Çarşamba, Ocak 18, 2006

ÖZÜRNAME !...

Sevgili Servet Kabaklı Kardeşim;
Ülküdaşım;
Söze sizden özürle başlamak isterim.
Boks yapmadım. Ama boksta dereceler almış, dünya çapında isim yapmış çok kıymetli Ülküdaşlarım ve Dostlarım oldu. Onlar sayesinde boksu, boks yapanlar kadar bilir ve "Dövüş, seyredene kolay gelir." mantığıyla -belki- onlardan fazla severim!...
Boks yapan; çıktığı müsabakada düşürücü ve puan alıcı yumruklar atabilmek düşünce ve gayretinde olur. Ama umulmadık bir anda, kendi verdiği açık yüzünden yiyeceği kuvvetli yumruklara karşı da hazırdır. Yiyeceği yumruğun tazyikini bilmediği için de en kuvvetli yumrukla bile düşmemek için özel çalışmalar yaparlar. Antrenmanlarını, çok kuvvetli yumruklularla yaparlar...
"El yumruğunu yemeyen kendi yumruğunu balyoz zanneder!..." sözü, -sanırım- en fazla boksörlere uyar.
Bu mantık, bu çalışmalar ve bu heyecan boksörün boks sporunu bırakmasına kadar devam eder...
Boksörlerin, boksu bıraktıktan sonraki hayatları benim daha fazla ilgimi çeker!...Hafızalarda iz bırakmış ve ziyadesiyle maçlar yapmış boksörler, dost muhabbetlerindeki anlattıklarıyla Hoca Nasrettinlere taş çıkartırlar!...
Uzak oluşum yüzünden izin alamadığım için adını veremeyeceğim dünya çapında bir boksör ağabeyim var. Kulaklarını sitayişle çınlatarak, ondan dinlediğim bir maç sonrasını aynen nakledeyim:
"Kübalı; nereme, ne ile, ne zaman, nasıl ve neyle vurdu bilemedim!... Aklım başıma hastanede geldi. Ben hala dövüştüğümü sanıyordum!..." diye kahkahalarla anlatırdı...
Yıllardır; "......Ben hala dövüştüğümü sanıyordum!.." cümlesine güldüm durdum...
Bir neslin -maalesef- temsilcilerinden, bir Ülkücü olarak, kendimi hala dövüştüğünü zanneden nakavt olmuş boksör gibi hissediyorum!... Yaklaşık kırk yıldır Ülkücü olarak yaşarım. Camiamla birlikte -siyaseten- başarının hazzını da, hezimetin azabını da yaşadım.
Yaşadığımız seçimlerden sonra; bir sonraki maça -seçime- hazır olmak için ağır antrenmanlar yapardık, ağır antrenmanlar yapardım...Okurduk, okurdum...
Jübile; hiç aklıma getirmediğim bir bitişti!...
Benim taraftarlığım, partizanlığım, fanatizmim ölünceye kadar sürecek zannederdim!...
Bir sefere, bir Kutlu Sefer'e çıkılmıştı ben doğmadan önce. Rahmetli Babam, rahmetli Amcalarım ve eksiksiz bütün sülalemle bu sefere katılmıştık ve ben bu sefer içinde doğmuş doğmamla beraber de bu sefere katılmıştım...
Süvariydim!...
Sefere katıldığım atımda benimdi, doğarken katıldığım seferim de!... Çok kendimin olan bu sefer boyunca yüzlerce de yol arkadaşım, Ülküdaşım, can Dostlarım olmuştu hamdolsun...
Kutlu Seferimizin yakın hedefine çok yaklaştığımız bir zamanda, çok kötü bir "4 Nisan"da üstümüze gök kubbe çöktü!...
Doludizgin at salan Süvarilerin azametinin üzerine bir de gök kubbenin ağırlığı eklenince, bu ağırlığa yağız yer de dayanamadı sanki!...
Başsız, Başbuğsuz kalan süvariler olarak panikledik!...
Kim, ne zaman, neremize, ne ile vurdu anlayamadan aklımızı hastanede başımıza topladığımızda; "....hala dövüştüğümüzü" zannediyorduk!...
İşin garip gerçeği, hala mücadeledeydik ama gelen de vuruyordu bize, giden de!... Yıllarca yaptığımız ağır antrenmanların kazandırdığı metanetle, bu kuvvetli darbelere dayandık sadece!... Çünkü; " Kavgada mühim olan kuvvetli vurmak değil, kuvvetli darbelere dayanmaktır." öğretisi, gerçek özelliğimizdi!...
Dayanmasına dayandık ama başsızlıktan, Başbuğsuzluktan bir gerçeği, fark edemedik!...
Biz; rakiplerimizin, devlet-millet düşmanlarının kuvvetli darbelerine karşı müteyakkızdık. Antrenmanlarda, Ülküdaşlarımızdan alacağımız, çok kuvveti darbeleri asla düşünememiştik bile!...
Başsız, Başbuğsuz; bu ağır darbeler aldığımız antrenmanlara devam ettik epeyce...
Hocamız, rehberimiz değiştiği için antrenörlerimiz de değişmişti!...
Değişik ama Ülkücü her antrenörün, kendine has özellikleri ve uygulamalarına şahitlik ettik!...
Kimimiz Türkeşçilik'te ısrar ederken; kimimiz Bahçelici, kimimiz şu'cu, bu'cu, o'cu olduk!... Farkında olmadan yıllarca birlikte müşterek hasımlarla mücadele için antrenman yapan bizler; artık kuvvetli yumruklu antrenman arkadaşlarımızı, hasım görmeğe başladık!...
Sert antrenmanlarımıza müdahele edenimiz olmadığı veya varsa da birden fazla oldukları için; birbirimize çok sert darbeler vurmağa başladık!...Her sert darbe aldığımızda; kuvvetli yumruklu Ülküdaşımızı da onun hocasını da hasım ilan ettik!...
Bu yüzden de birlikte hareket alışkanlığımızla topladığımız % 18,5'luk oylarımıza sahip çıkamadık!... % 18,5'luk oylarımız; ÇOK SAHİPLİLİK YÜZÜNDEN, SAHİPSİZ KALDI ve baraja takıldık!...
Gözümüzü hastanede açtığımızda ".....hala dövüştüğümüzü" sanıyorduk!... Oysa artık dövüşmüyor sadece darbeler alıyorduk. Geçmişteki sağlam antrenmanlarımızın verdiği dirayetle düşmüyor, dayanıyorduk sadece!...
Bu zorla ayakta kaldığımız süreçte, bütünlük adına zamansız konuşanlara tepki verelim dedik, tepki verdik!...
Tenkit ederken tahrip edenlere karşı olalım dedik, karşı durduk!...
"Her Türk Milliyetçisi, MHP'de siyaset yapmalıdır.MHP'de siyaset yapan milliyetçiler, Teşkilatlara ve Genel Başkanlara biat etmeli dedik, önce biz biat ettik!...
Antrenörlerinde, akıl hocalarında keramet vehmeden Ülküdaşlarımızın uyarılması gerekir dedik, uyardık!...
Mevcut teşkilatlar ve Genel Başkana muhalif olanların toplandığı yerleri, "Ülkücülükten geçinenlerin adresleri" olarak bildik ve ulaşabildiğimiz her yerde böyle açıkladık!...
Biz; Turan Süvarileri idik. Bizim Kutlu Seferimiz vardı. Kervan, -bize göre- yolda dizilmezdi. Kervanımız vardı ve seferdeydi. Kimsenin kervanı terk etmesinin mantığı olamazdı. Bu mantıksız kopmalara müdahele edilmeliydi, ettik!...
Her biri bir Ülkü Devi olan bu Dostlarımıza müdahele ederken silahımız, saygımız; şiddetle uyguladığımız cezamız SEVGİMİZ'di, yol arkadaşlığı hakkımızdı!...
Etkimizin gücü kadar, kopmalara mani de olduk elhamdülillah...
"Başkent Ankara Mitingi" öncesi; aynı tarihte Erzurum'da yapılacak bir konserin yakışık almayacağı, şık olmayacağı düşüncesiyle, Ülküdaşlarımızla hak etmediklerine inandığım çekişmeler yaşadık!...
Bütün bunları, son bir yılda yaşarken tek hedefimiz vardı BİRLİK; tek amacımız vardı ALLAH RIZASI...
Beklediğimiz tek ödül "Allah(c.c.) razı olsun." du!... Teşekkür almasak ta olurdu.
Sanırım bu cehdimiz; antrenman yaparken sert yumruğumuzu, hasmane sayan, alıngan Ülküdaşlarımızca, bir yerlere yanlış aktarıldı.
Ve yine sanırım bu yüzden emeklerimiz yanlışa yorumlandı!...
Yanlış yorumlandığımızı, yanlış anlatıldığımızı öğrendiğim 31 Aralık 2005 Cumartesi günü itibariyle; politika ile uğraşanlarla -kim olursa olsun- sıcak irtibatımı kestim!...
Bana Ülküdaşlarımın varlığının yeteceği gerçeğini -bir daha- öperek baş tacım ettim...
O günden beridir de Birlik adına, bütünlük adına, teşkilatlarımıza katkı adına yaptığım çekişmelerde kırdığım Ülküdaşlarımdan özürler diliyorum...
Sevgili Servet Kabaklı Kardeşim;
Çok Muhterem Ülküdaşım; başta şahsınız olmak kayd-ı şartıyla şahsınızda bütün Ülküdaşlarımdan özürler diliyorum.
Çünkü biliyorum ki yarın tabutumun altında siz Ülküdaşlarım olacaksınız. Politikayla uğraşanların akıllarına bile gelmeyeceğiz biliyorum!...
Lütfen özürümü kabul edin...
Teşkilatlarımdan -da bilmeyerek yaptığım hatalarım varsa- özür dilerim.
Evet Sevgili Ülküdaşım;
Evet sayın Kabaklı; sizin tesbitinizle "BİZLER BU DAVA'NIN SADECE SEÇMENLERİYİZ..." tesbitine, yüreğine, duruşuna ve Ülkücülüğüne Eyyvallah!...
Ve yine tabiki seçmenliğim gereği; "İnadına, inadına, inadına Ülkücüyüm. İnadına MHP..."
TEVEKKELTÜ A'LALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Hiç yorum yok: