Çarşamba, Mart 07, 2007

VARLIĞIM, TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN...

Fikri şahsiyetimin oluşmasındaki katkısı yüzde doksan olan Erzurum'dan, bir kıymetli kanaat önderi büyüğümüzden dinlemiştim:
"Günün yeni ışıklarıyla uyanan tabiatla birlikte karga da uyanır. Güneşin kendine daha dolaysız ulaşabileceği, açıklık bir dala zıplar ve tüner.
Kulağına sabah sabah gelen "çat-çut" sesleriyle irkilir ve merakla bakar ki bir tavşan, bir mağaranın ağzındadır. Önüne koyduğu bir daktilo ile "çat-çut" diye bir şeyler yapmaktadır. Tavşanın ne yaptığını, karga çok merak ederek aşağı inip sormaya niyetlenir.
Tam o sırada bir tilki meydana çıkar. Sabah sabah, çok sevdiği bir av bulmanın hevesiyle sinsice tavşana yaklaşır. Tam avına atılacakken tavşanın kendisinden hiç korkmadığını fark ederek hayret eder ve sorar:
- Tavşan, ne yapıyorsun?...
Tavşan, çok kendinden emin bir eda ile;
- Bir tavşanın, bir tilkiyi nasıl avlayacağının ve yiyeceğinin yollarını çocuklarıma öğretmek için kitap yazıyorum! Der...
Cevaba tilki de ve kulak misafiri olan karga da hayretler ederler;
- Bre salak hayvan! Hiç tavşanın tilki avladığı, duyulmuş bir şey midir?!... Diye kükrer tilki. Tavşan, aynı kendinden emin edalarla;
- Erkeksen içeri gel!... Diye davet ederek mağaraya yönelir. Tilki, artık avının kaçış yolunun kalmadığına sevinerek, hevesle tavşanın peşinden mağaraya girer. İçerden hafif yollu bir mücadele sesi falan gelir. Ve kısa sürede ses kesilir. Karga meraktadır.
Biraz sonra tavşan, mağaradan üstünün başının tozlarını silkeleyerek çıkar ve yeniden daktilosunun başına geçer.
Kısa bir süre sonra bir çakal peyda olur. O da sabah sabah tam ağzına layık bir av bulmanın hevesi ve iştahıyla tavşana doğru atılır. Tavşan, yine aynı kendinden eminlikle daktilosuyla meşguldür. Çakal da hayret ve merakla tavşana yaklaşarak;
- Ne yapıyorsun? Diye sorar.
- Bir tavşanın, bir çakalı nasıl yiyeceğinin yollarını öğrensinler diye, tavşanlara bir kitap yazıyorum!... Der. Çakal da hayret ve hiddetle;
- Be salak hayvan! Hiç duyulmuş mudur böyle bir şey?!... Diye sorar. Cevap aynıdır;
- Erkeksen içeri gel!...
Çakal da tavşanın arkasından heves, hiddet ve iştahla mağaraya dalar. Karga, meraktan ölecek gibidir. Bu sefer mağaradan daha kuvvetice bir çekişmenin sesleri gelir. Mağaranın ağzından dışarı tozlar çıkar. Ve biraz sonra ses-seda kesilir. Tozların arasından yine tavşan görünür!...
Üstünün başının tozunu silkeleyerek yeniden daktilosunun başına geçer.
Meraktan çatlayacak hale gelen karga, artık dayanamayarak sessizce süzülür ve mağaraya girer.
Çakalın kemikleri ve derisi bir tarafta, tilkinin derisi ve kemikleri bir taraftadır. Mağaranın dibinde ise karnı doymuş aslan, yan üstü devrilmiş ve dişlerini temizlemektedir!..."
Hikaye veya kıssa bu!...
Bu kıssadan ibret almak gerek tabiki...
İki siyaset fahişesinin birini mağaranın ağzına daktilograf olarak koyan "Büyük Senarist", bir diğerine de mağara içindeki aslan rolü vermiş.
Mağara ağzındaki tavşan da, mağara içindeki aslan da Türk'ün mükemmel bir aslan avcısı olduğunu, her halde unutmuşlar. Türk'ün milletleşmesinin gereği vatanlaştırdığı topraklarındaki mağaralarına da sahiplenişini de unutmuşlar!...
Unutmasalar, bu rolleri asla kabul etmezlerdi.
Tarihte bu role defalarca soyunanlar oldu ve gereken cevap ve cezayı aldılar. Bu son figuranların da ayranı kabarmaya başlayan Türk Milleti'nin mer'i yasalarıyla cezalandırılmaları, artık çok yakın görünüyor.
Çünkü Türk Milleti olarak siyaseten tam sahipsiz gibi kalmışken, bir Anadolu Türk Beği;
"Varlığım Türk varlığına armağan olsun. Ne mutlu Türk'üm diyene." diye kükremeye başladı.
Bu sesle Türk Milleti'nin ziyadesiyle heyecanlandığını ve bu Türkmen Beği'ne bağrını açmaya başladığını hissediyorum. Bu hissedişimin verdiği hevesle de artık mağaradaki aslan rolüne soyunmuşlarla, daktilografların sonunun yaklaştığını hissediyorum.
Bunu da duyurmak ve paylaşmak istedim vesselam..
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: