Perşembe, Şubat 28, 2013

YETTİ ARTIK!

Türk Milleti! Bir şeyler oluyor! Cadı kazanı kaynamaya başladı!
Ben bir Türk'üm ve olanları görüyor, hissediyorum! Ülkemde yöneticilik oynatılan pinokyoların düşürüldüğü aczi, utanarak seyrediyorum!
Önce millî kimliğimizi çekiştirmeye alıştırdılar, şimdi ayakları altına aldıklarını haykırıyorlar Firavunca bir kibirle!...
Başımıza geçirilen çuval unutulsun diye olmadık oyunlar sahnelendi ve Üstün Hizmet Madalyalı kahramanlardan, komutanlardan cezaevlerinde yer yok!
Urgan artığı bebek katili sapık, cezaevinden parti kurdurdu izledik! Hücre ofisinden yol haritası göndermek üzere kuryeleri o tesbît etti; seyrettirdiler, seyrettik!
Diyarbakır'da, Hakkâri'de, Mersin'de, İstanbul'da isyan provaları yapıldı, seyrettirdiler, seyrettik!
Dedelerinden ihânet miras almış yemînsizler; ekranlardan gözümüze baka baka Türk'e, Atatürk'e, Millete, Devlete, Bayrağımıza hakaretler ettiler; seyrettirdiler, seyrettik!...
Bunlar, kurbağayı yavaş-yavaş kaynatarak öldürme senaryolarıydı! "Alıştıra, hazmettire" seyrettirdiler, seyrettik!
 
Haçlı işbirlikçisi ile işbirliğinde olan milliyetsiz milliyetçilerle birlikte bizi duymazdan gelerek "millî meselelerde" BOP Eş Başkanı'na destek verdiler!
Meclis'te haftada bir gün, horozlandılar! Önce söyledi, sonra inkâr ettiler veya inkâr ettiklerini, sonra söylediler! Seyrettirdiler, seyrettik!
Bu ucuz işbirlikçiler; Çaka Beğ'i, Ege'nin efelerini, Hasan Tahsin'i, Seymenleri, Şahin Beğ'i, Karayılan'ı, Sütçü İmam'ı, Nene Hatun'u, Kara Fatma'yı ve bu kahramanların torunlarını, unuttular galiba! 

Sıkışınca da takıyyeye sığındılar her seferinde!
Bunları, olağan sayabiliriz! Alıştırdılar çünkü! Haçlı Senaryosunun asıl finâl sahneleri geliyor!... 

Muhteşem Türk Atatürk'ün, Türk istikbâlini emânet ettiği "Ey Türk Gençliği!" neredesiniz?
Ülkücüler! Alperenler! Devrimciler! Öldünüz mü?
Ne zamandan beri şövenist ırkçılar, bölücü âdiler, tefrîkacılar halkçı oldular? 1980 öncesi, solun içindeki DDKO'culardan, sağın içindeki yarasalardan çıkmadı mı bu bölücü nâmertler? Şimdi de Hükümet ile bebek katili psikopat kahpe arasında kuryelik yapıyorlar! Seyrettiriyorlar, seyrediyoruz! 
Ulusalcı, Kemalist maskeli 68 kuşağı çakaralmazlardan; yandaş basın ve televizyonlar arasında, milyon dolar-eurolara transfer olmayan var mı? 
Bu işbirlikçi ekranlarda bize niye yer vermezler diye merak etmez misiniz? Otuzu bir araya gelsin, biz de tek başımıza dikilelim karşılarına Türk'çe! Korkarlar! Hâinin, alçağın, ajanın korkması doğaldır biliriz ve onlara rağmen, biz onların da Haçlı oltalarına yem olmalarına râzı değiliz!
Olayları, Müslüman Türk tevekkülü, kurt sabrıyla izliyoruz bilesiniz!
Bu bulanık fotoğraflar, Türk milletini yanıltmamalı! "Çakalın kurt taklîdi, leş görünceye kadardır!" bildiğinizi biliyoruz ama yine de hatırlatalım!
Haaaa! Hamâset yapıyoruz değil mi?
Evet! Çünkü hamâsete ihtiyâcımız var! Hamâset devreye girdiğinde akıl tâtile çıkar biliyoruz ve bu sıralar Türk Milletinin aklı dağlarda! Dağlar gibi başı bulutlu efelerin diş gıcırtılarını, öfke solumalarını duymuyor olamazlar!
"Azîz Milletim!" diyerek herkese kardeş olan ama asâbiyetini, soyunu hiç söyleyemeyen, Haçlı işbirlikçisi Kabil karakterlilerin hamâsî nutuklarından ise gınâ geldi!

AKP'nin başımıza belâ edildiği 2002 seçimleri öncesi, aylarca "Jinsa" adlı İsrail asıllı, Amerikan Yahûdi Locasından ısrarla bahsetmiş dikkat çekememiştik! On yıldır; Jinsa eğitimli dolma kalemlerin, Jinsa ödüllü basın-yayın patronlarının; sol gösterip sağ veya sağ gösterip dîn, mezhep, tarikât, cemaât ile canevimizden vurarak millet bütünlüğümüzü parçalama gayretlerini seyrettiriyorlar, seyrediyoruz!
Türk Milleti! Dağlar gibi yığdığın kemiklerinden, nehirler gibi akıttığın kanından nâdim ol, silkin ve kendine dön! Kahramanlarını yalnız bırakma! 

Bilmez misin; "İdeali olan milletler, koyunlardan kahraman çıkarır; ideali olmayan milletler, kahramanlarını koyunlaştırır!"
Milli Kahramanları Anma Programları'na katıl! Şühedânın yüz binlerce câna maledip emânet ettiği Devleti, Vatanı sahipsiz bırakma! 

Vatan devletin adresi, devlet ise senin teşkilatlanmış halindir! Allah aşkına kendine dön!
Lord Curzon'un Lozan'da; "Şimdi bu masada verdiklerimizi yakında ... bir bir geri alacağız!" sözlerini ve Kürtleri kastederek; "Ben onlara bir alfabe verdiğimde görürsünüz!" tehdîdini unutmuş olamazsın değil mi?
20. Haçlı Seferi'nin, diğer BOP Eş Başkanı George Bush tarafından ilan edilerek Irak'a nasıl girildiğini; bizim BOP Eş Başkanı'nın da, bir milyon müslümanı katleden, yüz binlerce müslüman kadına kıza tecavüz eden Haçlı askerlerine nasıl duâ ettiğini; "BOP Eş Başkanı olarak bizim de bölgede görevlerimiz var!" dediğini, Türk milliyetini ayakları altına aldığını da unutmazsın değil mi?
Türk Mİlleti! Artık Türkiye'de Haçlı'ya ve AB-D'ye rağmen millî siyâset yapanlara, yetki vermek zorundayız! Bağımsızlık karakterimiz ise buna mecburuz! 

Pentagon'un, Pensilvanya'nın, Vatikan'ın, AB'nin, Haçlı'nın ve işbirlikçilerinin icat ettikleri "İnâdına" sloganını, inâdına ters çevirmek zorundayız!
Sana ve ferâsetine inanıyoruz! Türk Milleti seni çok seviyoruz! 

Biz, "Türk oğlu Türk'üz" ve "Ne mutlu Türk'üm diyene" diyeni de özümüzden sayarız! Biz, İkinci Kuvâ-yı Millîyecileriz, geliyoruz, hazırız vesselâm...
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN"
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 06, 2013

BAŞIM DÖNDÜ!

Galiba rüzgârla bir şey serptiler,
Bize bir hal oldu, tüm millet sarhoş!
Şerefeye çıkıp horon teptiler,
Müezzinler sâki, cemâet sarhoş!

Ne yaptılar bilmem dilsiz dillendi!
Alaz alaz yanan alev küllendi!
Cemaat geğirdi, imam yellendi!
Dünya sallanıyor, âhiret sarhoş!

Mefkûre ideal nefise döndü
Münevver evinde hapise döndü
Hücre katil için ofise döndü
Aydınlar cin oldu, mârifet sarhoş!

Sürü terse döndü ayaklar başta!
Akıl başta değil, hüküm yok yaşta!
Ümmî hatmediyor bir tek bakışta,
Kitaplar esniyor, mahâret sarhoş!

Bir bayrak bekliyor surdaki gönder
Kahramanlar suçlu, hainler önder!
Sözü istediğin tarafa dönder
Dilimiz sürçüyor, hitâbet sarhoş! 

İstikrâr edildi yokluk sefâlet!
Adıyla kavgaya sokuldu devlet
Masal ülkesine döndü memleket
Devler sayıklıyor, hilâfet sarhoş!

Sertleşti meyveler kabuğa döndü
Şapkalaşmış fesler kavuğa döndü
İcracı yolunmuş tavuğa döndü
Borçlu sırıtıyor, kefâlet sarhoş! 

Asker korumuyor artık vatanı
Demokrat koruyor vatan satanı
Forsa yönetiyor korsan kaptanı
Derya dalgalandı, dirâyet sarhoş!

Süvâri sefere gitmez edildi
İki adımlık yol bitmez edildi
İki el bir başa yetmez edildi
Akıl seyâhatte, ferâset sarhoş!

Testere kırığın yakısı oldu
Kılıçlar sarhoşun çakısı oldu
Tesettür türbanın takısı oldu
Kıral çırılçıplak, kıyâfet sarhoş!

Şimşir tarak dişi, kelde kırıldı
Köse tıraşında berber yoruldu
Kaynak bulanıkken dere duruldu
Hastalar şifakâr tabâbet sarhoş! 

Fikir nefret etti sağcı, solcudan
Kervan haraç ile geçti kolcudan
Rehber yol soruyor yitik yolcudan
Soysuzlar kılavuz, asâlet sarhoş!

Tek lokma yok altın işli heybede
Tembel bekliyor ki biri kaybede
Ayın on dördünde hilal aydede
Ziyâdan korkmuyor zulûmet sarhoş!

Sarhoşun defteri okunmaz ama
Şarhoşken hiç bir yol varmaz tamama
İki çıplak çok yakışır hamama
Lâkin külhan murdâr, cenâbet sarhoş!

Haçlıyla kolkola dindâr siyâset
Ordu lağvedilmiş kindâr vesâyet
Hükümlü kılavuz, savcı hükûmet
Komutan terörist, adâlet sarhoş! 

Ömür meze canan sarhoş, can sarhoş,
Yolcu sarhoş, hancı sarhoş, han sarhoş
Kervanbaşı merkep, bezirgân sarhoş,
Bize bir hâl olmuş, tüm millet sarhoş! 

06 Şubat 2013/ İzmir
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN

Salı, Şubat 05, 2013

AAAH! KEŞKE!...

Ya ölmüşüz, berzâhtayız; ya da rüyada tayyı mekân yapıyoruz!
Yoksa gözümüzün önünde cereyan eden olaylara bu kadar bigânelik mümkün mü?
Aksi olsa yüzlerce yıldır şikâyetlenen, sitemler eden Yunus'u, Mevlâna'yı, Yusuf Has Hacib'i, Hace Ahmet Yesevi'yi, Hacı Bektaş-ı Velî'yi ve evliyâyı duymazdan gelirmiydik?
Aksi olsa Mehmet Âkif'in yüz yıldır;
"Ey dipdiri meyyit! İki el bir baş içindir,
Davransana! Eller de senin baş da senindir!" feryâdını duymaz mıydık? 
Aksi olsa;
"Felek her türlü esbâb-ı cefâsın toplasın gelsin,
Dönersem kahbeyim millet yolunda biz azîmetten" diye tarihe şerh düşen Vatan Şairi Namık Kemal'i "Sahte Kahramanlar" kategorisine koyanlara itibâr eder miydik?
Aksi olsa; yüzlerce yıl toprağı vatanlaştırmak için can veren şühedânın emeklerini, Muhteşem Türk Atatürk'ün emek ve mîrâsını inkâr eder miydik veya inkâr edenlere bu kadar tepkisiz kalır mıydık?
Hz. Peygamber(s.a.v.) bizim böyle olacağımızı, bin dört yüz sene önceden bildiğinden midir her sabah namaza çağıran Ezân-ı Muhammedî'de; 
"Es-salâtu hayrûn mine’n nevm- Namaz uykudan hayırlıdır" diye bizi uyarıyor da uyarıyor!
Her sabah aynı şekilde ısrarla uyarılmamıza rağmen, biz bin dört yüz yıldır uyumaya devâm ediyoruz!
Biz uyurken düşman uyumuyor!
Biz uyurken şer güçler uyumuyor!
Müslümanlar, özellikle de Müslüman Türk dünyası uyurken uyanık Haçlı, bizden birilerini "BOP Eş Başkanı" olarak görevlendirip; "Bop Eş Başkanı olarak bizim de bölgede görevlerimiz var! Ya Allah! Bismillah!" dedirttirip nidâlar attırıyor!
Öldün mü Müslüman?
Öldün mü Türk Milleti?
Ölmediysen, sağsan, sadece sağlığında yetmez uyanıksan, uykuda değilsen Ezân-ı Muhammedi ahretini kurtarmaya çağırırken, seni dünyevî rahata çağıran Müslüman Türk çağrısını, nasıl duymazsın?
On bir yıl önce Erzurum'daki bir toplantısında; "Bugün dünyada can, mal, namus, din ve vicdan emniyeti yoksa, vatan emniyeti yoksa, yeminle söylüyorum Türk’ün eli dünyanın üzerinden çekildiği içindir." diyerek millî teşhîsi koyan Türkçe sesi, nasıl duymazsın?
Veya duymana rağmen on bir yıldır haykırarak ülkeyi adım adım dolaşan, demir âsâsız-çarıksız ülkede ayak basmadık yer bırakmayan, millet evlâdı bir millîyi nasıl yok sayarsın?
Can acıtan doğrulardansa uykuyu derinleştiren, duymak istediğin yalanlara mı itibâr ediyorsun Türk Milleti?
Ebül Gazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk eserinde, Kazvinli Hoca Reşidüddin'in Cami-üt Tevârih'inden alarak aktardığı; Mirâç'ta Cebrâil'in Hz. Peygamber(s.a.v.)'e "Bunlar Allah'ın süvarileri olan Türklerdir." diye tarif ettiği millet sen değil misin?
Anam Rahmetli; "Keşke şeytan sözüdür. Vesveseyi başlatır" derdi, her keşke dediğimde!
Şuûraltıma yerleşmiş bu ana öğüdünden olsa gerek ki kolay keşke demem ama son günlerde "Keşke!" demeğe başlamıştım! Dillendirmediğim için duyulmuyordu!
Galiba; "Keşke!" lerimi artık duyulsun diye dillendirmek durumundayım! Dillendirmek zorunda kalmasaydım keşke!
İşte keşkelerim:
Meselâ bu yazımı aylar önce yazdığım yerde yazsaydım keşke!
Bir kaç gün önce katıldığım bir grupta, bu yazıyı yazdığım için bana birilerinin diyeceği sözlere, yapacakları ithâmlara cevap verip vermemekte kararsız kalmasaydım keşke!
Yeni Mesaj Gazetesi arşivinde de mevcût olan; "Hakikat gazetesi, Başyazarı Mustafa Aslan ise, 'Meydan' köşesinde bu toplantıyı ve 2. Kuvay–ı Milliye’nin önderi Prof. Dr. Haydar Baş’ın konuşmasını değerlendirdi. Aslan, Prof. Dr. Haydar Baş’ın, söylediklerine inanan, inandığı için de inandırıcı olan yönüne sık sık vurgu yaptığı yazısında, “Ben, ısrarla tribünleri inceledim. Tribünlerde milletin kendisi vardı” ifadesini kullandı.
“Millet, inancını kaybettiği siyasilerden sonra inanmak istediği bir şahıs arıyor görünümündeydi. Prof. Dr. Haydar Baş’ta ise ziyadesiyle inandırıcılık vardı” diyen Aslan, Prof. Dr. Haydar Baş’ın “Bugün dünyada can, mal, namus, din ve vicdan emniyeti yoksa, vatan emniyeti yoksa, yeminle söylüyorum Türk’ün eli dünyanın üzerinden çekildiği içindir” sözlerini avuçlarını patlatırcasına alkışladığını belirtti. BTP’ye katılan 75’lik bir ninenin, “Ben, ülkücü annesiyim. Canım da, kanım da, oğullarım da vatana feda” sözleriyle, Prof. Dr. Haydar Baş ve ekibine inancıyla vatan sevgisini özdeşleştirmiş olmasının, kendisine çok çarpıcı geldiğini kelimelere döken Aslan, şunları da ilave etti: “Prof. Dr. Haydar Baş, söylediklerine inanıyordu. Bu yüzden inandırıcıydı. Salona sığmayan kalabalığın ona biraz daha yaklaşabilmek için birbirini rahatsız etmekten korkarak durgun su gibi akışı, izlenmeye değerdi." diye on bir yıl önce yazıp arşivimde çocuklarıma emânet etmek üzere sakladığım bu bilgiyi paylaşmak zorunda kalmasaydım keşke!
Dahası da var! Erzurum'daki toplantıda kürsüden; "Ben, ülkücü annesiyim. Canım da, kanım da, oğullarım da vatana fedâ" diyen 75'lik Türk Ananın, Rahmetli Anam olduğunu, buradan yazmasaydım keşke!
Dostlar! Anam Rahmetlinin şeytan sözü olarak öğrettiği ve kullanmamaya bir ömür dikkat ettiğim bu "Keşke"mi ma'zûr görün!
Sadece ma'zûr görmekle yetinmeyin! 2. Kuvay-ı Millîye Hareketini de görün ve 2. Kuvay-ı Millîyeye davet eden, millî birliği ilmek ilmek yeniden örmeğe uğraşan Prof. Dr. Haydar Baş'ın davetlerini de duyun!
Ana Can! Sağlığında çok öptüğüm ellerinden ve ayaklarının altından artık öpme şansım yok ama mezârının baş taşından, ayak taşından öperim Anam; beni bağışla "Keşke!" demek zorunda kaldım! Kalmasaydım, icbâr edilmeseydim keşke!
Aaah! Keşke!...
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN


Pazartesi, Şubat 04, 2013

SİYÂSET DEVELERİ...

Bir kıssa:
Aslan, ormandaki hakimiyeti hâricinde bir de kendine yakın bir çevre oluşturur. Kendine sâdık, onun avlanmasını bekleyen, av artıklarıyla geçinen bir grup kurar.
Bu grup tilki, çakal, karga ve deveden oluşur. Aslan avlanır, karnını doyurduktan sonra kalanla da diğer etobur grup karnını doyurur. Zahmetsiz, rahat bir hayatları vardır. Bu grubun içinde sadece deve otoburdur ve bu kadar et ve leş yiyici arasında huzursuzdur.
Bir gün kendine bol otlu, sulak bir yer bulur ve gruptan ayrılmak için aslandan izin ister. Aslan, sebebini sorunca:
- Bu kadar etoburun arasında huzûrsuzum. Geceler rahat uyuyamıyorum. Der.
Gerekçeyi haklı bulan aslan:
- Aslanlığımın şânı üzerine and içerek sana söz veriyorum; sana kimsenin zarar vermesine izin vermem ve de benden de sana asla bir zarar gelmez. Diye söz verir.
Bu söz üzerine deve biraz rahatlayarak günlerini geçirmeye başlar.
Günlerden birgün, aslan bir büyük avda yaralanır ve avsız döner. Yarası ağırdır. Ve ne kadar zamanda iyileşeceği bilinmemektedir. Aslanın hastalık süresi uzayınca, yakınındaki leş yiyiciler aç kalacaktır. Hepsini endîşe kaplar. Aralarında tek otobur devedir ama deve de aslanın özel koruması altındadır. Toplanıp aslana gider ve deveyi yemeği teklif ederler. Aslan çok hiddetlenir ve hepsini kovar.
Tilki, hemen bir plan hazırlar ve diğer arkadaşlarıyla uygulamaya koyar. Aslanın etrafında toplanarak ve deveyi de çağırarak bir istişâreye başlarlar. İstişâreyi çakal açar:
- Ey Ormanlar kralı! Sensiz hepimiz birer hiçiz. Sen avlanmazsan biz yiyecek bulamayız. Sen de maalesef yaralısın ve bakıma muhtâçsın. Bu kadar arkadaşımın aç kalmasına asla razı olamam. Sizin bir an önce iyileşebilmeniz için ben kendimi feda ederek ve gönüllü olarak size yem olmak istiyorum. Der.
Plan gereği tilki, hiddet ve heyecanla atılır:
- Çekil oradan! Senin gibi bir leş yiyicinin etiyle muhteşem kralımızın midesini rahatsız edemeyiz! Benim etim seninki kadar olmasa da seninkinden temizdir. Aynı zamanda tilki etini ilaç derler! Aslan sultana ben yem olacağım. Der.
Karga daha büyük bir hiddetle ve yine plan gereği müdahele eder.
- İkiniz de kenara çekilin! İkinizin de eti bir halta yaramaz ve kralımızın midesini bozar. Benim etim azsa da sizinkinden temizdir. Krala ben yem olacağım der.
Olanları hayret ve duygusallık içinde seyreden deve daha fazla dayanamaz ve;
- Hepiniz kenara durun! İçinizde tek otobur benim. Krala yem olmak sadece bana yakışır. Der.
Devenin teklifine itiraz eden çıkmaz. Tilkinin planı tıkır tıkır işlemektedir! İtiraz olmayınca ve herkesin hayatı söz konusu olunca aslan da sessiz kalır ve deve, aslana yemdir!...
Aslandan artan etle de bütün leş yiyiciler, aslan iyileşinceye kadar hayatlarını devam ettirirler.
Dedik ya kıssa bu!
Bir yanda; "BOP Eş Başkanı olarak bölgede bizim de görevlerimiz var!" diyen biri, diğer yanda bu itirâfıyla gayr-ı millîci olduğunu açıklayan BOP Eş Başkanı'na; "Millî mesellerde Hükümete desteğimiz devam edecektir!" diyen bir -nasılsa-millî duruş sergilediğini iddia eden biri; diğer yanda İmralı'daki bebek katilinin en kadim dostu ve avukatının genel başkan yardımcısı olduğu bir -güya- ulusalcı anamuhalefet!
Haçlı emperyalizm ve Siyonizm siyâsetinin devesi olmak için yarışa girmiş Genel Başkanlar! Ve tamâmı demokrasi ve diplomasi gereği otoburlar! Tavırlarıyla da leş yiyici Haçlı'nın iştahını kabartıyorlar!
Günümüz siyasilerini; duyarlı her yüreğin, bu kıssadan alacağı hisse ile mantık ve vicdân süzgecinden bir daha geçirmelerini ve her partideki siyâset devesi tariflileri görmeye çalışmalarını öneririm.
Böylesi tilki kurnazlıklarının olmadığı ve yer bulamayacağı bir millî oluşum varsa orada toplanıp Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliğinin makus talihini değiştirmelerini, bütün samimiyetimle dualar ederek dilemekteyim.
Şer güçlerine karşı bir Millî Cephe oluşturmakta gecikirsek dövünerek ah-vah etmeye de yüzümüz kalmaz diye düşünüyorum!
"Rabbim! ... Şimdi bizi, içimizdeki o beyinsizlerin yaptıkları yüzünden helâk mi edeceksin? ..." (A'raf-155)
"Vekil olarak Allah yeter." (Ahzâp-3)
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER UNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Şubat 03, 2013

İBÂDET HABER; KABAHAT TELE-KAMERALARDA!...

Bindirilmişiz bir alâmete, gidiyoruz kıyâmete!
"Komşu, komşuya bakar; kendini oda yakar!" demiş ya atalarımız!...
"Ya Allah! Bismillah!" diye kilise açanları alkışlayan mürâiler; "Ya Allah! Bismillah! Allah ü Ekber! Şehîtler ölmez, Vatan bölünmez!" diyen müslümanları Bezm-i Elest'te "Belâ-belî" demeyen münkîrlerden olmakla ithâm etmişlerdi! Günahkâr ile kâfir arasındaki farkın farkında değiller diyesim var ama çok biliyorlar biliyorum! Ellerinde iman-metrelerle, takvâ-metrelerle ölçüm yapıyorlar! 
Bunların partilerine oy vermeyenler, bunların işâret ettiği şekilde referandum oyu kullanmayanlar münkîr, münâfık, kâfir! Bunlara ise "Dokunmak bile ibâdetten sayılır!" Oysa dînimiz, kâfire bile kâfir dememize izin vermez! "Kalbine mi girdin?" diye sorgular sorgulayanı! 
Mevlâna'nın, her yatsı namazından sonra bir meyhâneye giderek; "Bakayım Allah'ın sarhoş kulları ne yaparlar?" diye gözlemlediğini anlatır; meyhâne meyhâne, kerhâne kerhâne dolaşır oy isterler sonra; "Artistlik yapma! Hadi ananı da al git! Al oyunu kendine sakla! Gözünü toprak doyursun! Böyle bağırılmaz ki! Senin oğlun da işsiz kalıversin!" ve benzeri iltifatlar!
Güney Azerbaycanlı dostlarımızla bir araya geldiğimizde, dünya Türklüğünün meselelerini konuşuruz. Bunlardan birine; İran'da Humeyni öncesi ve sonrasını sormuştum; "Musdafa Müellim! (Mustafa Hoca) Humeyni'den gabax (önce) gebahatimizi (kabahatimizi) eşixde (dışarda), ibadetimizi evde işleyirdix (yapıyorduk). Humeyni'den sonra ibadetimizi eşixde (dışarda), gebahetimizi evde işleyirix! (yapıyoruz)" demişti! 
Çarpılmıştım! Cuma günleri bir şehrin trafiğini alt-üst eden kırmızı plakalı araçlarla, amirine veya yağcı mesai arkadaşlarına görünüp namaz bitinceye kadar cami etrafında saklanan, namazdan çıkanların arasına karışan memurlarla; trafik aksamasın diye(!) helikopterle Cuma namazına gidenlerle kıyaslamıştım! Taât için değil amire yalakalık mahiyetindeki namazlarda İran'dan da ileri durumdaydık ma'lesef!Humeyni Devrimi'nin yapıldığı aylarda Gürbulak'ta Gümrük Görevlisiydim. Devrim dolayısıyla kaynayan İran'da, müthiş bir yokluk ve karaborsa doğmuştu! İranlıların takas yoluyla neler alıp verdiklerini, bizzat izlemiştim!
İsteyen tesâdüf diyebilir(!) ama Humeyni'den bir yıl sonra bizde de Netekim General 12 Eylül Darbesi'ni yapmıştı! İran'da Devrim Mollaları'nın, bizde Netekim General'in İrtibat Subaylarının benzer zorbalıkları vardı! Biz, mollaların yargısız infazlarını, şallak dedikleri kırbaçlarla günahkâr(!)ları cezalandırmalarını seyrederdik! Onlar da bizdeki İrtibat Subayları'nın, tekmeyle yerlerde yuvarladıkları TIR şöförü zavallıları izlerlerdi! 
Humeyni Devrimi öncesi; İran'dan Türkiye'ye giriş yapanlardan epeycesi, mescit veya cami sorarlardı! Devrim sonrası ise simsiyah çarşafla Gümrük kapısına gelen ve Türkiye'ye geçer geçmez çarşafı atınca içinden çıkan şûh kadınların bedenleri karşılığında yiyecek-içecek bir şeyler almaya uğraşlarını izledik!
Dinci geçinen bir gazete, güya AKP'yi tenkît ederek haber yapmış: "Zinadan sonra genelev!"  Haberin detayı; "... İlk müzakereler sonunda şu tespitler yapıldı: “Devlet eliyle kadın satışı yapılmıyor. Genelevler özel işletmelerdir, sadece bir izin prosedürü uygulanır. Genelevlere ihtiyaç duyan kesim zaman içinde azalmıştır. Geçmişte olduğu gibi gençler arasında geneleve gidenlerin sayısı yüksek değildir. Daha çok köyden gelenler ilgi göstermektedir. Toplumda ilişkilerin daha rahat yaşanması da ilgiyi azaltmıştır. Genelevler zaman içinde kendiliğinden işlevini yitirecektir.” Genelevlerinin kapatılması teklifi ile ilgili ilk değerlendirmede olumsuz görüşler bildirilmesi nedeniyle teklif beklemeye alındı." şeklinde!
Meseleye nasıl bakıldığı ile milletin şehirlisine ve köylüsüne hakaretler içiçe! 
AKP Grubuna göre "Toplumda ilişkilerin rahat yaşanması" dolayısıyla yaşanan nikâhsız birliktelikler zina değil ama köylünün; geleneksel kız kaçırması tecâvüz, zina! Ve bu yaklaşım, dinci gazetede de aynı olmalı ki buna itiraz yok! Allah lâyıkınızı, Allah belânızı versin?
Milyon dolar/euroluk -şehir trafiğinde neye lazımsa- lüks jeeplerde "türbanlı ihlâs motor magandalar"ın yaşadıkları, 'rahat ilişkiler'den ama köyde; "Fatmagül'ün suçu ne?" Allah sizi Kahhâr sıfatıyla kahr'etsin?
Bir zamanlar, etkili-yetkili bürokrat olarak görev yapmayı da Rabbim nasip etmişti! Turizm Bakanlığı'ndaydım. Yasanın uygun gördüğü otellere Turizm Belgesi ve yıldızlar verilirdi. O otellerde konaklayacak turistler rahat etsin diye evlilik cüzdanı sorgulaması kaldırılmıştı! Yani "İlk Müslüman Cumhurbaşkanı" denilen Özal'ın Başbakanlığında, konuk Batılı rahat etsin diye otellerde zina, yasalarla korumaya alınmıştı!
O günlerde otelcilik yapan biri, benden yardım istemişti! Görev alanında olmamasına rağmen bir emniyet yetkilisi, baskı ve tehdit uyguluyormuş! Emniyet Genel Müdürü Mehmet AĞAR ve yetkilileri haberdâr ettim. Kısa bir süre sonra bahse konu emniyetçi, telefonla bana ulaştı. Kendini tanıttıktan sonra; "Koruduğunuz kişinin ne iş yaptığını biliyor musunuz?" diye sordu bana. Biliyordum ama bilmediğimi söyledim. Adam; "Beyfendi! Sizin koruduğunuz kişi, bizim kayıtlarımıza göre pe..venk! Fuhuş yaptırıyor!" deyince; "Müdür! Devlet, bizzat yıldız vererek otellerde rahat zina yapılsın diye pe..venklik yaparken, turistin apış arasını korumak sana mı düştü?" diye fırça atmıştım! Bir dinci iktidardan sonra, bir başka dinci iktidar ve "Toplumda ilişkilerin daha rahat yaşanması" sâyesinde sokağa düşen ahlâk!
Birileri de; "BOP Eş Başkanı olarak bölgede bizim de görevlerimiz var!" diyerek habire  kilise açan dincileri, Genelev kapatmıyor diye suçluyorlar! 
Ve bu arada dinci hükümet, Haçlı ile birlikte Müslüman Suriye'ye vurdu-vuracak! Ya adamların umurunda değil! Ya da perdeliyorlar! Allah belânızı versin vesselâm...
"İsrâfil sûr urunca, mahlûk yine durunca,
Sen'in ününden başka kulağım işitmeye." (Yunus Emre)...
Selâm, sevgi, duâ...
Mustafa ASLAN

Cuma, Şubat 01, 2013

BAĞIMIZDA HIRSIZ VAR!...

GDO'lu çiçeklerle köksüz sarmaşıklar kontrolsüz büyüdü ve bahçeyi kapladılar nerdeyse!
'Farklılıkların farkında olarak ülke yönetimi'ne talip milliyetsiz milliyetçilerle AB ve ABD tarafından beslenen, Vatikan ve Pentagon tarafından ıslâh edilmiş GDO'lu  İleri Demokratlar ve Haçlı fışkısıyla gübrelenmiş ayrık otları, sarmaş dolaşlar!

Beş yıl önce, 22 Nisan'da, soyadı kendine yük ve hiç "Türk'üm" veya; "Ne mutlu Türk'üm diyene" dememiş Türk soyadlı biri; "Birinci meclis, şimdiki Meclis’ten daha renkliydi." diyerek güya, Kurucu Mecliste farklılıklardan oluşan farklı duruşlar varmış gibi bir vurgu yapmıştı! Türkiye'de benden başka itiraz eden çıkmamıştı!
Ertesi gün, yani 23 Nisan 2008'de
, Gâzi Vekillerin mesâi yaptığı Eski Meclis'te, her kesi şaşırtan bir olay olmuştu! "Önce Anıtkabir’de Türk ile tokalaşan ve sohbet eden Bahçeli, daha sonra Birinci Meclis Binasında DTP’li Hasip Kaplan’ı gördü. Kaplan, Bahçeli’nin arkasındaki ikinci sıraya oturdu. Ancak Bahçeli dönüp, Kaplan ile tokalaştı ve "Gel Hasip, yanıma otur. Burada seninle Meclis’in renklerini tamamlayalım!" dedi. Kaplan da ön sıraya geçerek, Bahçeli’nin yanına oturdu ve bir süre sohbet ettiler." şeklinde bir haber, millî hafızaya kaydedilmişti!
Bu olay, Azerbaycanlı Azaplı Mikail'in;
"Umûdum azaldı Gök Allahı'na,
Kanlı kılıç vermiş yerin şahına!
Başım zûlümkârın secdegâhına,
Eyirem ölürem, eymirem olmur!
"
dizelerini ve "Söylesem te'sîri yok, sussam gönül râzı değil!" diyen Fuzûli'yi hatırlatmıştı bana! Demek ki yüzlerce yıldır, benzer dertlerden muzdarîptik!
Son günlerde; "Deyirem ölürem, demirem olmur!" durumundayım! Söylemesem olmuyor!

Fikren, zikren benzeyen, milliyetperverlerle vatanperverler ayrıştırıldı! Yetmez gibi hem vatanseverler, hem milliyetçiler kendi aralarında parçalandılar! Ayrıştırılan, ötekileştirilen milliyetçi ve vatanseverleri uyarmak için sertçe dürtüklemek lazım ama yapamıyorum!
Yıllardır Allah rızâsı için çırpınıp durduk! Konuştuk olmadı! Sustuk olmadı! Kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyenlerin sayısı arttıkça GDO'lu kuklalar pervasızlaştılar! 
Nebâtât sessiz olur, yaprak hışırtıları dışında sesleri olmaz ama bu GDO'lu nebâtât, Ağustos güneşindeki kurbağalar gibi birlikte bağırmaya başladılar! Yapılacak tek şey, kurbağa gölüne bir taş atmak! Âcizane kurbağa gölüne bir taş atmaya niyetliyim. Umarım attığım taş, ürküttüğüm kurbağaya değer!...
Önce, Halîfe-i Râşidin'den olan Hz. Ömer'den bahsetmeğe çalışacağım. Mezhep, tarikat, cemaat taassûbu olmayan Müslüman bir Türk olarak, Hz. Ömeri çok dikkate alırım.
Ömer ibn-i Hattâb; yiyen, içen, nâra atan, aslan avcısı, kızları diri diri kuma gömen, puta tapan, tapmayanı zorla taptıran, öfkelenirse Kureyş'i evine tıkabilecek cesâmette bir Ömer...
Bu cesâmette bir kişi daha var: Amr bin Hişâm yani Ebu Cehil... 

Bu kişiler, gücün ve zorbalığın öyle zirvesindeler ki Hz. Peygamber(s.a.v.)'in, Allah(c.c.)'tan bu iki kişiden birini niyâz ettiği rivâyet edilir! 
Menfîliğin zirvesindeki bu iki kişiden Ömer ibn-i Hattâb, ne zaman ki Kelime-i Şehâdet getirerek doğru safa girer, olur Ömer-ül Faruk! Mü'min-müşrîk, müslîm-gayr'ı müslîm herkes tarafından Adalet timsâli sayılır. Bunu görünce Müslüman bir kişi olarak bende de kıssadan çıkardığım hisse başlar: Demek ki Ömer ibn-i Hattâb dahi olsa bir kişi, yanlış saftaysa yanlış tarifi alırmış! Demek ki akl-ı selîm herkes doğru zamanda, doğru safta yer alıp 'Yanlış!' tarifinden kurtulmak gayretinde olmalıymış diye düşünmeğe başlarım.  
Ebu Cehil safında kalarak yanlışta ısrar da var elbette. Sevâbı da günahı da sahibinindir!
Yıllardır dostlarımızla, arkadaşlarımızla, dindâşlarımızla hem-hâl oluruz. Sıkıntı ve şikayetlerde müştereğiz. Ümîd eder ve dilerim ki hem de sür'atle doğru zamanda, doğru zemînde saf tutarak yanlış tarifinden de müşterek kurtuluruz...
Siyasetin, hatır-gönül işi olmadığını biliriz! Kimseye, safını tayin gibi bir ukalalığa da soyunmayız. Yapacağımız sadece gönlümüzü, dostların ayakları altına atmaktır ki bugün itibâriyle başladık! İsteyen ezip geçsin gönlümüzü, "Of!" demeyiz. Ya da ayakları altına attığımız gönlümüzü alarak gönüllerine katacak ve bizi bahtiyar edeceklerdir inşallah...
Bî-tarafın ber-taraf olduğunu, yılların verdiği tecrübeyle biliriz! Bu yüzden fazlasıyla seçici, ziyâdesiyle temkînliyiz! Ama artık herkesin aklındakileri sormasının ve muhatapların da açık bir ifadeyle bu soruları, cevaplamasının zamanıdır! Geçen zaman, ömrümüzdür ama bilinmeli ki Türk Milletinin de istikbâlidir!

Dincilerin dini, demokratların milleti, Atatürkçülerin Atatürk'ü, milliyetsizlerin Türklüğü bitirmek için elele verdiği günümüz; hür akılların sür'atle bir araya gelmeleri zamanıdır! Saf tutmuş şer güçlere karşı bir Millî Cephe oluşturmanın zamanıdır!
İş, işten geçtikten sonra şikâyetlenmenin, mantığı yoktur! Oturursak, gelen bizi geçer ama biz de saf tutarak yürümeğe başlarsak hiç kimsenin bizi yakalama şansının olmadığını da yine en iyi biz biliriz...
Hadi Türk Milleti! Hadi serdengeçtiler! Hadi Yiğitler Allah aşkına! Bağımıza-bahçemize sahip çıkmazsak "Çiçek Bahçesi"nde manzara kötü Vallahi!
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN