Cumartesi, Ekim 15, 2005

PAROLA VATAN, İŞARETİ NAMUS...


-Allah(c.c.) rahmet eylesin- Atilla İlhan’ın son kitabının veya son kitaplarından birinin adı…
Solcu olarak çıkılan bir uzun hayat yolculuğunu; ne kadar uzun olursa olsun sonu belli bir hayat yolculuğunu, başladığı gibi değil, doğruya yakın hatta doğru bir çizgide tamamlamak…
Atilla İlhan, bunu başardı…
Atilla İlhan; sağcısından,solcusundan, seveninden,sevmeyeninden oluşan ciddi bir okur kitlesi oluşturarak ve üst üste konduğunda –nerdeyse- boyu kadar olacak kitaplar bırakarak göçtü bu fani dünyadan…
İz bırakanlardan oldu Atilla İlhan…
Allah(c.c.) tekrar-tekrar rahmetler eylesin…
Son kitabının adına takıldım İlhan’ın; “Parola Vatan, İşareti Namus”…Vatan ve namus; birbiriyle çok alakalı, birbiriyle çok iç içe kavramlar…Vatansız namus olmuyor, namussuzun da zaten vatan diye bir gailesi!…
Israrla İsmet İnönü’ye mal edilen aslında bir uzak doğu sözü olan ve yüzlerce yıldır bilinen bir sözde; “ Bir ülkede namuslular da en az namussuzlar kadar cesur olmazsa orada düzen tutmaz..” deniyor…
Namussuzun cesareti!...
Cesaret ve namussuz, bu iki kavram bir arada olabilir mi?
Bu konuda yıllardır kafa patlatırım.
Hırsızdaki cesareti, yorumlamakta –tek kelimeyle- zorlanırım…
Hırsızlık yaparken yakalanma riskini göze almaktır diye düşünüyorum herhalde buradaki cesaret…
Yakalanma sonunda millet tarafından hırsızlığının bilinmesi kadar zor bir ceza olabilir mi? Diye düşünürüm…
Ama hemen aklıma, “İt utansa, tumansız gezmez.” Atalar sözümüz gelir…
Adama benzer yaratık, zaten utanma duygusuna sahip olsa hırsızlığa tevessül edemez…
Sağlam karakterli biri için; en ağır cezanın, utanmak olduğu inancındayım…
Utanma duygusunu tatile çıkarmış biri için, yasal cezaların yaptırımı, sıfıra yakındır…Bu dün de böyleydi, bu gün de böyle, yarın da böyle olacak…
Yıllar yılı, utanmazların utanmalarını bekleyerek zamanımızı heba ettik!...
Başka şansımız da yoktu; bu utanmazların tamamına yakını, adam sıfatıyla karşımızdaydılar…
Adam sıfatlarından hareketle, onlardan hep utanmalarını bekledik. Onlar utanmayınca, bizler de onların utanmalarını bekleyince; ortaya utanmazların, namussuzların cesareti diye bir kavram çıktı!...
Yok böyle bir şey!...
Ne namussuzun ne de utanmazın cesareti denilen bir şey yok!...
Sadece namusluların, haya sahiplerinin; karşılarındakilere, Allah(c.c.)’ın yaratmışlığından dolayı insan muamelesi yapması gerçeği var…
Namuslular, haya sahipleri, adam gibi adamlar çok beklediler, çok bekledik!…
Daha fazla beklemeye devam edersek; “Parola Vatan, İşareti Namus” diye örgütlenmek zorunda kalırız…
Namusluların vatanı; vatanperverlerin namusu, olmazsa olmazlarıdır…
Hadi namuslular!...
Vatan zorda, millet darda…
Bu günlerde bir araya gelmezsek; nerde kalır namusluluk?..
Nerde kalır vatanperverlik?...
Her vatanperverin, her namus sahibi namuslunun; Müzakere ana madde başlıklarını elde ederek defalarca-defalarca okumak mecburiyeti vardır…
Defalarca okuyup anladıktan sonra; milletimizin lehine olanlarla, aleyhine olanları hükümet erkanına bildirmek mecburiyeti vardır…
Hükümet erkanının görevlendirdiği memurlar; Recep Tayip Erdoğan ve avanesine doğrulardansa, duymak istediklerini –sandıkları- yalanları söylüyorlar!...
Recep Tayyip Erdoğan ve avanesine, çok bilinerek, çok ciddi yanlışlar yaptırılmaktadır!...
Recep Tayyip Erdoğan’ı sevmediğimi tekrarlamama gerek yok!..
Sevmememe rağmen Recep Tayyip Erdoğan’dan böylesi tarihi hataları –asla- beklememiştim!...
Hatta sevmememe rağmen; tek başına ve ezici bir çoğunlukla hükumet olduğunda, millet adına epeyce umutlanmıştım bile!...
Ama yanındaki, yakınındaki üç-beş kürt ve ermeni milliyetçisinin yanlış yönlendirmeleriyle, tarihi hataların altında Recep Tayyip imzaları var!...
Recep Tayyip Erdoğan’ın; sür’atle şapkasını önüne alarak düşünmesi lazım!...
Sakal-ı Şerif’i hava alanına ayağına getirten bir bakanı savunmanın mantığının olmadığını; bulunduğu makam itibariyle bir insanın, böyle bir uygulamadan “Haberim yoktu!” bahane ve savunmasıyla, kurtulma şansı yoktur…
Bu bakanı savunan da başbakan bile olsa irtifa kaybeder!...
Artık RTE’ye tek kelimeyle üzülmeye başladım!...
Bir insan, bu kadar kalabalık yalakalar içinde ancak bu kadar yalnızlığa mahkum edilebilir!...
Bu yalnızlıktandır ki; müzakere ana başlıklarını, yanlış yorumlar; Sakal-ı Şerif’e saygısızlık yapan bir kabine arkadaşını savunma hatasına düşer!...
Vefa, elbette çok önemli bir sermayedir…
Kabinede görevlendirdiği arkadaşını savunmak elbette erdemdir…
Ama saygısızlık yapılan veya yapıldığı söylenen de Sakal-ı Şerif’tir!...
Bu gibi hallerde izan sahibi insanın yapması gereken; o zevatın önce istifasını almak sonra da savunabildiği kadar savunmaktır…
Ancak bu şekilde daha fazla yaralanmaktan kurtulmak mümkün!...
Buradan sayın Başbakan’a birkaç gün peşpeşe sesleneceğim…
Müzakere ana başlıklarını, doya doya okuyacağım…
Anladığım kadar da yorumlayacağım elbette…
Umarım sayın Başbakanımızın bizlerden haberleri vardır…
Aksi halde, kamu nazarında kıymetsizleşmişlerin başını çeken bir kabine arkadaşını savunmakla; başbakan sıfatını, harami başı sıfatına tercih etmektedir tarifi almakta ve Başbakan’a yazık olmaktadır!...
Hele hele yarın gerçekten bu millet “Parola Vatan İşareti Namus” diye örgütlenmeye başlarsa, nelerin olabileceğini düşünmek bile istemem…
TEVEKKELTÜ TAALALLAH…
Selam, sevgi, dua…
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: