanrı'm dilerse eğer elbet Türk'ü Türk korur
Tanrı Türk'ü korursa Türk te dünyayı korur...

Ulusun Türk Milleti, fıtratınla ulusun
Dünya kalsın, Türk dursun, Tanrı Türk'ü korusun...

20 Nisan 2013 Cumartesi
Alsancak/ İzmir...

Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Nisan 18, 2013

KIRIK İŞARET PARMAĞIMIZ...

"Nûn! yemîn olsun kaleme ve yazanların satır satır yazdıklarına" (Kalem-1)
"Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O'nun ayetlerindendir." ( Rûm-22)
Şükr'eder, hamd'ederim ki Türk yaratılıp Türkçe ile donatılıp dünyaya salınmışız! Yetmemiş, bir de İslâm'la tâçlandırılan Müslüman Türkleriz el-hamd ü lillâh! Allah'ın lütfu ile Türkçe düşünür, rüya görür, Türkçe konuşur, Türkçe yazarız. Her Müslüman bir kere hamd eder, şükr'derken biz; Türk yaratılışımıza, Türkçe lisan ile donatılışımıza ve İslâmla tâçlandırılışımıza üç kere şükr'der, hamd ederiz; diyerek Es selam ü aleykûm...
Temel, doktora gider.
Durumu âcildir. İnlemekte acı içinde kıvranmaktadır.
Hemen sedyeye alırlar. Âcil olarak yapılması gereken bütün tetkikleri yaparlar. Kan tahlilleri, tansiyon ölçümleri, kalp grafikleri v.s. her şey yapılır. Ama hayret ki; yapılan bütün tetkiklerden temel sağlam çıkmaktadır! Temeli inleten, bağırtan ağrının sebebi bir türlü bulunamamaktadır!
Doktorlar aldıkları tahlil neticeleriyle hocalarına başvururlar. Tetkik sonuçlarına göre temel, sapasağlamdır ama inlemesi ve feryadı devam etmektedir!
Alınan sonuçlara ve Temelin inlemelerine bir mana veremeyen Hoca, Temeli bizzat görmeye karar verir ve Temeli bir de ortopedi servisine havale eder. Ortopedi servisinde, Temel'in işaret parmağının kırık olduğu teşhis edilir. Temel, kırık parmağıyla neresine dokunursa dokunsun canı yanmaktadır! Temelin canının yandığı doğrudur ama ağrıyan, dokunduğu yer değil, kırık parmağıdır!... 

Malesef günümüzde; Türk Milleti'nin işaret parmağı kırık ve nereye dokunsa canı yanıyor!... 
Kırık parmağımız, Devleti yönetsin diye iktidâra görevlendirilen Hükümetin başı, Recep Tayyip Erdoğan! Türk Milletine dokunuyor, canımız yanıyor! Ordumuza dokunuyor, adâlete dokunuyor, eğitim kurumlarımıza dokunuyor, canımız yanıyor! Esnafa, sanatkâra, sanayiciye dokunuyor canımız yanıyor! Çiftçiye dokunuyor, memura dokunuyor, işçiye, sendikalara dokunuyor feryad ü figan! Emekliye dokunuyor, can dayanmıyor! Sağlıktaki reformlar sonrası, hastalar zaten dokunmadan bağırıyorlar!
Canımız yanıyor, canımızı kendimiz acıtıyoruz ve ortopediste havale edecek bir millî doktor bekliyoruz!
Kırık işaret parmağımız, BOP Eş Başkanı, Medeniyetler Arası İttifak Eş Başkanı, Dünya Lideri, Dokunmanın ibâdetten sayıldığı Başbakan hâlâ; "Beraber yürüdük biz bu yollarda! Durmak yok, yola devaaam!" diye canımızı acıtmaya devam ediyor!
Beraber yürüdükleri doğru ama milletle değil! ABD ile, AB ile, Haçlı ile, Pentagon'la, Pensilvanya ile Vatikan'la ve İsrail'le beraber yürüyorlar!

Bölücülerle, hainlerle, ülkemizi bölmekte maşa olarak kullanılan sehpa kaçkını İmralı cânisiyle beraber yürüyorlar! Mevsim gereği, yağmurun yağdığı da doğru, dolunun yağdığı da! Ama BOP Eş Başkanı ve yandaşlarının altına siperlendikleri ithal Haçlı şemsiyeleri var! Islanan da millet, doludan kafası koz-koz olan da!
Huzur ve istikrâr adıyla dayatılan bu düzensizlik içinde; "Türk Yusuflar'ı kuyudan çıkarmak lazım." diyen îmânı sözlerinden fışkıran "Türk oğlu Türküz" diyen yiğitlerin sesleri de duyuluyor artık!...
"Riya bulaşmış ibadetlerinize değil, riya karışmamış günahlarınıza güvenin!.." diye uyaran Müslüman Türklerin sesi duyuluyor!
Dünya insanlığının hastalığını teşhis ederek yıllardır bütün dünyaya anlatmaya çalışan, bir millî tabîbin sesi duyuluyor!...

Bu millî sesi; Rusya duyuyor, Çin duyuyor, onlarca yabancı ülke duyuyor ama bizim sağırlar duymuyorlar! Milli Ekonomi Modeli'ni uygulayarak on yıl önce iflasını ilan eden Rusya dünyanın en büyük on ekonomisi arasına giriyor; biz ise devenin kuyruğu gibi ne uzuyor, ne kısalıyoruz diyesim var ama her geçen gün, biraz daha kötüye gidiyoruz!
Birileri yağmurda, doluda Haçlı şemsiyesi altında beraber yürüyorlarken diğer yanda bir milli kervan da yürüyor! Haçlı şemsiyesine tenezzül etmeden, ABD çardağını gözü görmeden, milletle beraber yürürken Allah'ın rahmetinden, yağmurdan kaçmadan! Türk Milletini yıllardır döven yapay doludan korkmadan! 

Milletin canını acıtanların canını acıtmak niyetiyle seferde bu kervan!
Bu milli kervanın Baş'ının; kırık parmağı sadece bir kere o da "Deprem Çadırı AKP" nin orta direğini yıkarak, milleti kalıcı millî konutlarına çağırırken acıtacak biliyoruz! İlk anda zor gelse de milletin bu acıya hazır olduğunu görüyoruz!
Selâm olsun Yiğit Müslüman Türklere!
"All
ah aşkına, Türk Yusuflar'ı kuyudan çıkarmak için ne yapmak gerekiyorsa işâret buyur yapalım." diye haykıran II. Kuvay-ı Milliye Kadrolarına selâm olsun...
Türk Yusuflar'ın hainlerinin kardeşleri olduğunu bile bile, talip olunan işin zorluğunu bile bile hevesliyiz, bekliyoruz...
"Allah, Türk milletine uzun süreli zillet yaşatmaz." inancımızı tekrarlayarak seferdeki bir "Milli Kervan"a katılmak hevesi ile yollara düştüğümüzü, şükr'ederek açıklamaktan da şeref duyarız... 

TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selam, sevgi, dua..
Tokkalı Mustafa ASLAN

Pazar, Mart 03, 2013

AKP, KENDİ DÖŞEDİĞİ MAYINA BASTI!

Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında "Bizim de bölgede görevlerimiz var" diyen Erdoğan ve AKP, Haçlı tâlimâtıyla döşediği mayına bastı! 
Ayağını kaldırsa mayın, kaldırmazsa kendisi patlayacak! Patlama olduğu ânda da AKP adlı Deprem Çadırı dağılacak! Bu yüzden Erdoğan, AKP'lilere, bebek katilinin mektupları hakkında konuşma yasağı koydu!
Bebek katili câninin İleri Demokrat önerileri, mayından tehlikeli! Daha patlamadan patladı! 
Öyle sinsi bir tuzakla muhatâbız ki yağlı urgan artığı bir alçağın zırvalarını, biz de okuyoruz! Size de okutacağım, bağışlayın! Buyurun birkaç başlık:
"** (Bu süreç) akâmete uğrarsa, felaket olur. Türklerde bunu bilmeli; başarısızlık orta ve üst düzey savaş, isyan, kaos hepimizin hayatı söz konusudur.
** Onun için benimle oynanmayacağını özellikle AKP’ye anlatmalısınız. ... AKP’yi 10 yıldır ayakta tutan benim.
** Biz AKP’ye iktidarı altın tepside sunduk. Bize bir teşekkür etmedikleri gibi ... daha çok üstümüze geldiler, ezmeye çalıştılar.
** Başbakan vatana ihanet suçundan tutuklanacaktı. ... Bu yüzden ben devreye girdim,  ...
** CHP ve MHP paralel devletin izdüşümleridir, basit aletleridir; AKP’ye de, medya ve işadamlarına da sızmışlar. Sadece MİT kalmış ...
** Gülen, Nur hareketine sızdı Cemaatin merkezi ABD’dir. Benim buraya alınmamla birlikte Fethullah da ABD’ye alındı.
** Komisyonlar kurulacak. Hakikat komisyonu da kurulacak. Akil adamlar denetiminde olacak. Çekilme o zaman olacak. ... Çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz. 
** Ne ev hapsi, ne de af bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. ... Bu olmazsa 50 bin kişiyle halk savaşı olacak. Ölen ölecek, ben karışmıyorum.
** Türklerin karşısına ne kadar Kürt çıkarırsak, o kadar Türk koparırız. Kürtlerle Türkler karşı karşıya gelirse, taviz alırız diyorlar. Türk Kürdü ezmeli, Kürt Türkü vurmalı.
** Devlet düzeyinde karşılıklı olarak diyalog içindeyiz." diye bitiriyor! Yorum yaparsam küfretmeliyim, sizden utanırım! Yorum Türk Milletinin...
Bir de BOP Eş Başkanına bakalım: 
Erdoğan, Viyana'dan dönerken -gizli(!)-  görüşmelerden; "Her şeyin yeri zamanı var" diye bahsediyor ve " ... Bazıları çok fazla konuştu. ... Biz bu zamana kadar konuşmadık. Derdimiz üzüm yemek. Yeter ki huzûr gelsin." diye devam ediyor.

Sonra; "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'yle ilgili maalesef medyadan yeteri desteği göremedik. ... Tayyip Erdoğan hangi sorumluluğu hissediyorsa, medyanın da başlıklarla, köşe yazılarıyla aynı sorumluluğu hissetmesi lazım." deyip medya ve köşe yazarlarını suçluyor!
Sondan başa doğru okuyalım. "Tayyip Erdoğan hangi sorumluluğu hissediyorsa, medyanın da başlıklarla, köşe yazılarıyla aynı sorumluluğu hissetmesi lazım." mış! "Hadi ordan! Hadi ordan!"
Kim, nerede, ne yapar; kim, kime yağcılık, yalakalık yapar karışamam ama kalemimden sorumluyum! Bütün sorumluluk duygularımla da bu hem dövüp hem de ağlama mürâiliğine itirazım var!
Sayın BOP Eş Başkanı! Şahsen hiçbir Türk siyâsetçisinin Haçlı ile işbirliğine, BOP Eş Başkanlığı'na asla rızâm yok! Çünkü "Bağımsızlık karakterimdir" düstûru ile Devleti kuran Gâzilerin torunu bir Türk'üm ben!
Devletime, milletime, gönüllerde özel bir makamı olan Gâzi Atatürk'e, bütün dünyanın bildiği Türk kimliğime saygısı olmayan hiç kimseyle "aynı sorumluluğu hissetmek" suçunu işlemem!
Müslüman tevekkülü ve Türk sabrıyla kimliğime olmadık iftiralar, hakâretler eden BOP Eş Başkanı ve şürekasının, Türk Mahkemelerinde yargılanacağı günü beklerim! 
Bu süreçte de milliyetini öğrenemediğimiz Erdoğan ve şürekasının, milleti ümmet anlamlı kullanıyorsa Haçlı'nın Müslümanlara yaptığı zûlme verdiği destek sebebiyle şer'en de hesaba çekileceği günü beklerim!
Bir Müslüman olarak Haçlı ile işbirliği edenlerle; bir Türk olarak "Türk milliyetçiliğini ayakları altına" aldığını söyleyen biri ile hesaplaşmaktan başka bir şey düşünmem! 
Bir vatandaş olarak bin yıllık Türk düşmanı Haçlı'nın Ortadoğu planlarında görevli olduğunu kendi söyleyen birine, hasım olmazsam vicdânım beni bağışlamaz!
"Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'yle ilgili maalesef medyadan yeteri desteği göremedik." diyorlar! Lâ havle ... ! Her türlü milliyetçiliğe karşı olduğunu, defalarca söylemedi mi? Milliyetçiliğe karşı birinin "Milli Birlik" demesi, ikiyüzlülük değilse, ne? Bir kalem erbâbı olarak, bu riyâkârlığa suç ortaklığı eder miyim? 
"Biz bu zamana kadar konuşmadık. ... " demişler! Siz ne zaman sustunuz? Şimdi söylediğinizi, birazdan; dün söylediğinizi bugün inkâr ederek; "Gereken durakta inilecek tramvay" dediğiniz İleri Demokrasi aracına, bölücü hâinleri doldurup "açılım" adlı parçalama operasyonlarına bizzat öncülük edip karşı çıkanlara bütün şiddetinizle hep bağırmadınız mı?
"Her şeyin yeri zamanı var" diyorsunuz ki tek doğru söz! Elbette herşeyin bir zamanı var! Aslında; Allah ile aldatarak, yardım paketleriyle vaat ve tehditlerle topladığınız zayıf, zavallılar adına Türk Milleti, henüz hiç konuşmadı! O konuştuğu zaman bütün dünya dinler! Son konuştuğunda "Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar"ın, tek dişini de sökmüştü!
Türk Milleti kerpetenini yine aldı! Bağırta bağırta dişlerinizi sökecek!
Milletin sabrıyla çok oynadınız! Çok alay ettiniz! Türk Milletinin bütün öfke yaptırımlarını, hak ettiniz! Aslında hiç susmuyorsunuz ve zararlı konuşuyorsunuz! Duymadınız mı; "Zulm ile âbâd olanın âhiri berbâd olur!"TÜRK'ÜM VE BENİ TÜRK YARATAN ALLAHIM'A ŞÜKR'EDERİM!
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN  

Cuma, Mart 01, 2013

YARASA AVI, BAŞLATILMALI!...

Türk Milletini yok sayanlara, Türk milliyetçiliğini ayakları altına aldığını Tağut'ça böğürenlere, "Ya Allaaah! Bismillaaah!"larla kilise açanlara; Irak'ta bir milyondan fazla müslümanı katleden, yüz binlerce müslüman kadına-kıza tecavüz eden haçlı askerlerine duâ edenlere, işbirlikçilere, Haçlı Müslümanlara niye bu kadar önem verilir, anlayamam! 
II. Kuvay-ı Millîye Hareketi Önderi Prof. Dr. Haydar BAŞ, özel davetli olarak Moskova'da Rusya Parlamentosu DUMA'da Milli Ekonomi Modeli'ni, Rus parlamenterlere ve ilim adamlarına anlattılar! Haydar BAŞ Hoca'nın kapitalizmi çökertecek fikirlerine, dolayısıyla da kendilerine gösterilen ihtirâmı, onurla izledim. 
Çünkü "Ben Türk oğlu Türk'üm" diye kükreyen bir millet evlâdını, izliyordum! Çünkü ben, "Bağımsızlık karakterimdir" felsefeli Muhteşem Türk Atatürk'ün bir ülküdaşını izliyordum!
Tesadüfe inanmayan biri olarak bazı benzerlikleri görerek gururlanıyordum ama bu davetten ve övünülmesi gereken seminerden, kendilerine ulusal diye iftirâ eden Yaygın Basın ve medyada tek kelime ile bahsedilmedi! Nedendir acaba?
Haçlı gölgesine sığınmış gölgesizler ve yarasalar, II. Kuvay-ı Milliye Hareketi'ni, bu hareketin Çabış'ı/Bilge'si Prof. Dr. Haydar Baş'ı,  -güya- görmezden geliyorlar! Akıllarına şaşayım!
Be unutkan evlâdım! Gölgedekinin gölgesi olmaz, demedik mi? 
Işığa pervânece yönelenin arkasında, yanmaktan korkup kaçanların ise önlerinde gölgeleri olur bilmez misiniz? Işığa yürüyenin gölgesinden, seven sevmeyen herkesin yararlanma hakkı vardır! Ama kaçanın gölgesinin, kendisine de bir hayrı olmaz, sadece korkusunu artırır! 
Işığı hedefleyerek; "Gök çadırımız, güneş bayrağımız" Türk inancıyla güneşe doğru seyreden bedenin, hedefe yaklaştıkça gölgesi büyür! Hele bu bir de Türk cesâmetiyle etrafına gölge oluşturmak isteyen millet fedâisi bir idealist olursa O'nun gölgesinin lezzetine doyum olmaz!
Bana bu Türkçe onuru yaşatan Haydar BAŞ Hoca'ya şükrân ve samîmi teşekkürlerim var.
Galiba işin doğrusu; Haçlı gölgesindeki gölgesiz yarasaları, biz de yok saymalıyız... Kendilerinin sığındıkları Haçlı gölgesine milleti de çekmek isteyen mürâi, müfterî, takîyyeci yüzsüzlerle zaman kaybetmektense Türk Milleti'ne yönelmeliyiz! 
Fert fert ulaşarak millete rahatsızlıkları ve çâresini ısrarla anlatmak durumundayız! Şükürler olsun ki artık Lokman da var, reçete de, derman da...
İlm-i siyâseti korkularına maske edinmiş zavallıları, dikkate almamak lâzım! Biliyoruz ki Allah(c.c.), iti kurttan korkacak fıtratta yaratmıştır! Biliriz ki it kurttan, hâin ve nâmert de Türk'ten korkarlar! Yalnızlıktan korkup oluşturdukları kalabalıklarda, ilk duydukları kükreme ile paniğe kapılırlar ki panikteler! Korktukları yere ürüyecek kadar bile nefesleri, solukları kalmamış!
Korkaklığa ilm-i siyâset diyen mürâiler; yıllarca sol gösterip sağ vurma kalleşliğini, sağ gösterip sol vurmak şekline dönüştürdüler! Biz de ma'lesef izledik! 
Onlarca yıl, resmî panellerde methiyeler dizdikleri Atatürk ve inkîlaplarına gizli gizli yarasaca saldırdılar! Bizden zannettiklerimizden de, malesef bu tuzağa düşenler oldu!
Meselâ Kıyâfet İnkîlabına Cumhuriyet tarihinin en ilginç tepkisini, Osman Yüksel Serdengeçti göstermişti! Fısıltıyla herkesin "medeniyet yuları" dediği kravatı, beline bağlayıp meclise girerken gazetecilere poz vermişti!
Bugün ise sol fikir havuzunda yetişen, kuyruğu düşünce havuzdan zıplayıp kaçan kurbağalardan; bebek katili sapığa vekillik yapmaya İleri Demokratlık diyen, kimlik ve kişilik fukarası bir yemînsiz, kravat takmayarak güya Kıyâfet İnkîlâbına muhalefet ediyor! 
Ve bu solcu havuz kaçkını kurbağa, Haçlı gölgesindeki AKP Hükümeti'nin aczi sâyesinde Hükümet-bebek katili ve Kandil arasında kuryelikle görevlendirildi! Hem İmralı'ya, hem de Kandil'e giderken "medeniyet yuları"nı sımsıkı bağlamıştı, dikkatimi çekti! Medeniyet yularının yani tasmasının ipinin ucunun, Okyanus ötesindeki diğer BOP Eş Başkanının elinde olduğunu; biz de, herkes de, kendisi de biliyor! 
Şalterinin Haçlı'nın Oval Ofisinde olduğunu bildiğimiz AKP ampulü etrafında uçuşan milçek veya sinekler, bebek katili yarasanın direktifleri ile İleri Demokrat(!)lık yapıyorlar!
Yazık ki, eyvâh ki; biz de bu gölgesiz, kimlik ve kişiliksiz yarasalardan bahsetmek zorunda kaldık! 
Haçlı gölgesindeki uzaktan düğmeli AKP ampülü etrafında çırpınan yarasabaşı; yol haritası mektuplarında, AKP'ye nankör demişmiş! "Cambaza baak!"çı AKP'li panayır cazgırları da; "Bunu basına kim sızdırdı?" diyesiymişler! Pensilvanya'lı Gülen A.Ş. cenâhından olabilirmiş. ..mış. ..muş. ..müşşş! 
Çüüüşşşş! 
A be! Herkesi aynada gördüklerine benzeten aptallar!
A be! "Medya patronlarıyla basına kapalı toplantı" gibi bütün zamanların en aptalca ve komik uygulamasında imzası olan gerzekler! 
Uzaktan düğmeli AKP ampulü etrafında, dönüp duran bebek kanı emen yarasanın cücükleri; ellerindeki mektubu, âdice şişinerek herkese göstermediler mi? Haçlı Hâkem şikesi ile AKP'yi mağlup eden yarasanın, ampulün düğmesini kapattırmakla görevli olduğunu anlamadınız mı? Deliliğin tedâvisi zor, deli dokunulmazlığı da var ama aptallığın ne tedâvisi, ne de mazereti yok, a salak tufeyliler!
İleri Demokrasi(!)ye hükmeden yarasaların, karanlık tahrîkleriyle binmişsiniz açılım diye bir alâmete, gidiyorsunuz kıyâmete!
Birer yarasasınız parkta karanlıkda ama ne siz farkındasınız, ne de millet farkında!
Hiçbir şeye yaramayacaklar biliyoruz ama II. Kuvay-ı Milliyecilerin, bu yarasaları itlâf gibi bir işleri de çıkabilir! Allah yardımcıları olsun!
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Şubat 28, 2013

YETTİ ARTIK!

Türk Milleti! Bir şeyler oluyor! Cadı kazanı kaynamaya başladı!
Ben bir Türk'üm ve olanları görüyor, hissediyorum! Ülkemde yöneticilik oynatılan pinokyoların düşürüldüğü aczi, utanarak seyrediyorum!
Önce millî kimliğimizi çekiştirmeye alıştırdılar, şimdi ayakları altına aldıklarını haykırıyorlar Firavunca bir kibirle!...
Başımıza geçirilen çuval unutulsun diye olmadık oyunlar sahnelendi ve Üstün Hizmet Madalyalı kahramanlardan, komutanlardan cezaevlerinde yer yok!
Urgan artığı bebek katili sapık, cezaevinden parti kurdurdu izledik! Hücre ofisinden yol haritası göndermek üzere kuryeleri o tesbît etti; seyrettirdiler, seyrettik!
Diyarbakır'da, Hakkâri'de, Mersin'de, İstanbul'da isyan provaları yapıldı, seyrettirdiler, seyrettik!
Dedelerinden ihânet miras almış yemînsizler; ekranlardan gözümüze baka baka Türk'e, Atatürk'e, Millete, Devlete, Bayrağımıza hakaretler ettiler; seyrettirdiler, seyrettik!...
Bunlar, kurbağayı yavaş-yavaş kaynatarak öldürme senaryolarıydı! "Alıştıra, hazmettire" seyrettirdiler, seyrettik!
 
Haçlı işbirlikçisi ile işbirliğinde olan milliyetsiz milliyetçilerle birlikte bizi duymazdan gelerek "millî meselelerde" BOP Eş Başkanı'na destek verdiler!
Meclis'te haftada bir gün, horozlandılar! Önce söyledi, sonra inkâr ettiler veya inkâr ettiklerini, sonra söylediler! Seyrettirdiler, seyrettik!
Bu ucuz işbirlikçiler; Çaka Beğ'i, Ege'nin efelerini, Hasan Tahsin'i, Seymenleri, Şahin Beğ'i, Karayılan'ı, Sütçü İmam'ı, Nene Hatun'u, Kara Fatma'yı ve bu kahramanların torunlarını, unuttular galiba! 

Sıkışınca da takıyyeye sığındılar her seferinde!
Bunları, olağan sayabiliriz! Alıştırdılar çünkü! Haçlı Senaryosunun asıl finâl sahneleri geliyor!... 

Muhteşem Türk Atatürk'ün, Türk istikbâlini emânet ettiği "Ey Türk Gençliği!" neredesiniz?
Ülkücüler! Alperenler! Devrimciler! Öldünüz mü?
Ne zamandan beri şövenist ırkçılar, bölücü âdiler, tefrîkacılar halkçı oldular? 1980 öncesi, solun içindeki DDKO'culardan, sağın içindeki yarasalardan çıkmadı mı bu bölücü nâmertler? Şimdi de Hükümet ile bebek katili psikopat kahpe arasında kuryelik yapıyorlar! Seyrettiriyorlar, seyrediyoruz! 
Ulusalcı, Kemalist maskeli 68 kuşağı çakaralmazlardan; yandaş basın ve televizyonlar arasında, milyon dolar-eurolara transfer olmayan var mı? 
Bu işbirlikçi ekranlarda bize niye yer vermezler diye merak etmez misiniz? Otuzu bir araya gelsin, biz de tek başımıza dikilelim karşılarına Türk'çe! Korkarlar! Hâinin, alçağın, ajanın korkması doğaldır biliriz ve onlara rağmen, biz onların da Haçlı oltalarına yem olmalarına râzı değiliz!
Olayları, Müslüman Türk tevekkülü, kurt sabrıyla izliyoruz bilesiniz!
Bu bulanık fotoğraflar, Türk milletini yanıltmamalı! "Çakalın kurt taklîdi, leş görünceye kadardır!" bildiğinizi biliyoruz ama yine de hatırlatalım!
Haaaa! Hamâset yapıyoruz değil mi?
Evet! Çünkü hamâsete ihtiyâcımız var! Hamâset devreye girdiğinde akıl tâtile çıkar biliyoruz ve bu sıralar Türk Milletinin aklı dağlarda! Dağlar gibi başı bulutlu efelerin diş gıcırtılarını, öfke solumalarını duymuyor olamazlar!
"Azîz Milletim!" diyerek herkese kardeş olan ama asâbiyetini, soyunu hiç söyleyemeyen, Haçlı işbirlikçisi Kabil karakterlilerin hamâsî nutuklarından ise gınâ geldi!

AKP'nin başımıza belâ edildiği 2002 seçimleri öncesi, aylarca "Jinsa" adlı İsrail asıllı, Amerikan Yahûdi Locasından ısrarla bahsetmiş dikkat çekememiştik! On yıldır; Jinsa eğitimli dolma kalemlerin, Jinsa ödüllü basın-yayın patronlarının; sol gösterip sağ veya sağ gösterip dîn, mezhep, tarikât, cemaât ile canevimizden vurarak millet bütünlüğümüzü parçalama gayretlerini seyrettiriyorlar, seyrediyoruz!
Türk Milleti! Dağlar gibi yığdığın kemiklerinden, nehirler gibi akıttığın kanından nâdim ol, silkin ve kendine dön! Kahramanlarını yalnız bırakma! 

Bilmez misin; "İdeali olan milletler, koyunlardan kahraman çıkarır; ideali olmayan milletler, kahramanlarını koyunlaştırır!"
Milli Kahramanları Anma Programları'na katıl! Şühedânın yüz binlerce câna maledip emânet ettiği Devleti, Vatanı sahipsiz bırakma! 

Vatan devletin adresi, devlet ise senin teşkilatlanmış halindir! Allah aşkına kendine dön!
Lord Curzon'un Lozan'da; "Şimdi bu masada verdiklerimizi yakında ... bir bir geri alacağız!" sözlerini ve Kürtleri kastederek; "Ben onlara bir alfabe verdiğimde görürsünüz!" tehdîdini unutmuş olamazsın değil mi?
20. Haçlı Seferi'nin, diğer BOP Eş Başkanı George Bush tarafından ilan edilerek Irak'a nasıl girildiğini; bizim BOP Eş Başkanı'nın da, bir milyon müslümanı katleden, yüz binlerce müslüman kadına kıza tecavüz eden Haçlı askerlerine nasıl duâ ettiğini; "BOP Eş Başkanı olarak bizim de bölgede görevlerimiz var!" dediğini, Türk milliyetini ayakları altına aldığını da unutmazsın değil mi?
Türk Mİlleti! Artık Türkiye'de Haçlı'ya ve AB-D'ye rağmen millî siyâset yapanlara, yetki vermek zorundayız! Bağımsızlık karakterimiz ise buna mecburuz! 

Pentagon'un, Pensilvanya'nın, Vatikan'ın, AB'nin, Haçlı'nın ve işbirlikçilerinin icat ettikleri "İnâdına" sloganını, inâdına ters çevirmek zorundayız!
Sana ve ferâsetine inanıyoruz! Türk Milleti seni çok seviyoruz! 

Biz, "Türk oğlu Türk'üz" ve "Ne mutlu Türk'üm diyene" diyeni de özümüzden sayarız! Biz, İkinci Kuvâ-yı Millîyecileriz, geliyoruz, hazırız vesselâm...
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 06, 2013

BAŞIM DÖNDÜ!

Galiba rüzgârla bir şey serptiler,
Bize bir hal oldu, tüm millet sarhoş!
Şerefeye çıkıp horon teptiler,
Müezzinler sâki, cemâet sarhoş!

Ne yaptılar bilmem dilsiz dillendi!
Alaz alaz yanan alev küllendi!
Cemaat geğirdi, imam yellendi!
Dünya sallanıyor, âhiret sarhoş!

Mefkûre ideal nefise döndü
Münevver evinde hapise döndü
Hücre katil için ofise döndü
Aydınlar cin oldu, mârifet sarhoş!

Sürü terse döndü ayaklar başta!
Akıl başta değil, hüküm yok yaşta!
Ümmî hatmediyor bir tek bakışta,
Kitaplar esniyor, mahâret sarhoş!

Bir bayrak bekliyor surdaki gönder
Kahramanlar suçlu, hainler önder!
Sözü istediğin tarafa dönder
Dilimiz sürçüyor, hitâbet sarhoş! 

İstikrâr edildi yokluk sefâlet!
Adıyla kavgaya sokuldu devlet
Masal ülkesine döndü memleket
Devler sayıklıyor, hilâfet sarhoş!

Sertleşti meyveler kabuğa döndü
Şapkalaşmış fesler kavuğa döndü
İcracı yolunmuş tavuğa döndü
Borçlu sırıtıyor, kefâlet sarhoş! 

Asker korumuyor artık vatanı
Demokrat koruyor vatan satanı
Forsa yönetiyor korsan kaptanı
Derya dalgalandı, dirâyet sarhoş!

Süvâri sefere gitmez edildi
İki adımlık yol bitmez edildi
İki el bir başa yetmez edildi
Akıl seyâhatte, ferâset sarhoş!

Testere kırığın yakısı oldu
Kılıçlar sarhoşun çakısı oldu
Tesettür türbanın takısı oldu
Kıral çırılçıplak, kıyâfet sarhoş!

Şimşir tarak dişi, kelde kırıldı
Köse tıraşında berber yoruldu
Kaynak bulanıkken dere duruldu
Hastalar şifakâr tabâbet sarhoş! 

Fikir nefret etti sağcı, solcudan
Kervan haraç ile geçti kolcudan
Rehber yol soruyor yitik yolcudan
Soysuzlar kılavuz, asâlet sarhoş!

Tek lokma yok altın işli heybede
Tembel bekliyor ki biri kaybede
Ayın on dördünde hilal aydede
Ziyâdan korkmuyor zulûmet sarhoş!

Sarhoşun defteri okunmaz ama
Şarhoşken hiç bir yol varmaz tamama
İki çıplak çok yakışır hamama
Lâkin külhan murdâr, cenâbet sarhoş!

Haçlıyla kolkola dindâr siyâset
Ordu lağvedilmiş kindâr vesâyet
Hükümlü kılavuz, savcı hükûmet
Komutan terörist, adâlet sarhoş! 

Ömür meze canan sarhoş, can sarhoş,
Yolcu sarhoş, hancı sarhoş, han sarhoş
Kervanbaşı merkep, bezirgân sarhoş,
Bize bir hâl olmuş, tüm millet sarhoş! 

06 Şubat 2013/ İzmir
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN

Salı, Şubat 05, 2013

AAAH! KEŞKE!...

Ya ölmüşüz, berzâhtayız; ya da rüyada tayyı mekân yapıyoruz!
Yoksa gözümüzün önünde cereyan eden olaylara bu kadar bigânelik mümkün mü?
Aksi olsa yüzlerce yıldır şikâyetlenen, sitemler eden Yunus'u, Mevlâna'yı, Yusuf Has Hacib'i, Hace Ahmet Yesevi'yi, Hacı Bektaş-ı Velî'yi ve evliyâyı duymazdan gelirmiydik?
Aksi olsa Mehmet Âkif'in yüz yıldır;
"Ey dipdiri meyyit! İki el bir baş içindir,
Davransana! Eller de senin baş da senindir!" feryâdını duymaz mıydık? 
Aksi olsa;
"Felek her türlü esbâb-ı cefâsın toplasın gelsin,
Dönersem kahbeyim millet yolunda biz azîmetten" diye tarihe şerh düşen Vatan Şairi Namık Kemal'i "Sahte Kahramanlar" kategorisine koyanlara itibâr eder miydik?
Aksi olsa; yüzlerce yıl toprağı vatanlaştırmak için can veren şühedânın emeklerini, Muhteşem Türk Atatürk'ün emek ve mîrâsını inkâr eder miydik veya inkâr edenlere bu kadar tepkisiz kalır mıydık?
Hz. Peygamber(s.a.v.) bizim böyle olacağımızı, bin dört yüz sene önceden bildiğinden midir her sabah namaza çağıran Ezân-ı Muhammedî'de; 
"Es-salâtu hayrûn mine’n nevm- Namaz uykudan hayırlıdır" diye bizi uyarıyor da uyarıyor!
Her sabah aynı şekilde ısrarla uyarılmamıza rağmen, biz bin dört yüz yıldır uyumaya devâm ediyoruz!
Biz uyurken düşman uyumuyor!
Biz uyurken şer güçler uyumuyor!
Müslümanlar, özellikle de Müslüman Türk dünyası uyurken uyanık Haçlı, bizden birilerini "BOP Eş Başkanı" olarak görevlendirip; "Bop Eş Başkanı olarak bizim de bölgede görevlerimiz var! Ya Allah! Bismillah!" dedirttirip nidâlar attırıyor!
Öldün mü Müslüman?
Öldün mü Türk Milleti?
Ölmediysen, sağsan, sadece sağlığında yetmez uyanıksan, uykuda değilsen Ezân-ı Muhammedi ahretini kurtarmaya çağırırken, seni dünyevî rahata çağıran Müslüman Türk çağrısını, nasıl duymazsın?
On bir yıl önce Erzurum'daki bir toplantısında; "Bugün dünyada can, mal, namus, din ve vicdan emniyeti yoksa, vatan emniyeti yoksa, yeminle söylüyorum Türk’ün eli dünyanın üzerinden çekildiği içindir." diyerek millî teşhîsi koyan Türkçe sesi, nasıl duymazsın?
Veya duymana rağmen on bir yıldır haykırarak ülkeyi adım adım dolaşan, demir âsâsız-çarıksız ülkede ayak basmadık yer bırakmayan, millet evlâdı bir millîyi nasıl yok sayarsın?
Can acıtan doğrulardansa uykuyu derinleştiren, duymak istediğin yalanlara mı itibâr ediyorsun Türk Milleti?
Ebül Gazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk eserinde, Kazvinli Hoca Reşidüddin'in Cami-üt Tevârih'inden alarak aktardığı; Mirâç'ta Cebrâil'in Hz. Peygamber(s.a.v.)'e "Bunlar Allah'ın süvarileri olan Türklerdir." diye tarif ettiği millet sen değil misin?
Anam Rahmetli; "Keşke şeytan sözüdür. Vesveseyi başlatır" derdi, her keşke dediğimde!
Şuûraltıma yerleşmiş bu ana öğüdünden olsa gerek ki kolay keşke demem ama son günlerde "Keşke!" demeğe başlamıştım! Dillendirmediğim için duyulmuyordu!
Galiba; "Keşke!" lerimi artık duyulsun diye dillendirmek durumundayım! Dillendirmek zorunda kalmasaydım keşke!
İşte keşkelerim:
Meselâ bu yazımı aylar önce yazdığım yerde yazsaydım keşke!
Bir kaç gün önce katıldığım bir grupta, bu yazıyı yazdığım için bana birilerinin diyeceği sözlere, yapacakları ithâmlara cevap verip vermemekte kararsız kalmasaydım keşke!
Yeni Mesaj Gazetesi arşivinde de mevcût olan; "Hakikat gazetesi, Başyazarı Mustafa Aslan ise, 'Meydan' köşesinde bu toplantıyı ve 2. Kuvay–ı Milliye’nin önderi Prof. Dr. Haydar Baş’ın konuşmasını değerlendirdi. Aslan, Prof. Dr. Haydar Baş’ın, söylediklerine inanan, inandığı için de inandırıcı olan yönüne sık sık vurgu yaptığı yazısında, “Ben, ısrarla tribünleri inceledim. Tribünlerde milletin kendisi vardı” ifadesini kullandı.
“Millet, inancını kaybettiği siyasilerden sonra inanmak istediği bir şahıs arıyor görünümündeydi. Prof. Dr. Haydar Baş’ta ise ziyadesiyle inandırıcılık vardı” diyen Aslan, Prof. Dr. Haydar Baş’ın “Bugün dünyada can, mal, namus, din ve vicdan emniyeti yoksa, vatan emniyeti yoksa, yeminle söylüyorum Türk’ün eli dünyanın üzerinden çekildiği içindir” sözlerini avuçlarını patlatırcasına alkışladığını belirtti. BTP’ye katılan 75’lik bir ninenin, “Ben, ülkücü annesiyim. Canım da, kanım da, oğullarım da vatana feda” sözleriyle, Prof. Dr. Haydar Baş ve ekibine inancıyla vatan sevgisini özdeşleştirmiş olmasının, kendisine çok çarpıcı geldiğini kelimelere döken Aslan, şunları da ilave etti: “Prof. Dr. Haydar Baş, söylediklerine inanıyordu. Bu yüzden inandırıcıydı. Salona sığmayan kalabalığın ona biraz daha yaklaşabilmek için birbirini rahatsız etmekten korkarak durgun su gibi akışı, izlenmeye değerdi." diye on bir yıl önce yazıp arşivimde çocuklarıma emânet etmek üzere sakladığım bu bilgiyi paylaşmak zorunda kalmasaydım keşke!
Dahası da var! Erzurum'daki toplantıda kürsüden; "Ben, ülkücü annesiyim. Canım da, kanım da, oğullarım da vatana fedâ" diyen 75'lik Türk Ananın, Rahmetli Anam olduğunu, buradan yazmasaydım keşke!
Dostlar! Anam Rahmetlinin şeytan sözü olarak öğrettiği ve kullanmamaya bir ömür dikkat ettiğim bu "Keşke"mi ma'zûr görün!
Sadece ma'zûr görmekle yetinmeyin! 2. Kuvay-ı Millîye Hareketini de görün ve 2. Kuvay-ı Millîyeye davet eden, millî birliği ilmek ilmek yeniden örmeğe uğraşan Prof. Dr. Haydar Baş'ın davetlerini de duyun!
Ana Can! Sağlığında çok öptüğüm ellerinden ve ayaklarının altından artık öpme şansım yok ama mezârının baş taşından, ayak taşından öperim Anam; beni bağışla "Keşke!" demek zorunda kaldım! Kalmasaydım, icbâr edilmeseydim keşke!
Aaah! Keşke!...
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN


Pazartesi, Şubat 04, 2013

SİYÂSET DEVELERİ...

Bir kıssa:
Aslan, ormandaki hakimiyeti hâricinde bir de kendine yakın bir çevre oluşturur. Kendine sâdık, onun avlanmasını bekleyen, av artıklarıyla geçinen bir grup kurar.
Bu grup tilki, çakal, karga ve deveden oluşur. Aslan avlanır, karnını doyurduktan sonra kalanla da diğer etobur grup karnını doyurur. Zahmetsiz, rahat bir hayatları vardır. Bu grubun içinde sadece deve otoburdur ve bu kadar et ve leş yiyici arasında huzursuzdur.
Bir gün kendine bol otlu, sulak bir yer bulur ve gruptan ayrılmak için aslandan izin ister. Aslan, sebebini sorunca:
- Bu kadar etoburun arasında huzûrsuzum. Geceler rahat uyuyamıyorum. Der.
Gerekçeyi haklı bulan aslan:
- Aslanlığımın şânı üzerine and içerek sana söz veriyorum; sana kimsenin zarar vermesine izin vermem ve de benden de sana asla bir zarar gelmez. Diye söz verir.
Bu söz üzerine deve biraz rahatlayarak günlerini geçirmeye başlar.
Günlerden birgün, aslan bir büyük avda yaralanır ve avsız döner. Yarası ağırdır. Ve ne kadar zamanda iyileşeceği bilinmemektedir. Aslanın hastalık süresi uzayınca, yakınındaki leş yiyiciler aç kalacaktır. Hepsini endîşe kaplar. Aralarında tek otobur devedir ama deve de aslanın özel koruması altındadır. Toplanıp aslana gider ve deveyi yemeği teklif ederler. Aslan çok hiddetlenir ve hepsini kovar.
Tilki, hemen bir plan hazırlar ve diğer arkadaşlarıyla uygulamaya koyar. Aslanın etrafında toplanarak ve deveyi de çağırarak bir istişâreye başlarlar. İstişâreyi çakal açar:
- Ey Ormanlar kralı! Sensiz hepimiz birer hiçiz. Sen avlanmazsan biz yiyecek bulamayız. Sen de maalesef yaralısın ve bakıma muhtâçsın. Bu kadar arkadaşımın aç kalmasına asla razı olamam. Sizin bir an önce iyileşebilmeniz için ben kendimi feda ederek ve gönüllü olarak size yem olmak istiyorum. Der.
Plan gereği tilki, hiddet ve heyecanla atılır:
- Çekil oradan! Senin gibi bir leş yiyicinin etiyle muhteşem kralımızın midesini rahatsız edemeyiz! Benim etim seninki kadar olmasa da seninkinden temizdir. Aynı zamanda tilki etini ilaç derler! Aslan sultana ben yem olacağım. Der.
Karga daha büyük bir hiddetle ve yine plan gereği müdahele eder.
- İkiniz de kenara çekilin! İkinizin de eti bir halta yaramaz ve kralımızın midesini bozar. Benim etim azsa da sizinkinden temizdir. Krala ben yem olacağım der.
Olanları hayret ve duygusallık içinde seyreden deve daha fazla dayanamaz ve;
- Hepiniz kenara durun! İçinizde tek otobur benim. Krala yem olmak sadece bana yakışır. Der.
Devenin teklifine itiraz eden çıkmaz. Tilkinin planı tıkır tıkır işlemektedir! İtiraz olmayınca ve herkesin hayatı söz konusu olunca aslan da sessiz kalır ve deve, aslana yemdir!...
Aslandan artan etle de bütün leş yiyiciler, aslan iyileşinceye kadar hayatlarını devam ettirirler.
Dedik ya kıssa bu!
Bir yanda; "BOP Eş Başkanı olarak bölgede bizim de görevlerimiz var!" diyen biri, diğer yanda bu itirâfıyla gayr-ı millîci olduğunu açıklayan BOP Eş Başkanı'na; "Millî mesellerde Hükümete desteğimiz devam edecektir!" diyen bir -nasılsa-millî duruş sergilediğini iddia eden biri; diğer yanda İmralı'daki bebek katilinin en kadim dostu ve avukatının genel başkan yardımcısı olduğu bir -güya- ulusalcı anamuhalefet!
Haçlı emperyalizm ve Siyonizm siyâsetinin devesi olmak için yarışa girmiş Genel Başkanlar! Ve tamâmı demokrasi ve diplomasi gereği otoburlar! Tavırlarıyla da leş yiyici Haçlı'nın iştahını kabartıyorlar!
Günümüz siyasilerini; duyarlı her yüreğin, bu kıssadan alacağı hisse ile mantık ve vicdân süzgecinden bir daha geçirmelerini ve her partideki siyâset devesi tariflileri görmeye çalışmalarını öneririm.
Böylesi tilki kurnazlıklarının olmadığı ve yer bulamayacağı bir millî oluşum varsa orada toplanıp Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliğinin makus talihini değiştirmelerini, bütün samimiyetimle dualar ederek dilemekteyim.
Şer güçlerine karşı bir Millî Cephe oluşturmakta gecikirsek dövünerek ah-vah etmeye de yüzümüz kalmaz diye düşünüyorum!
"Rabbim! ... Şimdi bizi, içimizdeki o beyinsizlerin yaptıkları yüzünden helâk mi edeceksin? ..." (A'raf-155)
"Vekil olarak Allah yeter." (Ahzâp-3)
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER UNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Şubat 03, 2013

İBÂDET HABER; KABAHAT TELE-KAMERALARDA!...

Bindirilmişiz bir alâmete, gidiyoruz kıyâmete!
"Komşu, komşuya bakar; kendini oda yakar!" demiş ya atalarımız!...
"Ya Allah! Bismillah!" diye kilise açanları alkışlayan mürâiler; "Ya Allah! Bismillah! Allah ü Ekber! Şehîtler ölmez, Vatan bölünmez!" diyen müslümanları Bezm-i Elest'te "Belâ-belî" demeyen münkîrlerden olmakla ithâm etmişlerdi! Günahkâr ile kâfir arasındaki farkın farkında değiller diyesim var ama çok biliyorlar biliyorum! Ellerinde iman-metrelerle, takvâ-metrelerle ölçüm yapıyorlar! 
Bunların partilerine oy vermeyenler, bunların işâret ettiği şekilde referandum oyu kullanmayanlar münkîr, münâfık, kâfir! Bunlara ise "Dokunmak bile ibâdetten sayılır!" Oysa dînimiz, kâfire bile kâfir dememize izin vermez! "Kalbine mi girdin?" diye sorgular sorgulayanı! 
Mevlâna'nın, her yatsı namazından sonra bir meyhâneye giderek; "Bakayım Allah'ın sarhoş kulları ne yaparlar?" diye gözlemlediğini anlatır; meyhâne meyhâne, kerhâne kerhâne dolaşır oy isterler sonra; "Artistlik yapma! Hadi ananı da al git! Al oyunu kendine sakla! Gözünü toprak doyursun! Böyle bağırılmaz ki! Senin oğlun da işsiz kalıversin!" ve benzeri iltifatlar!
Güney Azerbaycanlı dostlarımızla bir araya geldiğimizde, dünya Türklüğünün meselelerini konuşuruz. Bunlardan birine; İran'da Humeyni öncesi ve sonrasını sormuştum; "Musdafa Müellim! (Mustafa Hoca) Humeyni'den gabax (önce) gebahatimizi (kabahatimizi) eşixde (dışarda), ibadetimizi evde işleyirdix (yapıyorduk). Humeyni'den sonra ibadetimizi eşixde (dışarda), gebahetimizi evde işleyirix! (yapıyoruz)" demişti! 
Çarpılmıştım! Cuma günleri bir şehrin trafiğini alt-üst eden kırmızı plakalı araçlarla, amirine veya yağcı mesai arkadaşlarına görünüp namaz bitinceye kadar cami etrafında saklanan, namazdan çıkanların arasına karışan memurlarla; trafik aksamasın diye(!) helikopterle Cuma namazına gidenlerle kıyaslamıştım! Taât için değil amire yalakalık mahiyetindeki namazlarda İran'dan da ileri durumdaydık ma'lesef!Humeyni Devrimi'nin yapıldığı aylarda Gürbulak'ta Gümrük Görevlisiydim. Devrim dolayısıyla kaynayan İran'da, müthiş bir yokluk ve karaborsa doğmuştu! İranlıların takas yoluyla neler alıp verdiklerini, bizzat izlemiştim!
İsteyen tesâdüf diyebilir(!) ama Humeyni'den bir yıl sonra bizde de Netekim General 12 Eylül Darbesi'ni yapmıştı! İran'da Devrim Mollaları'nın, bizde Netekim General'in İrtibat Subaylarının benzer zorbalıkları vardı! Biz, mollaların yargısız infazlarını, şallak dedikleri kırbaçlarla günahkâr(!)ları cezalandırmalarını seyrederdik! Onlar da bizdeki İrtibat Subayları'nın, tekmeyle yerlerde yuvarladıkları TIR şöförü zavallıları izlerlerdi! 
Humeyni Devrimi öncesi; İran'dan Türkiye'ye giriş yapanlardan epeycesi, mescit veya cami sorarlardı! Devrim sonrası ise simsiyah çarşafla Gümrük kapısına gelen ve Türkiye'ye geçer geçmez çarşafı atınca içinden çıkan şûh kadınların bedenleri karşılığında yiyecek-içecek bir şeyler almaya uğraşlarını izledik!
Dinci geçinen bir gazete, güya AKP'yi tenkît ederek haber yapmış: "Zinadan sonra genelev!"  Haberin detayı; "... İlk müzakereler sonunda şu tespitler yapıldı: “Devlet eliyle kadın satışı yapılmıyor. Genelevler özel işletmelerdir, sadece bir izin prosedürü uygulanır. Genelevlere ihtiyaç duyan kesim zaman içinde azalmıştır. Geçmişte olduğu gibi gençler arasında geneleve gidenlerin sayısı yüksek değildir. Daha çok köyden gelenler ilgi göstermektedir. Toplumda ilişkilerin daha rahat yaşanması da ilgiyi azaltmıştır. Genelevler zaman içinde kendiliğinden işlevini yitirecektir.” Genelevlerinin kapatılması teklifi ile ilgili ilk değerlendirmede olumsuz görüşler bildirilmesi nedeniyle teklif beklemeye alındı." şeklinde!
Meseleye nasıl bakıldığı ile milletin şehirlisine ve köylüsüne hakaretler içiçe! 
AKP Grubuna göre "Toplumda ilişkilerin rahat yaşanması" dolayısıyla yaşanan nikâhsız birliktelikler zina değil ama köylünün; geleneksel kız kaçırması tecâvüz, zina! Ve bu yaklaşım, dinci gazetede de aynı olmalı ki buna itiraz yok! Allah lâyıkınızı, Allah belânızı versin?
Milyon dolar/euroluk -şehir trafiğinde neye lazımsa- lüks jeeplerde "türbanlı ihlâs motor magandalar"ın yaşadıkları, 'rahat ilişkiler'den ama köyde; "Fatmagül'ün suçu ne?" Allah sizi Kahhâr sıfatıyla kahr'etsin?
Bir zamanlar, etkili-yetkili bürokrat olarak görev yapmayı da Rabbim nasip etmişti! Turizm Bakanlığı'ndaydım. Yasanın uygun gördüğü otellere Turizm Belgesi ve yıldızlar verilirdi. O otellerde konaklayacak turistler rahat etsin diye evlilik cüzdanı sorgulaması kaldırılmıştı! Yani "İlk Müslüman Cumhurbaşkanı" denilen Özal'ın Başbakanlığında, konuk Batılı rahat etsin diye otellerde zina, yasalarla korumaya alınmıştı!
O günlerde otelcilik yapan biri, benden yardım istemişti! Görev alanında olmamasına rağmen bir emniyet yetkilisi, baskı ve tehdit uyguluyormuş! Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR ve yetkilileri haberdâr ettim. Kısa bir süre sonra bahse konu emniyetçi, telefonla bana ulaştı. Kendini tanıttıktan sonra; "Koruduğunuz kişinin ne iş yaptığını biliyor musunuz?" diye sordu bana. Biliyordum ama bilmediğimi söyledim. Adam; "Beyfendi! Sizin koruduğunuz kişi, bizim kayıtlarımıza göre pe..venk! Fuhuş yaptırıyor!" deyince; "Müdür! Devlet, bizzat yıldız vererek otellerde rahat zina yapılsın diye pe..venklik yaparken, turistin apış arasını korumak sana mı düştü?" diye fırça atmıştım! Bir dinci iktidardan sonra, bir başka dinci iktidar ve "Toplumda ilişkilerin daha rahat yaşanması" sâyesinde sokağa düşen ahlâk!
Birileri de; "BOP Eş Başkanı olarak bölgede bizim de görevlerimiz var!" diyerek habire  kilise açan dincileri, Genelev kapatmıyor diye suçluyorlar! 
Ve bu arada dinci hükümet, Haçlı ile birlikte Müslüman Suriye'ye vurdu-vuracak! Ya adamların umurunda değil! Ya da perdeliyorlar! Allah belânızı versin vesselâm...
"İsrâfil sûr urunca, mahlûk yine durunca,
Sen'in ününden başka kulağım işitmeye." (Yunus Emre)...
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Cuma, Şubat 01, 2013

BAĞIMIZDA HIRSIZ VAR!...

GDO'lu çiçeklerle köksüz sarmaşıklar kontrolsüz büyüdü ve bahçeyi kapladılar nerdeyse!
'Farklılıkların farkında olarak ülke yönetimi'ne talip milliyetsiz milliyetçilerle AB ve ABD tarafından beslenen, Vatikan ve Pentagon tarafından ıslâh edilmiş GDO'lu  İleri Demokratlar ve Haçlı fışkısıyla gübrelenmiş ayrık otları, sarmaş dolaşlar!

Beş yıl önce, 22 Nisan'da, soyadı kendine yük ve hiç "Türk'üm" veya; "Ne mutlu Türk'üm diyene" dememiş Türk soyadlı biri; "Birinci meclis, şimdiki Meclis’ten daha renkliydi." diyerek güya, Kurucu Mecliste farklılıklardan oluşan farklı duruşlar varmış gibi bir vurgu yapmıştı! Türkiye'de benden başka itiraz eden çıkmamıştı!
Ertesi gün, yani 23 Nisan 2008'de
, Gâzi Vekillerin mesâi yaptığı Eski Meclis'te, her kesi şaşırtan bir olay olmuştu! "Önce Anıtkabir’de Türk ile tokalaşan ve sohbet eden Bahçeli, daha sonra Birinci Meclis Binasında DTP’li Hasip Kaplan’ı gördü. Kaplan, Bahçeli’nin arkasındaki ikinci sıraya oturdu. Ancak Bahçeli dönüp, Kaplan ile tokalaştı ve "Gel Hasip, yanıma otur. Burada seninle Meclis’in renklerini tamamlayalım!" dedi. Kaplan da ön sıraya geçerek, Bahçeli’nin yanına oturdu ve bir süre sohbet ettiler." şeklinde bir haber, millî hafızaya kaydedilmişti!
Bu olay, Azerbaycanlı Azaplı Mikail'in;
"Umûdum azaldı Gök Allahı'na,
Kanlı kılıç vermiş yerin şahına!
Başım zûlümkârın secdegâhına,
Eyirem ölürem, eymirem olmur!
"
dizelerini ve "Söylesem te'sîri yok, sussam gönül râzı değil!" diyen Fuzûli'yi hatırlatmıştı bana! Demek ki yüzlerce yıldır, benzer dertlerden muzdarîptik!
Son günlerde; "Deyirem ölürem, demirem olmur!" durumundayım! Söylemesem olmuyor!

Fikren, zikren benzeyen, milliyetperverlerle vatanperverler ayrıştırıldı! Yetmez gibi hem vatanseverler, hem milliyetçiler kendi aralarında parçalandılar! Ayrıştırılan, ötekileştirilen milliyetçi ve vatanseverleri uyarmak için sertçe dürtüklemek lazım ama yapamıyorum!
Yıllardır Allah rızâsı için çırpınıp durduk! Konuştuk olmadı! Sustuk olmadı! Kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyenlerin sayısı arttıkça GDO'lu kuklalar pervasızlaştılar! 
Nebâtât sessiz olur, yaprak hışırtıları dışında sesleri olmaz ama bu GDO'lu nebâtât, Ağustos güneşindeki kurbağalar gibi birlikte bağırmaya başladılar! Yapılacak tek şey, kurbağa gölüne bir taş atmak! Âcizane kurbağa gölüne bir taş atmaya niyetliyim. Umarım attığım taş, ürküttüğüm kurbağaya değer!...
Önce, Halîfe-i Râşidin'den olan Hz. Ömer'den bahsetmeğe çalışacağım. Mezhep, tarikat, cemaat taassûbu olmayan Müslüman bir Türk olarak, Hz. Ömeri çok dikkate alırım.
Ömer ibn-i Hattâb; yiyen, içen, nâra atan, aslan avcısı, kızları diri diri kuma gömen, puta tapan, tapmayanı zorla taptıran, öfkelenirse Kureyş'i evine tıkabilecek cesâmette bir Ömer...
Bu cesâmette bir kişi daha var: Amr bin Hişâm yani Ebu Cehil... 

Bu kişiler, gücün ve zorbalığın öyle zirvesindeler ki Hz. Peygamber(s.a.v.)'in, Allah(c.c.)'tan bu iki kişiden birini niyâz ettiği rivâyet edilir! 
Menfîliğin zirvesindeki bu iki kişiden Ömer ibn-i Hattâb, ne zaman ki Kelime-i Şehâdet getirerek doğru safa girer, olur Ömer-ül Faruk! Mü'min-müşrîk, müslîm-gayr'ı müslîm herkes tarafından Adalet timsâli sayılır. Bunu görünce Müslüman bir kişi olarak bende de kıssadan çıkardığım hisse başlar: Demek ki Ömer ibn-i Hattâb dahi olsa bir kişi, yanlış saftaysa yanlış tarifi alırmış! Demek ki akl-ı selîm herkes doğru zamanda, doğru safta yer alıp 'Yanlış!' tarifinden kurtulmak gayretinde olmalıymış diye düşünmeğe başlarım.  
Ebu Cehil safında kalarak yanlışta ısrar da var elbette. Sevâbı da günahı da sahibinindir!
Yıllardır dostlarımızla, arkadaşlarımızla, dindâşlarımızla hem-hâl oluruz. Sıkıntı ve şikayetlerde müştereğiz. Ümîd eder ve dilerim ki hem de sür'atle doğru zamanda, doğru zemînde saf tutarak yanlış tarifinden de müşterek kurtuluruz...
Siyasetin, hatır-gönül işi olmadığını biliriz! Kimseye, safını tayin gibi bir ukalalığa da soyunmayız. Yapacağımız sadece gönlümüzü, dostların ayakları altına atmaktır ki bugün itibâriyle başladık! İsteyen ezip geçsin gönlümüzü, "Of!" demeyiz. Ya da ayakları altına attığımız gönlümüzü alarak gönüllerine katacak ve bizi bahtiyar edeceklerdir inşallah...
Bî-tarafın ber-taraf olduğunu, yılların verdiği tecrübeyle biliriz! Bu yüzden fazlasıyla seçici, ziyâdesiyle temkînliyiz! Ama artık herkesin aklındakileri sormasının ve muhatapların da açık bir ifadeyle bu soruları, cevaplamasının zamanıdır! Geçen zaman, ömrümüzdür ama bilinmeli ki Türk Milletinin de istikbâlidir!

Dincilerin dini, demokratların milleti, Atatürkçülerin Atatürk'ü, milliyetsizlerin Türklüğü bitirmek için elele verdiği günümüz; hür akılların sür'atle bir araya gelmeleri zamanıdır! Saf tutmuş şer güçlere karşı bir Millî Cephe oluşturmanın zamanıdır!
İş, işten geçtikten sonra şikâyetlenmenin, mantığı yoktur! Oturursak, gelen bizi geçer ama biz de saf tutarak yürümeğe başlarsak hiç kimsenin bizi yakalama şansının olmadığını da yine en iyi biz biliriz...
Hadi Türk Milleti! Hadi serdengeçtiler! Hadi Yiğitler Allah aşkına! Bağımıza-bahçemize sahip çıkmazsak "Çiçek Bahçesi"nde manzara kötü Vallahi!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ocak 30, 2013

VELİYY-ULLAH BİLMEYEN, MÜRÂİYE EZİLİR!

Benim, Yeni Mesaj'da ne işim varmış? Hadi beee!
Bre adamcılar! Fırkacılar! Kapı-kulu eyyâmcı kurnazlar! Size yıllarca nerelerde gördük ve böyle bir soru sormaya tenezzül etmedik bilmiyor musunuz? Size yazıldım! Aklımdasınız! Ama âcîlen başka işlerim var! Sıradasınız, Allah'ın izniyle görüşeceğiz! 
"Yarı imam dinden, yarı hekim candan eder!" biliriz! Bildiğimizi de söyleriz de; bu kadar Allah ile kavgalıyı, bu kadar Peygamber'e uzağı, bu kadar Kur'ân'a yabancıyı, bu kadar gayr-ı millî müfterîyi niye görmeyiz?
Ulemânın, yani bilge din adamlarının işi, ilâhi doğruyla buluşturup her iki dünyamızı kurtarmamıza yardım etmek değil midir?
İslâm'da ruhbân sınıfı yoktur, tamam! Allah ile kul arasına kimsenin girmesine izin yoktur, tamam! İnsana şah damarından daha yakın yani cânında olan, hatta cân olan Allah ile insan arasına herhangi bir kişinin girebilmesi Allah nasip etmez ve izin vermezse mümkün değil tamam da; "Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır." tarifli Hz. Ali; "Görmediğim Allah'a inanmam." derken ne anlatmıştırki? Bu kadar kısa ve net tariften sonra eksik insanların, bir başka eksik insan tarafından kurtarılması mümkün müdür? 
Allah'ın; "Hem sizden meydâna gelmiş, önde giden, hayra davet eden, iyiliği ve güzelliği emredip kötülüğü ve çirkinliği yasaklayan bir topluluk olsun." (Âli İmran-104) buyruğunu görünce, ûlemâya iyice saldırasım var!
Karanlık izbelerde Arapça bildikleri de meçhûl olan, yüz yüze konuşmaktan kaçan gıybetçilerin iftirâlarla saldırdığı Evliyai'r-Rahman'ı korumak ta -hâşâ- bize mi kaldı?
Câhilin ve âlimin cesûr olduğunu biliriz!
Câhil, duâlarının neden kabul olunmadığını sorgulayarak Allah'a sitem ederken onları, musallât olan muskacılardan, bevlini şifâ diye içiren insafsız-vicdânsız şeyh bozuntularından, Allah ile aldatan iki ayaklı "evliyau'ş-şeytan"dan korumak "Evliya"nın işi değil midir? Allah'ın işâret ettikleri, "Evliyai'r-Rahman" onlar değil midir? Ben mi yanlış algılıyorum?
Zâlimlerin put edindikleri servetlerini, kendileriyle kıyaslayınca; "Atınızın arpasını bile Allah'tan isteyin." öğüdüyle herşeyi Allah'tan isteyip sonra; "Allah duâmı kabul etmiyor!" diye sitem eden samîmi bilgisizleri uyarmak, tesellî etmek ulemâ işi değil midir?
Paylaşılmayan, hiçbirşeye yaramayan bilgi; hiç kimseye yardım etmeyen bilge, neye yarar? Hatta vebâlli değil midir? Bu memlekette Prof. Dr. Haydar BAŞ'tan, Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI'dan başka Allah'a sığınıp şirke, mürâiliğe, riyâkârlığa, sahtekârlığa, Allah ile aldatıcılığa karşı çıkma cesâreti gösterecek kimse yok mudur? 
Körün el yordamıyla fil tarifine benzer çaba ile yırtınan bize yazık değil mi? 
Arapça bilmiyoruz! Çocukluğumuzda öğrendiğimiz kadarıyla Kur'ân okuyoruz ama anlamıyoruz! Anlamak için meâle başvurmaktan başka çâremiz yok! Meâller arasında da tıpatıp benzerlik yok! "Benim meâlcim, senin meâlcin" yarıştırmasına kalırsak bize yazık olmaz mı?
Allah'ın; "O'nun delillerinden biri de ... lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır."(Rûm-22) ; "Bunun üzerine ... Haydi kiminiz kiminize düşman olarak inin ve yerde bir zamana kadar kalıp nasibinizi alacaksınız, dedik." (Bakara-36) ve benzer beyânlarına rağmen, Allah'ın belirttiği asabiyeti inkâr edenlere direnirken bizi yalnız bırakmak vicdâni midir?
Hz. Peygamber(s.a.v.)'in; "Sizin en hayırlınız zulüm ve haksızlıklarını destekleme gibi bir günah işlemeden kendi soyunu müdafaa eden kimsedir." (Ebû Davud, Sünen, IV, s.331, no: 5120) hâdisine rağmen; "Asabiyet şeytanlıktır!" deyip asla tanığı olmayan takvâyı maske edinen dincilere, Haçlı Müslümanlar'a karşı bizi yalnız bırakmak insâf mıdır?
İslâm'ın Emevistler tarafından mezheplere, onlarca tarikâte, yüzlerce cemaâte bölünmesini ticâret kapısı edinen "evliyau'ş-şeytan" dan İslâm'ı ve müslümanı korumak "Evliyai'r-Rahman" ın işi değil midir?
Madalyonun öbür yüzüne de bakalım! Ulemâyı sorgulayalım, kızalım, küselim ama ya bizim yap/ma/dıklarımız ne olacak? Ûlema da bize; "Neredesiniz?" diye sorarsa ne diyebiliriz?
Aylardır "Uluslararası Ehl-i Beyt Sempozyumları" yla, Türkiye'yi adım adım dolaştığını, televizyon ve gazetelerde gayretlerini izlediğimiz; "İslâm eşittir Türk, Türk eşittir İslâm'dır. Hepimiz Türk oğlu Türküz!" diye kükreyen Prof. Dr. Haydar Baş'ı niye duymayız? Niye görmeyiz?
Kitap kitap, meydan meydan, ekran ekran anlatarak doğruyu söylediği için gıyâben; cübbeli-cübbesiz Ç.Ü.K (Çok Ünlü Kişi)'lerin köstebekçe fısıltı iftirâlarla saldırdığı seyf-ullâh'ları yok farzedenlere karşı ne zamana kadar sessiz kalacağız? 
Din ile milleti, milletle millî değerleri, millî değerlerle dîni buluşturmak için olağanüstü gayret sarf eden ûlemaya saldıran; müfterî, mürâi, riyâ-kâr, sahtekâr Allahçılarla, dincilerle birliğe devâm edersek üzerimize pislik yağmaz mı?
"Rabbim! ... Şimdi bizi, içimizdeki o beyinsizlerin yaptıkları yüzünden helâk mi edeceksin? ... Sen bizim koruyucumuzsun, bizi bağışla, bize acı, ..." (A'raf-155) diye yalvarmaktan başka çâremiz mi var?
Benim Yeni Mesaj'da ne işim varmış? Hadi ordan, hadi be!
"Danışman okur, tutmaz; dervîş yolun gözetmez,
Bu halk öğüt işitmez, ne sarp zamân olmuştur!" (Yunus Emre)
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN