Pazartesi, Ekim 17, 2005

KEŞKE !...


Keşke edebime gücüm yetse!...
Keşke saygımı biraz tatile gönderebilsem!...
Keşke içimden geçenleri, dilime aktarmama mani olan saygımla,-birazcık ta olsa- ters düşebilsem!...
O kadar açık, o kadar pervasızca canımızı incitiyor, o kadar saygısızca kimliğimize saldırıyorlar ki!...
Ve bu saldırılarını; o kadar insafsızca –saklanılabilecek en emin yer olan- Din’in arkasına öylesine saklıyorlar ki!...
10 yıl önce Liderleri -ve kendi deyimleriyle- Mücahid Erbakan ağzından “Batı Uşakları, Avrupa Garsonları, Patates Dinliler” diye adlandırdıkları bütün siyasileri, bütün siyasi partilileri unutturacak kadar AB sancaktarlığına soyunanların; dün tenkit ettikleri, dün yerden yere vurdukları uygulamaların fazlalarını yapmalarına rağmen, bu gün kendilerini lisan-ı münasiple tenkit edenlere de Din arkasına saklanarak saldırdıklarını görünce, edebime kızmaya başladım!...
Fanatizmimizin neresinde fazlalık var diye de düşünmeğe başladım!...
Milletimi seviyorum Milliyetçiyim…
Milletimi muasır medeniyetler seviyesine getirmek hatta muasır medeniyeti geçirmek gibi bir hayalimin neresinde fazlalık var diye düşünmeğe başladım!...
Çağ açıp çağ kapatırken medeniyetin neresindeydim?...
Kostantinapolis’te, Bizans’ta güllerle karşılanırken; -işgal ettiğim değil- fethettiğim Bizans’ta herkesi inancıyla baş başa bırakacak kadar hoş görülü, bağışlayıcı, kendinden eminken medeniyetin neresindeydim?..
Yüzlerce yıl; dinleri adına, dinimden dolayı muhatap olduğum kıyımlara, tazyiklere, kahpeliklere rağmen fethettiğim Bizans’ta her inanç sahibini kendi inancını yaşamakta serbest bırakırken medeniyetin neresindeydim?...
Eğer tek tarafından bakıldığında tarifi buysa, bu kadar medeni olmama rağmen; defalarca bir araya gelerek bana Haçlı adıyla saldıranlara karşı kazandığım nihai zaferlere rağmen kıyım yapmadıysam, asimile etmeğe tenezzül etmediysem, medeniyetin neresindeydim?...
Şimdi medeniyetin neresindeyim?...
Kiliselerin açılmasına göz yumarsam medeni miyim?!...
Havraların açılmasına izin verirsem medeni miyim?!...
Misyonerlerin, Siyonistlerin yaptıklarını görmezden gelerek evime kapanırsam, görmezden gelirsem hatta yardımcı olursam medeni miyim?!...
Dinler arası diyalog adıyla dinimle kavgaya tutuşursam, Ilımlı İslam’ım ve medeni miyim?!...
Ama Allah Hükümleri’ne göre davranmaya kalkarsam, Türk’üm dersem çağ dışıyım,-aslında medeniyeti engelleyenler olmalarına rağmen- medenilikten bahseden işbirlikçilere göz yumarsam medeni miyim?!...
Olmaz olsun böyle medenilik!...
Keşke edebimle beraber birazcık ta zamana gücüm yetse!...
Yaklaşık 600 yıl geriye dönebilsem!..
Fethettiğim Bizans’ta taş üstünde taş bırakmasam, boynunda haç gördüğüm kimsenin gövdesinin üzerinde baş bırakmasam; adil olacağım diye kendime zulmedeceğime; ABD’nin bu gün Irak’ta uyguladıklarının yüzde birini uygulasam, insan hakları havarilerinden kendime paralı propogandistler tutsam diye hayal ediyorum!...
Ve bu gün, bu yaşadıklarımızı dünya yaşar mıydı diye düşünüyorum?...
Zamana gücümün yetmeyeceğini, bildiğimden hemen bu hayal ve düşüncelerimden vazgeçerek günümüze dönüyorum…
Dinimizin arkasına saklanarak Dinimizi küçük düşürenlere; Milliyetçiliği bahane ederek Türk’ten başka her kesin milliyetçilik hatta şövenizm yapmasına izin vererek Devletimi küçük düşürenlere; Kemalizm’i bahane ederek Muhteşem Türk Atatürk’ümüzü yargılamaya yeltenenlere, ne yapabilirim diye düşünmeğe başlıyorum…
Mevcut partileri yetersiz görerek –sadece tepki olsun diye- iki kere bütün partileri sandığa gömüp kurduğumuz Deprem Çadırlarıyla olmadı!...
Bütün farklı görüşlere eşit oylar vererek kurduğumuz koalisyonlarla olmadı!...
Mücahit Erbakan’la olmadı!...
Hacı-Bacı koalisyonuyla olmadı!...
Kara oğlanla olmadı!...
Altı kere Gidip Yedi Kere Gelen’le olmadı!...
Milli Görüş Gömleğini çıkararak; terk etmeyi, dönmeyi Gelişme diye adlandırarak takıyyeyi siyasi literatürümüze kazandıranlarla da olmadı!...
Devletim zora düştü, milletim dara düştü!...
Aklıma; - inadına-inadına- kalan tek yoldan başkası gelmiyor…
Denenmemiş siyasi görüş, denenmemiş siyasi parti kalmadı!...
Ve bu denenenlerin hiç birine medeniyet havarileri olan işgalcilerden itiraz gelmedi!...
Şimdi “İnadına MHP” diyerek, MHP’yi tek başına iktidara taşımaktan başka yol kalmadı…
Ki yıllardır Ülkücüler olarak bizler; memleketin kurtuluşunu, milletin kendine gelmesinin tek yolu olarak bunu savunuruz!...
Bu düşüncemizden dolayı ölümlerle tazyik edildik!...5000’den fazla şehit verdik… Cezaevlerini Yusufiye’leştirdik…
Gurbetleri kendimize değilse de fikrimize yuva edindik.
Öz yurdumuzda parya olduk ama susmadık, susturulamadık!...
Öldürüldük, bitirilemedik!...
Ezildikçe çoğaldık ve şimdi tek başına iktidara doğru dolu dizgin at saldık…
Haydi Ülkü Devleri!...
Haydi Ülkücüler!...
Haydi Büyük Türk Milleti!...
Kutlu Sefer başladı!...
Seferimiz; çok açık hazırlandığı için elbette geçmişte bize bir şeyler yaptığını zannedenlerin tamamını korkular sardı!...
Bu art niyetlilerin, bu uzaktan kumandalıların, bu karen fogg çocuklarının, bu ölüm gelince komşuya atan sahte kahramanların, bizden korkmalarından doğal bir şey yok aslında…
Hesaba çekileceklerini, biliyorlar elbette!...
Yüce Divan’da hesap vereceklerini, biliyorlar elbette!...
Bu yüzden panikteler, bu yüzden saldırganlar, bu yüzden Haçlı ile müştereken milleti yıldırma politikasındalar!...
Ama yetti gayrı!...
Eğer sadece “İnadına” demekle olacaksa; müşrikin inadına, misyonerin inadına, siyonistin inadına, haçlının inadına, AB’nin-ABD’nin inadına, devlet düşmanlarının inadına, devrimiz Abdullah ibn-i Sebe’lerinin inadına, devrimiz Taif Ehli’lerinin inadına, “İnadına Tayyip”çilerin inadına;
“İnadına inadına inadına MHP…”
Ve rahatsız ettiğimi bildiğim birilerinin inadına da, inadına
TEVEKKELTÜ TAALALLAH…
Selam, sevgi, dua…
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: