Pazartesi, Ocak 31, 2011

ÖYLESİNE BİR SOHBET...

Bugün, öylesine bir muhabbet deneyeceğim. Alıştıkları lezzette bulamayan Dostlardan peşinen özür dilerim.
Hep birilerine hatta herkese bir şeyler söylemeğe gayret ederken biz, kendimizi ihmâl ederiz! Bu kendi kendimizi ihmâle biz gönüllü olunca, nasılsa ihmalden rahatsız değiller diye ihmal eden edene! Canımızın acıdığını, içimize inlediğimizi, gözyaşlarımızı içimizde baraj vâri bend ettiğimizi söylemeyiz, söyleyemeyiz!
Yine söylemeyeceğim ama biraz söylenmeğe ihtiyâcım var!
Bilen dostlar biliyorlar ki teknolojik özürlüyüm! Torunum Ahmet Burkay'ın teknik desteği olmasa bilgisayar denen bu meret sadece daktilo! Şikâyetim de yok ama her geçen gün teknolojinin benim gibi bir acemiye de sunduğu ikramlarla, bazen sokakta misket bulmuş çocuk gibi sevindiğimi de söylemeliyim!
Meselâ; bu teknoloji sâyesinde epeyce gönüldaşla, dünya gözüyle görüşmeden hem-hâl oluverdik şükr'olsun. Bu gönüldaşlardan biri de Şair Muhammed Mahnovi...
Şiirlerinin haricinde internetten yayınladığı yazılarını da keyifle okurum Mahnovi'nin. Keyifle okuduğum bir gönül erbâbıyla sanal da olsa (bu kavramın anlamını bilmiyorum!) teknoloji sâyesinde Muhammed Mahnovi ile ve dostlarla tanış olmaktan tarifsiz bahtiyârım.
Dün Muhammed Mahnovi, köşesinden "Kimin Umûrunda?" başlığıyla bir memleket panoraması çizmiş ve şair üslûbuyla da sitemini etmişti! Bu sitem yazısına da sevenleri yorumlar yapmış, gönüllerince alkışlamışlardı! Bendeniz de katıldım yorumcuları arasına ve;
"Müezzin bir kişi ama sabah, sabâ makamında Ezan-ı Muhammedi'yi inleterek kaç kişiyi uyandırdığını kendi de bilmez! Ezan-ı Muhammedî'nin iniltisine uyanan her kişi de kendinden başka kimlerin uyandığını bilmez ama uyanırlar!... Namazda gözü olanların kulakları, ezanda olur.
Sevgili Kardeşim;
Sana benzedikleri için seslenmekten vaz geçmediğin herkesin umûrunda emîn ol!... Sen yeter ki devâm et! Yeter ki milletin neresini acıtıyorsa senin de oranı acıtan tazyîkleri, Allah rızası için söylemeye devâm et! Bak! Kaç kişi "Umûrumda!" diye nâra attı Hamd'olsun!...
Allah(c.c.); hepimize doğru zamanda, doğru zeminde, doğru safta, dosdoğru yer almayı nasib'etsin... Ezânsız uyanmışların görevi, ezânı duymayan yakınını uyandırmak değil midir?" diye yazmışım!
Okudum, hoşuma gitti yorumum! Trabzon'dan Yerel Basın'dan ve internet sitelerinden millete seslenenlerden H. Nurcan YAZICI Hanfendi de yorumumu beğendiklerini ifâde edince, sizinle paylaşmak istedim!
Bu arada aklıma, iz bırakan şairler geldi! Kimini sevdim bir daha, kimini kıskandım severek! Hele 455 sene önce dünyâsını değişmesine rağmen ölümsüzleşmeyi başaran Fuzûli'yi, rahmetler-dualar göndererek kıskandım! "Söylesem te'sîri yok, sussam gönül râzı değil!" şikâyetini Mahnovi'nin şair gönlünün "Kimin Umûrunda?" şikâyetiyle benzeştirdim!
Şair bu! Gönlü yer-mekân da tanımaz, Allah(c.c.)'tan gayrı baş eğecek güç te! Bazen Mecnûnlaşır Leyla'sı için çöllere kaçar; bazen Kerem'leşir Aslı'sı için dumansız yanar; bazen Türkçe Ferhat'laşır Şirin'i için dağ delmeğe soyunur! Bazen de ya Fuzûli'ce, ya da birkaç sene önce Azerbaycan'da dünyasını değişen Azaplı Mikâil'ce; "Deyirem ölürem, demirem olmur!" diye içine-içine söyleniverir!
Kulakları çınlasın Cemâl Sâfi Usta da; "Kavgalarda ve savaşlarda önce şairler ölür." derler!...
Demek ki kavga/savaş oluncaya kadar yaşamak, yaşarken niye yaşadığımızı hem kendimize, hem sevdiklerimize/sevenlerimize hatırlatmak ve savaş veya kavgada önce ölmek için sıraya girmek gerek!...
Belli etmeden, muhabbetle yüklendiğimiz Mahnovi'ye destek amaçlı, Muhlis Akarsu rahmetlinin bir türküsüne azcık müdâhele ile sesleniverelim; "Ey Milletim sana şikâyetim var/ Ne sevdiğin belli ne sevmediğin!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ocak 30, 2011

HEY KİM! KİMSİN SEN?

Hey Kim! Kim olduğunuzu bilmeden, kim olduğunuzu kime soracağımızı da bilemeden sesleniyoruz; Hey Kim! Kimsin sen?
Ülkücüleri acımasız komünist kurşunları ölümsüzlüğe gönderirken de vardın yakınlarında ve gene kim olduğun belli değildi! Bazen Ülkücülere ağlayanların, bazen alkışlayanların arasında, bazen Cuma Namazında tanıdıklar safında, bazen açıkça karşı olmasalarda sünnet Hicret'i, farz Cihâd'a tercih eden, korkaklıkları 30 sene sonra anlaşılanların arasında olurdun! Allah aşkına kimdin sen? Allahını seversen kimsin sen?
Kelime-i Şehâdetinize göre, size müslüman demekten başka şansımız yok! Kelime-i Şehâdetle ikrârını duyduktan sonra, müslümandan başka tavır takınmayı islâm yasaklar!
Ama sen, ama siz; ülkücüleri bırakır, ülkücülükten vazgeçer, Allah(c.c.) emirlerine muhalif olarak Haçlı ile ittifak yapanlarla güçbirliği yaparsın! Hey Kim, kimsin sen?
Sekiz yüz yıllık Endülüs Müslümanları'nın tarihe vurduğu medeniyet damgaları; camileri, medreseleri, hanları-hamamları, köprüleri-yolları yakıp-yıkan; islâm medeniyetini yok etmeyi inancının emri bilen Haçlı ile "Medeniyetler Arası İttifak"a girersin! Allahını seversen kimsin sen? Kimimsin sen?
Kur'an-ı Kerim'de; "Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, Sen'in onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır." (En'âm-159) denirken mezheple de yetinmez birbirini zındıklıkla ithâm eden cemaatler arasında fink atarsın! Kimsin sen?
Yine Kur'an da; " O'nun delillerinden biri de gökleri ve yerleri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır."( Rûm-22) buyurulurken, Hz. Ali (r.a.); "Aslını inkâr eden haramzâdedir." buyururken sen; "Makbûl olan takvâdır"a saklanarak Türklükle uğraşırsın! Bir kere Türk'üm demezsin! Hey Kim, kimsin sen? Kimimsin sen?
Yedi Düvel adıyla gelen Haçlı ile destansı bir Cihâd'dan çıkmış, sadece Çanakkale'de 253.000 şehîd vermiş, M. Akif tarafından; "Bedr'in arslanları ancak bu kadar şanlı idi!" iltifatını almış bir milletin evlâdı; yokluklarla boğuşan, toplam 17 milyon nüfuslu ve genç erkeği kalmayan bir milletten, bir cihan imparatorluğu na'şından sezeryanla çıkarılan Genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Cumhurbaşkanı olarak; Suudiler, -mezhepleri gereği- kabirleri yıkmaya başladığında Resulullah(s.a.v.)'ın Kabrinin de yıkılacağını duyunca; "Bir taşına el sürerseniz orduyu hemen gönderirim!" telgrafıyla mani olan Müslüman Türk'ün kurduğu devleti, "dâr ül harp" ilan edip vergi kaçırttın, vicdâni red'cilik ettin! Allahını seversen kimsin sen?
Yüz yıl önce etnik ve dîni tahriklerle Rumları, Ermenileri, Arapları Osmanlı'dan kopararak parçalayıp yok eden Haçlı; aynı mantık ve yolla Kürtçülüğü kaşıyarak Türk Milleti'ni ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni parçalamaya niyetli! Okyanus ötesinden BOP Eş Başkanı olarak Irak'a asker sevkini "Haçlı Seferi" diye ilan etti ve sen onlara dua ettin! Onlara destek verdin! Yetmedi; "Bize ortadoğuda BOP Eş Başkanı olarak verilmiş görevler var!" diye Gâzi Meclis'te övündün! Artık ölesiye merak ediyoruz; hey kim, kimsin sen?
Hey Kim! Bu kim oldukları anlaşılamayan kimlerin yanında durarak "eski" sıfatlı kendi koyduğun adınla birşeylere ortak olduğunun farkında mısın? Bilerek ortaksan veya dalâletteysen, kırk yıl önce can paylaştığın ülküdaşlarını unutacak kadar "nisyân ile mâ'lûl hafızalı"ysan, ülküdaşlarını tanımıyorsan; BOP Eş Başkanı'nın sultanlığının yolunu açmak için dayattığı, referandum adındaki dikte aldatmaya "Hayır" diyen Ülküdaşlarına; "Bezm-i Elest'te belî demeyenlerden" diyenlerle birlik olduysan, Allahını seversen kim; sen kimsin?
Hey Kim! Artık ne kimliğin, ne de kimle berâber olup olacağın merâk edilmiyor! Çık artık akıllardan! Gittiğin yere, gideceğin yere kadar, dönmemecesine hadi yallah!...
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ, TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

DOMİNOYU DUYUYOR MUSUNUZ?

Demokrasiyi araçlaştıranlara, hukuku yok edenlere, yasalarla zulm edenlere, Dîni siyasallaştırarak cemaatleştirenlere, mezhepleri parti tüzüğü edenlere; Cihâd'ı diplomat(!)ça Haçlı ile birlikte mütedeyyin müslümanlara saldırtanlara, devlet kurumlarını partizanlaştıranlara, "Kılcal damarlara kadar... Gerekirse hâkim, savcı satın alın, bir milyon harcayın bir lira kazanın!" talimatıyla ilm-i siyâset maskesiyle demokratik hakları Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarına karşı kullananlara; BOP Eş Başkanlığı'nı Gâzi Meclis'te ikrâr edenlere, Okyanus Ötesinden diğer BOP Eş Başkanı'nın Haçlı Seferi diye başlattığı Irak işgâlinde bir milyondan fazla müslümanı katleden, yüz binlerce müslüman kadına-kıza tecâvüz eden Haçlı-ABD askerlerine dua edenlere, millî vicdânımızın gereği uyarılarımız var!
Yüz yıllarca halkı tebaamız olmuş, Afrika'nın kuzeyi "Mağrip"teki çiçek adlarıyla anılan demokrat(!)ik ayaklanmalar, diğer BOP Eş Başkanı'nın organizesi değil mi? Tunus'ta başlatılıp sırayla devam eden bu "renkli devrimler", domino etkisi yapmayacak mı? Bu domino etkisi "Maşrık"a sirâyet ettiğinde, diğer BOP Eş Başkanı ve Haçlı-ABD'nin "Güney Kürdistan" dediği yerlere geldiğinde, oranın kuzeyine de sirâyet ettirilmeyecek mi?
Yandaş bir televizyonda oyalama taktiği ile yapıldığına kani olduğum bir hayalî diziye itiraz ederek Osmanlı'ya sahiplik rolü yapacağınıza, yakın tarihe bir göz atsanıza! Mesela; 1810 da Boston'da kurulan (Amerikan Board of Commissioners for Foreing Mission) ABD Misyonerliği mensûbu, Türk düşmanlığı ile yetiştirilmiş Levi Person'un 1820'de İzmir'e gelir gelmez; "Bu kudretli günâh imparatorluğunu yıkmak ahdım olsun." (Yaşar Yazıcıoğlu- Bizden Ne İstiyorlar-sh.26) dediğinden haberiniz yok mu?
Yoksa siz diğer BOP Eş Başkanı'nı da kendiniz gibi mi zannediyorsunuz? Atatürk'ün; "Türk Milleti aleyhine yüzyıllardan beri büyük bir suikast hazırlanmıştır." şeklinde özetlediği bu hareketler Osmanlı'nın yıkılmasıyla bitti mi? Eğer öyle olsaydı hristiyan tebaa ve peşine etnisite kaşınarak araplar koparıldıktan sonra bitmeli değil miydi? Aynı mantık ve yöntemle Kürtçülüğün kaşınması size manidar gelmiyor mu? Mağrip'teki Haçlı destekli "renkli devrimler"in domino etkisi Maşrık'ta hissedildiğinde, oradakileri de Mağrip'teki gibi kızgın halkın insâfına terk etmeyecekler mi? Peşmerge'nin bizden başka sığınağı mı var?
Plt. Teğ. Mehmet Ali ÇELEBİ'nin, Silivri'den tarihe şerh düştüğü; ".... Bunu yapanlar Türk Milleti'nin kutsallarını, üzerinden destursuz geçilebilecek bir köprü mü sandılar? ..... Bunları buraya suç unsuru olarak koyanların görevleri beni bununla suçlayıp hapis yatırmaksa, benim görevim hapis yatmaktır! Onların görevi beni öldürmekse o zaman benimki de bu uğurda ölmektir. Hem de gözümü kırpmadan. ... Nutuk, Medeni Bilgiler, Lozan Hasdal'da serbestse ben orada olacağım. Mustafa Kemal'in asil devletinde bunları suç kabul eden herkese sesleniyorum; Zincire vursanız ellerimi ve ayaklarımı tehdit edebilirsiniz! Boynunu vurduracağım deseniz boynumu tehdit edersiniz! Avukatını tutuklarım derseniz savunmamı tehdit edersiniz! Hapiste çürüyeceksin derseniz tehdit ettiğiniz şu zavallı bedenimdir. ... 120 bin ay yatsam ne olur? Adam olan, yemînine sâdık kalır! Ben, askerlik yemînime sâdık olarak bu dünyadan göçeceğim. Beni, benliğimi, ruhumu hiç bir şekilde tehdit edemezsiniz. .... Ben, adı Türk olan milletin askeriyim. .... Her kes bilsin ki bizler burada nöbetteyiz! Mustafa Kemal Atatürk için her koşulda, her zamanda ve mekânda siper olacağız! .... O bu topraklarda hiç kaybetmedi. O yine kazanacak!" Türkçe nârası da size bir şey söylemiyor mu? Mehmet Ali Çelebi'nin, Tunus'ta kendini yakan bir sivil kadar Türk Milleti gözünde kıymeti yok mu sanıyorsunuz?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş ruhuyla, yasalarıyla, Ordusuyla, kurumlarıyla ve aslî kurucusu şühedâ ahfâdı Türk Milletinin refleksi Türk Millliyetçiliği ile giriştiğiniz, Haçlı ile ortak mücâdelede karşınızdayım! Neyse o!...
Ne Allah(c.c.)'ın adâletinden, ne de Türk Milleti'nin sorgusundan kaçışınız mümkün değil!
Biz bu devleti sokakta bulmadık, sokağa da teslîm etmeyiz! Türk öfkesinin tarifi, kıyâmettir bilirsiniz değil mi?
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ocak 28, 2011

BU DELİ YÜREKLİLERİ SEVİYORUM...

Delice fırtınalar eser bazen yiğit yüreklerde!
O deli yürek te kendinden başkasına zarar veremesin diye, başka hiç bir daldan bir yaprak koparamasın diye bu deli fırtınasını; Âlemlerin Sâhibi'nin sığdığı, aşkının ikâmetgâhı, dayanılmaz sırlarının ketûm sırdaşı gönlüne hapseder!
Bu Deli Yürekli Velî Sabırlı Yiğitler'in soluklanırken verdiği her nefesten, bâzen deli rüzgârlar hissedilir! Oysa bu hissedilenin katbekat kuvvetinde, hissedilirse hissedenin bile düşüncesini dumûra uğratacak güçte fırtınanın, hapsedildiğini bilemez hissedenler!...
Bu Deli Yürekli Velî Sabırlı Yiğitlere öyle ihtiyâcımız var ki aslında! Keşke becerebilsek te bu Yiğitlerin, bu Fikir Fedâilerinin sayılarını artırabilsek veya var olanları, öküzlerinin altında buzağı aramadan dinleyebilsek! Sadece dinlemekle de yetinmeyip bu Fikir Süvârilerini anlamaya gayret etsek!
Onlar şelâle olup dökülmezse, onlar çağlamazsa, durgun sularımızda dalga mı olur? Su da uzun müddet bir yerde dalgalanmadan, akmadan durursa kokmaz mı?
Allah aşkına durdurmayalım sularımızı dalgalandıran bu şelâlelerimizi! Onlar çağıl-çağıl çağıldayarak dalgalandırmaya devâm etsinler ki suyumuz kokmasın!...
Bizim sürekli dalgalanan, durulmasına Deli Yürekli Veli Sabırlı Fikir Süvârilerimiz'in izin vermediği suyumuza herkesin ihyiyâcı var! Suyun görüldüğü anda teyemmümün bozulduğu, bilinmiyor mu zannediyorsunuz? Gusülsüz, abdestsiz namaza dururken teyemmüme saklanan murdarları artık ferâset sâhibi mütevekkîl-mütedeyyîn müslümanlar görmüyorlar mı zannediyorsunuz?
Ben, şahsen bu Deli Yüreklileri seviyorum. Onları sevenleri de ve kıskanmazlarsa sevdiklerini de seviyorum...
Bu sevgi olmasa, Âlemlerin Sahîbi'nin sığdığı, Aşk'a adreslik eden yürekler; mürâilerin, takîyyecilerin, eyyâmcıların, akıllarını ücretli tatile göndermiş kurnazların, çıkarcı taraftarların, yalaka amigoların insafsız saldırılarına tahammül mümkün mü?
İstedikleri gibi bakan, görmek istedikleri gibi resmeden bu kurnazlara cevâben; "Gülme gözlerimin şaş olduğuna, zâten feleğe yan bakanlardanım!" diye bu Deli Yüreklilerden başka kim diyebilir?
Bu Deli Yürekli Velî Sabırlı Sevgi Erleri'nin gözünden düşenler; maldan düşen dışkı misâli tezekleştirilmezler mi yine bir şeylere yarasınlar diye?
Bu Yürekler ustadır! Bu yürekler; aşkına mekân kurar yüzyıllara direnecek güçte ve güneşin doğuşundaki kızıl yuvarlaklığıyla ayın ondördünü aynı anda, minarelerinin arasına resmeder Mihrimâh Camii'nde ki gibi! Mihr ü mâh güneş ve ay demektir!...
Bu yürekler, yiğittir zamâna kafa tutabilecek kadar! Bu yüreklerde Allah korkusundan başka korku yer edinemediği için, Allah'tan gayrı hiç bir güçten pervâları olmadığı için can acıtıcı doğruları söylerler kimin canı acırsa acısın!
Bu yüreklere dokunmamak lâzım! Bu yürekleri tahrîk etmemek lâzım! Bu yüreklerin hasımlığı korkunç, dostlukları doyulmaz lezzettedir! Tercîh doğru yapılsa, bu cesûr yüreklerle birlikte durulsa; bu şelâlelerin suyumuzun durulmasına izin vermemelerine akıl gereği izin verilse, suyumuz durulmasa, durgun suyumuzun -Allah korusun- kokmasına rıza gösterilmese ve akan, kendini temizlemekte güneşle yarışan pâk suyumuza kim isterse girmesine izin verilse; pâklanmış, gerçekten aklanmış, tevbenin huzûrunu yakalamış çoğunlukla dünyada ve ahirette hasene'yi yakalasak zararımız mı olur?
Milliyetçiliğin olmazsa olmazı milleti sevmek değil mi? Milleti sevmenin tarifi de dünyada ve ahirette haseneye talip olmak değil mi?
Bırakın ve rahatsız olmayın! Bu Deli Yüreklerden sızıntı olsun bâzen!
"Rabbena atina fiddünya haseneten
ve fil'âhireti haseneten ve qınâ azâbennâr. Birahmetike yâ Erhamerrâhimîn."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

HAMLEYSE, KARŞI HAMLE...

Sesli düşüneceğim! Hayâle güç mü yeter? Türkçe hayâl kuracağım!
Her hangi bir parti Genel Başkanı veya yetkilisi olsaydım, Vallahi bir dakika tereddüt etmezdim!
Aylarca DP'ye genel başkan olarak lanse edildikten sonra "Y-CHP"de siyâsete karar veren Süheyl Batum'un siyâsî acemiliği, öyle bir imkân yarattı ki!
"Y-CHP"nin Yeni Genel Başkanı Gandi Kemal'in; 1989 tarihli Kürt Raporu'na sahiplenmesini atlayarak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da vadettiği genel affı atlayarak, Genel Başkan olur olmaz Avrupa'ya giderek AB'ye sadâkatini sunduğunu atlayarak; AB'nin ve Okyanus Ötesi ABD'nin ayrı kulvarlardan Türkiye'yi bölünmeye doğru ittiğini atlayarak, ABD'nin BOP Eş Başkanı R. Tayyip Erdoğan üzerinden, AB'nin ANAP'ın yerine oturttuğu "Y-CHP" üzerinden bölücülüğü tetikleyecek işleri yapacağını atlayarak; "Y-CHP"nin AKP'nin bile gösteremediği bir cesâretle bebek katili canînin avukatını kaptan köşküne oturttuğunu atlayarak, -bana göre- samîmiyetle bir şeyler söyledi! "Y-CHP" Genel Başkanı Gandi Kemal tarafından anında reddedildi!
Şahsen bir milliyetçi partinin genel başkanı olsaydım, hiç ertelemeden, seçimlerden hemen sonra kararlarında serbest bırakılacaklarını da kamu oyundan saklamadan, atağa geçerdim!
Aslında tam, hem de tam zamanı!
Bölücü Zana'ları Gâzi Meclis'e taşıyarak Meclis'in kutsiyetine halel getirmekten sabıkalı CHP'nin, aynı bölücü demokrat(!)lıkta gizli işbirliğindeki AKP'nin ve daha da önemlisi Okyanus Ötesi Senarist'in oyununu bozmak için sadece Tuncay Özkan ve Mustafa Balbay yetmez; Silivri'de ve başka yerlerde haksız tutuklu bulunan ma'şerî vicdân kahramanlarının tamamını, Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarına sadâkat adına Gâzi Meclis'e taşırdım! Seçildikten sonra davranışlarında serbest bırakılacakları da peşinen deklare ederek! Öyle güzel ve öyle Mehmet Akif'çe, öyle Türkçe bir hayal ki!...
"
......
Ey dipdiri meyyît, 'İki el bir baş içindir.'
Davransana! Eller de senin, baş da senindir!
His yok, hareket yok, acı yok! Leş mi kesildin?
Hayret veriyorsun bana! Sen böyle değildin.
Kurtulmaya azmin, niye bilmem ki süreksiz?
Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz?
.....
Hüsrâna rıza verme! Çalış! Azmi bırakma;
Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!
Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş,
Sesler de: 'Vatan tehlikedeymiş! Batıyormuş!'
Lâkin hani, milyonları örten şu yığından
Tek kol da yapışsam demiyor bir taraftan!
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır,
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır. " diye günümüzden tam yüz sene önce Âkif, bize seslenmemiş mi?
Bu feryâdı, Türk duymazsa, biz duymazsak kim duyar?

PKK'nın yetersiz seçim yasalarını delerek bağımsız olarak 20 militanını Meclis'e taşıdığı güzelim Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde; "Ne mutlu Türk'üm diyene." diye yürekten haykıran herkesi Meclis'e taşımak gerekmez mi?
Neyse o! Demokrasiyse demokrasi; oyunsa oyun, satrançsa satranç ve hamleye karşı hamle!...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ocak 26, 2011

"BİZ BİLİRİZ BİZİM İŞLERİMİZİ"

Çok bilinen bir kıssa:
Nasreddin Hoca ve oğlu uzun bir yolculuktan dönmektedir. Bir eşek var dolayısıyla sırayla biniyorlar. Yolculuk bitmek üzere ve artık tanıdıklarla karşılaşmaktadırlar. İlk grupla karşılaştıklarında eşeğe oğlan binmiş, Hoca yürümektedir ve tabi yorgundur... Selamlaşırlar. Grup, eşeğin üstündeki oğlanı ayıplar;
- Utanmıyor musun? Yaşlı başlı adamı yürütüp sen eşeğe biniyorsun! Devâm ederler...
Bir başka grupla karşılaşıldığında bu kere Hoca eşektedir, oğlan yorgun-bezgin yürümektedir. Yine selamlaşılır. Bu grup ta Hoca'yı ayıplarlar;
- Ayıp, ayıp! Küçücük çocuğu yürütüp kendin kocaman adam eşeğe binmişsin!
Yol ve yolculuk devam eder. Uzaktan bir grubu görünce Hoca, oğlunu da terkine alarak eşeğe bindirir. Yaklaşan grup;
- Böyle zâlimlik olur mu? İki kişi zavallı hayvanı geberteceksiniz!" diye selamlaşmadan söylenip geçer! Devâm ederler..
Uzaktan bir grup görününce Hoca, eşeği yedekler, oğlunun da elinden tutarak yürürler. Grupla selamlaştıktan sonra biri;
- Ya ne akılsız adamsın! Eşeğin var, sırayla binsenize!" diye ayıplar!
Hoca'nın sabrı biter ve;
- Size ne ulan? Yolunuza gitsenize! Ben bindim, çocuğa acıdınız! Çocuğu bindirdim bana acıdınız! Berâber bindik, zâlim olduk! İkimiz de binmedik, aptal olduk! Ulan yol da çocuk ta eşek te benim değil mi? Size ne?"
Kıssa herkesin, hisse alanın!
Ülkücülerin durumu, yolculuktan dönen Hoca ile aynı!
Yönetimden şikâyet etseler; "Hâin"ler! Yönetim hatalarını, millî akıl ve millî çıkar gereği erteleseler; "Yalaka"lar! Mesâfeli durup ne "Hâin" ne de "Yalaka" tarifi almamak için karışmaz görünseler; "Eyyâmcı- neme lâzımcı"lar!.. Ve çok gariptir bu târif ve sıfatlamaları yapanların tamamıyla Ülkücülerin yolu bir ama hedefleri bir değildir!
Ülkücüler, memleket meselelerinin üzerine üzerine, ölümüne yürürken diğerleri hem ülkücüleri sınıflandıran, hem de meselelerden kaçan kurnazlardır! Ülkücüler gelirken onlar gidiyorlardır! "Teke uçuruma atlarsa peşinden atlamak töredir!" diye yağcılıkta zirveleşiyorlardır!
Ülkücüler; Türkiye'den başka bir Türkiye olmadığı için, "Evimizin Evi" kan-can pahâsına vatanlaştırılmış toprağın vârisleri oldukları için, emânete hiyânet îmânı sorgulattığı için, "vatan sevgisi îmandandır." emrine uymak için, "Aslını inkâr eden harâmzâdedir." öğretisine ters düşmemek için; Ülkücülüğün idealistlik olduğunu, idealistin kendisi için değil millî çıkarlar uğrunda yaşaması-ölmesi gerektiğini bildikleri için ve her ülkücü hür aklı, hür vicdânıyla Allah rızâsını düşünerek kendi atıyla seferde olan süvâri olduğu için ne söyleyenlerle ilgilenmeli, ne de seferini ertlemeli!
"Biz biliriz bizim işlerimizi/İşimiz kimseden sorulmamıştır,
Kılıçla, mızrakla, topla, tüfekle/ Başımız bir kere eğilmemiştir." Türkçe nârâyla tarihe seslenmeli, işine bakmalı, millî sefere devâm etmelidir!
Ülkücü bir şeyi de bilmelidir ki; "Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle" târifini tarihe miras bırakarak ölümsüzleşen şühedâya yakışır davranmanın tek yolu; "Bir gül bahçesine girercesine" toprağı vatanlaştırma bedeli olmaya, gönüllü olmaktır.
Arap Kelamcı El Cahiz, bu tarife uyanlar için; "Bir Türk, başlı başına bir millettir." demiştir.
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ocak 25, 2011

SİYÂSETİN ÇÂRESİZLİĞİ...

Siyasette idealist ülkücüler, devrimciler olmadığı için idealizmi aptallık sayan kurnazların eyyâmcılık ve yağcılıkları yüzünden siyâset çâre üretmiyor!
Bencillik, demokrasiyi araç edinmiş demokrat maskeliler sâyesinde hür karakterli hür bireyliği yok etti! Akıllar kirada, vicdânlar ipotekli!
Taşra ve taşralı, uzak anlamındayken şimdi herşeyden, gerçeklerden uzak, olanlardan habersiz, bir kilo şeker, iki kilo makarna, bir paket yağla oyu alınan, itirâz hakkı olmayan, "yardım paketi kulları" şekline dönüştü ve taşralı, merkezin burnunun dibinde, artık çok yakın! Bu, aslında Ankara'dakilerin kahhar çoğunluğu, milleti görmezden gelmeleri, ya da yok saymaları demek!...
Son yıllardaki kontrolsüz göçler yüzünden köylerin çoğunluğu, şehirlerin "varoş" denilen kenar semtlerinde! "Varoş"larda da "getto"lar var!
Kontrolsüz göçlerden evvel Sivas'tan batıya garplı; Sivas'la birlikte doğuya da şarklı denir, şarklı ve garplı kendi aralarında tutkunluk gösterirken diğerine de saygıda kusur etmezlerdi.
Sonra bölge, şehir, ilçe, köy dernekleri adıyla insanlar lokalize edildi ve varoşlarda aralarına sızmanın mümkün olmadığı, polisin giremediği gettolar oluşturuldu!
Bütünlük bozulmasın, ayrım olmasın diye nasıl direnilmişti halbu ki! 1970'li yıllarda, bölücü düşünceyle kur/dur/ulan DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları)'na karşı kurulmak istenen ÜDKO (Ülkücü Doğu Kültür Ocakları) düşünce ve teklifine, Başbuğ Türkeş'in öfke ve tepkisini hatılıyorum ki teklifi yapanlar, devlete-millete sadâkatlerinden asla şüphe edilmeyen hâlâ aynı karakterleriyle duran Kürt Ülkücülerdi!...
Sonra ABD'nin "Bizim çocuklar"ının kotardığı Birinci 12 Eylül Kıyâmeti! Kürtçe yasağı, tarihi Türk ve Kürt adlarının yasaklanması, insanlık dışı davranışlar, PKK'nın oluşturulması ve trilyonların hebâsı, otuz binden fazla insanın PKK'ya katlettirilmesi, on bine yakın millet evlâdının korucunun, öğretmenin, hemşirenin, doktorun, polisin, ve mehmetçiğin şehâdeti!...
Sonra; BOP Eş Başkanları'nın ortak gayretleri, PKK'nın kuduz saldırıları, bebek katili caninin özel adasından tehdîtle sunduğu yol haritası; patlatılan bombalar, otobüslerde diri diri yakılan kızlar, dersane önünde topluca katledilen Diyarbakırlı gençler, parkta güneşlenirken toplu katledilen insanlar, evinin balkonunda kurşunlanan güvenlik görevlisi eşleri, anarşiye teslîm edilmiş yangın yeri sokaklar!...
ABD-AB destekleriyle başına çuval geçirildikten sonra ısrarla tahkîr edilen ve çadır hapsi verilen Türk Silahlı Kuvvetleri! Sonra; daha fazla demokrasi maskesiyle PKK Açılımı-Kürt Açılımı- Millî Birlik Projesi diye her tepkide adı değişen bölücü proje!...
Okyanus Ötesi'ndeki BOP Eş Başkanı'nın başlattığı Haçlı Seferi, Irak'ın işgâli, katliamlar, tecâvüzler, İsrail'in Filistin'de uyguladığı terörist zulüm, dört yanımızdaki komşularda demokratik anarşiler!
Sonra; BOP Eş Başkanı önderliğinde İkinci 12 Eylül Kıyâmeti! 19 Mayıs'tan rahatsız valiler, iki dilli yönetimi fiilen başlatan belediyeler, dokunulmazlık zırhıyla Devlet'in kuruluş esaslarına saldıran, yemîn inkârcısı vekiller!...
Ve Atatürk'ün CHP'sinde, BOP Eş Başkanı'ndan daha fazla ayrılıkçı, M. Yılmaz'dan daha AB'ci, 1989'da AKP'den daha cesûr "Kürt Raporu" hazırlamakla övünen Gandi Kemal'in siyâsete paraşütle inişi! Siyâsi üslûpta değişim; bey ve efendi'nin hakâretvâri kullanılması! Küfrün, hakâretin hitâbetten sayılması! Bebek katili câninin; "Kılıçdaroğlu bir yenilik getirebilir. ... Buna ihtiyaç olduğunu daha önce de belirtmiştim." şeklindeki demokrat(!)ik desteği!
Yetmedi miii? Yetmez miii?
Cumhurbaşkanı'ndan Başbakan'a, iktidarından muhalefetine, tapucusundan nüfusçusuna Devlet kurumları; Türk Milleti'nin diş gıcırtılarını, "Lâ havle..."lerini duymuyorlar mı? Milletin "Arena" açılışında gladyatör alkışlamak yerine, padişah ıslıklayıp yuhalamaları da mı bir şey söylemiyor?
Böyle derin uyuyanlar, rüyalarında karabasan da mı görmezler?
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ocak 24, 2011

MİLLET, ANKARA'DAN DUYULUYOR MU?

Anadolu köylerinde muhtar seçimlerinde; "Çuvala ağız" edilen, ağızdan gevşekler olur! Gevşek ağızlı bu çuval ağızlara genellikle seçim zamanı ihtiyâç duyulur. Bunlar keklik avında kullanılan "celep ve robat"lar gibi, soyunun avlanmasına tuzaklık ederler!
BOP Eş Başkanı liderliğindeki AKP de ağızdan gevşekleri "çuval ağzı" olarak kullanmaya başladı!
Bu "çuval ağzı" tarifli gevşek ağızlıları muhatap alsak bize yazık, almasak millete! İki ucu pis değneğe mecbûruz, farkında olan var mı?
Anayasa Mahkemesi'ne raportör edilirken millete sorulmayan, daha önce doçent edilirken millete sorulmayan; Anayasa mahkemesi rapörtörlüğü döneminde AKP'ye verdiği desteklerine kadar millet tarafından tanınmayan, bilinmeyen bir gevşek "çuval ağzı", Diyarbakır'da "celep"liğe, "robat"lığa, işbirliğine görevlendiriliyor ve orada millet evlâtlarını ayrıştırıcı bir üslup ve dille selamlıyor sonra da; "Ya başkentin Ankara olmasını kim bize sordu?" diye ahkâm kesiyor! Demokratlık yarışındaki siyâsilerimiz de seyrediyorlar!
Harbiyelilerin teamülleşmiş Atatürk Koşu'suna izin verilmiyor! Millî Bayramlarımızdan 19 Mayıs'a itiraz eden valiler var! Anayasa'dan ve bürokratrik yemînlerden Türk Milleti adı çıkarılmak isteniyor! Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarıyla açıkça savaş var! İnternet sitelerinde asker eşi bir hanım öğretmenin anlatımıyla, PKK'nın ilan ettiği sıkıyönetimin boyutları onur incitiyor!
Atatürk'ün Partisi CHP'de bölücülük havârilerinden ve bölücübaşı bebek katilinin avukatı olan biri, kaptan köşküne oturtuluyor!
Önümüzdeki Seçim'den sonraki Anayasa değişikliği ile bebek katilinin serbestliği dillendiriliyor!
Son referandum dayatmasıyla yasalaştırılan bir kararla, referandumda oy kullanmayanların beş yıl süreyle seçme ve seçilme yasağı söz konusu! Bu da resmî rakamlara göre 14.682.799 kişinin oy kullanamaması demek!
Seçimle, seçim kazanmakla, iktidar olmak hayaliyle işe soyunanlar; yaklaşık 15 milyon oyun, hangi bölgelerde/illerde olduğunu, merak bile etmiyorlar!
BOP Eş Başkanı Başbakan'dan başka seçim gezisi yapan yok! Güneydoğu ve Doğu Anadolu'yu muhalefet ne zaman gezecek veya gezecekler mi? Mesela; Diyarbakır'da, Urfa'da, Şırnak'ta, Ağrı'da ve bölge illerinde AKP ve PKK'nın uzantısından başka partiler, miting yapacak mı?
İzmir ve Ege Bölgesi'ndeki "merkez sağ" oyları yıllardır yönlendiren; son referandum ve öncesindeki Yerel Seçim'de kanaat önderliğini bihakkın yapan ve AKP'ye teslîm olmamak adına millî bir duruş sergileyen "Millî Loca"ya, hangi parti, ne zaman gereken itibârı verecek?
Siyâsetle idealistçe ilgilenen millî akıl ve vicdânlı ülkücülerin; siyâsetle şahsî ikbâl düşüncesiyle ilgili siyâsilerin güdümünde olmaması gereken yerlere; kim, ne zaman el atacak?
Hangi millî duruşlu ve söylemli parti; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluş maddeleriyle oynanmaya başlanan bu günlerde, "Kurucu Gâzi Meclis"in kararlarına sahip çıkarak gününden önce "çuval ağzı" edilen gevşek ağızlılara haddini bildirecek?
Türkiye'nin dört yanında, özellikle de Afrika'nın kuzeyinde "Mağrip ve Maşrık"ta başlatılan demokrat(!)ik sokak hareketleri; kime, hangi tedbîri almayı düşündürüyor!
Lübnan'daki Hizbullah Partisi'ne destek vermek, millî akıl gereğidir! Evin asayişi, bahçeden; bahçenin ki sokaktan sağlanır! Lübnan'daki Hizbullah'la içimizdeki terör örgütünün isim benzerliğini kurnazca kullanarak, AKP'ye saldırmanın ahlâkı, mantığı var mıdır?
Millet artık nârâ atıyor! Bu nârâ Ankara'dan duyuluyor mu diye sormak ta bize kalıyor!
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ocak 23, 2011

GENÇ BOZKURTLARA...

"Yusufiye Vakfı Mensuplarına", dâvâ çilekeşlerine seslenmiştik! Bugün de onlar hür ve huzûrlu bir ülkede rahat yaşasınlar diye ölüp öldüren, ömürlerini cezaevlerinde millete-devlete hîbe eden çilekeşleri, bir kalemde silip atan gençlere sesleneceğim.
Genç Bozkurtlar!
Bizim dedelerimiz; Çanakkale'de, Yemen'de, Kafkaslar'da, Misak-ı Millî'nin her karışında, dünyanın dört bir yanında, bizim babalarımız-analarımız hür yaşasınlar diye toprağa düştüler! Onların can bedelleriyle bir imparatorluk enkazından, Türkiye Cumhuriyeti Devleti doğdu! Her şeyiyle, vatandaşıyla, kurumlarıyla, teâmülleriyle Osmanlı bakîyesi ama yönetimi Cumhuriyet olan bir Türk Devleti!
Cumhuriyeti benimseyenler kadar karşı çıkanlar, isyanlar edenler veya sessizce direnenler oldu! Bastırılan isyânlar, îdam edilen hâinler, kapatılan tekkeler-zâviyeler... Biz, yıllarca büyüklerden fısıltı sohbetlerinde; "Ulemâ, bir günde cahil oldu!" diye dinledik Harf Devrimi'ni!...
Biz bu sessizce direnenlerden, komünizme ve Sovyet tehlikesine karşı ABD tarafından örgütlenerek el altından beslenmesiyle oluşturulan Komünizmle Mücadele Dernekleri içine doğduk!
Bizim kuşağın ülkücüsü de, devrimcisi de Amerikan emperyalizmine karşıydı! Hele Ülkücüler her türlü emperyalizme karşı çıkarak size hür bir Türkiye bırakmaya çalıştık! Asıldık, vurulduk, hapsedildik! Binlerce arkadaşımız şehîd oldu. On binlerce ülküdaşımız istikbalinden, ekmeğinden oldu! Binlerce ülküdaşımız uzun yıllar cezaevinde kaldı! Zâlimâne bir uygulamayla otuz yıldır cezaevinde olan Ülküdaşlarımız var! Suçsuz günahsız arkadaşlarımız idam sehpalarında şehâdete erdiler! Son zamanlarda, BOP Eş Başkanı Başbakan; îdam sehpasından şehâdete yürüyen Mustafa Pehlivanoğlu'nun son mektubunu işine geldiği gibi değiştirip okuyarak, ağlayarak saldırıyor bize!
Siz, hiç çıkmadan üç gün evde kaldınız mı? Anneniz-Babanız size üç gün dışarı çıkma yasağı koysa dayanabilir misiniz?
Kolayca vazgeçtiğiniz büyükleriniz nerdeyse yaşınız kadar ceza yattılar biliyor musunuz! Akıl almaz onur kırıcı, insanlık dışı işkencelere muhatap oldular! Siz ve emsalleriniz yani çocuklarımız rahat edesiniz diye biliyor musunuz?
Dikkat ettiyseniz her kuşağın, bir sonraki nesle huzurlu, hür bir Türkiye bırakabilmek için ödediği, paha biçilmez bedeller var! Bizim gayretimiz; siz de bedel ödeyecek bir ülkede yaşamayasınız diye görmüyor musunuz?
Gençler, İsterseniz siz; bu çilekeş ülküdaşlarımızla halleşmeyi bize bırakın olmaz mı? Allah korusun yarın birinizin başına bir hal gelecek olsa; şu anda bir kalemde vaz geçtiğiniz bu ellili, altmışlı yaştaki amcalarınız, ağabeyleriniz ölüme atılırlar biliyor musunuz? Çünkü onlar sizin babanız değilse de babanızın Ülküdaşları!...
Olanları unutup unutturmak, yaralarımızın iyileşmesini beklemek istiyoruz! Son günlerde çoğumuzun düşüncemiz bu! Siz, kavlamış yaralarımızla oynamayın n'olur!
Kim vaz geçerse geçsin! Ben, bir gün bile olsa ceza yatmış, karakola düşmüş, ikbâlini-istikbâlini kaybetmiş, ömürleri zorla ellerinden alınmış, gasp edilmiş bu Ülküdaşlarımdan vaz geçemem!
Gençler! Bizi birbirimize mecbûr yaşatan yılların üzerinden kırk sene geçti! Söylerken ne kolay değil mi Kırk sene!...
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var da kırk çileli yılın bir kahve kadar da mı hatırı yok!
Bu soruma "Evet" diyenlerin; insanlığını, Türklüğünü, ülkücülüğünü, delikanlılığını, vicdanını, adamlığını sorgulamam mı?
Töresi olmayanın, türesi olur mu?
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ocak 22, 2011

YUSUFİYE VAKFI MENSUPLARINA...

Bu gün, "Yusufiye Vakfı" adıyla, sadece MHP'ye saldırarak ülkücülük yaptıklarını düşünen, kendilerine göre haklı ama onlar rahat etsin diye yıllarca cezaya razı oldukları ülküdaşlarını rahatsız eden, Yusufiyeli Arkadaşlara sesleneceğim!
Kaç kişisiniz bilmiyorum! Üç-beş-elli-yüz-beş yüz veya kaç kişi olursanız olun her birinize muhabbetliyim, sevgi ve saygı doluyum diyerek başlayacağım.
Tanıyanlar bu hakkımı teslîm ederler ki gerektiğinde Cumhurbaşkanı ile, Başbakan ile, Genel Kurmay Başkanı ile Emniyet Genel Müdürü ile, her hangi bir partinin genel başkanı ile mücâdeleye, gerekirse isyân ederek savaşa girmekten çekinmem ama bir-iki saatliğine de olsa karakola düşen; polisin hakaret ve coplarını, askerin galiz küfürlü komut ve dipçiklerini görmüş hiç bir ülkücü ile münakaşaya cesâret edemem!
Arkadaşlar!
Allah(c.c.) kimseye taşıyamayacağı yük vermemiş! Yine dînimize göre bu fâni dünyada çekilenler, ebedî dünyâda kefâret değil midir! Derdi, çileyi herkese nasip eder mi Allah? Hz. Eyyup(a.s.) derdi azaldığı için; "Ya Rabbi! Yoksa unutuldum mu, derdim azaldı?" diye sitemlenmedi mi?
Hangimiz, nasibimiz kadarını Allah rızası için çekmedik? Allah rızası için çekilen ve ecrini ahrette beklediğimiz hangi çilenin hesabını birilerinden, bir yerlerden sormaya kimin hakkı ve haddi var?
Ülküdaşlarım! Her biriniz ayrı ayrı kıymetlilerimizsiniz! Sizi üzmeğe Vallahi cesâretimiz yok! Ama siz de Allah rızası için bizi üzmeyin!
Tekirdağ MHP İl Başkanı Yunus Meral mi sizden az çekti?
İstanbul MHP İL Başkanı İhsan Barutçu mu sizden az çekti?
MHP İstanbul Millet Vekili, Ülkü Ocakları Eski Genel başkanı Atilla Kaya mı, daha niceleri mi sizden az çekti? Hadi bunlar, göz dolduracak belki görevlerinin kendilerine bir ayrıcalık getireceği makamlarda oldukları için geçelim!
Peki Bingöl-Kiğı'da; Türk'üm demenin hayati derecede risk olduğu bir yerde, evinin 400 metre ilerisinde PKK'nın savaş eğitimi yaptığı bir yerde, maddî ihtiyâçtan satmaya niyetlendiği tapulu yerlerinden bahisle; "Zaten seni ya kovacak, ya da öldüreceğiz! Yerlerin bize kalacak! Niye para verip alalım?" diye açıkça tehdît edilen bir yerde, evinin bir kısmını çocuklarının hayatını korumak için özel çelik levhalarla kaplatarak yaşanılan bir yerde ve ömrünün 14 senesini, değişik cezaevlerinde, hücrelerde, tecrîtlerde geçiren, görmediği işkence türü kalmamış ama bütün bunlara rağmen cezaevinden çıktıktan sonra kendisi memnû hak yasaklı olduğu için Eşi Hanfendi'nin adına yetki alarak MHP'yi kuran ve Üç Hilalli sancağı dalgalandıran, memnû haklarını kazandıktan sonra Belediye başkanlığı'na aday olma cesâretini gösteren, sadece Ülkücü ve MHP'li olduğu için kimsenin alış-veriş yapmaması yüzünden kocaman iş yerini kapatmak zorunda kalan İbrâhim ZENGİN mi sizden az çekti? Sizden az çektiği için ve çok rant kazandığı için mi Bingöl-Kiğı'da MHP İlçe başkanı?
Allahınızı severseniz ne diyorsunuz siz?
Duygusallık kaynaklı davranışlarınıza rağmen, geçmişte çektiklerinizin hatırına sizi üzmeye hâlâ cesâret edemiyorsak, Allahınızı severseniz siz de bizi üzmeyin!
Biz de râzı olmadığımız, vicdânımızın kabul etmediği bazı söylemlere itiraz ettik, ediyoruz, edeceğiz ama BOP Eş Başkanı'nın yanında durarak, PKK'lıları ziyâret ederek, onlarla Hakkâri de açılımcı pozlar verip sözler söyleyerek Ülkücülük yapılabilir mi? Veya onlara bir şey demeyenlerin, bize bir şey demeğe hakları olabilir mi?
Tekrâren; kaç kişi olduğunuzu bilmiyorum ama kaç kişi olursanız olun sizi önemsiyorum! Benim gibi bütün ülkücüler de sizi önemsiyorlar ama yaptıklarınızı ayıplamaya bile kıyamıyorlar! Lütfen kıymetinizin ve gördüğünüz ihtirâmın fakında olun!
Kim ne derse desin ben asla size hakâretvâri bir şey söylemedim, söylemeyeceğim! Söyleyenlere de itirâz edeceğim! Beni içimden size buğz etmeğe mecbûr etmeyin...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

YENİLEYEN ESKİLER, ESKİYEN YENİLER!

Günlerdir sükûtumuz, Allah(c.c.) biliyor ki ikrârdan değil!
Seçimlere 140 gün kaldı! BOP Eş Başkanı, AKP Genel Başkanı, 60. Hükümetin Başbakanı, açılımcı-saçılımcı, alt-üst kimlikçi, demokrasiyi araç kullandığını saklamayacak kadar açık demokrat maskeli Recep Tayyip Erdoğan'dan başka gezi yapan yok!
Millet aç! Millet işsiz! Millet moralsiz! Asayiş yok! Huzûr yok! Can ve mal güvenliği sıfır!
"Meşenin dalları nerenize battı?" diyecek, "Has..tirin!" çekecek kadar pervâsız demokrat bölücüler yetmemiş olacak ki dokunulmazlık zırhlı, Meclis'te yaptığı yemînine ihânet eden bölücü vekiller; "Eğer biz kendi ülkemizde, kendi ilimizde .... rahat dolaşamıyorsak, burada dolaşmayı Vali'ye de yasaklarız, savcıya da yasaklarız, Başbakan'a da yasaklarız!" tehdîdi yapıyorlar!
Bölgede "PKK Sıkıyönetimi" artık saklanılmıyor bile!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusu Atatürk'le alâkası kalmamış olmasına rağmen Atatürk'ün Partisi ünvanıyla Millî Muhalefet yapması gerekirken yapmayan Y-CHP; "Açılım" adlı dikte-bölücü dayatmayı AK'den daha iyi yapacağını hatta 1989'dan beri bu konuyu raporlaştırdığını söylüyor! Bölücü başının avukatını kaptan köşküne oturtuyor! İmralı'daki bebek katili câniyi de unutmayan bir genel aftan bahsediyor! "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer!" diyecek kadar AB lejyoneri Mesut Yılmaz'ı DP'den istifa edince CHP'ye dâvete hazırlanıyorlar! Sahte çürük raporuyla kaçtığı tesbît edilerek askere alınmış bir eski bakanı, paylaşamıyorlar!
Siyâsetin eskileri, partiler arası transferlerle hem kendilerini, hem de gittikleri yeri yenilerlerken Ülkücü Hareketi terk ederek ömründe "Türk'üm." dememiş, "Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi"sürecinde Türlüğe karşı savaş açmış, Irak'taki müslüman katliamı ve tecâvüzlerini yapan Haçlı ABD Askerlerine dua etmiş birinin yanına gidenlerin ne ülkücülükleri bitiyor, ne de eskimeyen eskilikleri!
AKP yedi yılda girdiği bütün seçimleri kazanmanın rahatlığı ile pervasız hareketleriyle seçim kaybetmek için ne lazımsa yapıyor ama muhalefet kaybetmesine izin vermiyor!
AKP gibi toplumun her kesimiyle kavgalı bir parti ve hükümet varken, muhalefetin ona karşı yapılması gerekirken Demokrat Parti ile, N. Kemal Zeybek ile; BBP ile veya diğer partilerle kimin ne işi olur?!...
MHP'yi terk etmiş, geçmişini inkâr etmiş, bu yüzden veya tabana meçhûl nedenlerden MHP'nin kabul etmediği kişiler, DP'ye gitse kime ne zararı var? MHP'nin kabul etmediği kişilerin, vaz geçemedikleri "eski" sıfatlarıyla BBP'ye gitmesinin MHP'ye ne zararı olur? MHP'ye kabûl edilmeyenlerden MHP'ye ne? Ne zamana kadar karanlıkta kaybedilen yitik, ışıkta aranacak? Defalarca yazdık, sözlük anlamıyla; " ülkü: ideal, mefkûre; ülkücü: idealist demektir" ama 1959 yılında Fakir Baykurt'un yaptığı ülkücü tanımıyla, günümüz ülkücülüğü aynı şey değildir! 1970'li yılların ortalarından beri; ülkücü=MHP veya MHP= Ülkücüdür. MHP'de olmayan veya MHP'li olmayan birinin "Ülkücüyüm" demesi inandırıcı olmaz ve abesle iştigâldir!
Bunun aksi olarak ta hiç kimse, kimsenin milliyetçiliğini, vatanperverliğini MHP'de değil diye sorgulamamalıdır! Bu da ahlâki değildir, vicdâni de değildir!
Yine defalarca söyledik; her vatansever milliyetçi olmayabilir ama her ülkücü hem vatansever, hem milliyetsever, hem de mütedeyyin dindardır!
Diğer partilerin eskilerini alarak yenileşti/rdi/ğini zannedenler, gönüllü "eski"leşenlerle fazla meşgûl olmamalılar! Bu sadece zaman ve mesai isrâfıdır!
Doğrudur eskiye rağbet olmaz ama eskinin de eskisi antikalara paha biçilemediği de akıldan çıkarılmamalı vesselâm...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ocak 20, 2011

İTHAL YEMEĞE MİLLÎ SOS, ZEYBEK!...

Böyle yazmayı sevmiyorum ama tam bir sene on gün önce, 10 Ocak 2010'da Namık Kemâl Zeybek'in Birleşik Demokrat Parti'ye katılımından; "İthâl Yemeğe Millî Sos" diye bahsetmiştim...
O tarihlerde yaptığım bir seyahatten ve Kars'tan izmir'e kadar kanaat önderlerinin; Kültür Eski Bakanı Namık Kemal Zeybek'in, Konya'da "Demokrat Parti'nin Genel Başkanı edilmek üzere" katılımını konuştuklarını aktarmıştım.
Dün Ege'nin ve İzmir'in kalburüstü kanaat önderlerinin arasındaydım. Saatlerce Demokrat Parti ve Zeybek konuşuldu. Grupta her görüşten, her partiden insan vardı ve hepsinin siyâseten endişeleri AKP ve R.T.Erdoğan temelliydi!
N. K. Zeybek'in Demirel tarafından dâvet edilmesi, katılımının özellikle Konya'da yapılması, Konya'dan Zeybek'in estirdiği rüzgârının taaa Erzurum'dan-Kars'tan anında hissedilmesi ve tam bir sene adından hiç bahsettirmeden Genel Başkan seçilmesinin ve planın sağlamlığı konuşuluyordu!
Aynı grubun, kongrede kırk delege ile N. Kemal Zeybek'e destek verdiklerini de biliyorum. Bir yıl önce Konya'daki katılımın estirdiği rüzgâr şimdi çok daha belirgin!...
N. Kemâl Zeybek'in; 12 Eylül öncesi MHP'liliği, sonra ANAP'lılığı, sonra DYP'liliği, Bakanlıkları, Cumhurbaşkanlığı Baş Danışmanlığı, Büyük Elçiliği ve icraatları, vefâsı-vefâsızlığı, Türkiye'deki ve Türk dünyasındaki yeri, cemaatlere mesâfesi, Hace Ahmet Yesevî öğretileri ışığında dillendirdiği Türk Milliyetçiliği ve müktesebâtı bizzat tanıyanlar tarafından hiç bir teferruat atlanmadan irdelendi.
Son ve ortak kanaat: N.Kemal Zeybek'in ciddî bir teorisyen, dirençli bir siyâset maratoncusu olduğu ve üzerine ölü toprağı serpilmiş sağ seçmene bir ümit, yeni bir merkez-sağ rüzgârı olabileceği şeklinde...
Amaaa!...
Zeybek'in; sıyra kılıç saldırmaları muhtemel Türkeş döneminden arkadaşı MHP'lilere, yurt içi-yurt dışı cemaatlere, kısa süreli de olsa birlikte olduğu rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu'na sevdâlı ve Zeybek temelli hayâlleri olan BBP'lilere (Bu konuda net bilgilerim var. M.A.) ve Alperenlere, Çillerci-Ağarcı DYP'lilere, Yılmazcı ANAP'lılara ve siyâset amigoları, yandaş "Dolma Kalemler"e sorulmadan ve herkesten önce bir şeyler söylemesi gereği de konuşuluyordu.
Müktesebâtı, devlet ve siyâset deneyimleriyle N. K. Zeybek'in artık "Ekip başı" olması ve Genel Başkan Zeybek'in Demirel desteği ile bu yeli, bir rüzgâra döndüreceğine inanılıyor...
"Demirel, tecrübesinin hakkını vererek dağıltılmış kıymetli boncukları toplayıp bir ipe dizmiş ve bu boncukların tesbîh târifini alabilmesi için imâmeyi saklamışmış! Şimdi imâme de tamam ve mahirâne dizilmiş boncuklar, tesbîhleşti!" diyorlar. Tesbîhi, kimin, nerede çekeceği; çekenin sabır dileyip "lâhavle" mi, yoksa zikir mi terennüm edeceği ise ciddî bir merak!
"AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer." diyen Mesut Yılmaz, dağdakileri düz ovada siyâsete çağıran Mehmet Ağar ve benzerleri taşınması zor, ağır yüklerdi ve onlardan kurtulduğu için ZEYBEK'in rahatlamış olacağı söyleniyor!
Siyâsette yüzelli gün çok kısa, bir gün ise çok uzun zaman! Milletle berâber izleyeceğiz! Yeniden "Yeter! Söz Milletin!" deyip "halklar, halklara özgürlük, halkların eşitliği" gibi millet bütünlüğünü sabote eden, entel söylemlere kafa tutarak millet ile ümmet arasındaki farkı, inandırıcı örneklerle anlatacağına da inanılıyor! ...
Bana göre ise N. Kemâl Zeybek; ABD'de pişirilmiş, AB'nin ön-soğuklarıyla sunulan alternatifsiz bir yemeğe, "MİLLÎ SOS" gibi!... Bu Millî Sos'a da ihtiyâç vardı!
"TÜRK'E BAŞ OLAMAZ TÜRK'ÜM DEMEYEN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ocak 17, 2011

İYİCE HİÇ'LEŞEN HİÇLERE!...

Heeey! Siz! Oradakiler, yanımızdan başka her yerdekiler! Heeeey!
Beni dinleyin! Bana kulak vermek menfaatiniz icâbıdır!
Heeey! Türk Milliyetçisiyim diyerek Okyanus Ötesi'ndeki mesai arkadaşı BOP Eş Başkanı ile birlikte Türk Yurdu'nda Türk'ü tasfiyeye uğraşanlarla birlikte olan BOP'çular!
Heeey! Hayatında bir kere "Türk'üm" dememiş, Türk yaratılmadığı için şükretmiş bir BOP Eş Başkanı'nın safında; "Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi" diye açıklanmış mücâdelede Türk'ün, Türk Milleti'nin, Türk Milliyetçiliğinin karşısında yer alarak, eskiden ne olduklarını kendileri de unutmuş nisyân ile malûl hafızalı beşerler!
Heeey! İ'lâ-y-ı Kelimetullah'tan, Nizâm-ı Âlemden sorumlu bir ırkın ahfâdı olarak Haçlı ile ve Haçlı Müslümanlar'la işbirliğini akıllılık zanneden DİYALOGCU'lar!
Heeey! Gençliklerinde bir hayırlarını görmediğimiz, eskidikten sonra ne bize, ne kendilerine, ne de gittikleri yere hayır veremeyecek yeni olmayı asla başaramamış eskinin de eskileri!
Heeey! Kendilerini dünyanın merkezi, "Ben olmazsam kıyâmet" zanneden megalomanlar!
Heeey! Hayatlarında hiç bir şey olmayı başaramamış hiçler, Başbuğ'dan maaş alarak Ülkücülük yaptıklarını zanneden maaşlı jokeyler! Beni dinleyin!
Gençliğinizde maaşlı olarak yaptığınız hangi yarışı kazandınız ki şimdi kendi ağzınızla itiraf ettiğiniz "eski"liğinizle neyi kazanasınız? Hayatınızda tamamladığınız bir yarış var mı? En aktif zamanınızda da aynı kulvarda yarıştığınız ekürilerinize çelme takarak yarışları ya sabote edip ya da diskalifiye edilmediniz mi?
Gittiğiniz için yine de üzgünüm! Gittiğinize vallahi fazla üzülmem de hâlâ sizi bir şey zanneden, tanımayan samîmi ülkücülerin akıllarını karıştırıyorsunuz ya ona yanarım!
Heeey! Hâne içinde her şeye muhalif ama sokağa çıktığında yanına ilk gelen iri kıyıma tâbi olan teslîmiyetçiler! Hayatınızda kazandığınız bir seçim, kazandığınız bir kongre, kazandığınız bir yarış oldu mu hiç? Her yarışta yerinizden, kulvarınızdan, yol arkadaşınızdan şikâyetlenerek hep nizâ çıkarmadınız mı?
Biz de yaşları gereği Genel Başkan'a taraftarlığı Ülküdaşlık zanneden Genç Ülkücüler gibi size "hain" falan demeyeceğiz hâşâ! İhânet için hiç değilse belli bir süre bir yere, bir kişiye, bir ideale sadakat gerekir! Sizin hayatınızda iki yıl süreli bir sadakat dönemi var mı?
Heeey! Oradakiler! Ülkücüden başka her kesin yanında durmaktan rahatsız olmayan yersiz-yurtsuz, sebâtsız, kararsız kasımlar beni dinleyin!
Madem yine gittiniz bâri gittiğiniz yerde en azından Ertuğrul Günay'ın yaptığını yaparak göz doldurmayı deneyin! Gittiğiniz yerde, geldiğiniz yerin aleyhinde konuşarak güvenilir olmadığınızı gösterir ve her zaman olduğu gibi yine bir şeye yaramadan diskalifiye olursunuz!
Heeey! Oradakiler; Okyanus Ötesi'ndeki ve içimizdeki BOP Eş Başkanları ülkemizin değişik yerlerinde panayırlar kurdular! Gerili ipler hazır! Sizi cambaz edecekler, ipte yürüdünüz mü hiç? Sizi elinize denge sopası vermeden ipe çıkarıp kalabalığa; "Cambaza bak!" diyecekler, hiç cambazlık yaptınız mı? Sizde yükseklik korkusu olduğunu yoksa bilmiyorlar mı?
Rahmetli Galip Erdem'in söylemiyle; "Dâvâyı yücelere, Ağrı Dağı'nın zirvesine çıkarmak ahdiyle tırmanışa geçip zirveye çıktığınızda Dâvâ'yı aşağıda unttuğunuzu, kendinizi zirveye taşıdığınızı" ve yükseklik korkusu yüzünden başınız dönerek tepe-taklak yuvarlandığınızı yoksa gittiğiniz yerdekilerin bilmediğini mi zannediyorsunuz?
Heeey! Oradakiler! Gittiniz güle güle! Gittiğiniz yerin işi kolay gelsin! Bir müthîş başarısızlık ta onlara yaşatırsınız inşallah ve gittiğiniz yere yaramayan varlığınız, belki yokluğunuzla millete yarar!.. Namazda gözü olmayanın ezan da kulağı mı olurmuş?
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ocak 16, 2011

"ARENA"DAKİ YUH'ÇU NANKÖRLER!...

Geçenlerde; "Kendimi arenada dövüşmeğe mecbûr bir gladyatör gibi hissediyorum!" diye şikâyetlenmiştim! "Abdala ayân olurmuş" ya!...
BOP Eş Başkanı ve şürekâsı tarafından özelleştirilerek; "mali kaynağını Arapların karşıladığı, teknik işlemlerin ve yönetimin ise İngiliz Telekominikasyon şirketi British Telekom tarafından yapıldığı" söylenen Arap firması OGER'in Telekomu'nun reklam parasına, adını satan Galatasay'ın yeni stadı açıldı ve adı; "Arena"!...
Yine hatırladığımız kadarıyla;"OGER şirketinin arkasında İngiliz Dış İstihbarat servisi Mı 6 var." haberleri de vardı basında!.. Ve ben, kendimi arenada gladyatör gibi hissetmişim! Hadi ben Galatasaraylı değilim dolayısıyla Arena'nın trübünlerini dolduran 55.000 kişiden değilim, dolayısıyla BOP Eş Başkanı Başbakan'ı ıslıklayan-yuhalayanların içinde olamam istesem de!...
Devâsa mes'eleler varken Galatasaray'ın Çok Ünlü Kişiler'ini, VIP'lerini merak ettim! Kimler yok ki? M. Ali Birand, Ali Kırca, Demet Akbağ, Mesut Yılmaz, Fatih Altaylı, Levent Kırca, Nükhet Duru, Sezen Aksu, Nihat Doğan, Tecavüzcü Coşkun, Deniz Baykal, Mehmet Ağar, Engin Ardıç, Hande Ataizi, Aysun Kayacı, Cem Uzan, Mehmet Barlas, Hadise, Tarık Akan, Necati Şaşmaz, Hasan Cemal, Yılmaz Özdil, Tansu Çiller, daha kimler-kimler! Hele hele, İmralı'daki bebek katili câninin de Galatasaylı olduğunu öğrenince "TT ARENA"daki BOP Eş Başkanı Başbakan'ın yuhalanmasını anlamakta zorlandım!
Referandum'a "hayır" diyenleri, "iki cihanda da lekeli" ilan edecek kadar fetvâ yetkisine hâiz, serçelikten kargalığa geçerek rehberliğe soyunan Lekeli Sezen Aksu ve Latif Doğan gibi en-tellek-tüellerin ve bebek katili câninin de taraftarları içinde olduğu 55.000 kişinin, BOP Eş Başkanı Başbakan'ı yuhalamasını gerçekten anlayamadım!
Demek ki İmralı'daki bebek katiliyle, fetvâ yetkili en-tellek-tüel Lekeli Minik Serçe'yle, bir sözüyle bütün Kürtleri peşinden koşturacağını söyleyen Nihat Doğan'la bir olmak bile BOP Eş Başkanı'nın yuhalanmasını engellemeye yetmiyormuş!
Ciddi olarak araştırırlarsa bu provokasyonun arkasından Ergenekoncuların ve onları temsîlen Leven Kırca'nın, Yılmaz Özdil'in çıkması kuvvetle muhtemel!...
Galatasaray Başkanı Adnan Polat ta muhteşem "tt arena"da, BOP Eş Başkanı'nı yuhalayan 55.000 kişiyi, tesbît ederek ihrâç edecekmiş! Yakışır! Sıradan bir yandaş davranışı! Adnan Polat, yandaşlığa heveslendiği BOP Eş Başkanı'nın, kabinedeki bakanlara; "Kulaklarından tutar kapının önüne koyarım!" demokratlığını hatırlayarak aynı demokratlığa soyunmuş! Uyar!...
Demek ki binlerce polisin korumasında, binlerce askerin görevlendirilmesiyle, binlerce memuru-işçiyi-öğrenciyi-partili yandaşları devlet imkânlarıyla taşıyıp meydanlara doldurmakla, ellerine aynı tip flama ve bayraklar tutuşturmakla oluşturulan "bindirilmiş kıta"lara benzemiyormuş kontrol edilemeyen kalabalıklar!...
Adnan Polat ve Kabine'nin bir Bakanı'na göre BOP Eş Başkanı'nı yuhalayan 55.000 kişi nankörmüş! O elli üç bin kişinin ailelerinide beşer kişiden sayarak tekrar hesapladığımızda, sadece İstanbul'da 275.000 nankör varmış! Bu nankör sayısını, Türkiye genelinde düşünerek hesaplamayı denedim işin içinden çıkamadım!
İşçiyi, memuru, emekliyi, öğrenciyi kış gününde tazyikli soğuk foseptik suyu ile, biber gazı ile, copla terbiye ettiren değil; eline geçen fırsatı sadece yuhalayarak kullanan 55.000 kişi ve yakınları, nankörmüş!
Allah Allah! Haini, nankörü, döneni-değişeni-gelişeni ne bol bir ülkeymişiz maşallah!
Bu kadar mütekâmil, terakki perver kalabalıklar sâyesinde de hâlâ seçmenin ikisinden birinin AKP'li olduğu söyleniyor! Ne demeli bilmem ki?
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

HEY SEN! HEY GELMEDEN GİDEN!...

Hey! Sen!
Tanısan da tanımasan da, bilsen de bilmesen de, sevsen de sevmesen de bakar mısın biraz?
Hey Sen! Gözümüzü kapatıp bir kaç saniyede hatırladığımız 40 küsur senede, yolumuz bir yerde keşismişse; yolumuz kesişmemişse bile müşterek bir dostumuzun çilesini paylaşmışsak; müşterek bir dostumuz da olmamışsa Türkiye'nin bir ucunda şehit edilen bir ülkücüye Türkiye'nin diğer ucundan aynı acıyla, aynı ızdırapla ağlamışsak, beni dinle!...
Hey Sen! Sana sözüm var!
Duydum ki büyük bir heyecanla "Türk Milliyetçisiyim." diyormuşsun! De! Hatta nârâ at! Tebrîk ederim! Bu sıralar Türk Milleti'nin Türk Milliyetçilerine ilaç gibi ihtiyâcı var; "Milliyetçiyim." diye haykır, ben de alkışlayayım ama beni dinle!
Duydum ki sadece "Türk Milliyetçisiyim" demekle yetinmeyip; hayatında bir kere "Türk'üm" dememiş, BOP Eş Başkanlığı'nı iftihârla hem de Gâzi Meclis'te açıklamış; dünya müslümanlarına zûlmü kendisine iş edinmiş 21. yy. Haçlı Silahşörü'yle Büyük Ortadoğu Projesi'nin Eş Başkanlığını paylaşan, "Kürtçülüğe de Türkçülüğe de karşı" bir siyâset adamının yanında yer almaya hazırlanırken; "Ülkücüyüm." de diyormuşsun! Heeeey! Orda dur!
Otuz yıl bütün ülkücülerin yüreklerinde kor gibi duran Şehît mektûbunu, sansürleyerek okuyup canlı yayında televizyonlara gösterdiği göz yaşıyla, milyonlarca yüreğin acısıyla alay edenin yanında durup "Ülkücüyüm." di-ye-mez-siiiiin! Orda duuur!
"Türk'üm" demediği gibi Türk yaratılmadığına şükreden birinin yanında; "Türk'üm." diyebiliyorsan, sana alkış! "Türk milliyetçisiyim." diyebiliyorsan, biraz daha avuçları patlatırcasına alkışlar ama asla, kat'a "Ülkücüyüm." demene izin vermem! Di-ye-mez-siiiin!
Ülkücü Hareket ve ülkücüler, sana mecbûr değiller!
Ülkücüler, baba harçlıklarını birleştirerek yol parası edip mitinglere yük trenleriyle yetişirken, bir simidi dört kişi paylaşırken, siz; "Eğitimci" ünvanıyla hem de Başbuğ'dan maaş alarak "Ağabeylik" yapıyordunuz! Bir simidi dört kişi paylaşan idealist Türk Gençliği, gerçek ülkücüler ölüp öldürürken siz, ya timsah gözyaşlarıyla ağlıyor, ya da alkış vuruyordunuz!
O gençlerden sağ kalanlar, çektiklerini madalya bilip, Ölümsüzlüğe uğurladıkları şehitleriyle kendilerini mukayese ederek yaşadıkları için şanslı sayıp ellili yaşları devirmiş babalar, dedeler, anneler, babaanneler biliyor musun?
Elllili yaşlarının nerdeyse tamamını ülkücü olarak yaşamış, Üç Hilalin gölgesinden asla çıkmamış, Başbuğ ve Kurmay Kadro hapisteyken bile MÇP'ye yedi yüz bine yakın oy vermek sadâkatini göstermiş gerçek ülkücüler dururken; "Ülkücüyüm." di-ye-mez-siiin!
Birinci 12 Eylül'ü kotaran ABD'nin "Bizim çocukları"nın başı Netekim Paşa'yı mumla arattıran ABD'nin İkinci 12 Eylül'cüsü BOP Eş Başkanı'nın yanında, safında, Türk Milleti'nin tasfiyesi işlemine ortak olarak "Ülkücüyüm" deyip Türk Milleti'nin refleksi olmuş bir Millî Siyâsi Kavramı murdar-la-ya-maz-sın!
Heeey Sen! Senden başka incitilen mi yok! Senden başka öfkeli mi yok! Senden başka kapıdan kovulup, bacadan itelenen, kale surlarının dibinden hasretle teşkilatlarına bakan mı yok!
Ne diyorsun sen? Dünya senin üzerine mi kurulu? Başbuğ'un ölmesiyle kopmayan kıyâmet, sen yoksun diye mi kopar?
Hey Sen!
Git işine kardeşim! Git kandırabiliyorsan hayatında hiç "Türk'üm" dememiş BOP Eş Başkanı'nı kandır! Kandırabilirsen bu da ülkücülerin işine yarar! Varlığınla bir katkı veremedin zarardan başka, bari yokluğun bir şeye yarasın! Heeey Sen; beni duydun mu?
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ocak 15, 2011

TÜRK'ÜN TÜRK'E DESTEĞİ...

Bugün iki okur düşüncesi paylaşacağım. Birincisi "Ülkü Devi" ünvanlı, Aydın'dan seslenen Gültekin ÖZTÜRK'ün nârâsı; diğeri adını saklı tutacağımız, çok uzaklardan yazan bir dostun iletisi...
Gültekin ÖZTÜRK diyor ki;
"Anlayacağınız herkese “ Ne olacak halimiz? Diye soruyorlar. Sözcüye, gözcüye, hancıya, yolcuya, hatta Kevin Costner’e bile sordular. Çalıştay üstüne çalıştay yapıp, Roman kardeşlerime sordular. En son jaguarlı gariban(!) öğrenci temsilcisine "Saray Sofrasında" sordular! Ne yazık ki bize soran yok! Allah için bir de bana sorun bakalım ne diyorum! Elbette bizim de söyleyeceklerimiz var! Siz sormasanız da ben inadına söyleyeceğim. Dilsiz şeytan olmayacağım! Asla gelmeyeceğini bildiğim sıramı, beklemeyeceğim! Sözümü söyleyeceğim! Bakın ben ne diyorum;
* Ben, "Ayrı bayrak, ayrı dil, ayrı idare, ayrı ordu"diyen kim olursa olsun, onlarla birlikte yaşamak İSTEMİYORUM ! Ben "Ne Mutlu Türk’üm Diyene !"derken göğsü kabaranlarla birlikte yaşamak İSTİYORUM !
* Ben "Kürt Milliyetçiliğine de, Türk Milliyetçiliğine de karşıyım." Diyen bir zihniyet ile yaşamak İSTEMİYORUM !
Ben "Tanrı Dağı kadar Türk! Hira Dağı kadar Müslümanım!" diyenlerle birlikte yaşamak İSTİYORUM !
* Ben, şeytanla sandığa gidip, dünyasını ve ahiretini "Ballı ihalelere, dünya zevklerine, nimetlerine, mevki ve makamlarına" satanlarla birlikte yaşamak İSTEMİYORUM !
Ben "yoksul ama onuruyla, her şekilde hayatını milletine karşılıksız adamış Alperenlerle" yaşamak İSTİYORUM !
* Ben, Osmanlının yaptığı gibi, bölünmeyelim diye her türlü iç ve dış isteğe boyun eğen, kendi siyasi varlığı için, her şeyi kabul edebilenlerle birlikte yaşamak İSTEMİYORUM !
Ben, Milleti mutlu, devleti güçlü kılacak, Türk’ü yaşatıp, yüceltecek, "Türk Liderin" yönetimine EVET diyenlerle yaşamak İSTİYORUM !
* Ben, "Benden Türklüğümü isteyenlere" HODRİ MEYDAN, diyebilenlerle birlikte, atalarıma yakışır bir biçimde yaşamak İSTİYORUM !
"
Ve uzaklardan yazan Dostumuz diyor ki:
"Muhterem Hocam ! (Fakîre yapılan iltifatlar...) Ben kendim 16 yıllık Cemaat mensubu olarak, haddim olmayarak, size bir ikazda bulunmak isterim. Öce de öyleydi ama bu seçimde Cemaat gayr-ı meşrû her türlü yola başvurarak MHP'yi baraj altında bırakmak ve AKP'yi iktidar yapmak için varını-yoğunu ortaya koyacaktır! Hepsi değil ama Cemaat'in üst takımı, tam bir katmerli MHP düşmanı ve AKP yalakası! 14 yaşımdan beri Cemaat'in arasında olan ve sohbetlerine katılan biri olarak bir kaç fikrimi paylaşmak isterim:
1. MHP azami dikkatli olmalı. Cemaati doğrudan hedef almamalı ama dolaylı yoldan Cemaatin
ne mal olduğu halka anlatılmalı.
2. Cemaat'in en büyük silahı ise hepimizin ortak noktası olan yüce Dinimiz İslâm. İslâm'ı alçakça istismâr ederek halkımıza, sanki MHP İsâm'a uzak diye tanıtıp alaşağı etmek birinci ve en mühim taktikleri. Buna MHP ve ülkücüler dikkat edip asla tuzağa düşmemeli!
3. MHP mümkün olduğu kadar İslam'a yakın olmalı. Bu şekilde Cemaat'in tuzağı boşa çıkarılabilir. Bu dediğim istismâr değil Hocam! MHP İslâm'a uzak olmadığını halka hissettirmeli. Çünkü MHP'ye en büyük darbeyi İslâm üzerinden vurmaya çalışıyor Cemaat ve AKP Yalakalar korosu...
Hocam, Halkın içinden biri olarak söylüyorum. Maalesef güya BBP'nin İslâm'a yakın olduğu, MHP'nin ise uzak oldugu inandırıldı millete. Bu imajı silip AKP'ye en çok "Yolsuzluk ve Bölücülük" üzerinden Muhalefet edersek MHP İnşallah muvaffakiyet gösterir. Son olarak tekrar söylüyorum; en çok Cemaat'e dikkat! "Eski Ülkücü" safsatasını en çok bunlar kullanıyor. Her türlü alçaklığı yapacaklar, silahları hazır! Dikkat! Dikkat! En ufak açık vermeyelim... İsmimi gizli tutun lütfen... Selamlar"
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BU SEÇİMİ KAZANMAK LÂZIM...

"Bize oy lâzım! Ne yapalım şimdi?" diye haykırarak sorulan sorulara muhatap olmaya başladık! Çünkü seçim sath-ı mailine girildi!
Azerbaycanlı şair Azaplı Mikâil; "Deyirem ölürem, demirem olmur!" diye tarif etmişti üzerindeki baskıları! Benzer baskılarla muhatabız!
Sultan soytarıları olmadığımıza göre, sultanı güldürmek için komiklik mecbûriyetimiz olmadığına göre ve dost sözü acı olacağına göre, sözümüzün acısını dostça, çiğ köfte ikrâm edercesine lezzetlendirerek; kırk yoğurup bir dürerek söylemek durumundayız!
Okyanus Ötesi'nden kotarılıp BOP Eş Başkanı vasıtasıyla sürdürülen, demokrasinin araç olarak kullanılmasından ve bu aracı kullanırken yıllardır gözümüzün önünde cereyan etmesine rağmen görmediklerimizden; gördüklerimize; "Bizimkiler" denilenlerin verdiği desteklerden gerekli ders payımızı almazsak milli muhalefete çok lazım olan oy zor alınır!
Ki bu lâzım olan oy, Cumhuriyet ve Atatürk kazanımlarına sadakate lâzım; ki bu lazım olan oy 2.Cumhuriyetçilerin zafer çığlığı atmalarına izin vermemek için lâzım; ki bu lâzım olan oy Tek DEVLET, Tek Bayrak, Tek Vatan, TEK DİL şeklindeki bütünlüğümüzü muhafaza edebilmek için lâzım; ki bu lazım olan oy yeniden "Başlıya baş eğdirip dizliye diz çöktürecek" devlet erkini diriltmek için lâzım!...
Hayâtî derecede lazım olan bu oyları alabilmek için ise:
1- Söylem, duruş ve tavırla Atatürkçe,Türkeşçe Türkleşmek lâzım!
2- Liberallerin, dönenlerin, değişip gelişen sosyalist olmayan solcu halkçıların, kırk yıldır; "halklar, halkların kardeşliği, haklara eşitlik ve halklara özgürlük" diye diye Millet kavramının içinin boşaltmalarına yardımcı olan Türk milliyetçisi münevverlerin "Türk Halkı" demekten derhal vaz geçmeleri lazım!
3- Siyaset yapacak olan ülkücülerin; hemen yarından itibaren milletin içine inmeleri; milletle sıcak temas sağlamaları; bazı yerlerde bazı şeyleri risk ederek gündem oluşturmaları, "Gidemediğin yer senin değildir." tezini ispat etmeleri lâzım!
4- Artık apaçık görünümüyle; ABD'nin siyâseten temsilciliğini BOP Eş Başkanı sıfatıyla AKP'nin; AB'nin dikteci, vesâyetçi, oyalayıcı siyâsetinin temsilciliğini Gandi Kemal vasıtasıyla CHP'nin; her iki vesâyetçi müttefik(!)in de taşeronluğunu PKK'ya yaptırdığını net olarak ortaya koymak için Millî bir siyâset ortaya koymak lâzım!
5- Diğer partilerden farklılığı, meydanlarda görünerek net olarak belirtmek lâzım!
6- 2007 seçimlerinin resmi sonuçlarına göre içlerinde Rahmetli Muhsin Yazıcıoğu, Mesut Yılmaz ve diğer bağımsızlarda olmak kaydıyla bağımsızların aldığı toplam oy yüzdesi 5.32 yani bu memlekette siyâsete yol haritası çizecek kadar şımartılan bölücülerin toplam oyu % 5 bile değil!
% 95'lik kahhâr çoğunluğu %5 bile olmayan bölücülere ezdirmemek lazım! Diğer partilerin, ABD ve AB dikteleriyle yaptığı demokrat maskeli eyyâmcılıktan farklı davranmak lazım!
7- Seçim startına; Türk Milliyetçiliği edasıyla, demokrasinin bölücülere verdiği bütün yasal haklar kullanılarak Diyarbakır'dan basmak lazım!
8- Diyarbakır'da 4-5 milyonluk bir mitingle bütün dünyaya; ölümü beklenen Hasta Adam'dan devlet çıkarabilmiş Türk'ün birliğini ve birliği muhafaza için artık sabrının bittiğini haykırarak göstermek lâzım!
9- Seçimlerin miting meydanlarında kazanıldığını unutmadan; belânın üstüne üstüne giderek milletin başına belâ edilmişlerin başına belâ olmak lâzım! Güneydoğu ve Doğu Anadolu'daki PKK sıkıyönetimini DARMADAĞIN ETMEK LÂZIM!...
Türk Milleti'nin son sözünü söylemediğini, söylerse nasıl söyleyeceğini kesinlikle belli etmek lâzım. Meclis yemînine ihânet edenleri koruyan dokunulmazlığın Türk Milliyetçiliği adına da kullanılması lâzım...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA, TANRI TÜRK'Ü KO-RU-MAAAAZ!...
Selâm, sevgi, dua...

Mustafa ASLAN

Perşembe, Ocak 13, 2011

YARASIZ SAHTE GÂZİLER YOK MU?...

Seçim sath-ı mailine girildi! Ma'lesef demokrat maskeli siyâsi zorbalarca teamülleştirilen, arkadan puan almak, ayak kaydırmak, av köpeği misali patisini kaldırıp kuyruğunu dikerek tüfeklinin yanında durup onun baktığı yöne bakmak yarışları başladı!
Yancılığa, yandaşlığa müsait yalakaların taltif süreci de başladı! Bu süreçteki mücâdelenin kuralı yok! İnsâfı, merhâmeti, adâleti hiç yok!
Meydana girmeden eski mücâdelelerin bilinen yalancılarına aynı şansı vermemek; bütünü korumak, safın moralini yüksek tutmak adına alınacak en doğru tedbîrdir.
Çünkü; "Tarih, halklarla milletlerin, içinde doğal ısı ile meydana geldikleri bir omurga olup dünü koruma ve onu hatırlama işidir." Tarih, milletlerin kırarak içinden çıktığı kendi kabuğudur! Tarihi yaşamayanların anlatması; eksikliği ve anlatıcının ifâde karakterini de alacağı için tam doğru olmaz! Yakın tarihi, bizzat yaşayanların anlatması, anlatmayanların anlatmaya tahrîk edilmesi de akıl gereğidir.
Savaşta öldüremeyen yara, iyileşinceya kadar intikam gıdasıyla savaşçıyı güçlendirir! Erkekçe ölmektense korkakça, kaçarak yaşamayı tercîh edenlerin, sırtlarına inen kırbacın, kıçlarına yedikleri tekmenin acısı, savaşta öldüremeyen yaranın acısından fazla olur!
Savaşta alınan yara ne kadar büyük olursa olsun, iyileşinceye kadar ağrır ama sağ kalmak uğruna esîr olanın yediği kırbaçtan, yediği tokattan, tekmeden çok; "Ne zaman?" korkusu, aldığı her nefeste tarifsiz azap verir!
Bir de meydanda savaştan sıfır yara ile sağ çıkan, yarasız gazi(!)ler olur! Yalanlarını yakalayabilmek için o savaşta olmak şarttır çünkü bu yarasız sahte gazilerin gösterdikleri şahitleri hep şehittir! Anlattıklarını onaylayacak bir canlı tanıkları asla olmaz!
Yalanın tahribâtını, ne kadar güçlü olursa olsun rakip yapamaz!
Beşinci kol faaliyetlerinin başında, karşı tarafın yalan haberlerle moralini bozmak gelir!
Birini sevip sevmemek ayrı konu! Sevdiğiniz veya sevmediğiniz kanaat önderleri üzerine söylenen yalanlar belki ânı kotarır ama on dakika sonra gerçek ortaya çıktığında kotarıldığı sanılanan ân ve sonrası târ u mâr olur! Toparlamak ta imkânsızdır!
Ânı kotarmak, eyyâmcılık, yalancılık ve kaçmakla zafer kazanılabilir mi?
Seçim sath-ı mailinde yalancılar, yalakalar, yağcılar müthîş mesailerine başladılar! Bütün partilerde ma'lesef böyle!
Adâletsiz seçim sisteminin sağladığı "Genel başkanlar sultası"nda yalakalık-yalancılık tek geçerli sermâye! Genel başkanlara yakınlığın, siyâsette en önemli basamak olduğu, yazık ki gerçek! Siyâseti; dokunulmazlık ve şahsî çıkarları için düşünen kurnazlar, genel başkanlara yakın olmak adına vicdânı, insâfı, insanlığı yok sayarak idealizmi-ülkücülüğü aptallık diye sıfatlayarak bildikleri bütün tezgâhları sergilemeğe başladılar!
Öyle tahrîk edici, öyle can incitici yalanlar duyuluyor ki! Duyduğumuz bu yalanları Genel Başkanlar'ın da duyması için bir hatırlatmayı vicdân gereği saydık! Duyulan yalanları duymamakta veya duyup önemsememekte kararlı genel başkanların, korkarız seçim sonrası canları yanar!
"Ders olur!" diyerek önemsemez görünemeyiz! Milletin-devletin bekası söz konusu ve başta Devlet Bahçeli olmak kaydıyla genel başkanların, çok can yakacak yalancılara, birileri adına söylenen yalanlara dikkatlerini çekmek te millî bir görev!...
Artık duyarlı insanlar, Cumhuriyet ve Atatürk kazanımlarına sâdık bütün milliyetçiler, bütün ülkücüler, samîmi ulusalcılar; testiyi kıranla suyu getiren arasındaki bâriz farkın görülmesi gereğini söyleniyorlar! Biz de söylentileri söze dönüştürerek "ses vermek" işimizi yapıyoruz!
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ocak 12, 2011

ÜLKÜCÜ ENDİŞELER...

Son günlerde; üzerine vazife olan-olmayan, MHP ve Ülkücüleri seven-sevmeyen herkes, Ülkücü Hareket ve MHP hakkında konuşuyor!...
AKP'deki, CHP'deki, SHP'deki, BBP'deki, DYP'deki eski ülkücü(!)ler, bakımsız-bakımlı, bağımsız-bağımlı ülkücü(!)ler ve hayatlarında ülkücülükten başka davranmamış, dışlandıkları halde teşkilatlarından uzaklaşmamış gerçek ülkücüler, MHP'yi konuşuyor!
Her yer, bütün partiler ülkücü dolu ve hepsinin tek derdi: MHP'yi Meclis dışında bırakmak!...
Ülkücülerin vaz geçtiği; kendilerinin edindiği "eski" sıfatlılar bir şeylerden vaz geçemiyorlar veya vazgeçmelerine izin verilmiyor! "Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi" diye Okyanus Ötesi'nden tarif edilerek milliyetçiliği temsîlen hedef tahtası edilen MHP merkezli, bütün hesaplar! MHP de bu hesapları kolaylaştırıyor sanki!
Söylentileri dillendirerek açalım biraz. İnsanlar iki kısımdır: Bir kısmı, geldikleri makama sığmaz oraya karakterinden bir şeyler katarken diğer kısmı, getirildiği makam koltuğunda kapıyı kollayarak, oturarak kaybolurlar!...
Bir başka yönden de iki kısımdır insan: Bir kısmı; lazım oldukları zaman, lazım oldukları yerde lazım oldukları şekilde, davet edilmeden olurlar. İşleri bitince geldikleri gibi sessizce giderken bir kısmı; lazım olduklarında davete rağmen gelmezler, kendilerine gerek kalmayınca da davet edildikleri için kendilerini önemli zannederler ve dâvetsiz gelen samîmileri, aptallıkla suçlarlar!...
Bir başka cihetten de iki türlüdür insan: Bir kısmı, yalakaların, soytarıların alkışladığına ceket ilikleyerek eyyamcılık yaparken bir kısmı; "Ben güzele güzel demem güzel benim olmayınca!" diye benlik yapar!...
Her zaman iki türlüdür insan! Kadındır, erkektir; yaşlıdır, gençtir; mü'mindir, münâfıktır! Merttir, namerttir! Uludur, alçaktır! Sâdıktır, nankördür! Kahramandır, kalleştir! Cesurdur, korkaktır! Velhasıl güzel de iyi de insandır, çirkin de pis te! Her şey gibi insanın da özellikleri, zıddıyla kâimdir!...
Benzer insanların bir araya gelmeleri gerçeğinden hareketle; mertin, sâdıkın, kahramanın, iyinin bir saf; namertin, alçağın, hainin, kaçağın, çirkinin-pisin bir saf oluşturduğu da vak'adır!
Hayret edilecek şey, her iki saftakiler de saflarını, doğru bilirler! Bir tarafta samîmiyet-idealizm-ülkücülük, diğer tarafta kurnazlık-popülizm-çıkar hesaplı ilişkiler...
MHP'de de bu iki zıt karakter karşı karşıya! Yıllar önce, 12 Eylül öncesi harman yeri'nde ayrılmış olan sapla saman, bir yerlerce yeniden karıştırılmak isteniyor!
Yıllar önce gidenlerin; sağlığında, "Türkeş'siz MHP" kumpasıyla saldırdıkları Başbuğ'un adını ve resimlerini kullanarak bir yerlerde konu mankenliğine soyunduruldukları çok açıkken samîmi ülkücüler, Baba Ocağı'na bir sancak altına gerçekten çağrıldı mı?
Kimin, nerede, ne zaman, ne yaptığını bilen ülkücülere; Okyanus Ötesi senaryolara ve siyâset podyumundaki konu mankenlerine karşı sağlam bir saf kurdurulur mu? Ülkücülerin bu bir yerlere sığınmış korkakları, tek yumruk halinde durarak ürkütmelerine imkân verilir mi? Ülkücülere, bu kaçaklara mecbûr edilmekten daha ağır bir ceza olabilir mi?
Türk Milleti'nin ve ülkücülerin bu "Yerim dar!"cılarla kaybedecek zamanı var mıdır?
MHP, Ülkücü Hareket adına, deniz gibi içindeki safraları sür'atle eritmeli ve yapılan dâvetin millîliğine, samîmiyetine milleti inandırmalı! Diğer siyâsi vaatler, bu sert-mert karakterli millete çok yumuşak ve çok politik gelir! Bizden söylemesi, ilk sesi biz verelim...
Bu söylenenler, ülkücülerin söylentileridir diye de vurgulayalım...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ!
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ocak 10, 2011

HUKUKSUZ DEMOKRASİDE SUÇ VE CEZA!...

Dalga geçiyorlar! Gözlerimizin içine baka baka eğleniyorlar!
Demokrasi tramvayı'nı istedikleri durakta durduruyor, durakta bekleyenlerden istediklerini alıyor, istemediklerini durakta beklemeye terk ediyorlar!
Astıkları astık, kestikleri kestik! Her şeyi demokrasi adına, demokrat maskesiyle yapıyorlar; demokrat olan olmayan herkes te hepimiz de seyrediyoruz!
Kafalarına göre delik-deşik ettikleri Anayasa'da; mevcût parti genel başkanlarının tamamının işine gelen yasaya göre; birbirinin fotokopisi tüzüklerle siyâset yapan partiler, aynı deneyleri yaparak farklı netice alacaklarını söylüyor, aynı deneyden farklı neticeyi bekliyor ve milleti bekletiyorlar! Demokrat olan olmayan herkes te hepimiz de bekliyoruz!
İktidar, dinci! Ana muhalefet dindâr! Muhalefet dinle barışık görünmek adına lâdîni ne kadar cemaat, tarikat, mezhep varsa hepsiyle barışık duruyor!
"Yargısızlığın yargıyı iptal ve hukukun da adaleti infaz ettiği tek ülkeyiz!" diye feryad ediliyor, duymuyoruz!
İmralı'daki bebek katili caninin; devletin de örgütün de herşeyi ondan beklemeleri yüzünden sağlığı bozuluyor! Yargısızlığın yargıyı iptal ettiği ülkemizde, yüzlerce kişiyi, domuz bağıyla öldür/t/üp gömenler serbest bırakılıyor; Adalet Bakanı, uygulamaya yasal diyor, İmralı'daki bebek katili; "Bu katilleri, canileri, vahşice cinayet işleyenleri bırakıyorlar ve halaylarla, kutlama havasında karşılanıyorlar! ... Bu adamlar sıradan suçlular değildir." diye kendisi ve PKK'lılar yasal suçlularmış gibi itiraz ediyor!...
HAK-PAR, KADEP ve BDP diye Kürt partilerinin olduğu, etnik ırkçılık üzerine "yasal siyaset"in yapıldığı Türkiye'de; Türklük, Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarını savunmak, mümkün değil!
"Yetmez ama Evet" çilere % 42'in çok sözü var ama ben bir şey demeyeceğim! Çünkü aynı deneyleri yapıp, farklı netice beklediklerini söyleyerek bekletenlerden "Bizimki" tarifiyle tercih edilene yakın durmayana, o kadar kolay "hain" deniliyor ki!
Millî Görüş'ün hainleri, AKP'nin hainleri, CHP'nin hainleri, MHP'nin hainleri ve bu büyüklerin hain ilan ettiği marjinal oluşumların, kendi içlerindeki hainler!...
Hainler cenneti bir ülkede, hain başlarından meleklik bekletiliyor! Hepimiz de bekliyoruz!
Bir Türk Milliyetçisi olarak arenadaki gladyatör gibiyim! Savaşacağım biliyorum! Sonunda ölüm var, biliyorum! Ölsem de, öldürsem de trübünlerdeki; "Av köpeği tüfenklinin yanında durur." tarifli alkışlayanların işine yaramayacak biliyorum!
Sistem sistem değil! Uygulayıcılar demokrasinin amaç değil araç olduğunu hiç saklamadan demokrat maskesiyle millet evlatlarını, birbirini öldürsün diye arenaya sürüyorlar!
Bir itiraz şekli olmalı! Bir mücâdele şekli ve yolu mutlaka olmalı!
Türk Milliyetçileri, birilerinin yanında durmak, birilerine destek vermek, vermezse hain ilan edilmek için mi var?
Hangi Türk Milliyetçisinin veya ülkücünün Kürt düşmanı var? Otuz yıldır, Kürtlerin hakkı diyerek Kürt vatandaşlarımızı katledenler kim? PKK'dan korktuğu için ona kan davasını açıklayamayan Devlete-millete sâdık Kürt vatandaşlarımıza cesâret verecek bir yönetim çıkaramayacak mıyız?
Millet olarak aramızda hiç bir husûmetin, kırgınlığın, dargınlığın olmadığı Türk-Kürt bütünlüğünü koruyabilmek için İslamcı Kürtçüler Hizbullahçılara veya marksist PKK'lılara mecbûr muyuz?
Bu memlekette yasaların izin verdiği Türk Milliyetçiliği yapabilecek bir Türk Parti yok mu?
Milletle dalga geçenlerle, dalga geçme hakkımızı, ne zaman kazanabileceğiz?
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ocak 08, 2011

TRAJİ-KOMİK PANORAMAMIZ!...

Evrâk üzerinde rakamlardaki büyüme ile pazar filelerinde ve cepteki, cüzdandaki küçülme arasında uçurum var!
Köylünün ahırında hayvan yok! Kasapları yok eden marketlerin et reyonlarında, altınla yarışan etiketler var! Köylünün-rençberin tohum kuyuları yıllardır boş! Çiftçi ekip-biçmiyor! Ekip-biçmesin diye AB Fonları'ndan karşılıksız para veriliyor, sonra vergi adıyla milletten gasp ediliyor! Artık köylü sofrasında, ithal süt ürünleri var!
Akaryakıttan, tekel ürünlerinden, elektrik-sudan, bordrolardan vergi adıyla yapılan gasplara rağmen; işçiye-memura-emekliye binde ile söylenen komik zamlar!... Şehirlerin varoşları, varoşların gettoları; açlık-işsizlik-evsizlik-zinâ-hırsızlık yüzünden patlamaya hazır bomba!...
Varoş ve gettoların zenginleri, dilenciler ve çöpten atık toplayanlar! Apartmanların sıcak para kaynağı, kapıcılar!...
Fak-Fuk-Fon'dan oy satın almak için dağıtılan; yiyecek paketleri, kömür torbaları, belediyelerin komik, alış-veriş kuponları; bunların dağıtımındaki can yakıcı izdihâmlar ve evrâk üzerinde, hızla Büyüyen Türkiye!...
Zina suç değil! Dâr ül harp sayılan ülkede vergi kaçakçılığı mûbah ve akıllılık! Seksen sene önce müslüman katliamlarının planlandığı, silah ve cephanelerin stoklandığı kiliseler, devlet eliyle onarılıp hizmete açılıyor!
Avrupa'da yüz yılın sahtekârlığı diye adlandırılan ve cezalandırılan, "Deniz Feneri e.V" adlı örgüt ve benzer oluşumlar, dokunulamazlar içinde!
Adâlet, hukuk, yasa, suç ve ceza; şakasının bile can incittiği rezîl bir halde!
Askerin can güvenliği yok! Polis molotofun, çocuk(!) taşlarının, çocuk bombalarının tehdîdi yetmiyormuş gibi dikte yasaların baskısı altında!
Ülkenin bir bölümü, PKK'nın, Devlet'e; "Has...tirin!" çeken, "Meşenin dalları nerenize ...?" diyen, dokunulamayanların sıkı yönetimi ve Başbakan'ı ölümle tehdît eden İmralı'daki bebek katili câninin komutuyla konuşan-susan bölücülerin denetiminde!
Dikte-yasal düzenlemelerle; katliam yapanlar, seri katiller, hırsızlar-arsızlar-hortumcular, PKK'lılar, Hizbullahçılar serbest! Huzûr için can pahasına görev yapan madalyalı kahraman millet evlâtları, kalemden başka silah kullanmamış gazeteciler, dünyaca ünlü hekimler cezaevinde!
Atatürk-Cumhuriyet ve kazanımlarından bahsetmek, suç! Kürt'üm, Ermeniyim, itim-itoğlitim demenin serbestleştiği; Hristiyan dünyası'nın Bizans kaynaklarında 6. yy.da ve 1190 tarihli yazılı belgelerinde (Turchia) Türkiye dediği Türk vatanında; "Türk'üm." demek yasak!
Rüşvet-yolsuzluk, zinâ-şer'î çok eşlilik, bölücülük, terör-terörizm, uyuşturucu ticâreti, PKK'lılık, Hizbullahçılık, cemaatçilik-mezhepçilik insan haklarından ama devletçilik, milliyetçilik, vatanperverlik, cemaate girmeden mütedeyyîn müslümanlık, suç!
Ordunun adı, vesâyetçi-işgâlci-katil; Polisin adı, baskıcı-işkenceci-zorba!
Böyle güllük-gülistanlık bir ülkede; Osmanlı Haremini işleyen bir dizinin senaryosu, gündemin baş köşesinde!
Başınıza Osmanlı kadar, Türk kadar, Hârem kadar taş düşsün! Allah belânızı versin be!...
Haram kazancınızla, zinânızla, yalanlarınızla çıkacaksınız Mahşer günü Hakk'kın huzûruna!
Bu dünyada da, o şaşmaz Hesap Günü'nde de sizden vazgeçmem! Size hakkımı helâl etmem!
Tek başıma da kalsam; Allah(c.c.)'ın bahş'ettiği Türk Kimliğimle, İslâm Sancaktarı ûnvânımla, size direneceğim! Zûlmünüze başeğmeyeceğim! "Ve dirildik ölümü öldüren bir ölüşle!" inancımla saldıracağım size!
Is'sız derelerin tilki beyleri; sizden korkan sizin gibi olsun vesselâm...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ocak 07, 2011

SAVAŞMADAN KAZANILMAZ!...

Misâfirin ahmağı, ev sahibini buyur edermiş! Tek sıkıntımız bu! Ya bir yerden gelmiş, ya bir yerlere gidip gelmiş ve bizden misâfir hürmeti gören ahmaklar; ya bize ikrâmda bulunuyor, ya da buyur ederek yeniden dışarıyı gösteriyorlar!
Misâfir edepsiz diye, evimizi kirletti diye, misâfir evde şımardı diye evden vaz geçebilir miyiz? Misâfire kızıp evimizden vazgeçersek ahmak misâfirden daha ahmak olmaz mıyız?
Bilinir ki misâfir mutlaka gidicidir! Bilinir ki devre-mülkte de kalsa tatilci, döner! Bilinir ki yolda katılan, yol ayrımına geldiğinde kervandan ayrılır! Bilinir ki misafir hâne halkından değil; tatilciler, tatil yaptıkları yerin nüfûsuna yazılmaz; yolda katılan, kervandan sayılmaz!
Misâfiri, tatilciyi, yolda katılanı kendinden sayanın, yalnızlık kaderidir! Bu kaderi de yaptıkları yüzünden hak eder!
Sanal-ağda, Kars-Anı Fethîye Cami'indeki tarihi Cuma namazı öncesinin hazırlıklarını izledim. Ziyâdesiyle duygulandım! 946 sene sonra; Sultan Alparslan'ın fethe mühür ettiği, haçı indirip muhafazaya alarak yıllarca sadece Cuma Namazlarının kılındığı Anı Fethiye Cami'inde kılınan Cuma Namazı'nın millî yüreklerde oluşturduğu coşku, hâlâ sürüyor...
Anı'da Fethiye Cami'indeki Cuma'dan sonra yapılan dâvet, ya takip edilmedi, ya da davetin takibini uzun süreli misafirler üstlendi ve; "Misâfir, misâfiri sevmez!" tavrıyla dâvette ısrarlı olunmadı!
Aklıma başka şey gelmiyor! Aklıma gelen art niyetli diye tarife müsait davranışları vicdân ve sağduyum anında kovuyor!
Memleketin millî ekonomisi yok! Dolarla ifâde edilen ekonomik veriler var!
Memleketin millî savunması yok! Kimle, nerede buluşulacağına; kime, nerede, ne diye hitap edileceğine "gak mı, guk mu?" denilmesine kararı millî irâde vermiyor!
Adâlet yok! Millî değerlere karşıtlığı doğal olan emperyalizmin hükmettiği millî olmayan kafaların, BOP Eş Başkanı'nın dikte ettirilmiş adâleti de ancak böyle zûlüm olarak tecellî eder!
Memleketin istihbaratı yok! Müttefikler(!)in aktaracağı budanmış-kuşa döndürülmüş bilgi yanıltmaları ile sınırlarımızda karakol baskınları yedik, habire itibâr kaybettik!
40.000 insanı katleden PKK'lılar, yüzlerce kişiyi hunharca-sadistçe öldüren Hizbullah'ın yönetici ve militanları, adâletteki dikte düzen/siz/leme sâyesinde serbest! Üç Üstün Hizmet Madalyalı, Kahramanlar cezaevinde!
Sapık serbest, katil serbest, taşeron terörist serbest; sokaklarımızı yangın yerine çeviren, parkta suçsuz günahsız insanları bombalayan psikopatlar serbest, câni serbest; namuslu vatandaş evinde mahkûm, asâyişi sağlamak için can pahasına görev yapan kahraman millet evlâtları cezaevinde!...
Adâleti temsil eden kadıncağız, "domuz bağı"nda karikatürize! Ordu, bölücü siyasallaştırılmışlar tarafından "yenik!" diye tarif ediliyor! Ömürboyu ağırlaştırılmış hapse mahkûm bebek katili câni, cezaevinden Başbakan tehdît ediyor! Bankalar dahil kimsenin mal güvenliği yok! Can ve mal güvenliğinden sorumlu güvenlik güçleri, canını koruyamıyor!
Ve "Evimizin Evi"ni, Vatanımızı korumak için can almaya-can vermeğe gönüllü Türk'ün, Türk Milliyetçilerinin, Ülkücülerin siyâsal evlerinde, misâfir hakîmiyeti var! Olsun! Olsuuun!...
Adres değiştirmeyeceğiz! Misâfire küsüp evden gitmeyeceğiz! Yağmurda, doluda, tipide evsiz kalan bütün hâne mensuplarını ısrarla Baba Evi'ne çağıracağız! İçeri giremediğimiz Baba Ocağı'nın bahçe kapısında, gelenleri kucaklayacak ve teşrîfatçılık yapacağız!
"Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi"nde, kazanmaya mecbûr olduğumuzu biliyoruz! Zâfer, savaşmadan kazanılmaz!
Hâne içi düzenlemesi, zâfer sonrası inşallah!...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ocak 06, 2011

CANIMIN HAKKINDAN, CANIM GELİR!...

Önce canım, canımın canını sıkmıştı, şimdi ben canımın canını sıkmalıyım ki ödeşelim! Canıma, canını çıkarasıya saldıracağım! Bu canın hakkından ancak canım gelebilir çünkü!
Dostlar; zekâ ve içgüdü, bütün canlılarda var ama akıl, sadece insanda!...
İnsanı eşref-i mahlûkat yapan donanımı, aklı ve meleklerden üstün kılan özelliği ise akıl sâyesinde öğretilen kelâmın yani söz'ün gücüdür...
Eğer insana sözün gücü verilmeseydi, yani eşyaların adı öğretilmeseydi meleklerle aynı olacaktı!
Hikmetine sual olmaz da meleklerden üstün kılınmak veya söz gücüyle donatılarak yeryüzüne indirilmek, adına ömür denen geçici bir müddette sınava sokulmak; iyi mi, kötü müdür insanlık tarihiyle berâber sorulan-sorgulanan bir hâl...
Ömür denen bu sınav sürecinde; "yenik nefisler" fazlaysa şükr'etmek lâzım ama "nefse yeniklik" gözle görülecek kadar çoksa o zaman elbette canımız sıkılacak ki sıkılmalı!...
Akıl, insanda öyle bir güçlü bir rehber ve öyle taşınması güç, ağır bir yük ki ve kullanması öyle mahâret isteyen bir silah ki pimi çekilmiş bomba misâli her an sahibinin elinde patlayabilir! Sevilenin yitmesi bu yüzden; "yitik sevdalar"ın oluşması, aklın yolunu şaşırmış olmasındandır! Akıl varsa, yerinde akıllıca duruyorsa; düşünüyor, hayâl kuruyorsa sevilen yitse de sevdâya istenen yerde, istenen de güzel mekânlar oluşturulabilir!...
Canımın canımı sıkması da bu yüzden işte!
Toplum her zaman neme lâzımcıdır! Toplum; kanaat önderlerinin ikrâm ve iknâ gücüyle düz orantılı taraf tutar! Hatta Muğla'da çarıklı erkân-ı harpten, yaşlı bir Efe'den duyduğum; "Toplum, av köpeği gibi eli tüfenklinin yanında durur!" târifini, duyduğum günden beri sorgular-yargılarım!
Toplumsal olaylar; eli tüfekli, aklını tüfekleştirebilmiş, aklını Rahmânî kullanabilen kanaat önderlerinin, tavırlarına bağlıdır! Kanaat önderlerinin ikrâm ve iknâ uygulamalarına bağlıdır bütün çözümler!
Kanaat önderleri de etrafında oluşturduğu birinci halka ekibinin gücü kadar ikrâm ve iknâ yeteneğine sahiptir...
Meselâ; Kur'an-ı Kerim'de anlatılan Peygamberlere dikkat ettiğimizde birinci dereceden inananlarıyla düz orantılı ümmetleri olmuştur...
Hz. Peygamber(s.a.v.)'imizin birinci halkası; ilk îmân edenler, Ehl-i Beyt, Sahâbe-i Kirâm, îmanlı- sağlam ve güçlü olmasaydı ne olurdu diye hiç düşündük mü?
Peygamberlerin hayatı, mücâdele şekilleri düşünen ve akıl edenler için örnek alınması, taklît edilmesi gereken hayatlardır.
Bizim şanssızlığımız; zorla destek vermeğe çalıştığımız kanaat önderlerinin, yakın halkasının -bize ve nefsimize göre- nefislerine mağlup olmuşlardan oluşmasıdır diye zannetmekteyim!
Canım, canımın canını sıktıysa kendimi ehven-i şerre mecbûr hissetmemdendir!
Çok düşünerek, ölçüp biçerek sergilediğimiz tavrımızdan; eyyamcılar gibi, günü kotarmak peşinde olan şahsî çıkarcılar gibi kolayca dönersek veya yaptığımız hücûmdan önümüze çıkan ilk engelde rücû edersek bu sefer canımızı, canımızdan çok sevdiğimiz dostlarımız sıkar!
Şahsen dostlarımın canımı sıkmalarına sebep olacak kadar cesûr değilim! Yâni daha o kadar akıllı değilim galiba!
Bu yüzden de bu kerre; canımın canını ben sıkmaya niyetliyim!
Nerde durmuşsam orada durmak, ne demişsem sözümde direnmek karârındayım!
Okyanus Ötesi'nin; "Küreselcilerle milliyetçiler mücâdelesi" plânını, neye mal olursa olsun bozmak, millî vicdân gereğidir ve ben; millîyim-millîciyim-Türk Milliyetçisiyim-Ülkücüyüm vesselâm...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...

Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ocak 05, 2011

BU MU İNSAN?

Su-toprak... İkisi bir arada, bereket...
Toprak olmazsa su sadece su; su olmazsa toprak sadece toprak ama çorak! İkisi birbirine lâzım, ikisi birlikte insana lâzım; her biri tek te insana lâzım...
Peki bu insan neye lâzım?
Vücûdunun dörtte üçü sudan, geriş kalan kısmı topraktan; susuz kalsa ölür, ölünce yeri kadar yer kaplar yerde-toprakta!...
Su ve toprak...
İkisi de başlangıcın ve sonun temsilcisi, ikisi de başlangıcın ve sonun sonu!...
İçinizde yapay toprak veya sûni su gören var mı?
Suyun oksijen ve hidrojenden oluştuğunu biliriz. Lisede laboratuvarda fizik-kimya öğretmenlerimiz, suyun ayrışmasını, oksijenle hidrojenden suyun oluşmasını anlatırlardı...
Yine fizik-kimya öğretmenleri; topraktaki mineralleri, madenleri, maddeleri tek tek tesbit için olmadık deneyler yapar, olmadık yapılmış deneyleri okur-anlatırlardı ama ne su yapabilen, ne de toprak üretebilen öğretmen hiç olmadı!
Öğretmen olmayanlardan, kaynak suyunu şişeleyerek satanların adı sucu oldu! Bâkir yani insan eli değmemiş yerlerden aldığı toprağı, çiçek toprağı diye torbalayıp satanların adı hiç toprakçı olmadı!
Dünyânın dörtte üçü su, insan bedeninin dörtte üçü su!
Bu kadar benzerken; topraktaki bütün maddelerin-moleküllerin insan bedeninde var olduğu, geri kalan dörtte üçünün de su olduğu biliniyorken; insan bedenindeki bütün maddeler dünyanın toprak kısmında var ve dörtte üçü su iken; bu kadar ikizcesine benzeyen-benzeşen dünyayı fark etmeyen insan mı kör, her an bağrına sayısız ikizini alan dünya mı doyumsuz?
Su; buharlanır, yükselir, yukarılarda soğuk havayla temas eder, yoğunlaşır, bulutlaşır. Daha soğuk bir bulut kütlesiyle karşılaştığında iyice yoğunlaşır, damlalaşır, yağmurlaşır, sulaşırmış!... Aşağıdan yukarıya dolaşır-dolaşır, başı dönerek baş aşağı düşer, toprağa ulaşır! Madem düşecektin, niye uçtun be mübârek?
Baş aşağı düşerken dokunduğu nebattan ıslattığı toprağa düşürdüğü tohum! Yumuşayan toprağın bağrında su içen; dirilen, canlanan, toprağı yırtıp çıkan, fidanlanıp, dallanıp-budaklanıp, meyvalanan ağaç...
Başı dönen suyun, baş aşağı düşerken kendine katarak düşürdüğü tohumun, toprağın bağrında canlanıp, dallanıp budaklanmasıyla üreten ağacın meyvesini yiyen, doyan, büyüyen, gelişen, güçlenen insan...
Yiyerek, doyarak, beslenerek, büyüyüp gelişerek olgunlaşan, yaşlanan, ihtiyarlayan, bedenindeki su azaldıkça toprağa yaklaşan ve toprakta toprakla toprak olan insan! Bedeninin su olan dörtte üçü buharlaşırken, geri kalan dörtte biriyle yeniden toprağa karışan, dünyanın hacmini asla büyütemeyen, geldiği yere dönerek yok olurken, yok olduğunun farkında olamayan insan!...
Çoğu su, azı toprak! Suyu, toprağı her şeyden çok tanıyan, bilen, her şeyi yapmasına rağmen su ve toprak yapamayan, yapamadığı gibi oluştuğu maddelerin ana kütlesine düştüğü anda, onda yok olan insan!...
Nedir bu insan? Nedir bu su? Nedir bu toprak? Nedir bu güçlü-üçlü?
Bütün bu "Nedir?"lere cevap veremeyen, soran-sorgulayan veya hiç umûrunda olmadan doğan-ölen, karışan-karıştıran, yokla varı buluşturan bu çok bilinen labirentten çıkanı, çıkabilen insanı duyan-gören-bilen var mı?
İnsanız ya; topraktan, sudan oluştuğumuz için mi havadan sudan işlerle uğraştığımızı zannederek havalaşıyor, sulaşıyor, topraklaşıyor-çamurlaşıyoruz yoksa?
Âlim câhiliyle, câhil âlimiyle; "İnsan bu, su misâli kıvrım kıvrım akar ya!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

CANIM, CANIMI SIKTI!...

Canım, canını sıktı kendi canımın!
Aklım beynime, beynim aklıma, ikisi birden duygularıma, duygularım hayallerime, hayallerim rüyalarıma, rüyalarım maneviyâtıma savaş açtı!
Kendiyle, kendine lâzım bu kadar önemli hasletiyle kıyasıya savaşa tutuşan ben, asıl kızmam gerekenlere kızmaya zaman bulamıyorum!
Yok böyle bir şey!
Yuvama kendim kendimi dâvet ettim ve dâvetime icâbet ettim! Kendi dâvetimle gittiğim yuvamda, soğumuş yerime buz kalıplarının oturduğunu gördüm! İncindim mi, kızdım mı, küstüm mü bilmiyorum!
Demircinin elinde makas ve kumaş, terzinin elinde çekiç, önünde örs var!
Îmansızların tamamının elinde îmanmetre var! Ülkücü olmayan her kesin elinde ülkümetre var!
Lüks yatları-katları-atları-arabaları, metresleri-kapatmaları-odalıkları-cariyeleri türbanlı hırsızların-arsızların ellerinde nâmusmetre var!
Başı takkeli, eli tesbihli, dizi çıkmış pantolonlu, kirli sakallı İş takipçisinin, rüşvetçinin, eski mücâhit-müşâhit yeni mütahitin elinde içinde referans kartvizi olan liyâkatmetre var! Ehliyetsiz şöförün limuzini, sabıkalı tokatçının finans kurumu-bankası var!
Îmansızın-arsızın-hırsızın babasının hayrına yaptırdığı camisi var!
Dinler arası diyalogcu-medeniyetler arası ittifakçı her siyâset adayının arkasında bir kaç paralısı; her haram paralının bir kaç adayı var!
Genel Kurmay Başkanı iken ABD'nin "Bizim çocuklar" iltifatına mazhar olan Netekim Paşa ülkenin eyâletlere bölünmesine rıza gösterirken; İmralı'daki bebek katili câninin ülke bütünlüğünü savunuyor görünen yol haritaları var! Sokakta anarşinin sağladığı asayiş, kapı önlerinde bağlı köpeklere saldıran ağzı salyalı, saldırgan, iki ayaklı hayvanlar var!
Bayrağım küskün dalgalanıyor, kaşları çatık!
Ezânım, üzgün inliyor ; "Hayye ale'l-felâh" derken kırgın!
Mehmetçiğim kızgın nöbette, Üstün Hizmet Madalyalı kahraman komutanı "çeteci"likle suçlanarak tutuklu olduğu için kızgın!
Polisim asayişi temin için panzerin içinde yanmamaya uğraşırken kırgın!
Emekli aç! Memur perişan! İşçi sendikasız-sahipsiz! Rençber tohumsuz-mahsülsüz! Sanayici boş fabrikasında bekçisi ile oturuyor! Esnaf siftahsız açıp kapattığı işyerine, dükkanına gidemiyor mal sahibi korkusundan!
Şehirlerde; park yerlerinde, evin balkonunda, kapının önünde, hatta yatak odasında can-mal emniyeti yok!
Dünyanın üçüncü büyük ordusuna, PKK'nın siyasallaşmış tahrikçisi; "Yenik ordu" derken pervâsız!
Ömür boyu ağırlaştırılmış hapse mahkûm yağlı urgan artığı câni, Başbakanı ölümle tehdît ediyor!
Ben, benim gibiler, tek tek milliyetçilik yaptığını zanneden tekiller, kendinden olmayanı hain ilan edenler, birbirimizi yemekle meşgûlüz!
Her kesin tek tek şikâyetlendiği, kurtulmak için güç birliği yapmadığı mevcût yönetim bile bize çok!
Bizim gibi dinsizlerin hakkından böylesi îmansızlar gelir!
Canım, canını sıktı kendi canımın vesselâm!
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ocak 04, 2011

ESKİMEYEN, ESKİTMEYENLER...

Diyojen'i, sokakta çocuklarla aşık oynarken görenler, ayıplamak kastıyla; "Kocaman adam utanmıyor musun çocuklarla yerlerde sürünmeğe?" Diye sorunca, hiç tavrını bozmadan oyuna devam ederek; "Sizin gibi yalancılarla hükümetçilik oynayıp pisliğe bulaşmaktansa çocuklarla toprakta yuvarlanarak temiz kalmak, daha iyi!" Der...
"Ayıboğan" lakabıyla bilinen, Ülkü Devleri'nden Ahmet YILMAZER'i hatırlattı bu kıssa...
Ayıboğan; uzun yıllar Başbuğ Alparslan Türkeş'e çok yakın yaşamış bir ülkücü. Yalansız, riyâsız, dostuna muhabbetli, hasmına mesâfeli-saygılı, eskimeyen-eskitmeyen, okuyan-araştıran, soran-sorgulayan, tecrübeli, mücâdeleci bir Türk Milliyetçisi...
Başbuğ'un ölümüyle başlayan teşkilat içi çekişmelerde Başbuğ'un Oğlu'na yakın duran ve hiç bir desteğini esirgemeyen, sonraki kısır çekişmeler yüzünden kendi dünyasına çekilen, muhalefeti mükemmel bir ülkücü edep ve adapla yapan ender karakterlerden... Ankara'da, saatlerce ülkenin-bölgenin-dünyanın mes'elelerini resmederek uzun sohbetler ederdik...
Bugün, ülkücüler ve Türk Milliyetçilerinin haliyle ilgili bir Ahmet YILMAZER yorumu paylaşacağım: "Kömür ocaklarında en derin galerilerde, alın teri-bilek gücüyle çalışan, beyaz elbiselerine zerre leke bulaştırmamış ehîl ülkücüler hâlâ derin galerilerde, gözlerden uzak ve sessizce çalışıyorlar! Mesai bitimi, derin galerilerden lekesiz beyaz elbiselerle çıkmayı başaran ülkücü karıncalar hâlâ var! Bir de lüks apartmanların bilmem kaçıncı katlarında, her türlü izolasyonu yapılmış, tertemiz bürolarda tepeden tırnağa lekeli, gûya galerilerdeki ülkücüleri temsîl eden kirliler var! Bu kirliler göz önünde olduğu için onları gören herkes, bütün ülkücüleri de onlar gibi zannediyorlar!
Bunlardan kurtulmak gerek!... Son zamanlarda, bu "Ülkücülükten geçinen", lekelilere yapılan makyaj, sadece ülkücüleri değil Türk Milletini de rahatsız ediyor! Bu lekelilerde insaf ta yok! Ülkücüyüm diyen hiç kimseye, kimsenin; hain demek hakkı olmamalı!" diye ısrar eden Ayıboğan'dan, en kızgın olduğu kişiler hakkında bile ağır, öteleyici, dışlayıcı bir tarif duyulmaz!
Siyâsetin millî çâre üretmek için yapılması gereken çok kutsal bir iş olduğuna inanır ve siyâset yapmak, dokunulmazlık kazanmak veya maddî kazanç diye tepeden tırnağa pisliğe bulaşanlar hakkında isim vermeden konuşmaz ve araya sessizce mesâfe koyar!
İçi boş beyaz elbiseleri veya elbisesiz adam gibi adamları, tanıyarak bilir. Sadece tanımakla kalmaz uygun bir lisanla, kırıp dökmeden tanıtmaya da çalışır ama nedense bu tesbîte, ukalalığımızla itiraz eder inanmaz ve hep pişmân oluruz!
Türk Milliyetçilerinin, âcilen Ahmet Yılmazer ve benzeri "Dâvâ aysbergleri" ile buluşması, Başbuğ tedrisli, tecrûbeli teşkilatçıları dinleyerek millî çâreler araması şart!
Demokrasi diye iftira edilen bir zorba yönetimle; Türk Vatanı'nda Türklük ve milletliğimiz yok edilmek üzere! Bu pervâsız ve tahrîkkâr saldırılara karşı koyabilmek için âcilen millî güç birliğine ihtiyâç var!
Ahmet Yılmazer ve benzeri Ülkü Devleri, mutlaka ama mutlaka aranmalı, bilgi ve tecrübelerinden faydalanılmalı. Çünkü bu devler; hem araştırır, hem sorgular, hem karar verir, hem de karşı hamlelere, mukabil hamleleri hazırlamakta tecrübeyle donanımlıdırlar!...
Eskimeyen-eskitmeyen, istenmedikleri yere gitmeye tenezzül etmeyen, olduğu her ortamda kısa sürede bir Türk Milliyetçisi dünya inşa edebilen bu ülkü devlerine ihtiyâç var...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA, TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN