Çarşamba, Şubat 23, 2011

KARDEŞİN KARDEŞE KAMBURLUĞU...

Şu Türk-Kürt kardeşliği söylemini, bir daha irdeleyelim. Bin Yıllık Kardeş'liğin, bin yıllık bir hukuki yaptırım gerektirdiğini de altını çizerek hatırlatalım!
Varlıklarıyla onur duyduğum; arkadaşlarım, dostlarım, Kürt Ülküdaşlarım'a hiç kardeş demedim! Onların da bana kardeş demelerine itiraz ettim hep! Çünkü:
Bir: Kardeşin kardeşe yapabileceği, kardeş Kabil'den bilinir! İki: Kardeş kardeşin kamburudur!
Hayatını istediği gibi yaşamak isteyenler; yabancıdan, yaddan, yabandan arkadaş edinebilirler. Gerçek arkadaşın arkadaşa hatası, yok denecek kadar az olur. Çünkü ahlâken ve töresel ayıptır!
"Kardeş kardeşe benzemez." bilinir ve "Söyle arkadaşını, ne olduğunu söyleyeyim." diye bir el terâzisi vardır!
İnsandaki bütün dertlere, illetlere tıbben ameliyatla müdâhele edilebilir. Meselâ kalbe, mideye, böbreğe, dalağa, göze... El- kol-bacak gibi uzuvlardan biri kopacak olsa protez takılabilir. Kalp, böbrek, dalak, göz nakli v.b. mümkündür ama bir illet vardır ki ona ameliyatla müdâhele edilemez! O illetle doğan, ömür boyu çekmeğe mecbûrdur: Kambur!...
Kardeş te kardeşin kamburudur! İnsan, kendi irâdesi dışında edindiği kardeşini, ömür boyu taşımakla mükelleftir! Kötü kardeşinden vaz geçenin arkadaşlığına güvenilmez! Çünkü kötü kardeşe ihtiyâcı olduğunda destek vermeyenin, arkadaşa desteği inandırıcı olmaz!
Bu yüzden varlıklarıyla onur duyduğum, beraber büyüdüğüm Kürt arkadaşlarıma kardeş demedim ama Kürtlere "Kardeş" demiştim, diyorum!
Osmanlı'nın Hasta Adam'lığında da Kurtuluş Savaşı'nda da 'Kardeş Kabil'liği yapmış olan Kürtleri ötelememeğe, asla emperyalist Haçlı taşeronu bölücülere yem etmemeğe kararlıyım! Ne bir Kürt kardeşimden, ne de bir çakılımdan vaz geçmemeğe -bedeli can bile olsa- kararlıyım! Çünkü ben Türk'üm. Habil'ce kardeşim ve kötü Kabil kardeşimden asla vaz geçemem!...
Demokrasiyi araç kullanan iki zihniyetin, art niyetli emellerine Kürt Kardeşimi yem etmem! Yıllarca, demokrasiyi araç gördüğünü saklamadan iktidara gelen bir zihniyet ile seçim sistemini kullanıp bağımsız girdikleri seçimlerde, terörist tehditleriyle Gâzi Meclis'e gelen bölücü zihniyetin, işbirliğini izliyoruz!
İçeriği bilinmeyen "Demokratik Kürt Açılımı Paketi"nde, Cumhuriyet ve Atatürk'le hesaplaşmak isteyen bu iki zihniyetin, dar alanda paslaşmalarını seyrediyoruz!...
Türkiye'de 36 etnik grup olduğunu ve kendisinin ne olduğunu söyleyemeyen, BOP Eş Başkanı bir Başbakan var! "AKP Grubu'nda bu etnik tasnîfi yapmış mıdır?" diye soran okurlarım var. Hatta; " 'Hüsniyâdis Hortladı' adlı Bülent Arınç'ın Büyük Amcası'nı hikâye eden kitaptabı biliyor mu? Menemen'de Kubilay'ı testere ile kesen Derviş Mehmed'in yine Arınç'ın öz dedesi olduğu bilgilerinden, haberdâr mıdır?" diye sorulara muhatabım. Elçiye zevâl olmaz, iletiyorum!...
Kardeş saydığım, ömür boyu taşımaya mecbûr olduğum ve kamburum olarak kabullendiğim Kabil fıtratlı Kürtlerimizi, Haçlı emperyalizm taşeronu PKK'ya yem etmemeğe kararlılığımı bir daha vurgulayayım!...
Cahilliklerinden, şıhları ve ağaları yüzünden eğitim alamamış Kürt Kardeşlerimin aslâ bu Kabil fıtratlı taşeronlarla birlikte olmadıklarını bilirim. Kürt olmayan ve Kürtçe bilmeyen Bebek Katili Câni'nin, Kürtçe bilmeyen Ayna'nın ve Ermeni, Baasçı Arap teröristlerin asla Kürtlerin insan hakkı gibi bir düşüncelerinin olmadığını bildiğimizi de zavallı kardeşlerimize yüksek sesle söylemeliyim!
Netice olarak; kardeş kardeşin kamburudur ve ele-güne, özellikle Haçlı ve Haçlı Müslümanlar'a karşı kardeşimizi ömür boyu taşımakla mükellefiz. Her ne kadar kardeş desek te bizim bin yıllık komşularımız vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BEKLEYENE SIRA TEZ GELİR!...

"İktidar dalkavukluktan hazzetmeğe başladığında şeref ayaklar altında kalır." (William Shakespeare)
Şerefliler; arsızlarla, hırsızlarla, onursuz itirafçı iftiracılarla, şerefsizlerle birlikte gözaltında ve gözaltıların neden olduğu hâlâ anlaşılamadı! Amerikan güneş gözlüğü takliti at gözlükleriyle millî akıl gözaltında!
Magazinsel sansasyondan başka özelliği olmayan sanat(!)çılardan, "dolma kalemler"den destekli "Demokratik Kürt Açılımı"nda Devlet'in gözüne, at gözlüğü takıldı! Devlet ne sağını, ne de solunu göremiyor! Ortada ise kuyu var! Bazı yerde yeşille, bazı yerde kızılla kamuflajlı ortadaki kuyuya sağdan da, soldan da düşen düşene! Bu kuyuya düşen "eski"lere; "Veleddallîn- Âmiiin"im peşin!
Değişen-gelişenlerin He-man'ce; "Güç bende artııııık!" nârâları, okyanus ötesinden alkışlı! "Demokratik Kürt Açılımı"adlı bölücü süreçte, Pensilvanya'dan dualı, gönül gözleri tele-kulakla sonsuz açık "F-Tipi" îmanlılarca fişlenen fişlenene, dişlenen dişlenene!
Kuralsız bir sokak dövüşü var! Şikeci dövüşçüler iddialı! Bahisler büyük! Yedek bölücü şikeciler, dövüşenlerden daha yaygaracı ve etrafta sayısız yalaka seyirci! Islıklayan ıslıklayana, küfreden küfredene!
Farklı kişiler, farklı yerlerden bakıyorlar dövüşlere. Dolayısıyla tepkiler de farklı! Naklen yayınlanan dövüşleri; dövüşçü yakınları ayrı yönden, ayrı hislerle; hâkemler ayrı yönden, ayrı gözlerle; taraftarlar ayrı yönden, ayrı hırslarla; bahisçiler ayrı yönden, ayrı hesaplarla seyrediyorlar! Bir kesim alkışlıyor, bir kesim ağız dolusu küfrediyor! Şikeli dövüşün kuralı belli değil, yok! Her kafadan bir ses var! Hâkemler bilir mi veya bahisçilerin istekleri dışında bir şey yapabilirler mi belli değil! Müsabaka; boks mu, karate mi, güreş mi, kros mu, maraton mu belli değil! Maç ortasında "geceyarısı yasaları"yla yeni kurallar çıkarılıyor! Bilmeden alkışlayan, küfreden kalabalık, şaşkın!...
Gözler gözaltında! Hukuk gözaltında! Avukatlar tutuklu! Müdde'i umûmiler yâni savcılar, millet adına sav ileri sürenler, gözaltında! Yargının yansızlığı, inandırıcılığını kaybetti!
Devletin gözünde at gözlükleri ve işâret edilenlere göstere göstere gözaltı yapılıyor! Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuranları sevenler-savunanlar darbeci-çeteci!...
Yargı, gözaltında! Ordu gözaltında! Gazeteciler tutuklu! Kalemler mahpus!
Silivri'de avukatların cübbe soyunacakları savunmasız bir ortamda, yeni gözaltılar seyrediyoruz! Gözaltına alınacakları, yandaş ekranlar ve tele-kulak servislerle izleme şansımız var şükür! Erkek olan konuşsun! O bir söylerse bin söylemediği anında servis ediliyor internet sitelerine!... Devletin resmi televizyonundan, daha savcıya çıkarılmamış kişilerin gözaltına alındığı duyuruluyor!
"Güüüüç bende artıııık!" diye bağıran He-man'ler, kırk yıldır halkı fişleyenleri, fişliyorlar ve bunu açıkça söylüyorlar! Boyun eğmeyip konuşan olursa tele-dinlemeli montaj kasetleri var hazırda!
Bir ayda üç kere adı değiştirilen "Kürt Açılımı"na, İmralı mahkûmu, bebek katili câninin yol haritası verdiği ülkede, onu der-dest edip getiren, madalyalı kahramanlar gözaltında!
Gözlerimiz gözaltında! Dilimiz yasaklı! Ellerimiz bağlı! Evden çıkabilmek PeKaKa'nın demokratik taşlarına, molotoflarına bağlı! Güneydoğu'da resmen PKK sıkıyönetimi var!
Diyarbakır'da serbest olan demokratik "Has...rin!" iltifâtının daha galizleri, Gâzi Meclis'te bölücülere serbest! Gâzi Meclis'ten kürtçe nutuk resmen naklen yayınlanıyor! Çünkü Kandil'den öte dağ yok bu at gözlüklü, "Ortada kuyu var yandan geç!" mantıklı süreçte ve Meclis'ten sağlam sığınak!
Beklemeden, "tarafsız yandaşlar"ın ihbarını önemsemeden demokratik alkışıma, ıslığıma ve "Ananı da al git!"li nazik iltifatlarıma başladım bile! Bekleyene sıra tez gelir diye beklemiyorum!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."

Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Şubat 21, 2011

NİNNİLER DUÂDIR, DUÂLAR NİNNİ...

"Vekîl olarak Allah yeter. (Ahzâb-3)" inançlı Türk'ün moralini kıyamet te bozamaz, AKP kim? Toprağı yurt edinip vatanlaştırmanın, yurtta devletleşmenin, devleti yaşatmanın, tek bedeli can!.. Biliriz ve bedel vermeğe devâm eder ölümü öldürürüz! "Ve ölümü öldüren bir ölüşle." diriliriz!...
Anaların figânı, yavuklunun, sevdânın, karının, bacının her damla göz yaşı, Türk'e güç, milletin yürek yangınına, sudur biliriz!... Türk cephede, bu yüzden gülerek ölür!
Amaaa aldıkları her nefeste geberenler; ya birinin arkasına ya da demokrat maskesiyle, özür nezâketi(!)yle korktuklarının arkasına saklanırlar! Saklandıkları yerde aldıkları her nefes, yuttukları her lokma, içtikleri her yudum; Vatanlaşır, Devletleşir, Türkleşir, Atatürkleşir, ülkücüleşir ve boğazlarında kalır boğar da boğar!
Bu, Türk'ün kaderidir, kahramanın alın yazısı, kahpenin mukadder akîbeti...
İçerde demokrat, dışarda diplomat adlı ürkeklik maskesi ile millete çâresizliğin çâre diye dayatıldığı şu günlerde; vatan bölünmesin, millet dağılmasın, devlet yaşasın diye topraklaşan Şehitlerin, Yiğitlerin, Kahramanların emeklerine selâm olsun!
ŞEHÎDİM'E NİNNİ...
Tarih yazılsın diye sıyra silâh seferde
Alp Arslan'ın ruhuyla tura çıktık semâyı.
Fatiha'dan Ya'sîn'den ninni yapıp dillerde
Gönülde beşik ettik Şühedâya dünyayı...
Ninni Mehmedim ninni
Duydun mu şu Yâ's'in'i?
Çalıları dolaşıp itlerle dalaştılar
Vatan olsun diyerek dünyayı dolaştılar
Girdikleri her yerde baş eğdiren baştılar
Boşa kazanmadılar her fetihte duayı...
Layla Mehmedim layla
Seninleyiz duayla...
İntikam diye Haçlı geldi, telef oldular!
Kaç kere geldilerse her sefer defoldular!
Fetheden yiğitlerse şâna gergef oldular,
Kanlar tarih yazarken, toprak verdi salâyı...
Nenni Kınalım nenni
Yendi îmanın fenni...
Mermi mermiyi vurdu! Kördü Çanakkale'de,
Kâfir, bir Haçlı tuzak ördü Çanakkale'de
Ölüm, sevdâlısını gördü Çanakkale'de
İki yüz elli üç bin canla savdık belâyı...
Uyu Mehmedim uyu,
Canla oldun can suyu!...
Şühedâmın ahfâdı, Mehmet oldu, nöbette.
"Sönmeden en son ocak" inmez Bayrak elbette
Fatihâ'yı, Yâ'sîn'i ninni yapıp mâbette
Ezân ile gönderdik hepinize duayı...
Ninni Yiğidim ninni
Helâl et emeğini!...
Olur mu sen ölmezsen, o ölmezse, ölmezsem?
Hakk'ka suâlim olsun imdâdına gelmezsem
"Ve ölümü öldüren bir ölüş"le gülmezsem
Gurbet etmez mi felek, yaşadığım sılayı?...
Ninni, duamdır ninnim
Sana gelmek temennîm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

"BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR..."

Ülkücüyüm ben! Türklük gurur ve şuûrunu, İslâm ahlâk ve fazîletini râm eden bir fikri, yaşam şekli edinmiş bir Türk’üm... "Küfr’ün karşısında susmak, dilsiz şeytanlıktır." öğretisini yürekten kabullenmiş, aslâ susmamış ve susmayacak bir Türk’üm!...
"Yüksek Türk! Senin için yükselmenin hududu yoktur." diyecek kadar Türklüğüyle övünen Atatürkçe düşünen bir Türk’üm! Başbuğ Türkeş'in; "Ben Türk Milleti’ni; sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye, rüşvet-hile ile çiğnenen çiğnetilen hukuk düzenlerine, ahlâktan mahrûm hürriyete, tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum. Türklük gurur ve şuuruna, İslâm ahlâk ve fazîletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe-kardeşliğe, kısaca Hak yolu, Hakikat yolu, Allah Yolu’na çağırıyorum." dâvetine gönüllü katılmış bir Türk’üm. Ülkücüyüm ben...
Muhteşem Türk Atatürk’le, Başbuğ Türkeş'le ülküdaşlığın şerefini taşıyan bir Türk’üm. "Muhtâc olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda mevcûttur." tarifine uyarım! Adamcılığı, kişiciliği yok ederek bütün sevenlerini ülkücüleştiren Başbuğ’un târifine göre ülkücü bir Türk’üm...
"Her türlü emperyalizme, her türlü kültür emperyalizmine hayır." diyen bir fikrin mensûbu olmakla onurlu bir Türk’üm...
İşbirlikçiye kızarım! Türklük gurûrundan nasipsizleri bağışlarım! Çünkü onlar, yaşayamadıkları gururun sahiplerinden korkarlar! Korkana, aman dileyene kılıç çalmayacak kadar kendimden emîn bir Türk’üm! Köpeğim beni ısırdığında baytara götürür aşısını-tedavisini yaptırır, kapımda yerine bağlayarak yalını-yemini veririm. Kudurmuşsa itlâf ederken eli titremeyecek kadar adâletli bir Türk’üm...
Ne kimsenin kapısında bekler, ne de kimseyi kapımda bekletirim. Şahsî mallarımdan gözüm kapalı vaz geçmeyi ama milletin olan bir karış çorak toprak için savaşı namus meselesi saymayı, Mete Han’dan öğrenmiş bir Türk’üm!...
Tarihle yaşıt, yaşım kadar tecrübeli, tecrübem kadar hatasız; hasmın her hamlesine, karşı hamleyi yapabilecek kadar savaş ustası, yendiğime hakaret etmeyecek kadar asîl, yenildiğimde meşrû savaş alanlarında intikama yemin eden onurlu bir Türk’üm!...
Ceddime kinini unutmayarak intikama soyunmuş Haçlı’nın; bize yaptıklarını, bizim yaptıklarımızı unutmayacak, unutturmayacak kadar akıllı Türk’üm!
Türklüğümü hedef alanın soyunu, milletliğimi hedef alanın etnik yapısını hedef alacak kadar deneyimli bir Türk’üm!... Maide Suresi’nde târif edilecek kadar Tanrı katında özel, Hz. Muhammed(s.a.v)'den dua ve övgüler alacak kadar güzel bir milletin mensûbu bir Türk’üm...
"Yegâne fahrim ve servetim, Türklüğümden başka bir şey değildir." diyecek kadar Atatürk'çe Türkçü; "Ne mutlu Türk’üm diyene." diyeni baş tacım edecek kadar "Milletçi" bir Türk’üm.
Ülkücüyüm ben...
"Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak" inancımla, cansız bedenim toprağa düşse de vaz geçmeyecek kadar bağımsız karakterli bir Türk’üm!...
Şairleri Lamartine'in; "Türkler bir ırk ve millet olma haysiyetiyle yeryüzünün en şerefli insanlarıdır. Karakterleri pek asîl ve pek yücedir. Onların yurdu efendiler diyârıdır, kahramanlar, şehitler ülkesidir. Bence insânîyete şeref veren böyle bir milletin düşmanı olmak, insanlığın düşmanı olmaktan farksızdır. Böyle bir lekeden Allah beni korusun." târifini unutan Fransızlar ve AB'ye, geçmişini inkârı entellik sayan yerli kiralık beyinlere, "dolma kalemler"e hatırlatmayı görev sayan, üşenmez bir Türk’üm...
"Deme bana Kayı, Oğuz, İlhanlı/ Türk’üm. Bu ad, her unvandan üstündür;
Yoktur Azer, Kırgız, Özbek, Kazanlı/ Türk Milleti, bölünmez bir bütündür."
Atatürk, Türk; Türk ulu ve ben Türk’üm şükürler olsun. Ben, üstelik Ülkücüyüm de...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Şubat 20, 2011

ŞİMDİ BEN GİTMEM!

Toprağın rengi kanımdan kızarırken yer yer
Uzanıp sapsarı bûsemi koymazsam eğer
O benim kalbimi göğsümden ayırmış çeliğe,
Gezsin ismim yedi kat gökte kahpe diye!
İşte ben bekliyorum göğsüm açık bağrım açık
Hançer ol göğsüme saplan, ecel ol karşıma çık! (F. N. Çamlıbel)
İki gündür konuşamıyor, iki gündür gönlümce yazamıyorum! Çünkü cephede panik var!
Savaşçı, kendini Atatürk'e, laik cumhuriyete borçlu sayıp yapılan saldırılara karşı savaşan Vural Savaş; "..... ben de şu satırları bitirdiğim an kalemimi kıracağım! ... Çünkü yazarak hiçbir şeyin düzelmediğini ve düzelmeyeceğini anladım. ... İç düşmanlarımızın ve onları destekleyen emperyalist güçlerin Allah belasını versin; Allah Türk Milletini Korusun!" diye dua ve beddualarla kalemini kırmışmış!
"Kim bu cennet vatanın uğruna olmazki feda?" inancının Yedi Düvel'e karşı direncini unutarak; "Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azîmetten." diye tarihi imzalayan kalemlerin varisliğini unutarak; "Kahramanlık saldırıp bir daha dönmemektir." tarifini unutarak; "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak" inancını unutarak; "Türk'üm ve düşmanım sana kalsam da bir kişi!" formüllü Atatürkçe-Türkçe tavrı unutarak kalemini kırmışmış! İşin Türkçesi: Cepheden kaçmışmış!... Oysa gün, bugündü!
Oysa gün; "Tüfenk icâd oldu mertlik bozuldu" sitemiyle "Köroğlu düşer mi yine şânından/ Ayırır çoğunu er meydanından/ Kırat köpüğünden düşman kanından/ Çevrem dolup şalvar ıslanmalıdır." diye coşulacak gündü!
Bugün çekilmek, bugün savaşın en kızgın anında cephede panik yaratmak var mıydı?
Şimdi ben; "Ülkücü ile ulusalcının farkını gördünüz mü?" diye sormam mı? Şimdi ben:
Şimdi tek kişilik ordu olurum
Kefereyi ezer lordu olurum
Türklüğün savaşan kurdu olurum!
Son hâin kellesi düşmeden gitmem,
Millet bayram edip coşmadan gitmem...

Kolayları Anam yaptı duayla
Sefere yollandım ben bu havayla
Türk Divan'da görülecek davayla;
"Haçlı Müslüman"ı deşmeden gitmem,
Kaçağın peşine düşmeden gitmem...

Türk, nârâ duyunca ses verir ordan
Keyif alır imkânsızdan ve zordan
Türk yürekte alevlenen bu kordan
Hain ciğerleri pişmeden gitmem,
Bu can bu toprağa düşmeden gitmem!... Diye Atatürkçe/ Türkeşçe/ Türkçe Ülkücüce nârâ atmam mı? Savaş kötü tamam da meydanda erkekçe ölmek te o kadar güzel!...
Sadece ben kalsam da, bedenim vatan toprağına düşünceye kadar; yazacağım, saldıracağım, vuracağım, vuruşacağım! Duacım Türk Milleti, yardımcım Tanrı'mdır... Gidenleri değil gelenleri sayacağım vesselâm...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Şubat 19, 2011

LA FONTEN'DEN HİSSELİ KISSALAR...

Ehven-i şerre yani kötünün iyisine mecbûriyet, bazen dünyanın en doğrusu zannedilen insanları bile yanlışı savunmaya mecbûr ediyor! Yazık ve hayret ki bunun adı da ilm-i siyâset! "Ne demek bu şimdi?" sorularınızı duyar gibiyim!
Söyleyeceğim, biiir;
"One minute!"cü bir 'minik fare', çarşaflı kadınlarımızı arap kadınlara benzeten bir vekîleden dolayı; "Kardeş Arap halklarının kadınlarına en ağır şekilde hakaret eden, ırkçılığın, ayrımcılığın en korkunç derecesine ulaşmış milletvekillerinizle ilgili ne işlem yaptınız?" diye kükredi, aslanın miyavlatıldığı, kedinin pırrr diye uçuruluverdiği ülkemde cevâben kükrerken! Siyah çarşaflı kadınları arap kadınlarına benzeten, veya arap kadınlarını bizim çarşaflı kadınlarımıza benzeten bir ifâde eksikliğine verilen cevap bu! Siyah çarşafından dolayı arap kadınlarına benzetilmek, o çarşafa girenleri rahatsız eder mi diye merak edenler benim gibi sorsalar; "Onlara benzemek kötü mü? Benzetenden Allah râzı olsun." cevâbını alırlardı!
Benzetmeye, amacı aşan söyleme tersten bakarsak; arap kadınlarını bizim çarşaflı kadınlarımıza benzetmek mi, yoksa; "Gelin bizi Allah aşkına siz öldürün! İntihar büyük günah!" diye yalvaran müslüman arap kadınlara tecâvüz eden Haçlı conilerelere dua etmek mi daha ağır hakâret?
Söyleyeceğim, ikiii;
Zoru görünce pırr diye uçan bir kedi; "Bizi korku yaymakla suçlamak, kurnazlıktır. ... 2002 seçimi dahil, ateşkes isteyen ve o ortamda seçime giden kendisidir." diye mırrr'layarak itiraf etti aslana miyav dedirtilen, minik fârenin kükretildiği, huzûrlu-istikrarlı ülkemde!
Bir tv dizisindeki; "Şerrefsizin oğlu Şeref" adlı çocuğa benzetilen, yemînlerine ihânet eden yalancı bölücülerin; "demokrasi araçtır" inançlı demokrat maskelilere cevâben yaptığı itirafa rağmen; "Lider peşinden uçuruma atlamak töredir!" diyecek kadar mankurtlaşmış-koyunlaşmış "milliyetçilik çırakları"nın milî duyguları ne zaman incinecek milliyetçi ülkemde?
Söyleyeceğim, üüüç;
Üç Bakan'ın "Balyoz Darbe Planı davasında tutuklanan 163 sanığı kurtarma planı" diye gündeme düşen haber üzerine Üç Bakan'dan biri; "... Bireysel olarak inisiyatif kullandığım türünden ithamlar da doğru değil. .... sordum onlar da böyle bir plan yok dediler." dedi; mandaya söğüt dalında yuva kurdurulan, yavrusu sineğe kaptırılan, dış ülkelerde itibarlı ülkemde!
Bu cesur Bakanı, ANAP dönemindeki bakanlığından da hatırladım! Yozgatlı bir hemşerisinin, o zamanki tahsilatçı m
afyalardan biriyle olan bir meselesi götürülmüştü kendilerine. Yozgatlı dostların; "Kalabalık olalım dikkat çeksin!" ricalarıyla karışmıştım ben de aralarına. Yozgatlı hemşerisinin uğradığı haksızlığı dinleyen Bakan'ın; "Ben karışamam! Bunların arkasında büyük mafya var! Adamı öldürürler!" dediğini, ziyareti ayarlayan Yozgatlı'nın; "Sen ne diyorsun? Onlar mafyaysa sen devletsin! Devletten güçlü bir şey olabilir mi?" isyânını duyarak-görerek şaşırdığımı hatırladım! AKP'den istifa ederek MHP'ye katılan Zekai Özcan'a yapılan; "Adnan Kahveci’nin sonunu unutma!" uyarısıyla örtüştürdüm söğüt dalına yuva yaptırılan mandanın yavrusunun sineğe kaptırıldığı ülkemde!
Netîce olarak; rüzgâra karşı sidik yarıştırarak hem kendilerini, hem demokrasiyi, hem de yandaşlarını ıslatan-pisleten demokratik özürlülerin, karşılıklı yanlış hamleleriyle seçime gidiyoruz!
Erzurumlu Alvarlı Muhammet Efe'nin; "Yerden göğe küp dizseler/ Birbirine bend etseler/ Alttan birini çekseler/ Seyreyle sen gümbürtüyü!" diye tarif ettiği ortamda seçime gidiyoruz; dış ülkelerde itibarlı, La Fonten'in hayâli ülkesine benzetilen ülkemde!
Derdimiz anlatılabilirse işimiz kolay! Anlatamazsak zor mu zor ve işimiz, îmanlı müezzin(!)in insafına kalmış!
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Şubat 18, 2011

"İT DALAŞI" DİPLOMASİSİ!...

Yaşamamış olanlar, anlamakta zorluk çekecekler!
Beraber büyüdüğümüz mahalleli arkadaşlarımızla gruplaşır, fazla uzaklaşmamak kaydıyla kırlara çıkardık. Köpeklerimizi de alırdık. Bizim gibi birbirini tanıyan köpeklerde de bir yakınlık vardı. Biz komut vermezsek saldırmaz, hatta birbirine havlamazlardı bile.
Bazen mahalleye yeni gelmiş biri veya mahalleli olmayan bir arkadaşımız da köpeğiyle bize katılırdı. Köpeklere göre yabancı olan o arkadaşımızı ve köpeğini, köpeklerimizden korumakta çok zorlanırdık!
Köpekler kırda hem arkadaşımız, hem de vahşî doğaya karşı güvencemizdi! Büyükler bu yüzden köpeği almamıza izin verir; "Tasmasını sıkı tut, sakın bırakma!" diye tembihlerlerdi. Köpeğin kaybolmasından korktuklarını zannederdik. Oysa köpeklerin birimize veya birbirine zarar vermemesi için olduğunu, büyüdüğümüzde anladık! Bazen kaçırdığımız köpeği, saatlerce kırda arar, döndüğümüzde hep evin önünde bulurduk!
İnsanlar, büyürken çevre tarafından eğitilir biliyoruz! Her insan, yetiştiği ortamın yazısız-katı kurallarını, gittiği her ortama taşır!
Son yıllarda; özürlü-eksik, sağduyusuz-liyakatsiz siyâsilerin eyyâmcılıkları ve çok hızlı iç göçler yüzünden şehirlere taşınan bu yöresel kuralların sert çatışmalarını izliyoruz!
Üstüne bir de dış politikada teslîmiyetçi-kişiliksiz politikacıların diplomasileri eklenince, tek mermi atılmadan işgâlde gibiyiz!
Ekonomide millîlik kalmadı! Eğitimde millî demek yasak ve suç! Avrupalı'nın-Haçlı'nın yüzlerce yıl önce Turqiya-Türkiye dediği coğrafyada, Anadolu'da "Türk'üm" demek yasak ve suç!
Yabancı diplomatların, millî duyguları tahrîk eden beyânatlarına muhatabız ve yakınımızdaki -gûya- demokratik halk hareketlerinin domino etkisi, Güneydoğu sınırımıza hızla yaklaşıyor!
Yarın öbürgün Irak'ın kuzeyinde Barzani'ye karşı demokratik halk ayaklanmasının başlayacağı söyleniyor! Afrika'nın kuzeyinde, Mağrip ve Maşrık'taki Amerika-İngiltere-AB tetikleme ve güdümlü hareketler, himâyelerinde gibi görünen Barzani'ye karşı başladı başlayacak! Peşmerge'nin "Dost Haçlı"dan kaçıp sığınacağı, bizden başka yeri mi var?
Bizde ise; "Demokrasi araçtır!" hastalıklı zihniyetin iktidarı ve güya bu zihniyetle yarışıyorken aynı demokratik tahribatı yapan muhalefetin, acemi taklitçiliği var!
Güya insan hakları savunucularının bebek katillerini savunduğu, güya demokratların bölücü canileri savunduğu, demokrasi üzerindeki vesayetten şikâyetlenerek demokrasiyi katledenlerin mahkûm bir caninin "yol haritası"yla cumhuriyeti yargıladığı süreçteyiz! Yapılan hataların, yapılmasına karar verilen yerde, Meclis'te sorgulanması gereken uygulamaların art niyetli-işbirlikçi, teslîmiyetçi dolma kalemlere kalleşçe servis edildiği; bir önceki Meclis kararını başarıyla uyguladıkları için ödüllendirilmiş resmî görevlilerin bir sonraki Meclis kararı ile suçlanarak yargılandığı; Meclis kararını uygulama emrini verenlerin, e-muhtıracı-darbeci NATO Generalleri'nin ödüllendirildiği, aldığı emri uygulayan görevlilerin-Paşalar'ın tutuklandığı-cezalandırıldığı acayip bir zamandayız! Böyle bir trajedi, böyle bir komedya yok!
Güçlü diye tarif edilen, teslîmiyetçi korkak zavallıların faşist sadizmine muhatabız! Tek sorumlu Hükümet ve muhalefetin rüzgâra karşı sidik yarışından demokrasi ıslanıyor-pisleniyor!
İktidar ve muhalefetin birbirine tükürürken rüzgârı unutmaları veya bilerek rüzgâra karşı tükürmeleri yüzünden demokrasi-millî egemenlik-cumhuriyet-hukuk-adâlet salya sağanağında! Millet ise öfkeyle yutkunmaktan şişti!...
Yakın komşularda ABD-İngiltere-AB organizeli demokratik halk hareketleri(!)nin "domino etkisi" bize doğru sür'atle geliyor! Sanki işgaldeymişiz gibi bir diplomat, yargımızı sorguluyor!
Ege Denizi'nde "it dalaşı", yıllardır sürüyor!
Bütün komşu kavgaları ya it dalaşı, ya da çocuklar yüzünden çıkar biliyor musunuz?
Bin yıllık mahallelim, Kürd'üm! Yol bilmeyen rehberle, ilk yol ayrımında kaybolacaksın! Allah aşkına akıllı ol! İtinin tasmasını sağlam tut! "İtin hatırı yoksa sahibinin de mi hatırı yok?
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Şubat 17, 2011

ESKİLERDEN OLUŞAN "Ü'CÛB YENİ"LER!

Tuhaf bir iş bu siyâset ve "ü'cûb insan*"lar şu siyâsiler!...
Kırk yıllık MSP'yi, Millî Görüş'ün kurucu-bânisini, Mücâhit Erbakan'ı terk ediyorlar! Otuz yıllık arkadaşlarını satıyorlar! Gömlek değişiyorlar, dönüşüyorlar, gelişiyorlar!
Arkadaşlarına göre ise terk edenler, kaçanlar, dönenler, ihânet eden hâinler!...
Altmış yıllık Demokrat Parti'yi terk ediyorlar! Altı kere gidip yedi kere gelmesiyle dünyaca ünlü, "demir kıratlı Çoban Sülü"yü, demokrasi şehîdi Menderes ve hâtıralarını, kırk yıllık arkadaşlarını terk ediyorlar! Tekâmül ediyorlar, değişiyorlar, dönüşüyorlar, gelişiyorlar!
Arkadaşlarına göre ise terk edenler, kaçanlar, dönekler, ihânet eden hâinler!...
Yetmiş yıllık CHP'yi terk ediyorlar! Cumhuriyetle yaşıt büyüklerini terk ediyorlar! Değişiyorlar, dönüşüyorlar, gelişiyorlar! Terk ettikleri arkadaşlarına göre ise terk edenler, dönekler, ihânet eden hâinler!...
Kırk beş yıllık MHP'yi terk ediyorlar! Kırk yıllık ülküdaşlarını, yol arkadaşlarını, ortak hayallerini, ideallerini, dünlerini, şehitlerini redd'ediyorlar! Tekâmül ediyor, "Dâvâya ihânet eden"i ve onun etrafındakileri cezâlandırıyor, dönüşüyor, değişiyor, gelişiyorlar!
Ülkücülere göre ise terk edenler, kaçaklar, korkaklar, ihânet eden hâinler!
Tuhaftır, hatta acayiptir ki bu kadar terk eden, değişen, gelişenlerin tamamına yakını; terk edip gömlek değiştirmiş, kırk yıl kâfir-küffâr dedikleri, onlara yakın olmakla suçlayıp "Haçlı uşakları, Avrupa garsonları" dedikleri kişilere inat "BOP Eş Başkanı" olmuş birinin etrâfında toplanıyorlar!
Yani; bir "Terk edenler-değişenler-gelişenler-dönüşenler topluluğu! Eski yer ve görüşlerini terk edenlerin oluşturduğu bir "hâinler gürûhu!..."
Bu tesbîti, 88 yaşındaki Hüseyin Efe'den dinledim dün! Nerdeyse cumhuriyetle yaşıt ve "Atatürk Genci" olmakla övünen bir Efe'den dinledim! Hüseyin Efe'yi daha çok konuşturacağım.
Menderes'in takipçisiyim diye propoganda yapan; sayısız kere; "çapulcular, eli kanlı katiller, mafya" diye ithâm ettiği ülkücülerin sistem tarafından şehît edilen bir kahramanının son mektubunu istismar ederek ağlayan; "Demokrasi amaç değil araçtır. Demokrasi gereken durakta inilecek tramvaydır. Bir insan hem laik, hem müslüman olamaz! 10 Kasım'larda sap gibi durmak... Alıştıra alıştıra, hazmettire hazmettire..." ve daha nice uç söylem ve uygulamalarla değişen-gelişen birinin etrafında toplanıyorlar!
Bütün kaçak demokrat(!)lar bir terk edenin emrine giriyor, demokratik bir sultan icat ediyor ve terk ettikleriyle alay ediyorlar! "Lider uçuruma atlarsa peşinden gitmek töredir." diye koyunlaşan eski sosyal demokrat, eski 68 kuşaklı, daha önce "liboş" dedikleri eski liberallerin, eski ülkücülerin velhâsıl her yerin eskilerinin toplandığı, eskiden bulundukları adresteki arkadaşları tarafından ihânet edenler, hâinler diye sıfatlandırılmış "eski insanlar"ın, bir eski Millî Görüşçü'nün etrafında meydana getirdiği, sekiz yıllık yeni(!) bir oluşum!
Tamamı terk ettikleri yere öfkeli; tamamı eski arkadaşlarının öfkelerine muhatap bir kaçaklar ordusu!...
Bu grupta, kraldan fazla kralcıların toplandığı bu panayır kalabalığında, bu "Deprem Çadırı-Âfet sığınağı"ndakilerde insaf, merhâmet, adâlet arayan yanılır! Kindârdan dindâr çıkmaz!
Bu "Deprem Çadırı"nda, bu "Âfet Sığınağı"nda toplananları dağıtmanın tek yolunun; şiddetli depremlerde bile terk etmeyerek, baba ocağını depreme dayanıklı hâle getirip kapılarını ardına kadar açarak kaçanlarını- göçenlerini geri çağırmakla uğraşanların demokratik yanlışlarının sıkıntısını, seyrediyoruz!
Asıl acayip olan ise bütün bu "u'cûb"ların tamamının kendilerini demokrasi kahramanı zannetmeleri!
TÜRK'ÜN HERŞEYİ GÜZELDİR VE HERŞEYDEN GÜZELDİR...
* ü'cûb-ü'cûbe (a. i. c.:eâcîb): pek acâyip şey, garip şaşılacak şey.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Şubat 15, 2011

AKIL KARIŞTIRAN MASKELİ UĞRAŞ!...

Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarına karşı yıllardır gizlice sürdürülen direniş, son yıllarda açıktan saldırıya dönüştü! Görülen o ki sistem nerdeyse mağlûp olmak üzere!
Millet, devlet, vatan ve bağımsızlık uğruna canını, ikbâlini, istikbâlini fedaya hazır evlâtları olduğu sürece, "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak" şartını benimsemiş Türk Milleti, sonsuza kadar varolacak, varolduğu sürece devletli olacak, devletli kalacaktır.
Tarihte de geçici darlıklar, yönetim gevşekliğinden şımararak başkaldırılar olmuştu. Yine bir yetersiz yönetim söz konusu ve bundan faydalanmak isteyen şımarıklar var! Defalarca olduğu gibi bu da; "Başlıya baş eğdirip dizliye diz çöktürmek" kuralıyla telâfi edilecektir.
Bizi bunaltan, canımızı sıkan, -sanki- sistemin can çekişmesine seyircilik ve tanıklık ediyoruz!
Okyanus ötesinden "Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi" diye tarif edilen bu süreçte, yakın komşularımızda olanlara da bakarak akıl karışıklığından net saf tutamadığımız için öfkeleniyoruz!
Türk Milliyetçileri-Ülkücüler, sistemle girişilen bu kuralsız-maskeli mücâdelenin neresindedir? Neresinde olmalıdır? Türk Milliyetçilerinin cevap aradığı soru bu!
Türk Milliyetçiliğinin ideali, "devlet-i ebed-müddet"tir. Bu ülküde; Mete Han, Bilge Kaan, Attila, Sultan Alparslan, Osman Gâzi, Başbuğ Atatürk ve Başbuğ Türkeş ile ülküdaştırlar.
Teslîm olmuş, toprakları parçalanıp paylaşılmış bir imparatorluk molozlarından hür bir Türk devleti çıkaran ve yönetimini millete vermek için Cumhuriyet ilan eden Atatürk ve arkadaşlarının; onlardan önce de Yedi Düvel'e karşı birbuçuk milyondan fazla şehit vererek savaşan ceddimizin Atatürk ve arkadaşlarına bıraktıkları, onlardan da verâseten bize intikâl eden mîrasa ne kadar sâdıklar?
Sadâkatlerini "Birinci 12 Eylül" öncesi binlerce can, onbinlerce ikbâl, yüzbinlerce istikbâl feda ederek ispat etmiş Ülkücülere, sistem ne yaptı?
Testiyi kıranla, suyu getirene aynı davranan; devleti savunanla, temeline dinamit koyana aynı şiddet ve hiddetle saldıran sistem miydi? Yoksa bir yerlerden emir alan işbirlikçi, devlete, millete, Atatürk'e ihânet eden fertler miydi?
Akıl karışıklığına sebepmiş gibi; devlet, millet, halk nedir? Sorusunun cevabı da muğlâk! Akıllar bu yüzden de karışık! Lügat ve sözlüklere göre;
Halk: I)
Bir ülke içerisinde yaşayan değişik soylardan insan topluluklarının her biri. ( Amerika Birleşik Devletleri'nin halkları, Bağımsız Devletler Topluluğu'nun halkları ) II) Belli bir bölgede veya çevrede yaşayanların bütünü. (mahalle halkı-kasaba halkı) Bu anlamıyla halk; yuttaş ile toplum arasında kalır. Millet kavramı içindeki yurttaşta tabiiyyet zorunlu iken halk olmak için tabiiyyet ve kan bağı gerekmez.
Millet:
I) Aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu, ulus. "Millet; dil, kültür, mefkûre birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkîl ettiği bir siyâsi ve içtimâi heyettir." (M. Kemâl Atatürk)
Millet ile halk arasındaki bu büyük fark kavrandıktan sonra; geniş bir coğrafyada yaygın olarak yaşayan Türklerin hepsine Türk Milleti denir. Mesela; Amarikan Halkı-Amerikalı olur ama Amerikan milleti olmaz. Türk Milleti denir ama asla Türk Halkı, Türkiyeli denilemez! Israrla diyenler de kırk yıldır, planlıca dayatılan; "halklar, halkların kardeşliği, halklara eşitlik, halklara özgürlük" şeklindeki ayrıştırıcı hezeyânlara ortak olurlar!
Asıl önemli ve can alıcı nokta ise; Atatürk'ten mîras, Türkeş'in ömür boyu savunduğu, "Türk Milletinin hakimiyeti"ne karşı yapılan, "sistemle demokratik mücâdele" maskeli uğraşta Türk Milliyetçilerinin, Ülkücülerin bütünlüğü yokmuş görüntüsüdür!
Cumhuriyet ve sistem adına hayâti bir önem taşıyan önümüzdeki seçimlerde, bütünlük sağlayabilmek için; hedef birliği, siyâsi hasmın belirlenmesi ve sisteme karşı tavrın şekli netleştirilmelidir. Bu konuda daha çok sözümüz var.
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Şubat 14, 2011

ORDU, MİLLÎ CANDIR...

Toplum çekirdeğinin aile olduğu, aileler nasılsa toplumun da öyle olduğu bilinir de meseleleri yorumlarken bu bilgiden ne kadar faydalanıyoruz?
Biz, Türk milletiyiz. Bizde at, avrat, pusat kutsanmış tanımlıdır.
Genellikle Türk aile reisinin; ailesinin güvenliğini sağlamak için silahı vardır veya edinme hevesi vardır. Var olan silah ta namus gibi sakınılır! Silahsıza silah çekmek; âcizliktir, korkaklıktır, ayıptır! Silah ve parayı olur olmaz yerde gösterenler, görgüsüzdür ve toplumdan dışlanır!
Atın günümüzdeki yeri malûm. Avratın, nâmusun, eşin-evdeşin ailedeki yeri de malûm. Bu üçlüden pusat yani silah üzerindedurarak silahlı kuvvetlere geçmeyi deneyeceğim.
Pusat, ailenin savunma güvencesidir. Bu yüzden özenle bakımını yapılır, kontrol edilir ve çocukların ulaşamayacağı, sadece sahibinin bildiği bir yerde saklanır.
Çünkü savunma güvencesi silah, çocuk eline geçerse büyük bir tehlikedir. Çocuk büyüyüp silahın ne olduğunu, neye yaradığını ve nasıl tehlikeli olabileceğini öğrendiğinde silahın yerini öğrenir, maddi durum müsaitse özel silah sahibi olur.
Pusat-silah; her an lazım olacakmış gibi el altında, gözden uzak, sakınılarak saklanır. Bu, binlerce yıllık Türk davranışıdır.
Devlet erkinin hissedildiği, can-mal güvenliğinin, asâyişin sağlandığı zaman ve yerde Türk'ün silahı ancak toy-düğünlerde kısa süreli çıkar. Bu töresel özelliği bilen "dolma kalemler", yıllardır olmadık yaygaralarla, Türk'ü silahsızlaştırmak için özel programlar uyguluyorlar!
Türk silahsızlandırılırken devlet otoritesinin, demokrat(!)lık zokasıyla bitirildiği bölge ve illerde, bölücüler sokakta ağır silahlarla dolaşır! Türk Milleti'nden olmayı reddeden bu şımarıkların yaptığı silahlı psikopatlıkları, Türk Milletine yamamaya çalışanlar çıkar!
Bu konuya, mutlaka döneceğiz!
Aileden sülâleye, sülâleden kabileye, kabîleden aşîrete, aşîretten halka ve halktan milletliğe doğru seyreden oluş sürecinden sonra, devletleşilir. Kurumlar oluşturulur. Bu kurumların başında, milletin-devletin savunmasından sorumlu ordu gelir.
Ordu; aile reisinin sakındığı-sakladığı silah gibi millet ve devlet tarafından sakınılması, özel bakılması gereken hayatî bir kurumdur. Ordu; devlete-millete sâdık kişilerden özel seçilerek yetiştirilen komutanlar tarafından yönetilir. Ailenin haşarı-yaramaz-terbiyesiz çocuğundan sakınılan silah gibi Orduyu; işbirlikçi, gayr-ı millî siyasilerden sakınmak, millî akıl gereğidir. Bu yasalarla sağlanır.
Ordunun siyâsetle alâkası, olmamalıdır. Muhteşem Türk Atatürk'ün; "Ordu'nun siyasete karışması yüzünden Balkanlar kaybedilmiştir." uyarısına göre, Millet ve Devletin yeni kayıplar vermemesi için ordunun siyasetten uzak tutulması gerekir.
Bu inancımızla yıllardır; Ordu kışlada, imam camide olmalı. Millet olarak biz deneme-yanılma metoduyla doğruyu mutlaka buluruz, deriz.
Gayr-ı millî, yetersiz, teslîmiyetçi siyâsetlerle elli yıldır, millî işini unutan, devletinden çok "müttefik" adlı, dış mihraklarla elele NATO Generalleri yüzünden Ordu, korkunç bir güven kaybına uğradı!
"Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir." kuruluş prensibine göre Meclis emirlerini uygulayan Ordu'ya, son yıllarda yapılan tazyîk-tâciz ve tahrîkler, can yakıcıdır! Sakınılması gereken millî silahımızı, açıkta bıraktılar ve yetersiz siyâsi amirler, silahın kazara patlamasından korkarak veya bu bahâne ile nerdeyse Orduyu lağvedecekler!
Heeeey! Bed-duâdan başka hücûm bilmeyen, dua ederek ricâttan başka savaş bilmeyen, dîn arkasına saklanarak cihâttan kaçan, "Haçlı Müslüman" korkaklar; çekin elinizi silahımızdan, silahlı kuvvetlerimizden, gözbebeğimizden! Yeter oldunuz! Millet, tekke-zâviyelerde sakladığı falakalarını, sizin için hazırlıyor haberiniz olsun! Falakayı da -Vallahi- kendinize tutturacak!
"BİR TÜRK, BAŞLI BAŞINA BİR MİLLETTİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Şubat 13, 2011

KÖTÜ BAŞLAYAN SEVGİLİLER GÜNÜ!...

Bu yazı okunmaya başladığında "Sevgililer Günü" başlamış olacak! Güne, Sevgilim'in günü kutlayarak başlamak isterim.
Sevgilim, Türk Milleti; sevdâm, uğruna ölebileceğim Vatanım; kara sevdâm, Dünya Türk Birliği ve Tûran...
Günün kutlu olsun Türk Milleti! Günün kutlu olsun Âzîz Vatan! Günün kutlu olsun kara sevdâm Tûran!...
Kutlamadan sonra, milleTle birlikte canımızı yakanları uyarmaya başlayalım!...
Câni PKK'lıların "Daha fazla hak" tavizleriyle şımartıldığı, salıverildiği; satırlı-domuzbağcı Hizbullahçıların salıverildiği; müebbete mahkûm, suçsuz günahsız bir kızı 40'a yakın bıçak darbesiyle öldürüp soğutucuda saklayacak kadar serinkanlı câni salıverilirken emekli-muvazzaf, anlı şanlı generaller, kahraman sıfatlı Paşalar, ordu mensupları gözaltına alındı-tutuklandı-tevkif olundu-hapsedildi!
Hani; "Şer'iyyâtın kestiği parmak acımaz." dı! Yapılan milletin canını tarifsiz yaktı, acıttı!
Bu generaller ve Paşalar seçim üstü, gövde gösterisiyle tevkîf edilmek için mi serbest bırakılmışlardı? Mâdem tevkif gerekiyordu, neden salıverildiler? Mâdem salıverilecek kadar lehte bilgi ve belge vardı, neden yeniden tevkîf edildiler?
Yoksa yasalar, her okuyanın farklı algılayacağı bulmaca metinleri mi?
Tevkif edilenlerin eşlerini temsîlen konuşan Hanfendi'yi, herkesten önce adâlet temsilcilerinin duyması gerekmez mi? Kamu vicdânını rahatsız eden bir adâlet olabilir mi? Ordu'nun; daha da siyasallaştırılacağı söylenen hukuk eliyle bu kadar siyâset içine çekilmesi akıl işi midir? Vicdâni midir?
Geçenlerde, Hâkim bir tanıdığa sohbetimizde verdiğim örneği, buradan birilerine de vermek isterim: Hukukun hakkını korumak elbette her hukuk adamının görevidir. Aynı hukuk adamlarının aslî görevleri ise Hak'kın Hukuku'nu gözetmek olmalıdır!
Elbet te adâletle merhâmet bir arada olmaz! Elbet te mevki ve makamları ne olursa olsun herkes hukuk karşısında eşit olmalıdır! Elbette suçlu kimse mer'i yasalara göre yargılanmalı ve cezâlandırılmalıdır ama hukuk eliyle yapılan siyâsî baskının adı, zâlimliktir, zûlümdür!
Belki güç yetirilemez ve hukuk eliyle zulmedenlere bir şey yapılamaz ama tecrübeyle sabittir ki; "Allah, ibreti asla ahrete bırakmaz!"
Hukuku siyasallaştıranların da, hukukun siyasallaşmasına direnemeyen terfi etmek için mevcut yönetime yaranacak uygulamalar yapan veya yapılmasına göz yuman hukuk adamlarının da, yarın gerçek hukuka ihtiyaçları olacaktır!
Daha önceki Hükümetlerin, Meclis yetkisiyle verdikleri görevleri başarıyla yapmış ve madalya ile ödüllendirilmiş, Kahramanlığa terfi etmiş millet evlâtlarını, millî vicdân Paşa'larını tevkifle milletin incitildiği görülmüyor mu?
"Ölümden korkmayanı cezaevi korkutamaz! Beni Silivri'ye değil İmralı'ya koyun! Cezaevinde ölsem bile tabutumdan kalkıp dimdik yürüyeceğim!" diyerek cezaevine giden Engin Alan Paşa'yı tevkif edenler, onlara emirleri veren komuta kademesi niye tutuklamazlar?
İddia edildiği gibi ihtilâl bile düşünmüş olsalar, emir-komuta zincirine yani disipline uymanın mecbûr olduğunu herkesin bildiği Türk Silahlı Kuvvetleri'nde; tutuklananlara emir veren kişiler neden serbestler? Basına çarşaf-çarşaf düşen, karşılıklı çantalarla buluşularak görüşme ve pazarlık yapıldığı haberleri doğru mudur yoksa?
Ordu'nun, millet evlâtlarından oluştuğu, Türk Milleti'nin orduya Peygâmber Ocağı dediği, milletin ordusunu sahipsiz bırakmayacağı gerçeğini unutan siyâsiler mi var yoksa?
Domino etkisinin devam etmesi beklenen güney komşularımızda olanlardan hiç mi ders alınmaz?
Milleti tahkîr ve tahrîk ederek canını yakıyorsunuz! Bu millet, canını yakanın canını yakar! Sesli söylentileri, söze dönüştürerek söylüyoruz sadece! Haberiniz ola.... Silah arkadaşlığı hakkını gözetmeyenlerin, kimse üzerinde hakları kalmaz vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Şubat 11, 2011

KALEM PASLAŞMALARI...

Refikliğinden hazzettiğim Sevgili Afşın SELİM Kardeşim'in; "Türk Ordusu'na Kurban Olasınız" başlıklı yazıma yorumlarını ve cevâbımı, Dostlarımızda da benzer algılamalara vesîle olabilir düşüncelerimle, aynen paylaşmak istiyorum.
"kıymetli büyüğüm, merhaba.../ her yazınızı okuduğum gibi, son yazınızı da okudum.../yazınızın bir paragrafında, "NATO'cu, ABD'ci bir iki Genel Kurmay Başkanı sıfatlı general eliyle Milliyetçi Paşalar tasfiye edilmiş..." diyorsunuz.../ mazur görünüz ama, bir bulanıklık var sanki bu cümlede, milliyetçi olup da tasfiye edilen "paşa" yahut "paşalar" kim acaba, ç.doğan ve zihniyeti falan mı, anlamadım.../ selam ve saygılarımla.../ afşin selim"
İletiyi, aynen kopyaladım ve cevâbım:
Çok Sevgili Afşın'ım;
Millî ve toplumsal mes'elelerde ikimizin de aynı yerlerimizin, aynı şiddette ağrıdığını biliyor ve buna şükr'ediyorum...
Sevgili Kardeşim; Senin zikrettiğin "Ç. Doğan" ve Çevik Bir v.b. Nato Generalleri, asla benim de dikkat ve muhabbet alanımda değillerdir! Haklısın; çok bilinerek, sapla saman karıştırılarak aslında akılları karıştırmayı hedeflemiş bir kurgu olan, Ümraniye Bombaları iken Ergenekon"laştırılan senaryoyu hatırlatan eksik ifâdemden dolayı özür dilemeliyim ama ; "Otuz yıllık PKK mücâdelesinde yapılmış hatalar, yanlışlar, hatta suç varsa; Meclis kararlarıyla Ordu'ya emir veren siyâsilerindir! Bir önceki Meclisin emrini uygulayıp madalyalar almış Kahraman Ordu mensûplarına, bir sonraki Meclis'te suçlu muamelesi yapmak; vicdâni değildir, âdil değildir, yasal değildir ve asla millî değildir!
Olağanüstü savaş ve işgallerde, psikopat komutanlar emrindeki askerler, sivil insanlara zulmeder, katliam yapar, ırza ve mala tecâvüz ederler!" şeklinde bir izâhım var, peşine akıl karıştıranlardan olmamak refleksimle müslümanlara zûlmeden zâlim Haçlı komutanlardan örnekledim!
Mesela; "Paşa"lığı engellenen, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde üç Üstün Hizmet Madalyalı Mustafa Levent GÖKTAŞ ve benzeri kahraman Millet Evlâtlarıdır kastım. Kastım, rahmetli Eşref BİTLİS Paşa'dır, Atilla ATEŞ Paşa'dır, hatta Tuncer KILIÇ Paşa'dır, MHP'nin rozet takarak çok doğru yaptığı Engin ALAN Paşa ve benzeri millî karakterli Paşalar'dır kastım...
Kastımın bu olduğunu, birbirimizi; "Leb deyince Çorum'u" anlayacak kadar tanımamız gerektiğini düşünmeme rağmen, benzeştiğimizi zannettiğim kişilerde, nasıl o çağrışımı yaptırdığımı da yemîn olsun anlayamadım!
Sevgili Afşın'ım;
Bir kavramı da açmamız gerek; Ordu derken sadece yüksek komuta kademesi mi anlaşılır? Ordu; erinden Genel Kurmay Başkanı'na kadar tamamı değil midir? Tepeden tırnağa Türk Silâhlı Kuvvetleri milletin evlâtları değil midir? Ve Türk Silahlı Kuvvetleri; devletimizin kurucu Anayasası'nda da Gâzi Meclis'in emrinde değil midir? Sahip olduğu, milletten seçimlerle aldığı demokratik görevinin farkında olamayarak veya aldığı yetkinin hakkını veremeyerek devletin bir kurumunun vesâyetine boyun eğen, Meclis'in millet vekili ünvanlı mensupları mı, yoksa hakları olmayan erki kullanan Komutanlar mı daha suçludur?
Anadolu'da söylenen; "Ölüm gelince komşuya atmak" bu değil midir? Altı sefer gidip, yedi sefer gelmekle övünenler de dahil olmak üzere millet olarak biz yanlış yere kızmıyor, karanlıkta kaybettiğimizi ışıkta aramıyor muyuz?
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Genel Kurmay Başkanı'nın âmiri değil midir? Hükmedemeyerek disiplin zaafiyeti gösteren üste kızmak varken, baş kaldıran asta kızmak ne kadar akıllıca ve ne kadar vicdânidir?
Hakkı hak sahibine verecek kadar 'adil olabilmek için yönetici erkin, elindeki kudretinin farkında olması ve bihakkın kullanması şarttır! Kullanamıyorsa eksiktir, kullanmıyorsa suçludur! İfâde etmeye uğraştığım budur Sevgili Kardeşim... Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Şubat 10, 2011

MİLLİYETSİZ MİLLİYETÇİLİK!...

"Biz etnik milliyetçilik yapmayacağız dedik, biz dinsel milliyetçilik yapmayacağız dedik. Biz bölgesel milliyetçilik yapmayacağız dedik ve yola böyle çıktık..."( R. T. Erdoğan- Meclis- 11 Ağustos 2011)
Aynı düşüncelerini referandum sürecinde, Diyarbakır'da da tekrarladılar.
Buna rağmen bazı akademisyen yazarlara göre; milliyetsizlerin de milliyetçiliği olabiliyormuş! R. T. Erdoğan'a millet vekili olmak hayâliyle yağ çeken bazı akademisyen kalemleri Başbakan, partiyi kurduğu günden beri yalanlıyor! Asla milliyetçi değil ve milliyetçilik yapmam diyor!
Yine bu yağcı, yandaş akademisyen kalemler; MHP'nin "içe yönelik milliyetçilik" yaptığını, AKP'ninse "dışa yönelik milliyetçilik" yaptığını söylüyorlar, kocaman bilgiç edâlarla!
Aklıma Sakallı Celal'in; "Bu kadar cehâlet, ancak tahsîl ile mümkündür." tesbîti geliyor!
Bütün dünya sözlüklerinde, milliyetçilik; "Mensup olduğu milletini sevmek." diye tanımlanır. 18. yy. da Avrupa'nın Türk Vatanı anlamına gelen Türkiye dedikleri topraklarda, bir Türk Devleti kuran Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarına kafa tutarken R. T. Erdoğan'ın, Türklüğü ve Türk Milliyetçiliğini nasıl şiddetle reddettiğini herkes bilir!
Yağcı, yandaş, yalaka akademisyen kalemleri, Sakallı Celâl'in tanımıyla başbaşa bırakarak ben, R.T. Erdoğan'ın defalarca tekrarladığı sözlerine dönmek istiyorum.
Neymiş efendim; AKP etnik milliyetçi değilmiş! Mensup olduğu etnik ırkın, diğer bütün ırklardan üstün olduğunu idda eden düşünce sistemine, etnik milliyetçilik değil "şövenizm-ırkçılık" denir ki bunu da günümüzde en açık şekilde; AKP'den "daha fazla demokrasi" kılıfıyla aldıkları tavizlerle bölücüler ve onların siyâsal uzantıları yapıyor!
Neymiş efendim; AKP "dinsel milliyetçi" değilmiş! Hem dinsel, hem de milliyetsel yani?... Hangi din olursa olsun dinlerin milliyetini duyan-bilen biri var mı Allah aşkına? Kaç milletten müslüman var, kaç milletten hristiyan, kaç milletten budist vardır bilen var mı? Böyle gerçek dışı, böylesine boş ve ters bir tanım olabilir mi?
Hangi milletten olursan ol, dindâr olursun veya olmazsın! Ne kadar dindâr olursan ol, milliyetçi olursun veya olmazsın! "Dinsel milliyetçilik"i, mutlaka tarif etmeli, açıklamalı yoksa O'nu da Sakallı Celal'in tanımına dahil ederler!
Neymiş efendim; AKP "yöresel milliyetçi" de değilmiş! Yöreselciliğin anlamı; en sert tanımıyla bölgecilik, hemşericilik değil midir? Mesela; kim hemşerilerinin soyu ile boyu ile ilgilenir ve bunu kıstas alarak davranırsa ne yapmış olur? Dinimizin de emri olan töreleşmiş komşu hakkı gözetilerek, hemşeriyle ilgilenmenin adı "yöresel milliyetçilik" midir?
Irkçılık ve milliyetçilik, dindârlık ve dincilik, bölgecilik ve hemşericilik; o kadar farklı kavramlar ve o kadar farklı davranışlardır ki!... Bu kavramları aynıymış gibi veya alâkasız şekilde birbirine zorla ilâve ederek kullanmaya ve bunda ısrara -art niyet yoksa- Sakallı Celâl'in tanımından başka bir ad koyulamaz!
Şahsen bir Türk Milliyetçisi olarak; "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyen, vatandaş olarak Anayasamız'a göre Türk sayılan hiç kimsenin, hiç bir görevinden ve makamından asla rahatsız olmam ama Yedi Düvel adındaki Haçlı'ya karşı destansı bir mücâdeleyle; "Bağımsızlık karakterimdir." düstûruyla ve "Ya istiklâl ya ölüm!" sloganıyla kurulmuş bağımsız Türk Devleti'nin Başbakanı'nın, "BOP Eş Başkanlığı"ndan son derece rahatsızım! Günü geldiğinde sadece başkalarının verdiği bu görevinden dolayı bile olsa Yüce Divan'da hesaba çekilmesini, sabırsızlıkla bekliyorum!
"TÜRK'E BAŞ OLMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Şubat 09, 2011

TÜRK ORDUSU'NA KURBAN OLASINIZ!...

Bilinir ki ailelerden sülâle, sülâlelerden kabîle, kabîlelerden aşîret, aşîretlerden halk, halklardan da milletler oluşur. Bu oluşların tamamında yapıcı bir erk söz konusudur. Güçlü bir reis olmazsa fertler bir arada kalmaz ve aile oluşmaz. Muktedîr bir sülâle büyüğü olmazsa aileler bir arada tutulamaz. Kudretli bir aşîret beyi olmazsa sülâleler bir arada olmaz ve nihâyetinde güvenilir, emîn, âdil bir erk olmazsa halklar bir araya getirilerek millet edilemez. Millet olmadan da devlet olmaz.
Türk geleneklerine göre başlıya baş eğdirip dizliye diz çöktürerek millet oluşturulduktan sonra devlet kurulur. Devletin olmazsa olmazı ordudur. Devlet olmadan ordu olmaz. Ordu, milletin kurduğu devletin silahlı gücüdür. Askerler, milletin çocuklarıdır. Resmîdir, devlete bağlıdır, devletten aldığı emirleri yerine getirir.
En keskin kılıç bile kınını kesmez. Eşkiyânın, harâminin, teröristin haricinde hiç kimse, mensûbu olduğu millete kılıç çekmez, mermi sıkmaz!
Otuz yıllık PKK mücâdelesinde yapılmış hatalar, yanlışlar, hatta suç varsa; Meclis kararlarıyla Ordu'ya emir veren siyâsilerindir! Bir önceki Meclisin emrini uygulayıp madalyalar almış Kahraman Ordu mensûplarına, bir sonraki Meclis'te suçlu muamelesi yapmak; vicdâni değildir, âdil değildir, yasal değildir ve asla millî değildir!
Olağanüstü savaş ve işgallerde, psikopat komutanlar emrindeki askerler, sivil insanlara zulmeder, katliam yapar, ırza ve mala tecâvüz ederler! Filistin'de çoluk-çocuğa işkence yapan zâlim İsrail askerleri; Çeçenistan, Azerbaycan ve Gürcistan'da müslüman katliamları yapan, sivillere zûlmeden Rus askerleri; Afganistan'da ve Irak işgâlindeki ABD'nin askerleri, bu psikopatların emrindekilerdir! Bu psikopatlar da millet olamadan devlet olacağını zanneden yönetimlerin icâdıdır!
Dikkat edilirse zulmedenler hristiyan, mazlûmlar müslümanlardır!
Benim aklımı, vicdânımı ve canımı en fazla acıtan ise nüfusunun % 98'i müslüman olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, din eksenli siyâsetle hükümet olmuş "İslâm Üst Kimlik"li Başbakan ve Cumhurbaşkanı'nın, müslümanlara zulmeden, katliam ve tecâvüzleriyle hristiyanları bile isyân ettiren Haçlı askerlere dua etmeleri!...
Birinci tezkerenin Meclis'te reddini, kendilerine hakâret saydıklarını saklamayan ABD'nin bir görevlisiymiş gibi; "BOP Eş Başkanı olarak bize burada görevler verildi." itirâfını Meclis'te söyleyebilen bir Başbakan'la; "Biz düzeltmezsek birileri gelir düzeltir!" diye Meclis'i korkutan bir Cumhurbaşkanı ile biz, bağımsız bir devlet miyiz?
Büyük BOP Eş Başkanı'nı ve AB'nin ortak tuzağıyla başına çuval geçirilen, kozmik odasına girilen; terörle mücâdelede Kahramanlık Madalyaları alan komutanları, "Çete Mensûbu" ilan edilerek cezaevine koyulan Ordu'ya, suçlu diye saldırmak mıdır vicdân ve demokratlık?
İşin açıkçası; Türkiye'deki askerî müdâhelelerin hiç biri, millî değildir! Onar yıl aralarla tekrârlanan, ABD planlı ve izinli olduğu bilinen darbelerin hepsinde, millete zûlüm ve işkence edenlerin hiç biri, millî ve milliyetçi değildir!
NATO'cu, ABD'ci bir iki Genel Kurmay Başkanı sıfatlı general eliyle Milliyetçi Paşalar tasfiye edilmiş ve BOP Eş Başkanları'nın kontrolünde sivil, faşist bir darbe yapılmıştır!
Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarına karşı yapılan bu sivil darbeye cevabı, ancak Türk Milleti verebilir. Bu yüzden 2011 seçimleri; Türkiye Cumhuriyeti adındaki Türk Devleti'nin devâmı veya bitiriliş seçimidir!
Paris'te, 17 milyon nüfusu, 67 milyon olarak söyleyen Yahya Kemal'in, itirâz edenen sefîrlere; "Nüfûsun elli milyonu şehittir!" cevâbını bu asîl millet, yalan etmez!
"BİR TÜRK, BAŞLI BAŞINA BİR MİLLETTİR." (El-Câhiz)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Şubat 08, 2011

KURT DURUŞLU HALÛK KIRCI'YA...

Adâletin bu mu dünya? Dünyadan kastım; küreselcilik yâni dünyacılık oynayanların; küreselcilik, "sınırsız-milliyetsiz dünya"cılık oynayanların, bu uğurda BOP Eş Başkanlığı sıfatını gururla taşıyan, Haçlı'nın Müslümanlara yaptığı katliamlarda kâfir askerlere dua edenlerin, "Daha Fazla Demokratik Hak" maskesiyle bölücülüğe soyunan PKK'lılara olmadık tavizler veren AKP'nin, onun Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın vicdânıdır! "Kulaklarından tutar kapının önüne koyarım." iltifâtına mazhar kişilere ne siteme, ne de intizâra tenezzül etmem!
Kırk bin kişinin katiline, PKK'lılara, Hizbullah'çılara yapılanlarla, bir devrin öfkesini tek başına göğüsleyen Haluk KIRCI'ya revâ görülenleri kıyasladığımda, midem bulanıyor!
Bir suçlu, kaç kere cezalandırılır? Ömrünün nerdeyse tamamını cezaevinde geçiren biri, cezaevindeyken yeniden nasıl suç işler? İşlediği söylenen suç neyse, Haluk Kırcı cezaevindeyken işlenmişse ancak yazaraktır o da fikir suçu değil mi? Dokuz yıldır; "Fikir suçu olamaz!" iddiasıyla; her türlü bölücülük propogandasına göz yumulan, Diyarbakır'dan çekilen; "Has...tir!"i demokratik söylem sayan, "Meşenin dalları nerenizde kayboldu?" sorusunu, fikir beyânı sayacak kadar demokratlaşan AKP, Halûk Kırcı'nın, böyle zulme tabi tutulmasına neden göz yumar?
Birinci 12 Eylül Kıyameti öncesinin bütün katilleri-anarşistleri, DEVYOL'cuları, DEVSOL'cuları, DDKO'cuları bir kaç yıl sonra infâz yasalarıyla, aflarla serbest bırakılıp içlerinden çoğu dönerek-değişerek-gelişerek Tayyipçi'leşerek gazeteden gazeteye, televizyondan televizyona uçuk dolar-eurolarla tarnsferler yaşarken Haluk Kırcı'ya olan bu öfkenin, kînin adını ve sebebini bir kişi Allah rızası için söyleyemez mi?
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde; yemînlerine ihânet edenler hâriç, geri kalan 530 Millet vekili içinden Haluk Kırcı'ya destek verecek yürekte, Haluk Kırcı'ya uygulanan insanlık dışı bu dayanılmaz ve yıllara sâri işkencelere karşı çıkacak bir babayiğit yok mu?
Hani bu memleketin Ülkücüleri, Devrimcileri? Hani bu memleketin ahde vefâlı eskimiş-eskimemiş-bağımlı-bağımsız- Bahçelici-Türkeşçi Ülkü Devleri?
Haluk'u savunursanız, başınıza bir hal mi gelir? Yoksa Haluk o kadar seneden sonra kafasını dinlemek, çoluk-çocuğuyla hasret gidermek için sessizce evine çekildiği ve vefasızlığınızı hatırlatmamak için sizi ziyârete gelmediği için kendinden ve benden habersiz "hain" mi îlan edildi?
BDP adındaki PKK'nın siyasallaşmışları hâriç; şu anda Meclis'te olan partilerden hangisi Haluk Kırcı'ya destek verirse Allah şahidimdir ki ne yaparlarsa yapsınlar onları savunacağım!
Ömrünün nerdeyse tamamını Devlet-Millet sevdâsıyla, çocuk denecek genç yaşında işlediği, inkâr etmediği, cezasını misliyle ödediği, yazdığı kitaplarla kendinden sonraki gençliğe dolu dolu doğru tavsiyeler ettiği halde Haluk Kırcı'ya revâ görülen bu yalnızlığın adını ve sebebini de birileri söylemek zorunda değil mi?
Daha önce de yazmıştım tekrarlayayım; Birinci 12 Eylül Kıyâmeti öncesinin birileri için Deniz Gezmiş neyse, Mahir Çayan neyse, benzeri ölü veya sağ kişiler neyse; Haluk Kırcı da benim için odur! Yani Haluk Kırcı, hiç kimsenin değilse bile tek başıma benim "KAHRAMANIM"dır!...
Bir kara devrin Canlı Kahramanı'na revâ görülen bu işkenceye kimse sesini çıkarmazsa bile ben baş kaldırıyorum! Böyle adâlet te olmaz! Böyle yasa da olmaz! Böyle çifte standartlı insafsız, zâlim yönetim de olmaz!
Hele böylesine vefâsızlık, hiç bir vicdânda asla, kat'a kabûl edilemez!
Haluk! Kurt Duruşlu Yiğidim; geçmiş olsun! Haluk! Seni doğana, seni ekene, yıllarca kurt sabrıyla yolunu gözleyenlere Mâşaallah-bârekâllah! Bu da geçer, geçmeli! Kefâretin olsun.
Haluk! Sen ne dersin, ne yaparsın bilmem-bilemem ama ben, bir nesil adına senin de, arkadaşlarının da, emsâllerinin de haklarınızı kimseye helâl etmiyorum! Yaptıkların ve sana yapılanlar, bir devrin ya yüz akı, ya da yüz karasıdır vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Şubat 07, 2011

"KİFÂYETSİZ MUHTERÎSLER"

Gerçekten millî saydığım Yerel Basın'ı, "Yaygın Basın"dan daha fazla önemseyerek takip ederim. Yerel Basın sâyesinde hatırladığım "Dunning-Kruger Sendromu"nu, harika zamanlamasıyla ben de hatırlatmak istedim.
Bu sendroma, Anadolu-Türk ferâseti; "Câhil Cesâreti" der.
Psikolog Justin Kruger ve David Dunning, Cornell Üniversitesi'nde yaptıkları bu çalışmaları ile 2000 yılında Nobel Ödülü aldılar. Dunning ve Kruger'in Aralık-1999' da yayımladıkları teorilerine göre; "Cehâlet, gerçek bilginin aksine bireyin kendine güvenini artırır." Değişik alanlarda yaptıkları araştırma ve testlerle de şu sonuca varırlar: "Niteliksiz insanlar, ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler, niteliklerini abartırlar./ Gerçekten nitelikli insanların niteliklerini görüp anlamaktan âcizdirler./ Eğer nitelikleri bir eğitimle artırılırsa, aynı insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar."
İki uzman psikolog, daha sonra bu teorilerini öğrencileri üzerinde test ederler. Üniversiteden öğrencilerine sınavda bazı sorular sorarlar. Test bittikten sonra öğrencilerden, sonuçta ne kadar başarılı olacaklarını tahmin etmelerini isterler. En başarısız öğrencilerin, testin % 60'ına doğru cevap verdiklerine eğer günlerinde olsalar % 70'ine doğru cevap verebileceklerine inandıklarını; en başarılılar yani en az % 90 doğru cevaplayan öğrencilerin ise testin % 70'şine doğru cevap verdiklerine inandıklarını görürler! Dunning ve Kruger bu durumu; "Kronik kendi kendini değerlendirme yeteneksizliği"ne bağlarlar.
Asıl ürkütücü olan ise bu, "yetersizlik + haddini bilmeme"nin meslekî açıdan dayanılmaz bir itici güç olduğunu görürler! İşlerinde çok iyi olduklarına yürekten inanan "yetersizler"in; kendilerini ve yaptıklarını övmekten, her işe atılarak öne çıkmaktan ve lâyık olmadıkları mevki ve makamlara talip olmaktan çekinmediklerini; bunu kendilerine bir hak olarak gördüklerini, istemeyi uyanıklık saydıklarını tesbit ederler!
Dunning-Kruger Teorisi'ne göre Kifâyetsiz Muhterisler: "Gücünü delegasyon bahânesinden alır. Ekibinin orkestra şefi havalarına girerler./ Çok gürültü-patırdı eder, çok şey yapıyormuş havası estirirler./ Koridorlarda düşünceli edalarıyla hızlı hızlı yürürler./ Ne olursa olsun önceden biliyormuş ve hazırlıklıymış gibi davranırlar./ Üstlerine karşı çok nâzik-kibar, astlarına karşı ise acımasız ve kabadırlar./ İktidar ilişkileri ve göstergeleri onlar için çok önemlidir. Astlarına kimin üst olduğunu sık sık hatırlatmayı severler./ İlk denemede başarılı olamazlarsa, başarısızlığının belgelerini yok etmeyi unutmazlar./ Talimatlarını post-it ve e-posta ile verir böylece astlarıyla yüzleşmekten kaçarlar./ Toplantılarda başkalarının sözlerini tekrarlamak pahasına da olsa son sözü onlar söylerler."
Yine Dunning ve Kruger'e göre gerçekten bilgili ve yetenekli kişiler ise alçakgönüllü ve özverili davranarak kendilerinin fark edilmelerini bekler ve "Kifâyetsiz Muhteris" üstleri tarafından ihtirassız olmakla suçlanırlar!
Bu tarifler, size de birilerini hatırlatmıyor mu? Yıllardır; idealistle-ülkücüyle, şahsî istikbâl için siyâset yapanlar arasındaki fark ve çekişmeyi anlatabilmek için niye yırtındığımıza da cevap olabilir mi bu sendrom?
Teoriyi en son Alişan Birlik'in "At Hırsızı" romanında okudum. Bu vesîle ile meraklı dostlara, -bazı kurgu eksikliklerine rağmen- sadece bu teoriyi aktardığı için bile okunmasını tavsiye ederim.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Şubat 06, 2011

KALEMLER KININDAN ÇEKİLSİN ARTIK!

Kalemin kılıçtan keskin olduğunu biliriz! Dil yarasının otanmadığını, onanmadığını, kapanmadığını da!... Görerek-gözlemleyerek te bildik bu gerçekleri ve yıllardır öğrendiğim, bildiklerimle beslediğim öfkemle çektim kalemimi kınından!
Sivriltebildiğim kadar sivrilttim ve avuçladım! Yumruk halindeki elimin içinde keskin-sivri kalemim! Başparmağım, işâret parmağım ve orta parmağım arasına nazikçe almadım! Bu sefer keyifle çevirmiyorum parmaklarım arasında kalemimi, yazmayacağım! Hınçla, öfkeyle sıkıyorum avucumda ve göbeğine göbeğine saplayacağım "dolma kalem" haznelerinin! Dolma Kalemler'in tahsisli renkli mürekkep dolu haznelerini patlatacağım! Canlarını acıtacağım! Milleti acıttılar!...
Azarlasam utanmazlar, ar damarları çatlamış! Küfretsem önce ayıp, sonra suç, hem de üzerlerine alınmazlar! "Kâfirler" dememe, inancım izin vermez!
Eski Roma'da arenada ölümüne dövüşler için beslenen gladyatörlerin tüccarları gibi, antrenörleri gibi hem insanları birbirlerine öldürttürüyor hem de imparatordan maddî ödül alıyorlar!
Ne taraftan oldukları da bilinmez! Bazen imparatordan, bazen senatörlerden yanalar! Asla gladyatörden ve onları çılgınca alkışlayan, alkışlarken de öldüren gladyatörden ve sahibinden korkan halktan yana olmazlar ve o günden bugüne kadar hepsi de demokrattır bu diplomat çukurların!
Ne renk koyulursa o renk yazan dolma kalemlerin uçlarına kıyamam! İşim depoları ve dolduranlarla! Sivrilttiğim kalemimi deposuna deposuna saplayacağım bu kalemden başka herşeye benzeyen namertlerin!
Yandaş televizyonlarda bir kere çıkarıverseler ekrana; doğduklarına, doğacaklarına pişman ederiz, bilirler! Yanlış anlaşılmasın ne hakâret eder, ne de danışıklı ekran reyting sövüşlerine ortak olmayız! Sâdece ne olduklarını, kime kul olduklarını, ne kadar Haçlı Müslümanlar olduklarını söyleyiveririz yüzlerine ve onları adam zannedenler; ne menem acûzeler olduklarını, ne ucûbeler olduklarını görürler! Başlarına geleceği bildikleri için kapalıdır bize bu Haçlı Müslüman ekranları!
Söz'ün bir yürekten kopup bin yüreği hizâya sokan kudretini, biliriz! Yüz yüze gelme şansımız olmadığı için sözlerin lezzeti ancak dost meclislerinde...
Mecbûren iş, kılıçtan keskin kaleme düştü! Sözün uçucu, yazının kalıcılığına da güvenerek kalemimi çektim ve sivrilttim!
Farkında mısınız Dolma Kalemler; Ostim'de iki patlamada 20 emekçi-ekmekçi şehîd oldu! Farkında mısınız arenanın gladyatör malzemecileri; Sinan Aygün piyasaya çıktı! Farkında mısınız imparatordan alacağı bahşişin hayalini kuran satılık vicdanlar; Melih Gökçek te oradaydı! Farkında mısınız Haçlı Müslümanlar; alın terleri kurumadan emeklerinin karşılığını bekleyen yirmi mağdûr vatan-millet evlâdı, bugün yok! Kaç evde şivân olduğunu biliyor musunuz?
Dînimiz; "Ölüleri hayırla yâd ediniz." emretmiş. İnanmış îman etmişiz Elhamdülillah ve uyarız. Allah(c.c.) Ostim'den Hakk'ka yürüyen helal rızklarının peşinde şehîd olanların tamamına rahmet etsin, cümle yakınlarına da sabır versin. Allah(c.c.) Defne Joy Foster'in de toprağını bol etsin!...
...De itiraz etmesem, sivrilttiğim kalemimi dolma kalemlerin haznelerine, vuvuzelalık yapan ekranların, tam göbeğine saplamasam patlayacağım! Bre nâbekârlar! Defne Joy'un ölümüyle, yirmi emekçinin ölümü arasındaki farkı, hangi dinden olsanız, hangi fikre mensup olsanız, hangi sultana soytarılık yapsanız bilmeniz lâzım değil mi?
Mâdem sultanınız, imparatorunuz size yirmi Ekmek-Emek Şehîdinden bahsetmenize izin vermedi, bari susun! Susun ki sizinle aynı işi yapmaktan utanıp millet içinde "gazeteciyim" demekten imtinâ etmeyeyim!
Susmazsanız kalemimi, elinize doldurularak verilen aletin haznesine değil; gözünüze gözünüze sallayacağım haberiniz olsun! Kalemimi çektim, gördünüz mü?
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Şubat 05, 2011

IS'SIZ DEREDE TİLKİ BEYLİĞİ!...

Yol bilmeyenden kılavuz olmaz! Yol bilmezin rehberliğinde ilk yol ayrımında kaybolmak ta mukadderdir!
Karakterine,heyecanına ve sağduyusuna çok itimat ettiğim bir Ülkücünün internette gördüğüm; "80 öncesine takılmış arkadaşlarla yol yürümemiz, bugünkü yeni saldırganlıklarla mücadele etmemiz mümkün değil! Kendimizi geliştirmek ve heyecanımızı koruyarak, akıllı bir yol izlememiz gerekiyor." yorumu ile elektrik çarpmışa döndüm!
Söz elbette ortanın, kim alınırsa ona kalacak ve ben alındım! Bu sözün Genel Başkan yorumu olduğuna da yemin ederim! İtiraz etmeden önce de İmralı mahkûmu câninin bir milyon kişiyi Diyarbakır'da meydanlara çağırdığını hatırlatacağım!
Türk Milliyetçilerinin demokratik hak olan mitinglerini bile, sokaklara inmek ve sokak kavgaları şeklinde tercüme edersek iki kere yanlış yaparız! Birincisi 80 öncesine takılmamış ülkücülerin, meydan mitingleri talebine hayır denmiş olur! İkincisi Güneydoğu'da sıkıyönetim ilan etmiş olan PKK'nın cesaretini artırır!
Gidemediğimiz yer bizim değilse, koruyamadığımız-savunamadığımız yer, bizim kalır mı?
Diyarbakır'daki bir milyon kişiye direnemeyeceklerini bahane eden BOP Eş Başkanı da Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nü talep ederse kim, ne yapabilir?
Ölümden korkanlar savaşamaz ve savaşmadan da galip ge-lin-meeez!
Kürde; "Hasso! Dışarda canafar var." derler. "Hah hooo! Hasso gapıya çıkmaz, canafar da içeri gelemez!" der... Bu da bir yoldur tabi ama bana Türkçe ve doğru gelmeyen bir tavır!...
Diyarbakır'da beş milyon kişilik bir mitinge kim cesâret ederse Türkiye onundur vesselam! Korkunun ecele bir faydası duyulmuş mudur? Muharebe savaş meydanında, siyaset miting meydanlarında kazanılır. Siyâsi miting ile sokak hareketini benzeştirenlerin sayısını görünce demek ki on yıldan fazladır tekrarlanan bu söylem kavramlaşmış diye üzüldüm!
Farklı duruş sergilemeden faklılık belli edilebilir mi?
Hiç bir şey yapmamalarına, sokağa asla çıkmamalarına rağmen daha geçenlerde PKK hem de Türkiye'nin en batısında bir ülkücüyü şehîd etmedi mi? MHP Genel Başkanı da taziyeye gitmedi mi?
İmralı'dan Mısır benzeri bir milyon kişi meydana insin ve bir kaç gün dağılmasın talimatı verildi!
Biz çok daha önceden -ki onu da Genel Başkan'ın tv de söylemesi üzerine- dedik ki Diyarbakır'da en az beş milyon kişiyle bir miting yapıp Türkiye'nin ve Türk Milleti'nin bütünlüğünü bütün dünyaya haykıralım! Hâlâ aynı düşüncedeyiz.
Tekrâren savaşın da siyâsetin de meydanda, sıcak temasla kazanılacağı inancındayız. BOP Eş Başkanı, Türkiye'yi dolaşıyor, Ağrı'da miting yapıyor, çat kapı bir eve girip bağdaş kuruyor; biz meydana inersek provoke edilir endişesine düşersek; bugün haber konusu edilen suikast ihbarını ne yapacağız? Böyle bir mantığı, hangi millet evlâdı kabul eder?

Siyasette kongreler haricinde elbette Genel Başkan'a muhalif davranılmaz ama en azından raporlarla önemli konular, etkili-yetkili yerlere iletilmeli.
Köpekler memlekette sıkıyönetim mi ilan ettiler ve biz de bu sıkıyönetime uymayı ilm-i siyâset mi belleyeceğiz?
Allah aşkına davranın! Allah aşkına, silkinin! Süratle hatta hemen Diyarbakır'da, olmuyorsa bir komşu ilde miting yapılmalı o mitingde de Diyarbakır mitinginin tarihi duyurulmalı! Diyarbakır ve Güneydoğu Anadolu'dan vazgeçebilir miyiz? Oralardaki ülküdaşlarımızın hali nic'olur?

O uğurda can vermiş şühedânın ruhunu incitmez miyiz?
Dere ıs'sız bırakılırsa, tilki de beyliğe soyunmaz mı?
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN


Cuma, Şubat 04, 2011

DEĞERSİZLER, DEĞERLERİMİZDEN RAHATSIZLARMIŞ!...

Hep söyledik, söyleyeceğiz; biz Türküz. Türk Devletinin aslî unsuruyuz. Kendini alt kimlikli azınlık sayan ve görenler, mevki ve makamları ne olursa olsun tebaamızdır! Başarılarını ödüllendirir, suçlarını cezalandırırız!
Biz, devlet ve millet yaşasın diye ölürüz. Ölenlerimiz şehittir-ölümsüzdür, dönenlerimiz gâzi... Şehit ve gâzi yakınlığı da Türkçe bir şereftir!...
Alt kimlikliler alt kimlikleri ile dövünürken üst kimlikliler, Türk kimlikleriyle övünürler!...
Bu alt kimlikli, aşağılık kompleksli, Haçlı'ya kapı kulluğunu mahâret sayan kurnazların yıllardır koro halinde seslendirdikleri rahatsızlıkları var! Şuuraltları korkutularak veya satın alınarak işgal edilmiş, vicdânı kiralık bu en-tellek-tüeller; Andımızdan, İstiklâl Marşımızdan, Atatürkümüzden, Ezan sesinden, ramazan davulcusundan ve askere uğurlama törenlerimizden rahatsızdırlar!...
Türk Milleti olarak; bu rahatsız olanlara, bizden rahatsız olmamaları gerektiğini, mutlaka öğreteceğiz! Bu karnından konuşan korkaklara Türkle yaşamayı da öğreteceğiz. Ya öğrenecekler, ya da öğrenecekler.
Milli Görüş Gömleğini, sosyal demokrat-demokratik solcu gömleğini, 68 Kuşağı gömleğini soyunarak değişen-gelişen-dönenler; bir kaç yıl önce "Avrupanın garsonu" diye hakir gördükleri liboşları solladılar! Şimdi AB kapısında teşrifatçılığa, Avrupa Parlementosu'nda komisyon başkanlıklarına, Okyanus ötesinde BOP Eş Başkanlığı'na terfî ederek geliştiler!...
Dinler Arası Diyalogla; daha önce AB dikteli yasalara "din dışı" diyenler; "Âmentüde müştereğiz." deyip "Ilımlı İslam" diye uyduruk bir dinle Kelime-i Şehâdet'ten "Muhammedün Resulullah"ı çıkaracak kadar geliştiler!...
"Muassır medeniyet seviyesini yakalamak ve geçmek" idealini, Haçlı'yı taklit etmek şeklinde algılayan bu Haçlı Müslümanlar, bu inkârcılığı yıllardır yaparlardı! Ezan sesinden rahatsız olanlar çıkmıştı! Ramazan davulcularından şikayetle devam etti bu en-tellek-tüellik! Çan sesinden asla rahatsız olmadı bu demokrat maskeli enteller nedense!...
Türk'e has ve töreleşmeye giden uygulamalardan şikayetlerin, ardı arkası kesilmiyor! İstanbul sokaklarını yangın yerine, viraneye çeviren, polis araçlarını, dolu belediye otobüslerini ve içinde gencecik kızları diri diri yakan; geçtikleri yerleri kırıp dökerek yağmalayan PKK'lılara "Daha fazla demokratik hak" talep eden bu enteller, bazen çok önemli tepkiler de koyarlar! İstanbul'da asker uğurlamalarında yapılan eğlenceden İstanbullular rahatsız oluyormuş! "En büyük asker, bizim asker." nârâlarıyla arkadaşlarını askerliğe motive eden delikanlılar, İstanbulluları rahatsız ediyormuş! Bunu da bu enteller görürler! Bu entellere göre aynı İstanbullular, PKK anarşisinden rahatsız olmazlar nedense!...
"En büyük asker, bizim asker" diye arkadaşlarını uğurlayan heyecanlı gençlerden, hiç bir Türk ana-baba rahatsız olmaz! Her Türk ana-baba, kendi oğlunun da aynı coşkuyla askere gönderilmesini hayal eder! Bu coşkudan rahatsız olanlar, PKK yandaşları veya çocukları PKK'lı olanlardır!...
Bu rahatsız olanlar bilirler ki heyecanla göreve gönderilen bu "Büyük Asker", şerefsiz bölücüleri itlaf etmek için peşlerine düşecektir! Bu îmandan korkacaklar elbette! Bu tezahürattan hainler, korkacaklar elbette!...
Mademki korkuyorlar, doğru yapıyoruz! Madem ki ürküyorlar, doğru yapıyoruz! Madem ki rahatsız oluyorlar -Vallahi- doğru yapıyoruz! Korkanların, ürkenlerin, rahatsız olanların, alt kimlikli tebaa korkakların inadına; EN BÜYÜK ASKER, BİZİM ASKER...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Şubat 03, 2011

BAŞBAKAN'A SUİKAST!...

Resmî bir kurumun, yani siyâsette tarafsız olması gereken bir kurumun resmî sitesinden duyurulan bir haber...
Haberden önce, gazete ve gazetecilik nedir diye tarifini hatırlayalım. Gazete, üç öğeden oluşur:
1- Patron: Gazetenin sahibidir, finansördür, gazetenin kârının da sahibidir.
2- Muhabir: Gazeteye haber toplayan, haber yapan kişiler; muhabirler tarafsız olmak zorundadır. Hem vicdânen, hem de basın ahlâk ve yasasına göre tarafsız olmya mecbûrdur.
3: Muharrir: Yazar, bir konuyu yazı ile anlatan yorumlayan kişi; muharrir, muhabirin yaptığı haberin ya karşısında, ya da yanındadır yani tarafsızlığı söz konusu bile değildir.
Bu klasik ve özet gazete-gazetecilik tarifinden sonra Resmî Kurumun haberine dönelim. Yapılanın gazetecilik mi, habercilik mi, ne olduğuna karar vermeğe çalışalım! Habere göre; "Başbakan'a Suikast İhbarının Ayrıntıları... Milli İstihbarat Teşkilatı, Başbakan'a yapılan suikast ihbarlarını soran mahkemeye, bu ihbarların ayrıntılarını açıkladı." ( http://www.trt.net.tr/Haber/HaberDetay.aspx?HaberKodu=2ce1682a-a751-4ffb-9d5d-89bd8f0535ff )
Haberin detayı; "İhbarların istihbarata dönüştürülemeyen nitelikte olduğunu bildiren MİT, konunun aciliyeti nedeniyle istihbarata dönüştürülememiş olmasına rağmen Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı’na bilgi notu olarak sunulduğunu açıkladı."
Resmî Kurum'un haberinin iyice detaylarına girdiğimizde; 27 Temmuz 2007 tarihinde Başbakanlığa sunulan ve "Ergenekon Davası"diye adlandırılan davanın görüldüğü İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin talebi üzerine gönderilen yazıda; " Temmuz 2007’de teşkilata intikal eden bir haberden İstanbul Üsküdar Kısıklı Caddesinde Başbakan’ın akrabalarının oturduğu caddede sarı renkli bir apartmanın bodrum katının Emekli Yüzbaşı ..." diye devam eden, açık adresleri ve adları belirtilen kişilerden, bu kişilere maddi destek veren ve Bulgaristanda ikâmet ettiği açıklanan emekli bir albaydan ve ilişkilerinden bahsedilmişmiş!...
Bahse konu MİT'in duyumu, 27 Temmuz 2007'de olmuş. Bu haber kaynak gösterilerek Başbakan'a suikast yapılacağından ne zaman bahsediliyor? 31 Ocak 2011'de yani dört sene sonra ve bir seçim arifesinde! Suikastı kimler yapacakmış? Askerler!...
Mısır'daki, on beş gün öncesine kadar, ABD'ye yakınlık yarışındaki kankasına iki metreküp mezar ve üç metre kefenden başka birşeyin kimseye kalmayacağını hatırlatan, Mağrip'e seyahatini erteleyen ve Türk Cumhuriyetlerine giderken Başbakan da; aynı eskimiş hayâlî olaydan bahisle sanki bir suikast alarmı varmış gibi beyanat veriyor!
Bu millet, bu kadar yanlış bilgilendirmeyi hak edecek ne yaptı Allah aşkına? Bu millete bu kadar aptal muamelesi yapmanın; hangi vicdânla, hangi inançla, hangi samimiyetle alakası var?
TRT Haber'in haberinde; "MİT’in, intikal eden birçok bilgi, belge, haber ve duyumun belli bir sistem içinde işlenmesinden sonra oluşturulduğu belirtilen yazıda, çeşitli kaynaklardan intikal eden birçok haber ve duyumun, istihbarata dönüştürülemediği takdirde ilgili devlet organlarına sunulamadığı kaydedildi." diye açıklama var!
Yine TRT Haber'in haberinin detayında; "İddiaya göre, Başbakana suikast planlayan isimlerin Danıştay saldırısının tetikçisi Alparslan Arslan ile de bağlantıları var." diye de bir tesbît var!
Allah(c.c.), lâyıkınızı versin!
Sizin gerçek yüzünüzü, sulu çekimlerdeki resmin arabına baktıkları için fark edemeyen millete, arabınızı banyo edip akladıktan sonra gösterinceye kadar kimsenin rahat uyumaması lazım!
Bu milleti sizden ve sizin değirmeninize su oluğu açmakla görevlendirilen, "Atatürk'ün Partisi" diye kendilerine iftira ederek takîyye yapan CHP'den kurtarmak; "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyen her Türk'ün aslî görevidir vesselâm...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN