Pazar, Ocak 29, 2006

ESKİYİP ESKİTENLERE !...

Yıllar sonra, birkaç günlüğüne de olsa -gençliğimizin büyük bir kısmını yutan- binlerce yıldır eskitilemeyen ama kendini eskitmeye niyetlenenleri, kimseye farkettirmeden eskitmeyi başaran İstanbul'daydım...
Her değişen belediye başkanı; İstanbul'u yenileme adına, İstanbul'u eskittiğinin farkına varmadan eskimişti...
İstanbul'un tarihe tanıklık eden her köşesi; yeni belediyecilerin yenileme adına yaptıkları alt-üst geçitlere tarihçe kafa tutmaya devam ediyordu ama; her yenilikçiyi kendine bile hissettirmeden eskitmeye devam etmişti ediyordu!...
Eskimeyen ve asla eskitmeyen Dostlarla birlikte olduk birkaç gün de olsa...
Birlikte olduğumuz insanlar; güzellerdi, özellerdi...
Ne eskiyenlerden ne de eskitenlerden değillerdi. Bu özelliklerinden dolayıdır ki onlarla geçirilen her saniye, her saat, her gün çok ama çoook güzeldi...
Aklıma; Yahya Kemal'e sorulan, "Ankara'nın nesini seviyorsunuz?" sorusu ve "Gittikçe İstanbul'a benzemesini..." cevabı geldi... İstanbul'dan bile saklayarak bıyık altı gülüverdim bu eskimeyen ve eskimeyecek soru-cevaba...
Ankara seksen, İstanbul üçbin yaşındaydı!... Bu iki şehri mukayeseyi zaten aklımın alması mümkün değildi. Bir şey çok açıktı ama: İstanbul, binlerce yıla kafa tutarak eskimemek adına direnirken; Ankara, İstanbul'a benzetilmek adına çok genç olmasına rağmen eskitiliyordu!... Ankara; Anadolu kültürlerinin buluşma noktası olarak ve büyüyerek eskirken; İstanbul, dünya kültürleri ile Anadolu ve Türk Kültürünü buluştururken eskimemek adına direnmeye devam ediyordu...
Her iki şehre; eskimek ve eskimemek görevi tarihçe verilmişti, her iki şehir de bu görevini aslanlar gibi yapıyordu!...
İstanbul'da eskitilemeyen ve asla eskitmeye tenezzül etmeyen Dostlarla, Ülküdaşlarımla birlikte oldum. Zamana inat biraz daha yenilendik hep beraber!...
Dostlarımın, Ülküdaşlarımın hepsi tekamülcü, hepsi terakkiciydi...
Değişmeyi, gelişmeyi, geçmişi inkar etmeyi düşünmeye bile tenezzül etmeyen bu yüzden de asla eskimeyen ve eskitilemeyen bu Dostlara; Yusuf Ziya Arpacık, Neşet Unkaracalar, Esadullah Öner, Zafer Özenek, Zafer Durak ve Erdem Karakoç adlarını temsilci ederek onların muhterem şahıslarında teşekkür edilmez de ne edilir?...
Her biri kendi dünyalarını, Ülkücülük Dünyası'nın birer merkezi kılarak zamana kafa tutmaya; eskitmeyi başarı zannederek insafsızca saldıranlara inat kimseye saldırmaya tenezzül etmeden kendilerini yaşamaya ve yaşarken Davalarını yaşatmaya devam ediyorlardı...
Bu güzel insanlar; büyüklüğünün ve büyüklüğü ile düz orantılı ağırlığının farkında oldukları mes'eleyi kaldırabilmek için taşın bir yerinden ellerini değil canlarını taşın altına koymuşlardı...
Bu özellikleri -yıllardır- zaten çok bilinirdi ve çok belirgindi. Bu yüzden eskitilemiyorlardı, bu yüzden kimseyi eskitmek gibi sinsi düşüncelere tenezzül bile etmiyorlardı...
Bir şeyi, bir daha, çok rahatlayarak müşahede ettim İstanbul'da; eğer kimseyi eskitmeye niyetlenmezseniz asla eskimiyorsunuz!... Eskitmemenin ve dolayısıyla eskimemenin tek ilacının da sevgi olduğunu, bir daha kavradım!...
Ya Rabb'im; bizleri sevginden ve sevgiden mahrum bırakma...
Bizleri, Türk Milliyetçilerini, Ülkücüleri sevmekten-sevilmekten ve sevginden mahrum etme ki; eskitmeye niyetlenerek sür'atle eskiyenlerin "Ülkü Devleri"ne güçleri -asla- yetemesin!...
Alanlardan, alınanlardan; satanlardan, satılanlardan; eskiyenlerden ve eskirken eskitenlerden kurtulabilmenin tek yeri ve tek sığınağı SEVGİ...
Şükürler olsun ki sevgimiz var seviyoruz ve sevdiğimiz için de sevdiğimiz kadar belki de daha fazla seviliyoruz. Ve yine bu sevgililik yüzündendir ki ne eskitilebiliyor ne de eskitmeye tenezzül ediyoruz...
Eskimeyenlere selam olsun...
Eskitmeyenlere selam olsun...
Selam olsun "Ülkü Yolu"nun Turan Süvarileri'ne...
Selam olsun Resulullah(s.a.v)'ın 21. yüzyıldaki "İhvanları"na...
Selam olsun unutmayanlara, unutmadıkları için unutulmayanlara...
Ve tabiki rahmetler, rahmetler, rahmetler olsun bu "Gönül Bağı"nın mimarı, Ülkücülüğün banisi ve manen hamisi Başbuğumuz Alparslan Türkeş'e...
Rahmetler ve selam olsun bu "Gönül Bağı"nın oluşması ve "İlayı Kelimetullah" uğruna şehadet şerbetini içerek binlerce yıllık Türk Milleti adındaki "Renkli Mermer"in renklerini oluşturan "Ülkü Kahramanları"na...
Yüreğimiz ağzımızda, ağzımız yüreğimizde muhabbet paylaşmamıza vesile olan Sebeb'e de hamdolsun...
Eskimeyin Dostlar!...
Siz "İşleyen demir pas tutmaz." gerçeğini ispatlarcasına cehd ederken; kimler eskitebilmek adına ne biliyorlarsa onu yapsınlar!...
Eskitmeye uğraştıkça eskidiklerinin bile farkında olamayacak bu feraset özürlülere, ayıracak zamanınıza Vallahi yazık olur...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH..
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Pazartesi, Ocak 23, 2006

MİLLİYETSİZ MİLLİYETÇİLER !...

Artık fikr-i sabitim oldu!...
Bana ya birileri cevap verinceye kadar, ya da kendi kendimi ikna edinceye kadar bağırıp-çağıracağım!...
CHP; Muhteşem Türk Atatürk'ün kurduğu bir parti olmasına, 6 ilkesinden birinin 'Milliyetçilik' olmasına rağmen onlarca yıldır "Milliyetçiyim." demedi!...
DYP; Menderes'ten beridir sağ ve sağcılık adına her tür söylemi kullandı ama "Milliyetçiyim." demedi!...Diğer sağcı partilerin tamamına yakını, "Muhafazakarız.","Sağcıyız.","Ümmetçiyiz.","Tutucuyuz.", gibi akla gelebilecek her türlü şeyi söylediler ama "Milliyetçiyiz." diyen çıkmadı!...
Sadece MHP;-Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş'in şahsında- siyaset sahnesine Türk Milliyetçisi olarak çıktı. "Milliyetçi-Toplumcu" diye bir tarif yaptı.
Ona da "Milliyetçiyiz." diyemeyen sağcı-solcu partilerin tamamı tarafından "Nasyonal Sosyalist." veya "Faşist" diye hücumlar yapıldı!...
Bu konuyu, Türk Milliyetçileri olarak bizler de teferruat sayarak veya önemsemeyerek göz ardı ettik!...
Bu memlekette Türk Milliyetçiliği'nin tehlike görülmesini, tüzüklerinde olmasına rağmen "Milliyetçiyiz." diyemeyenler, el birliği ile sağladılar!...
Muhteşem Türk Atatürk'ün 20. yy. şartlarında ortaya koyduğu devlet olmanın olmazsa olmazı kurallara sahiplik edemedik!... Onlarca yıl Atatürk'ün partisi CHP'de ki Atatürkçü olmayanların sağladığı hakimiyet yüzünden, "Milliyetçilik" ilkesi unutturularak CHP, 5 oklu bir parti olarak gösterildi!...
Sağcı ve muhafazakar kimliği ile arz-ı endam eden DP ve AP; saflarında başka, bölücü-şövenist milliyetçilere yer vererek Atatürk düşmanlığının beslenmesine yardımcı oldu!... Altemur Kılıç'la geçmişte birlikte cezaevinde yatarken Atatürk düşmanlığını ve intikam duygularını çekinmeden söyleyebilmiş A.Melik Fırat'ı Millet vekili ünvanıyla Meclis'e taşıdılar...
Daha sonra tek siyasi malzemesi Atatürkçülük olan solcu bir partimiz, PKK'nın siyasi temsilcilerini Meclis'e taşıdılar!..Bu siyasi bölücülük temsilcileri, Meclisteki yemin töreninde yaptıklarıyla Meclis tarihine ve tarihimize kara bir leke olarak düştüler!...Günümüzde de bu tarihimizin kara lekeleri, İnsan Hakları maskesiyle bir insanlık yüz karası ucubenin haklarını savunmak adına Kürtçülük- bölücülük yapıyorlar!...
Yaptıklarını; insan hakları ve AB dayatmaları arkasına saklanarak yaptıkları için bizler de aval-aval yaptıklarını seyrediyoruz!...
Onlar; ihanetleri tescillenerek idam edilen Şeyh saitlerine, Şeyh Rızalarına, hain-bebek katili-bölücübaşlarına sahip çıkarken bizler; Devletimizin kurucusu, Muhteşem Türk Atatürkümüz ve silah arkadaşlarını sahipsiz bırakıyoruz!...
Bize ısrarla fanatik parti taraftarlığı yaptırıyorlar ve bizler de bu oyuna gönüllü olarak alet oluyor ve her defasında düşüyoruz!...Bu apaçık oyunlara düştük, düşüyoruz ve korkarım daha düşeceğiz de!...Hiç bir partinin, kimsenin; kendi hatasını görmeye ve kabullenmeye niyetleri yok!...
Her kes kendi yanlışlarına ideolojik bir ad koyarak, yanlışlarını ısrarla savunmakla meşgul!...Çok gariptir bizler de Millet olarak ne bu yanlışları, ne de bu yanlışlarını savunanları görmedik, görmüyoruz ve korkarım görmeyeceğiz de!...
Bu kadar gafletin, bu kadar dalaletin içinden de elbette ihanetler başarılı görünerek çıkacaklar!..
CHP'de, MHP'de ve DYP'deki birbirinin aynısı rahatsızlıkların tek sebebi de işte bu aymazlık!...
1980 öncesinin siyasi kamplaşmaları yüzünden 7 kişiyi, 7 solcuyu öldürdüğü iddiasıyla 7 kez idama mahkum edilmiş ülkücülerimiz varken; güvenlik güçlerimize, askerlerimize tek mermi atmadan banka soydukları için idam edilmiş Devrimcilerimiz varken ve bu uygulamalar adalet adına hukuk eliyle yaptırılmışken; 35.000 insanımızın katili bir şerefsizin, insan Hakları savunulurken yüreklerimiz incinmiyor!...
Sağcısı da, solcusu da, milliyetçisi de, ümmetçisi de ister parti ister dernekler adıyla bu insanlığın yüz karasının savunulmasına sessiz kalınca milliyetçiliğim, tahrik oluyor!...
Kürtçülüğün, Ermeniciliğin, Rumculuğun daha bilmem neciliğin İnsan Hakları maskesiyle siyasi malzeme yapıldığı, siyasi malzeme yapılmak istendiği vatanımda Türk Milliyetçiliğinin tehlike görülmesindeki mantığı anlayamıyorum!...
Atatürkün kurarak Türk adını koyduğu Devletimin yetkililerinin; son zamanlarda ayyuka çıkan Milliyetçilik ve Devlet düşmanlığına seyirci kalışlarını, hazmedemiyorum!..
Siyasi "Sindiremiyorum." cuları da ben sindiremiyorum!...
Artık CHP; 6 okundan biri olan Milliyetçilik ilkesini, öne çıkarmalı...Artık sağcıyım diyen partiler; halk arasındaki fısıltıyla söyledikleri 'Milliyetçiyim.' söylemlerini, propoganda malzemeliğinden kurtararak ilke olarak açıklamalı...
Artık MHP; Türk Milliyetçiliğinin aksiyoner hale gelmesindeki ilk hatta tek görevini süratle hatırlamalı ve bunu belli etmeli...Artık milliyetsiz milliyetçiler(!), millete deşifre edilmeli..
Şövenistlikten, faşizan heveslerden milleti arındırarak, Millet olabilmenin mantığıyla, heyecanıyla Milliyetçilik yaparak bütünleşme seferini başlatmak lazım...Bunu başaracak malzeme ve heyecana sahip tek parti de yine MHP..
Türk Milliyetçiliğini siyasi arenaya taşıyan, milletle devlet arasında balans görevi yapan, Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş'in; "Onlar ne kadar Kürtse ben de o kadar Kürdüm. Ben ne kadar Türksem, onlar da o kadar Türktür..." şeklindeki yüz yılın vecizevi söylemini, canlandırmak bile MHP'ye yeter..
Artık Millet, milliyet, din, iman, sağcılık, ümmetçilik söylemleriyle Milletten oylarını aldıktan sonra; Türklüğünden rahatsız olanların, alt-üst kimlik arayışlarında bocalayanların, Millete anlatılması gerek...
Milletimizin adı Türk, Vatanımızın adı Türkiye, devletimizin adı da Türkiye Cumhuriyeti Devletidir...
Bundan rahatsız olanların kollarından tutan da yok!....
Ne mutlu Türk'üm diyene...
TEVEKKELTÜ A'ALALLAH...
Selam ,sevgi,dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@hotmail.com

Cumartesi, Ocak 21, 2006

AKP'Yİ SANDIĞA GÖMEN ADAM...

İlklere imza atan, rekorlar üzerine rekorlar kıran bir Hükumetimiz var hamdolsun!...
"İnadına" gibi; altı-üstü, sağı-solu boş bir sloganla iktidar olmakta ilkler!...
Takıyyeyi siyasi lügatimize kazandırmak ta ilkler!...
Takıyyeyi ilm-i siyaset olarak uygulamak ve tarif etmekte ilkler!...
Millet acından can çekişirken, ekonomik büyümede rekorlar kırmada ilkler!...
Kuş Gribi gibi komik bir salgın mağdurunu önce zatürre diye tanımlayıp, sonra Kuş Gribinden ölen ilk insan olarak tarih yapmakta ilkler!...
Alk kimlik-üst kimlik gibi uyduruk ve gereksiz bir uygulamada ilkler!...
Cezaevinde, hükmü kesinleşmiş ve sadece ceza çekmesi gereken 40.000 kişinin katili ve Devlet-Millet haini bir hükümlünün avukatları vasıtasıyla gönderdiği mesajları anlamakta ilkler!...
Cezaevindeki bir hükümlüden korkmakta ilkler!...
Cezaevindeki hükümlü bölücübaşının söylediği "demokratik çözüm" önerisini çok iyi anlayarak söylem benzerliğinde ilkler!...
Karakolda doğru söyleyip, mahkemede şaşmakta ilkler...
Hükumetimiz, ilkleri yapmaya doymuyor!...
Futbol Federasyonu başkanlığı Seçimlerine müdahil olup, spora siyaset katmakta da ilk oldular...
Bu kadar aktif, bu kadar cevval, bu kadar rekortmen Hükumetimizin ne hikmetse iki küçük(!) meseleye gücü yetmedi...
Yaygın basından bir köşe yazarımızın söylediği ve çok hoşuma giden; "Bu güçlü Hükumetin güç, performans ve istikrarının içine, bir hasta tavuk çıktı ve pırt etti!.." şekliyle anlatılan; korkunç bir felakat hatta asrın felaketlerinden olarak tarif edilmesine rağmen çıktığı günden beri 3-5 ölüm vakasına neden olan bir "Kıran"a, kuş gribine güçleri yetmedi!...
Bir de Haluk Ulusoy diye bir serdengeçti çıktı ve Devlet Bakanının; "Başbakanımız da böyle düşünüyor." diye ültimatom vermesine rağmen; toplam 211 oyun kullanıldığı bir başkanlık seçiminde, bu rekortmen Hükumetin otoritesini, yenilmezliğini bitirdi!...
Yarın hükumet olmanın yaptırımlarını kullanarak bu seçimi yeniletseler de, yeni seçimi Deli Yürek haluk Ulusoy'a kaybettirseler de; Haluk Ulusoy adındaki cesur adam, AKP'lilerin kendilerine yakıştırdıkları yenilmezlik unvanlarına son vermiştir...
Ben abaşka bilmem, başka anlamam...
Haluk Ulusoy'u medya ve basından tanırım...
Türk Milli Takımımızı Dünya Devlerinden biri olarak dünyaya kaul ettiren federasyon başkanı olarak hatırlarım...
Federasyon içindeki uygulamalarını, yaptırımlarını ve yaptıklarını bilmem ama; AKP'lilerin yanlış saydığı uygulamalarla Türk Milli Takımını Dünya Devi yaptığını bilirim ve AKP'ye ilk seçim yenilgisini yaşatmasıyla da Başkanlıktaki başarısının tesadüf olmadığını ispatladığını bilirim...
Devlet Bakanı Başbakan Yardımcısı Sn.M.Ali Şahin ne yaparlar, onun ağzında taraf olduğu açıklanan Sn. Başbakanımız ne yaparlar bilemem...
Ama haluk Ulusoy'un vatandaşlık haklarını vatandaş bilinciyle kullanarak, kendilerini yeni bir hanedan zanneden AKP'lilere mükemmel bir demokrasi dersi verdiğini, bilirim...
Herşeyin bir ilki vardır biliriz...
Bu seçim yenilgisi de bir ilktir... Artık AKP'nin seçimler kaybetmesi, hiç kimseyi şaşırtmaz...
AKP; seçim kaybetmeye başlamıştır.
Bu kayıpların devamı gelecektir...
Yeter ki başta MHP olmak kaydıyla diğer partiler, yaygın basından bir gazetenin kendi kendine yaptığı bir mini seçim sonuçlarını açıklamasıyla, baraj geçtik sevincine kağılarak gevşeme gafletine düşmesinler...
Bu mini başkanlık seçimi, Milletin AKP'ye vereceği dersin hatırlatması ve millete verdiği moral aşısıdır...
Bu aşının adı da AKP'yi sandığa gömmeyi başaran Haluk ULUSOY'dur...
Tebrikler ve başarılar ULUSOY...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Cuma, Ocak 20, 2006

MENSUBİYETİMİZİN SİTEMİ !...

Bir sitemdir bu bizimki; sevgiyle beslenen, saygıyla yüklü...
Sadakat ve mensubiyet, apaçıktır bu sitemlerimizde!...
Babaca evladını korurcasına, evlatça babadan umarcasına...
Bilirimki küsenleri çok ayıplayan bizim, küsme lüksümüz olamaz. Bilirim ki "Kızgınım." diyenlere çok kızan bizim, kızmak gibi bir kolaycı ekstramız olamaz!...
Çocukluğumda ailemin, gençlik ve delikanlılığımda Teşkilatlarımın yaramaz-haşarı-afacan çocuklarındandım. Yaşlanan bedenime inat gönlüm, yaramaz-afacan çocukluğundan vazgeçemiyor!...
Yaşım kaç olursa olsun yaptıklarım ve yaşadıklarım Allah(c.c.)'ın da nasibiyle bu afacanlığımdandır...
Çocukluğumda sevdiğim oyuncağımı elimden almaya Babam'ın bile gücü yetmezdi!... Ve Babam'ın elimden alamadığı oyuncaklarımın başında -çok özenerek yaptığım- ok ve yayım gelirdi!... Kıymetli oyuncaklarım; Afacan Çocukça ve güç yetmez korumam altında olduğu için hep bende kalırdı!...
Enikliğinden itibaren alarak ellerimle besleyip büyüttüğüm; Anam'ın yrtmişe yakın tavuğunu yiyen, komşumuzun eşeğini parçalayan kurdum da korumam altındakilerdendi!...
Elimde ok ve yayım, yanımda kurdumla mahalleye çıktığımda, "Tarkan"la yarışır, Kürşad'ın 41.nci yoldaşı olurdum!...
Afacan çocukluğumun güç yetmez koruyuculuğunda geçen hayatımda, herşey çok kolaydı. Bu güvenceyle adım attığım gençliğim ve delikanlılığımda da; zorlar, olabilir; imkansızlar, kolaydı!... Çünkü Babam ve sülalem arkamdaydı ve beni hiç bir yerde Teşkilatım adına yalnız bırakmayan Ülküdaşlarım vardı...
Türk'üm demenin yasak olduğu yerlerde parti ve teşkilatlar kurduğumda da; teşkilat kurduğum için üzerimize yapılan saldırılarda kıyametler koparacak güçte olduğumda da arkamda, Teşkilatım adına beni yalnız bırakmayan Ülküdaşlarım ve ülkenin en ücra köşesine Parti Genel Sekreteri Av. Nevzat KÖSOĞLU Bey'i görevlendirerek gönderecek kadar Babacan-Teşkilatçı bir Başbuğum vardı...
Yaşadıklarımızı anlatmamıza -yıllardır- edebimiz ve Teşkilat adabımız mani oldu.
Rabb'im'in de dileğiyle çok çetin, çok zor geçen günler yaşadım ama hiçbirinden nadim ve şikayetçi olmadım Elhamdülillah...
Allah(c.c.)'ım'ı şahit tutarım ki; çok çetin ve zor geçmesine rağmen çok kolaylıkla unuttuğum ve gülerek sohbet konusu edebildiğim günlere inat bir gün yaşadım ki, yaşadığım zorların hepsinden zor geçti!...
31 Aralık 2002 Cumartesi Günü, hayatımın en zor günü olarak nam aldı!...
Uzun yıllardır tanıdığım iki kardeşin teklifiyle ve yıllarımızın verdiği "Nereye?" sorusunu sormama alışkanlığımla; davetsiz olduğum ve randevusuz bir ziyaret yaşamaya mecbur edildim!...
Hiç üzerime alınmamam gerekmesine rağmen en yetkili ağızdan çıkan; "Herkes Ülkücü Hareket'ten alacaklı, hiç borçlu olan yok!...Bu nasıl iştir?.." şeklindeki haklı sözler ve söyleyiş tonlaması günlerdir kulaklarımda çınlıyor...
Memur olsam çoktan emekli olmam gereken; tüccar olsam kar-zarar defterimi kapatmış olmam gereken bir yaştayım. Sahibi'ne emrettiği gün ve saniyede teslimi beklediğim canımdan başka bir emanette taşımıyorum...
Ama bütün Ülküdaşlarım gibi benim de ödenmesi mümkün olmayan bir borcum var.
Bu borcumu da en az 15 yıldır defalarca yazarak, sayısızca da söyleyerek ilan eder dururum...
Rahmetli Başbuğum'a ve Teşkilatlarıma ödenmesi mümkün olmayan bir "Kişilik" borcum var!...Başbuğum ve Teşkilatlarıma borçlu olduğum fikri bir kimliğim var!... Türkiye'nin hatta dünyanın neresine yolum düşerse düşsün kendi evim gibi girebileceğim "Ülküdaş Evleri"m var.
Ülküdaşlarımın haricinde dünyada hiç kimsenin, hiç bir aşiretin sahip olamayacağı kadar kalabalık ve sadık bir Ülküdaş Ailem var. Bu tarifsiz ve hesapsız zenginliği -arzettiğim gibi- Başbuğum ve teşkilatlarıma borçluyum.
Bu borcun asla ödenmeyeceğini, ödenemeyeceğini çok iyi bilenlerden ve bu bocumla iftihar edenlerdenim.
Bu borcun ve bu zenginliğin tek karşılığının da "İTİRAZSIZ İTAAT VE YORUMSUZ MENSUBİYET" olduğunu da Başbuğum ve teşkilatlarımdan öğrendim hamdolsun...
Bu bilincim yüzündendir ki kimseci değilim, olmam da, olamam da!...
Bu bilincim yüzündendir ki Teşkilatıma, Ülkü Ocakları'na bir halel gelmesinden Allah(c.c.)'a sığınırım...
Bu bilincim yüzündedndir ki sadece ama sedece teşkilatlarımdan yanayım...
Bir yerlere teşkilatlarımızca taşınan, hatta Ülküdaşlarının hiç yüksünmeden verdiği omuzlamalarla seçilen ve kendilerini seçilmiş değil seçkin sanan, kendilerini dünya merkezi zannetme gafletine veya beşeri zaafiyete düşen arkadaşlarımıza rağmen Bizler, Ülkücüler Camiamıza "Kimlik" borçluyuz, "Kişilik" borçluyuz ve Elhamdülillah bu borcumuzun da herzaman şerefle farkındayız...
4-5 yıldır hazır olmasına rağmen bastırmama Teşkilat Adabımın, Ülkücülük Edebimin izin vermediği, adı bile hazır olan "YİTİK ZAMANIN OYUNCAKLARI" isimli kitabımı, artık bastırmalı mıyım diye düşünmeğe başladım yine!...
Edepli Ülküdaşlarımı altını çizerek tenzih ederek yaşamayıp duyduklarını, yaşamışçasına anlatan çakaralmazların, duygu sömürücülerinin, edepsizlerin, yalancıların, sahtekarların, Ülkücülükten geçinenlerin bildiğim kadarıyla hallerini ayan etsem mi diye düşünüyorum?
Her neyse!...
Herşeye rağmen incinmişliğimi, rafa kaldırmak istiyorum bir daha...
Bu konuyu; hayatımın her milimetresinde olmasıyla iftihar ettiğim Ülkücülüğüm dolayısıyla Başbuğum'a, Teşkilatlarıma kimliğimi, siyasi kişiliğimi borçlu olduğumu -bir daha- ilan ederek kapatıyorum...
Hayatım boyunca lazım olduğum zaman; lazım olduğum yerde ve lazım olduğum şekilde teşkilatlarımın emrinde oldum. Bu mensubiyetimin ve teslimiyetimin gereği idi...Hiç te davet beklemedim... Bu halim, son nefesime kadar devam edecek.
Ülkücü olarak doğdum, Ülkücü olarak büyüdüm, İnşallah Ülkücü olarak ta öleceğim...
Umarım teşkilatlarım; benim yaşımdaki bedenleri kocamış, yürekleri hala afacan çocuk olan aksakallarına hiç ama hiç ihtiyaç duymaz ve bizler de büyümesine asla izin vermeyeceğimiz "Afacan Çocuk" yüreklerimizle, menzile doğru seferimize devam ederiz...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com

Çarşamba, Ocak 18, 2006

ÖZÜRNAME !...

Sevgili Servet Kabaklı Kardeşim;
Ülküdaşım;
Söze sizden özürle başlamak isterim.
Boks yapmadım. Ama boksta dereceler almış, dünya çapında isim yapmış çok kıymetli Ülküdaşlarım ve Dostlarım oldu. Onlar sayesinde boksu, boks yapanlar kadar bilir ve "Dövüş, seyredene kolay gelir." mantığıyla -belki- onlardan fazla severim!...
Boks yapan; çıktığı müsabakada düşürücü ve puan alıcı yumruklar atabilmek düşünce ve gayretinde olur. Ama umulmadık bir anda, kendi verdiği açık yüzünden yiyeceği kuvvetli yumruklara karşı da hazırdır. Yiyeceği yumruğun tazyikini bilmediği için de en kuvvetli yumrukla bile düşmemek için özel çalışmalar yaparlar. Antrenmanlarını, çok kuvvetli yumruklularla yaparlar...
"El yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu balyoz zanneder!..." sözü, -sanırım- en fazla boksörlere uyar.
Bu mantık, bu çalışmalar ve bu heyecan boksörün boks sporunu bırakmasına kadar devam eder...
Boksörlerin, boksu bıraktıktan sonraki hayatları benim daha fazla ilgimi çeker!...Hafızalarda iz bırakmış ve ziyadesiyle maçlar yapmış boksörler, dost muhabbetlerindeki anlattıklarıyla Hoca Nasrettinlere taş çıkartırlar!...
Uzak oluşum yüzünden izin alamadığım için adını veremeyeceğim dünya çapında bir boksör ağabeyim var. Kulaklarını sitayişle çınlatarak, ondan dinlediğim bir maç sonrasını aynen nakledeyim:
"Kübalı; nereme, ne ile, ne zaman, nasıl ve neyle vurdu bilemedim!... Aklım başıma hastanede geldi. Ben hala dövüştüğümü sanıyordum!..." diye kahkahalarla anlatırdı...
Yıllardır; "......Ben hala dövüştüğümü sanıyordum!.." cümlesine güldüm durdum...
Bir neslin -maalesef- temsilcilerinden, bir Ülkücü olarak, kendimi hala dövüştüğünü zanneden nakavt olmuş boksör gibi hissediyorum!... Yaklaşık kırk yıldır Ülkücü olarak yaşarım. Camiamla birlikte -siyaseten- başarının hazzını da, hezimetin azabını da yaşadım.
Yaşadığımız seçimlerden sonra; bir sonraki maça -seçime- hazır olmak için ağır antrenmanlar yapardık, ağır antrenmanlar yapardım...Okurduk, okurdum...
Jübile; hiç aklıma getirmediğim bir bitişti!...
Benim taraftarlığım, partizanlığım, fanatizmim ölünceye kadar sürecek zannederdim!...
Bir sefere, bir Kutlu Sefer'e çıkılmıştı ben doğmadan önce. Rahmetli Babam, rahmetli Amcalarım ve eksiksiz bütün sülalemle bu sefere katılmıştık ve ben bu sefer içinde doğmuş doğmamla beraber de bu sefere katılmıştım...
Süvariydim!...
Sefere katıldığım atımda benimdi, doğarken katıldığım seferim de!... Çok kendimin olan bu sefer boyunca yüzlerce de yol arkadaşım, Ülküdaşım, can Dostlarım olmuştu hamdolsun...
Kutlu Seferimizin yakın hedefine çok yaklaştığımız bir zamanda, çok kötü bir "4 Nisan"da üstümüze gök kubbe çöktü!...
Doludizgin at salan Süvarilerin azametinin üzerine bir de gök kubbenin ağırlığı eklenince, bu ağırlığa yağız yer de dayanamadı sanki!...
Başsız, Başbuğsuz kalan süvariler olarak panikledik!...
Kim, ne zaman, neremize, ne ile vurdu anlayamadan aklımızı hastanede başımıza topladığımızda; "....hala dövüştüğümüzü" zannediyorduk!...
İşin garip gerçeği, hala mücadeledeydik ama gelen de vuruyordu bize, giden de!... Yıllarca yaptığımız ağır antrenmanların kazandırdığı metanetle, bu kuvvetli darbelere dayandık sadece!... Çünkü; " Kavgada mühim olan kuvvetli vurmak değil, kuvvetli darbelere dayanmaktır." öğretisi, gerçek özelliğimizdi!...
Dayanmasına dayandık ama başsızlıktan, Başbuğsuzluktan bir gerçeği, fark edemedik!...
Biz; rakiplerimizin, devlet-millet düşmanlarının kuvvetli darbelerine karşı müteyakkızdık. Antrenmanlarda, Ülküdaşlarımızdan alacağımız, çok kuvveti darbeleri asla düşünememiştik bile!...
Başsız, Başbuğsuz; bu ağır darbeler aldığımız antrenmanlara devam ettik epeyce...
Hocamız, rehberimiz değiştiği için antrenörlerimiz de değişmişti!...
Değişik ama Ülkücü her antrenörün, kendine has özellikleri ve uygulamalarına şahitlik ettik!...
Kimimiz Türkeşçilik'te ısrar ederken; kimimiz Bahçelici, kimimiz şu'cu, bu'cu, o'cu olduk!... Farkında olmadan yıllarca birlikte müşterek hasımlarla mücadele için antrenman yapan bizler; artık kuvvetli yumruklu antrenman arkadaşlarımızı, hasım görmeğe başladık!...
Sert antrenmanlarımıza müdahele edenimiz olmadığı veya varsa da birden fazla oldukları için; birbirimize çok sert darbeler vurmağa başladık!...Her sert darbe aldığımızda; kuvvetli yumruklu Ülküdaşımızı da onun hocasını da hasım ilan ettik!...
Bu yüzden de birlikte hareket alışkanlığımızla topladığımız % 18,5'luk oylarımıza sahip çıkamadık!... % 18,5'luk oylarımız; ÇOK SAHİPLİLİK YÜZÜNDEN, SAHİPSİZ KALDI ve baraja takıldık!...
Gözümüzü hastanede açtığımızda ".....hala dövüştüğümüzü" sanıyorduk!... Oysa artık dövüşmüyor sadece darbeler alıyorduk. Geçmişteki sağlam antrenmanlarımızın verdiği dirayetle düşmüyor, dayanıyorduk sadece!...
Bu zorla ayakta kaldığımız süreçte, bütünlük adına zamansız konuşanlara tepki verelim dedik, tepki verdik!...
Tenkit ederken tahrip edenlere karşı olalım dedik, karşı durduk!...
"Her Türk Milliyetçisi, MHP'de siyaset yapmalıdır.MHP'de siyaset yapan milliyetçiler, Teşkilatlara ve Genel Başkanlara biat etmeli dedik, önce biz biat ettik!...
Antrenörlerinde, akıl hocalarında keramet vehmeden Ülküdaşlarımızın uyarılması gerekir dedik, uyardık!...
Mevcut teşkilatlar ve Genel Başkana muhalif olanların toplandığı yerleri, "Ülkücülükten geçinenlerin adresleri" olarak bildik ve ulaşabildiğimiz her yerde böyle açıkladık!...
Biz; Turan Süvarileri idik. Bizim Kutlu Seferimiz vardı. Kervan, -bize göre- yolda dizilmezdi. Kervanımız vardı ve seferdeydi. Kimsenin kervanı terk etmesinin mantığı olamazdı. Bu mantıksız kopmalara müdahele edilmeliydi, ettik!...
Her biri bir Ülkü Devi olan bu Dostlarımıza müdahele ederken silahımız, saygımız; şiddetle uyguladığımız cezamız SEVGİMİZ'di, yol arkadaşlığı hakkımızdı!...
Etkimizin gücü kadar, kopmalara mani de olduk elhamdülillah...
"Başkent Ankara Mitingi" öncesi; aynı tarihte Erzurum'da yapılacak bir konserin yakışık almayacağı, şık olmayacağı düşüncesiyle, Ülküdaşlarımızla hak etmediklerine inandığım çekişmeler yaşadık!...
Bütün bunları, son bir yılda yaşarken tek hedefimiz vardı BİRLİK; tek amacımız vardı ALLAH RIZASI...
Beklediğimiz tek ödül "Allah(c.c.) razı olsun." du!... Teşekkür almasak ta olurdu.
Sanırım bu cehdimiz; antrenman yaparken sert yumruğumuzu, hasmane sayan, alıngan Ülküdaşlarımızca, bir yerlere yanlış aktarıldı.
Ve yine sanırım bu yüzden emeklerimiz yanlışa yorumlandı!...
Yanlış yorumlandığımızı, yanlış anlatıldığımızı öğrendiğim 31 Aralık 2005 Cumartesi günü itibariyle; politika ile uğraşanlarla -kim olursa olsun- sıcak irtibatımı kestim!...
Bana Ülküdaşlarımın varlığının yeteceği gerçeğini -bir daha- öperek baş tacım ettim...
O günden beridir de Birlik adına, bütünlük adına, teşkilatlarımıza katkı adına yaptığım çekişmelerde kırdığım Ülküdaşlarımdan özürler diliyorum...
Sevgili Servet Kabaklı Kardeşim;
Çok Muhterem Ülküdaşım; başta şahsınız olmak kayd-ı şartıyla şahsınızda bütün Ülküdaşlarımdan özürler diliyorum.
Çünkü biliyorum ki yarın tabutumun altında siz Ülküdaşlarım olacaksınız. Politikayla uğraşanların akıllarına bile gelmeyeceğiz biliyorum!...
Lütfen özürümü kabul edin...
Teşkilatlarımdan -da bilmeyerek yaptığım hatalarım varsa- özür dilerim.
Evet Sevgili Ülküdaşım;
Evet sayın Kabaklı; sizin tesbitinizle "BİZLER BU DAVA'NIN SADECE SEÇMENLERİYİZ..." tesbitine, yüreğine, duruşuna ve Ülkücülüğüne Eyyvallah!...
Ve yine tabiki seçmenliğim gereği; "İnadına, inadına, inadına Ülkücüyüm. İnadına MHP..."
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Pazar, Ocak 15, 2006

BİZİM SEFERİMİZ VAR !...

Değerli Dostlar;
Öncelikle geçmiş Kurban Bayramınızı tebrik eder, Allah(c.c.)'tan hayırlara, huzura, dirlik ve birliğe vesile etmesini niyaz ederim...
Bu konuyu, bu meseleyi sadece izlemek kararındaydım.
Ülkemizin ve devletimizin devasa meseleleri varken; eden ve ettiği kadar çeken birisi hakkında yaratılan suni ve gereksiz gündemlerle ilgilenmenin abesle iştigal olacağını sanmıştım...
Ama konu mankenliğine hevesimizden ve meseleyi ciddiye alan bizzatihi tanıdığım Dostların da rahatsızlığından hareketle, konuya müdahil olmak istedim...
Kim, ne derse desin!...
Kim, nasıl tanımlarsa tanımlasın!...
Herkes, en iyi kendisi bilir!... Ve aynaya bakan kendini görür...
Affetmeyi bilmeyen zalimler; affa muhtaç olduklarında tek kelimeyle -çukurlaşarak- yalvarırlar!...
Ülkücü Hareket ve Ülkücüler; yaklaşık kırk yıldır rüştünü ispatlamış, içindeki safra ve tafraları da atarak Allah Rızası için yoluna devam etmektedir...
Kiralık ve başarısız bir suikastçı ile yeniden sanal ve suni gündemler hazırlamak isteyenler; aslında bu başarısız ve meczup -veya meczup numarası yapan- kişinin, Ülkücülük ve Ülkücü hareketle yakından uzaktan alakası olmadığını pek ala bilmektedirler!...
Ama işlerine öyle gelmektedir. Bu yüzden de suni gündem konusu olarak bu başarısız,kiralık adamı ele almaktadırlar!...
Bilmeden uzaktan kumandalı, "Dolma kalemler"in işgalindeki Yaygın Basının etkisinde kalan kardeşlerimiz de ellerinin ulaştığı yerlerde ve köşelerde, bu gibi düşüncelerini serdetmektedirler!...
Olağandır, normaldir!...
Elbette "Çakalın kurt taklidi, leş görünceye kadardır." gerçeğini bilseler, sapla samanı illaki ayırt ederler...
Ayırt edince de ya hemen özür dileyerek büyürler, ya da susarlar...
Dava Adamı'ndan gayrımeşru yaşayan çıkmaz!...
Dava Adamı'ndan kiralık katil çıkmaz!...
Dava Adamı'nın aklında dünyevi işler olmaz!...
Dava Adamı'nın seçilmek ve seçilebilmek için de listeye girmek uğruna bir yerlere yalakalığı olmaz!..
Dava Adamı; kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın, Allah Rızası için çıktığı veya katıldığı seferde arkasına bakmadan yürür...
Dava Adamı; barış zamanında herkesle barışıktır ama "Su uyur, düşman uyumaz." öğretisiyle de her zaman müteyakkızdır...
Dava Adamı; Ülkücüdür dolayısıyla da kahramandır...
Dava Adamı; kahramanlığının, kahramanca ölümüyle başlayacağını da bilir, bu yüzden suskundur dava Adamı!...
Elbette "İt ürür kervan yürür.."...
Bizim peşimizden konuşmasalar, bizim arkamızdan atıp tutmasalar rahatsız olalım!...
Bizi çekiştirmezlerse, "Ne oluyoruz?!.." diye soralım ve şaşıralım...
Türkiye; parsel parsel satılıyor!...
Türkiye; Batı karşısındaki azametli duruşundan uzaklaştırılıyor!...
Türkiye'ye Haçlı ile ortak davranarak,-AB'ye girebilmek uğruna- kapıkulu tavırları yaptırılmak isteniyor!...
Türk Milletinin meselesi, budur...
Türk Milletini rahatsız eden şeyler, bunlardır!...
Türk Milletinin ve Ülkücü Hareketin; ne kuş gribi gibi suni bir afetle, ne de başarısız kiralık bir katille işi olmaz, olamaz!...
Yine Yaygın Basın ve "Dolma Kalemler" işlerine geleni söylemeye devam edeceklerdir. Etsinler de!...
Meselemiz değildir, meselemiz değillerdir!...
Ama onları kiralık eden, onları "Dolma Kalem"leştiren sebepler, elbette meselemiz olmaya devam edecektir!...
Çünkü bu Kutsal Davanın Banisi, Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş;" Bu ülkenin Cumhurbaşkanından, genelev kadınına kadar insanının mes'elesi, mes'elemizdir." diye buyurmuş ve Ülkücülere böyle öğretmiştir...
Suni gündemler oluşturmaya çalışan, suni kişiler de bizim meselemiz değillerdir!...Ama onları böylesi basit işlerle uğraşmaya mecbur eden sebep; çok ciddi olarak meselemizdir...
Çünkü bizim işimiz, budur...
Çünkü bizim işimiz; Ülkücülüğü yaşamak ve yaşayarak bir kaç kişiye daha öğretmektir... Kaç kişiye daha öğretebilirsek, kaç kişiyi daha bu Allah Rızasına sefere katabilirsek o kadar Ülkücü olduğumuzu da biliriz...
Kimler ticaret yapacaklarsa yapsınlar.
Kimler alınıp satılacaklarsa, işlerine baksınlar!...
Kimler politikaya soyunacaksa ve politikaya soyunabilmek için nerelere yakın olmaları gerektiğine inanıyorlarsa oralara yanaşsınlar!...
Bizim yani Ülkücülerin; böyle günübirlik sıkıntılarımız olmadı, olmuyor, olmayacak ta!...
Yaşadığımız devirler gereği; solcu olabilecekken, devrimci olabilecekken, serseri olabilecekken, gayr-ı meşru babalardan olabilecekken, günü birlik yaşayan lümpenlerden olabilecekken, sıkılınca gömlek değişen takıyyecilerden olabilecekken; bize Ülkücü olmayı nasip eden Allah(c.c.)'ımız'a şükreder, bizleri sokaklardan toplayarak Ülkücüleştiren Başbuğumuz'a da Allah(c.c.)'tan sonsuz rahmet ve mağfiretler dileriz...
Ülkücülerin içinden ne kiralık adamlar, ne kiralık katiller, ne dolma kalemler, ne de kimin atına binerse onun düdüğünü çalan eyyamcılar çıkmaz!...
Bizim başka ve büyük işlerimiz var!...
Meczup, başarısız, kiralık katil yeni İncili'ni yazsın, isteyenler de istedikleri kadar böylesi suni gündemleri ciddiye alsın...
Biz işimize bakarız!...
TURAN Hedefimiz'e, KUR'AN rehberimizle ve aarkamıza bakmadan yürür dururuz..
Biz hedeflediğimiz, helal süt emmiş insanlardan başarabildiğimiz kadarına inandığımız doğrularımızı anlatmaya ve onları da Kutlu Sefer Kervanı'na katmaya devam ederiz...Bizim seferimiz var...
Gerisi Rabb'im'e kalmış...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ocak 14, 2006

BAŞARISIZ PAPA SUİKASTÇİSİ !...

Konu mankenliğine neden bu kadar hevesli oluruz? Bunu anlamakta sıkıntı çekerim!...
Büyük senarist mi, bilmem her kimse, bize istediği zaman istediği işle meşguliyet gibi bir alışkanlık kazandırmış!...
Açlık,yokluk, işsizlik, ekonomimizin İMF ve Dünya Bankasına bağımlılığı falan meselemiz değil!...
Çıktığı ve hızla yayıldığı söylendiğinden beri, bütün dünyada toplam ölümlü hastalık sayısı beş olmasına rağmen; günlerdir milleti Kuş Gribiyle yatırıp kaldırdılar!...
Kuş Gribi; rekorlar kırdığı(!)mız ekonomimizi, dünyayı küçülten Başbakanımız'ı, -sevenlerince- son elli yılın en başarılısı sayılan Sağlık Bakanımızı, "Gözünüzü toprak doyursun!.." diyerek çiftçilerle mükemmel anlaşan Tarım Bakanımızı ekarte etmesine rağmen günlerdir, gündemin baş köşesindeydi!...
Katılmayacaktım, yazmayacaktım ama Kuş Gribi gibi tarihi bir vakayı gündemden düşürmeyi başaran, Papa'yı öldürmeyi başaramamış suikastçimiz; cezaevinden cezasını tamamlayarak çıkınca ve Kuş Gribini bile rafa kaldırınca "Allah!..Allah!.." dedim!...
Solun Çakaralmazları( eski tüfenkler); ağız birliği ile bu başarısız suikastçimizi yazıp çiziyorlar!...
Böyle adalet olmazmış, hesabı yanlış yapılmış, 2017 senesinde çıkmalıymış, v.s....
Bu Çakaralmazları anlamakta zaten sıkıntı çekerim de; bu çakaralmazları ciddiye alanları anlamakta ise tek kelimeyle acze düşüyorum!...
Allah(c.c.) rahmetler eylesin Abdi İpekçi, suçsuz günahsız katledildi doğrudur... Abdi İpekçi'nin ailesi ve yakınlarının, bir can alacakları olduğu için Başarısız Suikastçi'ye kızmalarını da anlarım. Allah(c.c.) onlara da sabırlar versin...
Ama "Dolma Kalemler"i, uzaktan kumandalı Çakaralmazları anlayabilmem mümkün değil!... Kendi kendilerine koydukları "Aydınlar" adıyla, ikide bir 35.000 insanımızın katilinin insan haklarını arayanlar da bu "Dolma Kalemler"... Daha da ileri giderek nerdeyse 35.000 insanımızın katiline "af" istemeye niyetlenenler de bunlar!...
Bu "Dolma Kalemler", bilerek veya bilmeyerek bir de yanlış yapıyorlar!... Bunları dolduran "Dolma kalem Doldurucuları"; bu adamlar böyle devam ederslerse, bunları mürekkepsiz bırakabilirler!... Benden söylemesi...
"Dolma kalemler"in Başarısız Suikastçı'ya kızgınlıkları, Papa'ya yaptığı yarım kalmış saldırısından dolayı değil!... Başarısız Suikastçı'ya, Abdi İpekçi'yi öldürdüğü için kızıyorlar!... Çünkü Abdi İpekçi, bunlardanmış nasıl oluyorsa!...
Ben de Abdi İpekçi rahmetliyi hatırlamaya çalışıyorum...
Bana çok sıradan bir gazeteci olarak geliyor... Öldükten sonra ölmesine izin vermeyecek hiç bir özelliği yok!... Bir saldırıya uğrayarak öldürülmüşlüğünün haricinde hatırlanmasını gerektirecek, kalıcı bir şeyler de yapmamış!... Pek Eski Tüfek olduğu da söylenemez!... Eski Tüfeklerin, Çakaralmazların ağız birliği ile "faşist" olarak saldırdığı rahmetli Gün Sazak Bey'e, bakanlığındaki kararlı ve başarılı tutumlarından dolayı methiyeler yazdığını bile hatırlarım!... Yani çok fazla onlardan da değil Abdi İpekçi!...
İmralı'da özel bakımda saklanan bölücü hainbaşının, öldürdüğü 35.000 kişi; bu vatan kurtarıcı, bu "Dolma Kalem", bu uzaktan kumandalı eski Tüfeklerden olmadığı için, İmralı Sakinine "af" isteyebilirler!...
Kendilerinden olmamasına rağmen Rahmetli Abdi İpekçi'yi kendilerinden sayarak, onun katiline niye az ceza verildi diye de feveran ederler!...
Millet ve ben de bu çifte standartı, anlayamayız!...
Kendilerinin veya kendilerinden saydıklarının; bölücülere destek vermek, vatana ihanet etmek, 35.000 kişiyi öldürtmek gibi herşeyi yapmaya hakları var!... Bu suçlarından dolayı hiç bir yasanın onlara dokunma hakkı yok!...Olmamalı!...
Ama çok sıradan olmasına rağmen, kendilerinden saydıkları için önemli saydıkları, Abdi İpekçi'nin katili, Başarısız Papa Suikastçisi'nin yattığı 25 yıllık ceza, az!...
Hadi oradan be!...
Gündem değiştirerek, neler yapmaya veya neler yaptırmaya çalıştığınızı mutlaka göreceğiz!... Yaptıklarınızı görür görmez de bir daha suratlarınıza tüküreceğiz ama siz yine "Nisan yağmuru..." diye geçiştireceksiniz!...
Başarısız Papa Suikastçisi'nin, az yatmışlığı çok yatmışlığı Milletin umurunda bile değil bilesiniz!...
Kuş Gribi Afeti(!) de Milletin pek umurunda değildi!...
Ama bütün Millet; pürdikkat, değiştirdiğiniz yapay gündemlerle neyi saklamaya çalıştığınızı yakalamak için beklemektedir bunu da bilesiniz!...
İstediğiniz gibi oynadığınızı zannettiğiniz gündemdeki yerinizi hiç kaybetmediğinizi bilesiniz!... Milletin gündeminde olan; gazetelerinizde oluşturmaya çalıştığınız suni şeyler değil!... Milletin gündeminin baş köşesinde olan sizsiniz, siiiizzz!...
Alın; Kuş Gribi Afeti'nizi de, başarısız Papa Suikastçinizi de başınıza çalın !...
Milletin derdi başka!...
Ve Milletin dertleri arasında siz "Dolma Kalemler" de varsınız...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ocak 12, 2006

KUŞ GRİBİ BAYRAMI !...

Bayramda canım sıkılıyor!...
Yanımda yöremde, sağımda solumda kan gövdeyi götürüyor!...
Müslümanlar arasındaki dargınlıkları,kırgınlıkları yok etmek için emredilmiş Bayramımızda, kimsenin kendinden başka kimseyi düşündüğü yok!...
Yeraltı zenginliklerimiz atıl bekletilirken, fahiş fiyatlarla aldığımız doğalgaz üzerinde, satanla gazın sınırlarından geçtiği eski Sovyet ülkeleri arasında çekişmeler varmış!...
Bu gaz kaynaklı çekişmeler yüzünden ülkemiz gazsız kalabilirmiş!...
Bu kış günlerinde sığınacak yerleri olmadığı ve kader olmayan kaderlerine terk edilmiş bir sürü sokak çocuğumuz, tinerci diye donmaya terk edilirken KUŞ GRİBİ varmış!...
Anadolu köylüsünün günlük kahvaltı hatta gelen misafirine ikram edebileceği en kolay ve en kıymetli ikramı tavukları, yumurtaları itlaf ediliyor, KUŞ GRİBİ varmış!...
Vatandaşımız; gelişen, rekor üstüne rekor kıran ekonomik veriler yüzünden kurban kesemiyormuş!...
Bayramlar, sadece tatil yapabilmek için ve yakınlardan kaçmak için vesile ediliyormuş!...
Tokun açtan haberi yokmuş!...
Kimsesizler yurtlarında yaşlılarımızın, yaşlı gözleri bayram ziyaretine gelecek -hala kalmışsa- insanları bekliyormuş!...
Kimin umurunda?!...
KUŞ GRİBİ varmış!...
Mevcut, rekor üstüne rekorlar kıran ekonomik başarılara imza atan Hükümete saldıranlar; nedense birden bire savunmaya başlamışmış!...
Mevcut Hükumeti ısrarla savunanlar, Sağlık Bakanının şahsında Hükumete saldırmaya başlamışmış!...
Kime ne?!... KUŞ GRİBİ varmış!...
Kanatlı hayvanların tamamına karşı, öldürücü hastalık virüsü taşıyor alarmıyla yasaklar koyulurken; her gün trafikte onlarca insanımızın ölümüyle kimse niye ilgilensin ki?!...KUŞ GRİBİ varmış!...
Bu kadar mı kuşlaştık!...
Bu kadar mı Aziz Nesin'in tarifine uymak için sabırsızlandık?!...
Nerdeyse bir aydır; göçmen kuşlar memleketimizi terk edeli aylar olmasına rağmen, göçmen kuşlar vasıtasyla taşındığı söylenen bir salgın ve toplu ölümlere sebep olacak bir afetin -hiç te inandırıcı olmayan- alarmıyla yatıp kalkıyoruz!...
Sokaklarda kap-kaçlar olağanlaşmışken, keyfi olarak filim kahramanlarını taklit edercesine cinayetleri kanıksamışken, trafik kazalarındaki ölümleri mutat olarak algılamayı başarmışken; -anlatımlara göre- çağımızın en korkunç hastalığından, bütün dünyada ölenlerin sayısı toplam 5 (beş) ken, KUŞ GRİBİ varmış!...
Hergün onlarca insanın ölümüne sebep olan trafik kazalarına inat; banka kredileriyle her gün sayısız yeni araba trafiğe dahil edilirken ve büfelerde -nerdeyse- kolay kaza yapılsın diye ehliyetler satılırken, duyarsız davrananlar, ekonomik rekorlar kırdıklarıyla övünenler sessiz kalıken; dünyada toplam ölüm sayısı beş olan bir salgı(!) hastalığın alarmıyla ödümüz koparılıyor!... KUŞ GRİBİ varmış!...
Terk eden terk edene!...
Küsen küsene!...
Bir ömür peşinde gittiği inancının -yönetin değişikliği yüzünden- adressiz kalmasıyla bunalanlardan küfreden küfredene!...
Dönen,değişen,gelişenler acaip yarıştayken; dönmemekte ısrarcılarla kavga eden edene!...
Kimin umurunda?!...
KUŞ GRİBİ varmış!...
Allah(c.c.); bu kuş beyinli, kuş gribi panikleyenlerinden bu Milleti tez zamanda kurtarsın idrak ettiğimiz bu aziz günler yüzüsuyu hürmetine!...
Tavuk üreticilerimiz iflas ediyorlarmış!...
Rusya ve Türk Cumhuriyetlerinin tavuk eti ve yumurta ihtiyacını karşılayan Türk Üreticilerin ticari hayatları bitiyormuş!...
Kimin umurunda?!...KUŞ GRİBİ varmış!...
Hükumet edenler, devlet yönetenler, memleketimizle -şahsınızda- Devletimizle alay ediyorlar!...
Canımızı acıtmadan canımızı alıyorlar!...
Aynı anda Türkiye'nin değişik yerlerinde baş gösteren bu suni hastalık, size hiç garip gelmiyor mu?...
Bayramımızı zehir edecek bir sürü geçerli sebebimiz varken; asıl sebepleri unutturup bizi KUŞ GRİBİ yutturmacasıyla, tavuklarımızla,kazlarımızla, hindilerimizle kavgaya tutuşturanlar olabileceğini, hiç mi akıl etmezsiniz?!...
Salgın kıran(!)'a rağmen, canımızı yakan bütün yokluklara,sıkıntılara rağmen hatta mevcut devlet yönetemeyenlerimize rağmen Bayramımız mübarek ola...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Pazartesi, Ocak 02, 2006

İNADINA ÜLKÜCÜYÜM...

"İnadına..." deyince olacağını sanmıştım!...
Biz; "İnadına..." deyince bizimle beraber birileri de "İnadına..." der ve bir "İnadına.." sloganıyla başımıza getirdiğimiz -bize göre- musibetten kurtulabiliriz sanmıştım!...
2006 yılına sersem girdim!...
2005'in son günü, 31 Aralık 2005 Cumartesi ; hayatımın kalan kısmında hiç hatırlamak istemeyeceğim bir gün olarak kalacak...
Zaten kötü geçen, gergin geçen, Milletimiz-Devletimiz adına telafisi zor tavizlerle geçen 2005; sonunda bana da yapacağını yaparak geçti gitti!...Şükürler olsun ki bir daha geri gelme şansı yok!...
Ben fakıri tanıyan dostlarım bilirler -ve bu yüzden de epeyce tenkitlerine muhatap olmuşumdur- hayatımda yaptığım ve yaşadığım hiç bir olaydan pişman olmamışımdır...Demek ki her şeyin bir ilki varmış!...
2005 senesinin 31 Aralık Günü, yaşadıklarımdan pişmanım!...
Davetsiz gittiğim bir ziyarette; gittiğime,gideceğime,sevdiğime,seveceğime ve bir sene öncesine kadarki tavrımı değiştirmiş olmama pişmanlığım, had safhada!...
Ne yapayım? Kimlerle paylaşayım? Kimlerle dertleşeyim diye düşünürken; yıllarımın verdiği alışkanlıkla elime geçen bir kitabı karıştırmaya başladım...
Karıştırdığım kitap, Türk Dil Kurumu'nun Türkçe Sözlük kitabıydı.
Açmış bulunduğum sayfa ve okuduğum madde, idealist'ti!...
TDK'nun Türkçe Sözlük kitabından alarak aynen aktarıyorum:
idealist s. Fr. idealiste 1. Ülkücü: "Zaten çiçeği burnunda her genç idealist gibi bildiğini başkalarına öğretmek bende de bir ihtiyaçtı."R.N.Güntekin. "Birçoğu menfaat ve politika adamı, bir kısmı da idealist idi."-F.R.Atay
Yazılışıyla, dizilişiyle aynen böyle anlatılmış Ülkücü!...
Örneklemedeki F.R.Atay'ın; "Birçoğu menfaat ve politika adamı, bir kısmı da idealist idi." cümlesine takıldım!...
Sersem girdiğim 2006'nın ikinci gününde Rabb'im(c.c.)'in -acıyarak- yönlendirmesiyle, aklımdaki düğümlerimi de çözmüş oldum hamdolsun...
Davetsiz gittiğim ve davetsiz ziyaret etmek zorunda kaldığım kişi -makamı ne olursa olsun- bir politika adamı idi!...
Birçoğunun menfaaat ve bir kısmının da politika ile uğraştığı bir çoğunluğun içinde elbette idealistlik, Ülkücülük kolay olmamalıydı!...
Kolay olamdığı için de zor olanı seçerek Ülkücü olmazdık...
Kolay olsaydı herkes te ülkücü olmaz mıydı?...
Zorluğundandır ki 75 milyona dayanan nüfusuyla Türkiye'de Ülkücünün sayısı 1 Milyon ancak çıkabiliyor!...
Herkesin vatanperver, milliyetçi, ulusalcı olduğu Türkiye'de bu yüzdendir ki "İnadına Tayyip!.." gibi her yanı boş bir sloganla, dengeler alt-üst olabiliyor!...
İdealistin Ülkücü olduğunu, bilmeme rağmen bir daha okuyunca ve arzettiğim örneğide gördükten sonra; artık bir daha politika ile uğraşan hiç kimseyle sohbet etmeme kararı aldım!...
İdealistle-Ülkücü ile politikacının bir duruş sergilemesinin imkansızlığını öğretti 2005, son gününde bana!...
Menemen Olaylarını yazarken satır arasında ben fakıre gönderme yapan bir dostumuzun da kulaklarını çınlatarak; artık "İnadına." demeyeceğimi açıklamak istiyorum!...
Sorana oyunun adresini elbette söyleyeceğim!...
Oyumu, "İnadına" MHP'ye vereceğim...
Ama artık bu sitelerde, bu odalarda "İnadına" diye kimseleri rahatsız etmeyeceğim...
Zurnayla peşrev olabileceğini, atasözümüze inat ispatlayan zurnacılar beni bağışlasınlar. Kimsenin atı ürkmesin diye artık zurna çalmayacağım!...
Çünkü bu ürküteceğim atın süvarisini çok iyi tanıyorum!...
Süvarisinden belki vaz geçebilirim ama, o güzelim atın ürkmesine gönlüm razı gelmez!...
Artık sadece Ülküdaşlarımla sohbet edeceğim!...
Hiç bir politikacıyla -gözümün bebeği de olsa- fikir teatisinde bile bulunmayacağım!...
Politikacıyı ve menfaatperesti incitmeyi, biz Ülkücüler beceremeyiz!...Onları incitelim derken kendimizi incitiriz hep!...
Hiç bir politikacı için de bir Ülkücünün incinmesi, Allah(c.c.)'ın da rızasını almaz!...
Mensubu olarak, içinde olarak, nasibolan yerlerde kurma şerefini yaşayarak bir ömür verdiğim Ülkü Ocakları'm, benim başımdan artar...
Çocuklarımı gönderdiğim Ülkü Ocaklarına, Allah(c.c.) nasip ederse bir kaç yıl sonra da Torunlarımı göndereceğim!...
Ülkü Ocakları tedrisinden geçen çocuklarım ve torunlarım ne yapacaklarına kendileri karar verecekler...
Tabi Rahmetli Başbuğumuz'un; "Her Ülkücü otomatikman MHP'lidir." buyruğunu unutmadan...
Bir inadımdan da vazgeçmeden tabi; "İnadına Ülkücüyüm.Ülkücü olduğum sürece de MHP'liyim."
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com

Pazar, Ocak 01, 2006

HAŞA ŞİKAYET DEĞİL. SADECE HASBIHAL...

Erzurum'un Güzelleşme sebepleri Dostlarım,
Değerli Ülküdaşlarım;
İnternet sitelerinde seslendirilen bir konuyu, sizlerle paylaşarak duyurmak ve bu arada da siz kadirşinas yüreklerle ve -izninizle biraz da- kendimle hasbıhal etmek istedim...
Atalarımız; "Bi-taraf olan bertaraf olur." diye nefis bir tesbitte bulunmuşlar...
Adlarını zorla "Ulusal" koyan ama asla ulusal yani milli olmayan "Yaygın Basın"dan bana bir tane tarafsız gazete gösterebilenin ellerini öperim... Bu kesin olan ve kimsenin itiraz etmeyeceği bir tesbittir.
Ama doğru mudur?... Hayır, değil!...
Yanlıştan örnek olmayacağını, olmaması gerektiğini bilmemize rağmen onlarca yıldır gösterilen yanlış örneklerden hareketle bizler de aynı yanlışları yapar olduk...
Gazeteler; Yönetim,Muhabir ve Muharrirlerden oluşur...
Yönetimin yani patronların gayeleri bellidir.Hem hizmet verip hem de verdikleri hizmetin karşılığını almaya çalışırlar.Gereken budur ve doğrudur... Patronlar kazanamazlarsa, gazetenin ömrü olmaz... O yüzden beğensek te beğenmesek te Gazetemiz diyebildiğimiz tek gazete olan Ortadoğu Gazetesini almakla mükellefiz...
Muhabirler; haber toplayan ve haber tesbit edenlerdir. Muhabirlerin hangi gazetede çalışırsa çalışsın tarafsız olmak gibi bir mecburiyeti vardır veya olmalıdır...Haber; sadece haberdir. Muhabirin görevi de bütün meslektaşlarından önce habere ulaşmak ve okuyucularına ulaştırmaktır.Habere konu olan olayın doğruluğu-yanlışlığı, faydası-zararı muhabirin işi değildir. Hatta habere yorum katmak bile muhabirin muhabirliğini zayıflatır!...
Muharrirlere gelince; taraflıdırlar.
Taraflı olmak zorundadırlar.Taraflı olmazlarsa muharrir olamazlar!...Muhabir haberi bulur getirir.Yönetim ve yazı işleri, haberin yayınlanıp yayınlanmayacağına karar verir. Haber yayınlandıktan sonra iş muharrire düşer.Muharrir haberi ya alkışlayacak ya da tenkit edecektir. Yani haberin ya yanında, ya da karşısındadır.Dolayısıyla da taraftır, taraflıdır...
Yaygın Basınımız'ın bir kısmı AB'ci, bir kısmı da ABD'cidir. Yaygın basında istihdam edilen muharrir kıyafetli kişilerin çoğunluğu da istihdam edilen, "Dolma kalemler"dir...
Milyon dolarlarla tranferler yaşarlar ve bugün methiyeler yazdıklarına, bir gün sonra -daha fazla tranfer ücreti veren- patronunun direktifiyle küfürler yazabilirler. Bu "Dolma Kalemler"in; dinleri, imanları, felsefeleri, idealleri tektir ve paradır!...
Bu günden sonra Gazetemiz Ortadoğu'da ben fakırin yazılarına yer verilir mi verilmez mi bilemem ama; yıllardır aralıksız seslendiğim tamamen milli olduğuna inandığım Yerel Basın'dan Erzurum'dan "Doğudan Doğan Güneş Gazetesi"nden ve internet sitelerinden, seslenmeye devam edecek "Kurşun Kalemler"den biriyim...
Nefes alıp-vermeye devam ettiğim sürece kalemimi de elimden bırakmaya asla niyetim yok...Yazmam istenen konularda yazmadığım gibi, -isteyen kim olursa olsun- yazmamam istenen konularda da yazmaya devam edeceğim!...
Biz yerel kalemleri susturmanın bir tek yolu vardır!...
Denemek isteyene de -Milletimiz adına ve Allah Rızasını kazanma cehtimizle- hazır ama tedariksiz olarak, hareket serbestisi veririz!...
Ortadoğu'da yazan arkadaşlarımızın, ülküdaşlarımızın tamamı da aynı duyguların sahibi, Ülküdaşlarımızdır.Onlar da; diğer Dolma kalemler paradan yana taraf olma haklarını kullanırken, Allah Rızası için fikirlerinden yana taraftırlar... Yazılarından ve yazdıklarından dolayı para almazlar. Para talep etmeyi düşünmezler bile... Sadece duyarlar-düşünürler-yazarlar...Seslerini kaç kişiye daha duyurabilirlerse o kadar mutlu, o kadar başarılı bulurlar kendilerini... Ortadoğu Gazetesi'nde yazanlar Ülkücüdürler. Dava Adamları'dır...Asla istihdam edilemezler ve asla dikte edileni yazmazlar. Onlar, Millidir dolayısıyla Milli Duruş sahipleridir...Tamamına yakını açlık-tokluk sınırında yaşamayı şeref sayarlar!... Tamamı hürdür, bağımsızdır.Tamamına yakını "Kendi Olmak" başarısını yakalamış fikir erleridir... Ortadoğu Gazetesi'nin adına gelince; bildiğim kadarıyla gazetenin adını Rahmetli Başbuğumuz koymuş ve çıkmasını, çıkarılmasını -yine- Başbuğumuz istemişti...
Başbuğumuz'un Hakk'a yürüyüşünden birkaç yıl sonra ortaya atılan BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adındaki dış kaynaklı, emperyalist projeyi hatırlarsak, Gazetemiz'in adının otuz yıl önceden -bir ileri görüş şaheseri olarak- niye Ortadoğu olarak koyulduğunu da anlarız sanırım... Kim ne derse desin, kimler nasıl yorumlarsa yorumlasın; Allah rızası için Kutlu Sefere katılmış Ülkücü kalemler, istihdam edilemeden, "Dolma Kalemler" gibi başkalarının dolduracağı mürekkeplere ihtiyaç duymadan, duymaya ve duyduklarını yorumlayarak yazmaya devam edeceklerdir...
Gayret Ülkücü kalemlerden, takdir Yüce Yaratan'dan, Allah(c.c.)'tandır...
Herşeye rağmen Ortadoğu Gazetesi ve herşeye rağmen Ortadoğu gazetesi almaya devam...
Yerel Yüreklerin seslenme yerlerinden DOĞUDAN DOĞAN GÜNEŞ GAZETESİ ve benzerleri Yerel gazeteler de yaşatılmalıdır ki bu yerel gazeteler sayesinde de Ortadoğu gibi Milli Gazetelerimizin yaşama şansları devam etsin...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN...
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com
tokkali_53@hotmail.com