Cumartesi, Mart 03, 2007

BEN BİR TÜRK'ÜM...

"Tarihi ben mi yazdım tarih mi beni öğen
Ben miyim böyle tevekküle baş eğen."
Kimine göre bin yıldır, kimilerine göre binikiyüz yıldır bu coğrafyadayız. Bana göre ise onlarca- yüzlerce bin yıldır aynı coğrafyadayız. Ve bütün saldırılara, bütün baskılara rağmen hala ayaktayız.
Aynı coğrafyada onlarca, belki yüzlerce medeniyet ve millet, tarihin hafıza çöplüğüne atılmışken; bu unutulan medeniyet ve milletlerle beraber de vardık, onların yok oluşlarını seyrederek varlığımızı koruduk ve hala varız...
Semavi dinlerin tamamının doğduğu adresteyiz.
Semavi kitaplara göre kıyametlerin, tufanların koptuğu adreste mukimiz. Nuh Tufanı'nın da bu coğrafyada koptuğuna inanılır. Nuh'un Gemisi'nin Ağrı Dağı'nda arandığını ve uzaydan fotoğraflarının çekildiğinin yazıldığını da hatırlıyorum.
İnsanlığın, Nuh Tufanı'ndan sonra yeniden ve bu coğrafyada çoğaldığını da semavi kitaplar anlatıyor. Hz.Nuh'un oğullarından Yasef'in oğlu Türk'ü biliyoruz. Hz. Türk'ün soyundan gelen Türk oğlu Türk olduğumuzu da bilsek, kim ne diyebilir?
Bilmesine biliyoruz da neden lazım olduğunda söyle/ye/mediğimize de hayretler ediyorum!...
Bu coğrafyada Akalar'ın, Etiler'in, Sümerler'in, Asurlular'ın, Lidyalılar'ın, Frigyalılar'ın, Romalılar'ın v.s. çöküşlerini, batışlarını, yok oluşlarını seyrederek, kıyametlere tanıklık ederek varlığımızı sürdürmüş bir millet olarak şerbetliyiz desek kim ne diyebilir? Defalarca medeniyetlerin yok oluşlarına tanıklık ederek ve bu kıyametlerden sağ çıkarak günümüze kadar gelişimiz bile başarı ve bir direnç örneği değil midir?...
Yer kürenin her yerinde; en doğusunda, en batısında, kuzeyinde, güneyinde özetle dünyanın her yerinde Türk'ün olması, tesadüf müdür?...
Nuh Tufanı'ndan sonra bu coğrafyada yeniden çoğalarak en doğulara, Orta Asya'ya gidip dönmüş olabiliriz desem, kim itiraz edebilir? Veya etse ne der?...
Muhteşem Türk Atatürk'ün bu coğrafyaya sahip çıkışını; Güneş Dil Teorisi'ni, Etiler'in, Sümerler'in, Akalar'ın Türk olduklarını ispata çalışmalarını tesadüf olarak mı yoksa genetik bir iç dürtüyle sahipleniş olarak mı yorumlamak lazım?...
Kimliğinden endişesi olmayan; alt-üst kimlik vehimlerine kapılmadan, kimliksizlere kızmaya bile tenezzül etmeden, sadece şerbetlilik haliyle var olmaya devam eden Türk Milleti'nin bu yenilmezliği ve dayanığıyla iftihar etmeyelim mi?...
Düşünmek istiyorum.
Düşünürken düşündürmeğe çalışıyorum. Yüzlerce yıldır oluşturulmaya çalışılan tarih kirliliği içinde gül misali gülümseyen Türk'ün varlığına dikkat çekmeğe çalışıyorum...
Bu söylediklerime inanarak muhteşem bir vakar ve huzur sahibiyim. Bu vakar ve huzurumu bütün Türkler'le paylaşmak istiyorum. On binlerce yıldır var olarak, varlığını muhafaza ederek sevmeyenlerinin kıskançlıklarına, dolayısıyla da saldırılarına muhatap ırkımızın direncine dikkat çekmek istiyorum.
Kıyametlere şahitlik ederek, kıyametlerden sağ çıkacak kadar Allah(c.c.)'ça korunarak günümüze gelen ve geçtiği her yüz yıla, her çağa mutlaka mührünü vurmayı başarmış bir ırkın ahfadı olmakla övünmek gereğini, hatırlatmaya çalışıyorum...
Allah(c.c.)'ımız'a şükredelim ki Türküz ve yine şükrederek hamd edelim ki İslam'la buluşarak iyice şereflenmişiz.
Mehmet Emin Yurdakul'un ağzından, hep beraber, bir daha vakarla ve şükrederek; "Ben bir Türk'üm dinim cinsim uludur." diye terennüm edelim.
"Biz biliriz bizim işlerimizi
İşimiz kimseden sorulmamıştır." diye de bütün dünyaya, AB ve ABD adındaki Haçlılar'a uyarılarımızı yapalım...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: