Pazar, Ağustos 28, 2005

TENKİD HASTALIĞIMIZ...


Bize ne zaman, nereden, nasıl bulaştı bilemem ama; bir memnuniyetsizlik, bir doyumsuzluk ve bir tenkid hastalığı bulaştı!...
Tedavisi için; kimler, ne yaparlar bilemem ama tedavisinin pek kolay olmadığını da biliyorum....
Dünya güzellik kraliçeliğini kazanmış bir güzelin, gözleri hafif şehlaysa ve de sevdiğimize veya annemize benzemiyorsa "Şaşı..." der kenara çıkarız!...
Boyuna kısa dediğimiz hiç kimseyle yanyana durarak boy ölçüşmemişizdir!...
Şişman veya zayıf diye tenkid ettiğimiz hiç kimseyle, basküle çıkarak kilolarımızı mukayese etmemişizdir!...
Zengine hırsız deriz!...
Fakire tembel deriz!...
Çok çalışana, aptal; çalışmayıp kaytarana uyanık!...
İltifatlarımızı; her ortamda uyanıklardan taraf kullanır, sonra da uyanıkların uyanıklıklarından şikayet ederiz!...
"İnadına tayyip..." sloganını ezberler, hançeremizi yırtarca bağırır; elli yıldır taraftarı olduğumuz partiyi, bir başka partiye kızarak terk eder; gelenin gideni aratacağını bile bile hiç tanımadığımız adamlara "İnadına...." oy verir sonra da şikayetlenir de şikayetleniriz!...
Bu tenkit ve şikayetlenme hastalığımızı; bu başkalarının gözündeki çöpü mertek görme hastalığımızı ve ferasetimizi, bir de kendimizdeki eksikleri görmek üzere kullanmaya karar versek Vallahi işi kolaylarız!...
Başkaları yaptığında "Çok ayıp!..." , "Çok haram!..." olarak yorumladığımız işleri, eğer biz yapıyorsak, en doğrudur, en helaldir!...
Eğer bizden se; hırsızımız da pezevengimiz de namusludur!...
Yıllarımızı, onlarca yıllarımızı bu "Bizim..." saydığımız "Namuslu namussuzlar" yüzünden kaybettik!...
Giden her şeyin telafisi mümkün ama giden zamanın, asla!...
Gidenin, her zaman ve her türlü bizden gittiğini fark ederek; "Zararın neresinden dönersek kardır." kararlılığı ile aklımızı başımıza toplama şansımız hala var...
Artık bu şansımızı, kullanalım lütfen!...
Siyaseten devletimizin kurumları arasında oluşturulan şürtüşmeler, artık saklanamıyor!...
Veya saklanmıyor!...
Aktif görevlerinde iken ısrarla susan asker veya bürokratlarımız; görevlerinin tamamlanmasına az bir süre kala çok ciddi mesajlar verebiliyor ama; bu ciddi mesajların muhatabı, bu mesajları ciddiye bile almıyor!...
Bu ciddi mesajları ciddiye almayan siyasilerimiz de ne hikmetse zamanın seller gibi aktığını ve sellerce akarken etrafındaki her şeyi de silip süpürerek götürdüğünü, anlamamakta ısrarcılar!...
Zamanın akışına müdahele şansımız, elbette yok!...
Ama her kesin sür'atle şapkasını önüne alarak düşünmesinin zamanı, geldi artık...
Herkesin sevdiklerini, saydıklarını sevgileri ve saygıları adına uyarmalarının zamanı geldi!...
Artık "Bizim..." de olsa hırsızın hırsız, namussuzun namussuz olduğunu; herkes sevgileri ve saygıları adına sevdiklerine-saydıklarına söylemelidir!...
Yoksa artık gelenin gideni aratması gibi bir olumsuzluğu da lüks olarak arayacağımız günlere gidiyoruz!...
PKK'nın yaptıklarını, en ince teferruatına kadar bilen Ermeni asıllı bir aydınımız(!); askerlerin yaptıklarını bilemediğimizi söylemeye başladı!...
Ceza evi adıyla tatil kamplarında özel beslemeye aldığımız terörist başları; bir birlerine "Bey" hitaplı mektuplar yazmaya başladı!...
Bu katiller, bu şerefsizler; Milletin huzuru için(!), birbirlerine silah bırakma davetleri yapmaya başladılar!...
Allahınızı severseniz artık aklımızı başımıza toplayalım!...
Bu hainlerin vatanları yok!...
Bu hainlerin bayrakları yok!...
Bu hainlerin, biat edecekleri devletleri de yok!...
Bunlar sadece misafir oldukları evlerin balkonlarını, bahçelerini kirletmekle görevli pislikler...
Bunların saçacakları pislikleri ve yaptıkları kirlilikleri temizlemek, sonunda bizim işimiz!...
O zaman neden gününden önce bu pislik üretkenlerini susturmaya soyunmayız?...
Neden bu pisliklerle, bu hainlerle canları pahasına mücadele eden Güvenlik Güçlerimiz'e ve Silahlı Kuvvetlerimiz'e gereken siyasi desteği verdirmeyiz?...
Türk'ün Zaferler ayı Ağustos ayındayız...
Neden her gün kahramanlık destanları yazan bu evlatlarımızı, gönüllerimizde hak ettikleri yerlere oturtmayız?...
Hiç değilse bu zaferler ayında, iltifat bu kahramanlarımızın hakkı değil midir?...
Ankara'da Çankaya Belediyesi; zamanlama olarak harika bir davranışla, "Her eve Bir bayrak" sloganıyla binlerce bayrak dağıttı...
Çankayalılar! Nerede o binlerce bayrak?...
Hani ulusalcıların, Atatürkçülerin, Cumhuriyetçilerin kalesiydi Çankaya?!!!..
Ücretsiz olarak dağıtılan Türk Bayraklarını, balkonlarına, iş yerlerine asmaktan imtina edenlerin kimseleri tenkid etme hakkı olabilir mi?...
Bu zaferler ayında da asmayacaksanız, o bayrakları neden aldınız?...
Her kes kapısının önünden sorumludur!...
Her kes sevdiklerinden, saydıklarından sorumludur!..
Hadi tez zamanda herkes sorumluluklarının bilincine vararak sevdiklerini-saydıklarını uyarmaya; herkes hainlerce pisletilmiş bahçesini, balkonunu temizlemeye başlasın....
Bu temizliğe başlayalım ki Türk'ün Zaferler Ayı Ağustos'ta ki kutlamalara hak kazanalım...
Yoksa bulundukları yerden bize iğrenerek bakan gerçek kahramanların; soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu, yuttuğumuz lokmayı bize haram ettiklerinin farkında değil miyiz?!...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Cuma, Ağustos 26, 2005

EY TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN!...

" Üze Tengri basmasar asra yir telinmeser, Türk Budun ilingin töringin kim artadu. TÜRK BUDUN ÖKÜN..."
"Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer yarılmadıkça Türk Milleti ilini töreni kim bozabilir? Türk Milleti kendine dön..."
Tarihe yazılı ilk evrakı bırakmakla da iz yapan ceddimiz; yüzlerce, yüzlerce yıl öncesinden bize böyle seslenmiş...
Türk Milleti kendine dön!...
Yaygın basının günlerdir nelerle meşgul olduklarını; daha doğrusu uyuşturduklarını sandıkları milleti nelerle meşgul ettiklerinin farkında mısınız?
Başbakanımız'ın başka bir ülkenin başkentine gidiyormuşçasına özel güvenlik tedbirleriyle gidip bölücülerin yıllardır söylediği sloganını; "Kürt sorunu vardır ve meselemdir." şeklinde telaffuz ederek dolduramadığı erk makamına rağmen tek kelimeyle bozum olup dönüşünden beri; her gün farklı, her gün birbirinden çarpıcı sansasyonel haberlerle akılların karıştırılmaya çalışıldığının farkında mısınız?...
" Kürt Sorunu"; pimi çekilmiş bir bomba olarak, Recep Tayyip Erdoğan'ın eline verildi ve Diyarbakır'da da patlatıldı!...
"Kürt Sorunu Bombası", RTE'nin kucağında patladı!...
Onlarca yıldır siyaseten sağı da solu da kullanarak bu günlere gelen; yakın tarihimizde dedelerinin isyanlarını unutmadığımız kişilerin yakın danışmanlık yaptığı Recep Tayyip Erdoğan isimli Kasımpaşalı Mazlum Kabadayı, Diyarbakır'da bitirildi!...
Aslında sevinmem lazım!...
Ama bitirilen Başbakanımız olunca ve milyonlarca insanımızın "İnadına Tayyip" ten başka bir şey demeden ve duymadan inandığı, güvendiği kişiliğin bitirilişine üzülesim geliyor!...
Günlerdir Recep Tayyip Erdoğan'dan hayatımda ilk kez kızmayacağım bir takıyye bekledim!...
Millet te ilk kez bu günlerde Recep Tayyip Erdoğan'dan Diyarbakır'da söylediklerini değiştirmesini bekledi!...
Millet te ilk kez takıyyeye kızmayacaktı!...
Ama yakın danışmanlarının ablukasından kurtulamayan veya bu ablukanın farkında olamayan Recep Tayyip Erdoğan, tarihte ilk kez doğru olacak olan bu takıyyeyi yapmadı!...
Ve yaygın basının görevi başladı!...
Uzaktan kumandalı yaygın basında çarşaf çarşaf resimler var...
Bir karede 40.000 kişinin, bebeklerin, kadınların,dedelerin katili şerefsiz bölücübaşının İmralı Tatil Köyü'ndeki çalışma odasında çekilmiş resmi; bir diğer karede, Parmaksız Zeki'nin Diyarbakır -hayali- Devleti'ndeki bir tatil pansiyonundaki çalışma odasında görüntülenmiş resmi...
Bu katillerin, bu şereften nasipsizlerin ikisinin de çalışma odaları kitap dolu!...
Ve ikisinin de resimleri okurken veya yazarken görüntülenmiş!...
Bunlar da aydınlar(!)danmış Beyler!...
Hatta asıl aydınlarımız(!)ı daha da tekamül etsinler diyerek çalışma odalarına koymuşlar da haberimiz yokmuş!...
Bu aydınlıklarından habersiz olduğumuz aydınlarımızdan Küçük Katil; Büyük Katil'e "Sayın"sız ama "Bey" ünvanlı hitaplarla mektuplar yazmışmış!...
Silahı bırakmasını rica ediyormuş!...
Uzaktan kumandalı yaygın basınımızda bunu haber diye millete yutturmaya çalışıyor!...
Devletim'in temsil edenlerinin aczi yüzünden Diyarbakır'da uğradığı hakaretlerin hesabı nerede?...
Zanagillerden bir zağarın söylemesinin ikinci veya üçüncü günü "Karadeniz Projesi" gereği Maçka'da silah sıkan teröristlerin yaptıkları ve uğradıkları akıbet nerede?...
Türk'ün Zaferler ayı olan Ağustos ayını tamamlamak üzereyiz...
Destanlar yazdığımız günlerdeyiz...Nerede destanlar yazan, destanlaşan kahramanlarımız?...
Nerede tarihim?
Şanlarım nerede?
Kilis'te milletine seslenen bir siyaset adamımızın; "İşimi, ekmeğimi,aşımı herkesle paylaşırım ama Devletimi, Vatanımı asla.." diye Oğuz Kaan'ca kükreyişi nerede?
Yine aynı siyaset adamımızın; " Bu yol ihanet yoludur! İhanet yolcularının mukadder akıbetinden kaçamayacaksınız.." diye uyarısı ve kükreyişi nerede?...
Hafızayı beşerin nisyan ile malul olduğunu bildiğinizi elbette biliyoruz!...
Siz millete unutturmaya çalıştıkça; bizler de inadına unutturmamaya çalışacağız...
Yaygın basının paralı borazancıları; bilesinizki bizim fısıltı tirajımız sizin en az 10 katınızdır...
Bilesiniz ki; sizin ulaştığınız sayının en az 10 katı sayıda insanla birebir hemhaliz!...
Günde iki kez baskı yapsanız; her baskınızda manşetinizi bu katil şerefsizlerin olabildiğince sempatik pozlarına ayırsanız, bilesiniz ki; biz milletiz ve bizim en az 40.000 sefer canımızı acıtan bu şerefsizlerle bizim kan davamız vardır...
Orhun Abideleri'nin son cümlesi; "Kinim dinimdir." şeklindedir yoksa unuttunuz mu?
Yoksa unutturmaya çalışırken, unutturmak istediklerinizi önce siz mi unutuyorsunuz?...
Önemli değil!...
Siz, sizliğinizi yapmaya devam edin!...
Canımızı yakanların cezasını, yasalarımız veremezse; kendimiz kısasa başladığımızda sizler de nasibinize düşeni alırsınız!...
Ateşin yaktığını, bizler 8000 yıldır biliyoruz!...
Sadece bilmekle kalmayıp 8000 yıldır bildiklerimizi dünyaya öğretmekle de meşgulüz...
Yakın zamanda Türemizi ve Törelerimizi işleterek alk kimlikleri ne olursa olsun tebaalarımıza Türk'le birlikte yaşamayı öğreteceğimize de şahit olacaksınız...
Bizim tarihle yaşıt devletçilik geleneklerimizle artık öğrenecek bir şeyimiz yoktur...
Biz dünyaya bizimle yaşamanın gereklerini öğretmekle mükellefiz...
Bizimle yaşamayı öğrenerek vatandaşlık kurallarına uyanlar, dünyanın en müreffeh ve huzurlu tebaası olurlar... Vatandaşlık kurallarımıza uymayanları da vatandaşlık kurallarımıza uydurmak, bizim çok iyi bildiklerimizdendir...
Bilesiniz ki artık millet olarak söylenmiyor söylüyoruz;
"Tarihi ben mi yazdım tarih mi beni öğen
Ben miyim böyle tevekküle baş eğen..."
Benden söylemesi; tavsiyem sizlerden de dinlemesi...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ağustos 25, 2005

BEKLENEN VE OLAN...

Tarif tamam ama teşhis, yanlış!..
Veya teşhis doğru, tarif yanlış!...
Bazı köşe yazarlarımız, bazı duyarlı kalemlerimiz; AKP’yi parti diye tarif ederek çözülmenin başladığını yazıyorlar!...
AKP’li Vekiller’de ve AKP tabanında genel merkezle ters düşmelerin olduğunu söylüyorlar...
Yazılanlar, anlatılanlar doğru...
Hatta eksik bile, az bile!...
Benim itirazım; AKP’nin parti olarak görülmesine ve tabanının olduğunun varsayılmasına!...
Birincisi; AKP asla parti değildir...Dördüncü kuruluş yılını kutlamaya hazırlanan AKP’nin adı da amblemi de ya yanlış ya da yanlıştır!...
Dünyanın hiçbir yerinde bir genel başkan; kurulduğu günden itibaren hep partisinden, teşkilatlarından hatta kurduğu hükümetten –tarif olarak- bu kadar önde olamamıştır...
İkincisi; dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir rejiminde ve tarihin hiçbir döneminde –taban tarafından- millet vekilleri hatta bakanlar, bu kadar silik görülmemiş, bu kadar itibarsız olmamıştır...
Günün siyasi şartlarından, çok profesyonelce istifade edilerek ortaya atılan; ne ekonomik, ne sosyal, ne hamasi hiçbir vaadi ve söylemi olmayan, “İnadına Tayip” sloganıyla, tepki oyları bir yerde toplanılmıştır...
Elbette bu işte tepkiye neden olanlar da en az tepkililer kadar günahkardır!...
Metropollerde belki mazur görülebilir ama; iki milletvekili çıkaran yerlerde bile milletvekili hiç tanınmadan, hiç bilinmeden Recep Tayip Erdoğan adındaki “Mazlum Kabadayı Kasımpaşalı”ya oy verdirilmiştir...
Büyük senarist ve hakim güçlerce; önce siyasi bir deprem oluşturulmuş sonra da orta direğine Recep Tayip denilen bir Deprem Çadırı oluşturulmuştur...
Oluşturulan suni depremle evleri sallananlar; anlık tepki ve öfkelerinden kaynaklanan panikle Deprem Çadırına toplanılmıştır...
Kurulalı dört yıl olmasına rağmen, İstanbul eski Büyükşehir Belediyesi personellerinin haricinde hala tanışamayan, hala kaynaşamayan AKP’li vekiller vardır...
Hala seçim bölgelerinde tanınamayan sayısız vekil vardır...Ve bu vekiller AKP’li değil Recep Tayyip’lidir!...
Bu mudur parti?
Bu mudur taban?!!!..
Millet; kızarak Deprem Çadırında toplanmış ve hala kızdıkları yerle kavgaya devam ederek barışma ortamı beklemektedir!...
Millet; hala tanıyamadığı için ne bir vekil ne de bakanla kavga edememiştir...
“İnadına Tayip” sloganıyla destek verdikleri Tayyip’e de ulaşamadıkları için de ilk seçimde parçalayarak sandığa gömmek için Tayyip’i beklemektedir...
Bu mudur parti?
Bu mudur taban?!!!..
Milletin “Sorun”larının adı değiştirilmiştir.,.
Milli bütünlüğümüz, tazyiklere muhatap edilmiştir...
“Bağımsızlık karakterimdir.” “Ya istiklal ya ölüm!” parolasıyla dünyaya kafa tutarak, yedi düvele karşı ezilmeyerek kurulan ve kuruluşundaki yapılanlarla dünyada efsaneleşen Devletimiz –neredeyse- koloni haline, müstemleke haline getirilmiştir...
Büyük dava adamı Atsız; “ İdealist milletler koyunlardan kahramanlar çıkarırken idealist olmayan milletler kahramanlarını koyunlaştırır.” Diye bir tarif yapmıştı...
Kahramanlarımızdan kaçı, hatırlardadır?
Günümüzde her gün destanlar yazan kahramanlarımız ne haldedirler?...
Bu mudur part?
Bu mudur taban, bu mudur teşkilat?!!!
Demokrat Parti’den sonra ezici çoğunlukla Meclis’te temsil edilmesine rağmen ve dört yıldır iktidar olmasına rağmen; gazetecilerden, kanaat önderlerinden hatta RTE’li vekillerden “Ben AKP’liyim.” Diyen bir vatandaş gösterebilecek var mıdır?..
Deprem Çadırı’nda ki herkesin gözü; kendi evinde, kendi yuvasındadır...
Asıl olan; evlerde ve yuvalarda dört yıldır tadilatın devam ettiğidir...
Tadilatı tamamlanan vatandaş, sür’atle evine, yuvasına dönecektir...
Olan budur ve beklenen budur!...
16. Erciyes zafer Kurultayı’nda MHP; tadilatını tamamladığı görüntüsünü vermiştir...
Tadilatı tamamlanmış MHP’de ki –kargaşa gibi gösterilmek istenen- heyecanlı hareketliliğin de sebebi budur!...
MHP’deki bu toparlanış; “İnadına tayip” sloganıyla Deprem Çadırını kuran senaristleri, ürkütmüştür!...
MHP’nin toparlanışı;haini, bölücüyü, terk edeni, döneni, döneği, Türkiyeliyi korkutmuştur!...
Gerçek budur ve korkanlar da çok haklıdır!...
Çünkü;
“Kürşad’ın narasıyla indik Tanrı Dağı’ndan
Ruhumuzu kandırdık Orhun’un kaynağından
Bu kaynaktan içenin yürekleri tunç olur
Türk’e kefen biçenin ölümü korkunç olur...” inancındaki, imanındaki, heyecanındaki Ülkü Devleri’nin Otağı MHP’de; Milli Şahlanış’ı organize edecek hamaset, yeniden canlanmıştır...
Olan budur, gerçek budur, beklenen buydu!...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Çarşamba, Ağustos 24, 2005

SORUNUN ADI !...

Kalemimin ve dilimin murdarlanmaması için yine adını anmayacağım!...
Karen Fogg çocuklarından veya uzaktan kumandalı Yaygın basın'dan birinde kehanetlerini sıralayan hain zağar; " PKK'nın Türkiye'ye açılma ve Karadeniz'a yayılma projesi var.Silahlı mücadele propogandasıyla Kürt Sorunu'nu Türkiye'ye anlatmak istiyor." demişti!..
Bu zağar bu hezeyanlarını zırvalarken Başbakanımız'da "Kürt Sorunu vardır ve meselemdir." buyurmuşlardı...
Sonuçta önleri böylesine açılan hain bölücüler, Karadeniz'e uzandılar!...
Biri gebertildi...
Biri yaralı olarak ele geçirildi...
Biri de kaçtı!...
Geberen hain Suriyeli...
Yakalanan şerefsizi; Güvenlik Güçlerimiz, Maçkalılar'ın elinden zor kurtardı!...
Kaçmayı başardığını zannedenin sonunu ise hep beraber bekleyerek göreceğiz...
Bu menfur olayın, Recep tayyip Erdoğan'a bir mesajı olmalı!...
Ve ben de hayatımda ilk kez takıyyeye kızmamaya hazırlanıyorum!...
Bu gün söylediğini yarın reddetmesine alıştığımız ve çok kızdığımız Recep Tayyip Erdoğan, hemen söylemini değiştirerek takıyye yapmalı!...
Oslo'da dediğini tekrarlayarak; "Türkiye'de Kürt Sorunu yoktur PKK sorunu vardır ve benim meselemdir." demeli...
Bu değişik söylemine söz veriyorum ilk kez kızmayacağım...
Yoksa meseleyi millet sahiplenecektir...
Millet; Maçkalı olacak, Trabzonlu olacak, Erzurumlu,Vanlı olacak ve öfke seliyle bu salak çapulcuları silip süpürecektir...
Bu öfke selinden "Kürt Sorunu"nu kendine mesele edinenler de nasiplenecektir...
Milletle bu kadar ters düşmenin, -siyaseten- mantığını kavrayamıyorum!...
Onlarca yıldır siyasette sağı da solu da etnik ve art niyetli çıkarlarına alet etmeyi başarmış bu hainler; sonunda Milletin "İnadına Tayyip!" diye sahiplendiği Kasımpaşalı'yı da bitirdiler!...
Recep tayyip Erdoğan'ın yanlışları üzerine siyaset inşa etmenin yanlışlığını hep söyledim hep te söyleyeceğim...
Ama milletten "İnadına Tayyip" dedirtecek kadar itibar görmüş bir Kasımpaşalı'nın da böylesine insafsızca sömürülmesine de itiraz ederim!...
Art niyetlilerin; önce Başbakan'a "Kürt Sorunu vardır." dedirtip sonra da Maçka'da ortaya çıkışlarını, doğru okuyamayanın ferasetinden endişe duyarım!...,
Siyaseten fısıltıyla propoganda yapıp, açıkça 15 yıl sonra etnik çatışmaya gidilir diye tehditler savurup, karadeniz'de de mermi sıkmayı,çok ama çok dikkatle okumak lazım...
Buraya kadar yazdıklarım;sevmesem de Ülkemin Başbakanı'na sağ duyumla uyarı görevimdir...
Şimdi de ağzından yellenen, uzaktan kumandalı Zanagiller'in zağarına bir çift sözüm olacak!...
Sür'atle aklınızı başınıza toplayın!...
Yoksa milletin sabrı, bitmek üzere!...
Bu milletin öfkesinden Pentagon'a bile saklansanız kurtulamazsınız!...
Ananızın örekesinde bile bulunarak parçalanırsız!..
Tarihte yaptıklarınızdan ve bu Yüce Milletin bağışlayıcılığından defalarca faydalandığınızı hatırlayarak şımarmayın!...
Bu kez; 30.000 öfkeli Kürt Ailesi, en az 30.000bağrı yanık kürt annesi sizin peşinizde!...
Van'da bayrağa Saygı Mitingindeki 100.000 kişiyi asla unutmayın ve iyi okuyun...
Bu öfke selinden sizi ancak Allah(c.c.) kurtarabilir...
Bu milletin; " Sürünün selameti için alaca dananın katli vaciptir."fetvasını, Türklüğüm gereği, hatırlatırım...
Vayy! Etnik çatışmaymış!....
Vay Kürt Sorunuymuş!... Yok böyle şeyler...
Israrla söylüyorum; bu milletin PKK sorunu, PKK ile kan davası var!...
Millet, bu sorununu da kısa sürede halletmek zorunda...
AB'nin, ABD'nin dayatmalarıyla bu memlekette etnik çatışma çıkmaz!...
Ama bu milleti, kuduz itlerini itlaftan da kimse menedemez!...
Şu anda beklenen sadece veterinerin evet kuduzdur reçetesi...
Şu anki sessizliğe de fırtına öncesinin sessizliği olarak bakın!...
Türk Milleti olarak tarih boyunca ne badireler atlatmış, ne haçlı seferlerini göyüsleyerek püskürtmüşüz...
Son yirmi yıldır PKK adıyla havlayan kuduz köpeklerimizi; kapımızın itleri olmaları hasebiyle dinlemekteyiz!...
Kapı köpeğinin, kuduz da olsa neler yapabileceğini biliyoruz çünkü!...
Zanagiller zağarına ve onun şahsında bütün kuduzlara, bir daha "Bu milletin başında siz yani sadece PKK sorunsunuz...Bu sorunu da millet olarak kesinlikle çözmeye hazırız..." diye haykırırım...
Siyaseten de "Kürt Sorunu vardır, meselemdir." diyen Başbakan'a da; " Bu milletin yıllardır PKK Sorunu vardı, şimdi son dört yıldır da, Recep Tayyip Erdoğan sorunu vardır..." derim!...
Ataların; "Yürümesini bilmeyen it,ürümesiyle kurt çağırır..." tesbitini de hatırlatarak...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Çarşamba, Ağustos 17, 2005

VALLAHİ YETER ARTIK!...

Milletin sabrıyla yeterince oynandı!...
Şimdi de milletin canını yakanlar; inadına milletin canını sıkmaya başladılar!...
PKK ile işbirlikleri ispatlanarak yasalarımızca -millet vekili iken- derdest edilerek cezalandırılan ucubeler malum...
Bu hain işbirlikçilerin serbest bırakılmaları için; AB bayraktarları ve Karen Fogg çocuklarının yaptıkları da hafızalarda...
İhanetleri tescilli bu alçakların, serbest bırakıldıktan sonra gördükleri ve milletin midesini bulandıran ihtiram da hatırlarda!...
Adını zikretmeyeceğim!...
Çünkü hem dilim hem de kalemim murdar olur...
İhanetleri kesinleşen, ihanetlerinden dolayı cezalandırılan zağarlardan birisi, Yaygın Basın'a beyanatlar vermeye başladı; " Öcalan zamanı geldiğinde serbest kalacak. Türkiye toplumunun da duygusal olarak buna hazırlanması gerek."
Defol ulan oradan!...
Sabrımızla bu kadar oynamayın, akıllı olun!...
Kucağımızda oturup sakalımızı yolduğunuz, yeter artık!...
" Kısıtlanmış yetkilerimizle terörle mücadeleye devam ediyoruz." diye millete şikayetlenen Genel Kurmay Başkanımız'ın sözlerini, iyi okuyun!...
Milletten aldığı yetkiyi yanlış kullanarak; " Evet Kürt Sorunu vardır. Geçmişteki hatalarımızla yüzleşeceğiz." diye konuşan başbakan'a rağmen, sizleri bağlandığınız tasmalarınızdan kurtarmak için olmadık entrikalar çeviren AB ve AB'cilere rağmen, düğme komutuyla yanıp sönen ampül aydıncıklara rağmen, bu Millet sizi affetmez!...
Sizi; sizin başınızı, ancak ben "Kinim dinimdir." töremle affedebilirim!...
Yine aynı 'şereften nasipsiz ucube geveze' ; " Hükümet PKK ile diyalog konusunda üzerine düşeni yapmazsa Türkiye 15 yıl içerisinde hiç yaşamadığı bir etnik çatışmanın içine girer." diyor!...
Sizden korkan, sizin gibi olsun ulan!...
Yedi düvelle çarpışırken, sizlerin arkadan bize yaptıklarınızı ve aldığınız boy ölçünüzü hatırlayın salaklar!...
Eceli gelen itin, cami duvarına siğmesiyle eş değer bir iş yapıyorsunuz aptallar!...
Anlaşılan bir kaç kişi olan sizler; ölmekle bayılmak arasındaki farkı bilmiyorsunuz!...
Yirmi yıldan fazladır hunharca katlettiğiniz Kürt delikanlıların, kadınların, bebeklerin ailelerinin sizi nasıl aradıklarını; onlara karşı Devletim'in sizi korumak için neler yaptığını anlayamayacak kadar da salaksınız elbette!...
Bu hain salak, devam ediyor; " AKP'nin bu avantajı büyük.Arkasında biz dahil her kesimin desteği var. başbakanın kürt sorununu tanıyoruz söyleminden sonra şimdi dağdakilerin demokratik hayata katılmaları kalıyor."
Yeter oldunuz ulan!...
Dağdaki şerefsizlerin peşinde Mehmetçiğim aslanlar gibi görevini ve gereğini yapıyor, yapacaktır da...
ABD'nin, AB'nin, Haçlı'nın dayatma ve zorlamalarıyla sizi içimizde serbest dolaştıranların karşısında da Türk Milleti vardır...
Sana ve senin gibilere çok net olarak bir şey söyleyeyim mi şereften fukara?
Senin tehdit amaçlı söylediğin o etnik çatışma var ya ; o çatışmayı sen ve senin gibiler ürkerek-korkarak beklerken Türk Milleti, HEVES VE SABIRSIZLIKLA BEKLİYOR!..
Ve bilesin ki o çatışma, etnik çatışma olmayacaktır. Veterinere götürdüğümüz ve kudurmuşluğu tesbit edilmiş itlerimizin itlafı hareketi olacaktır!..
Sen ve senin gibi salaklıkları tavırlarından belli hainler, öldürttüğünüz 30.000 Kürt insanımızın kininden, öfkesinden haberdar mısınız?
Sizin ürkerek ve korkarak Türk Milleti'nin ise hevesle beklediği o günde; kuyruklarınızı paçanızın arasına saklamanız da sizi kurtaramayacak bilesiniz...
NERDE O GÜNLER!..
Canlar yaktınız, canınız yanacak!...
Kanlar akıttınız, kanınız akacak!...
Yok bunun başka bir yolu ve çaresi...
Allah(c.c.)'ın da hükmü; " Tevrat'ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak,dişe diş (karşılık cezadır). Yaralar da kısastır. (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için keffaret olur. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir. Maide 45" şeklindedir.
Bir başka Ayet'te; " Bir kötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa onun mükafatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez./ Kim zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa artık onlara yapılacak bir şey yoktur. Şura 40-41" buyurulmaktadır...
Canı yanmış, kanları haksızca ve insafsızca akıtılmış Millet olarak; kısasımızı uygulayacağız... Yoksa sizlerle olan hesabımızı ahrete bırakacağımızı mı düşünüyorsunuz?...
Vallahi eter artık!..
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Salı, Ağustos 16, 2005

KÜRT SORUNU DEĞİL, PKK MES'ELESİ!...
Olanlar olmaya, kandırıcılar kandırmaya devam ediyorlar!
Bütün olumsuzluklara, iç ve dış hainlere ve işbirlikçilere rağmen, inatla Büyük Devlet'likte ısrarlı Devletim'in Başbakanı; komşu ve düşman bir ülkeyi ziyaret ediyormuşçasına, olağanüstü güvenlik önlemleri ve olağanüstü hazırlıklarla Diyarbakır'a gitti!
Her zaman yaptığı gibi, öküzün altında buzağı aramaktansa öküzün altına buzağı yerleştirerek ihbar etmeyi meslek edinmiş Yaygın Basın, konuşmaya başladı!...
Veya dev Türkiye’nin Cüce Başbakanı, onların konuşmalarını istedi!...
Başbakanımız; bir zamanlar AB Sancaktarlarının, AB’nin yolunu Diyarbakır’dan geçirdiklerine atıfta bulunurcasına, yollarını Diyarbakır’dan geçirdiler!
Veee… yaygın basın ağız birliği ile “ Madem kürt sorunu var, çözümü nedir? “ diye sormaya başladı!...
Bu, yaygın basının; önce ölümü gösterip sonra milleti bayılmaya razı etme operasyonudur!..
Bu Milletin Türküne de, Kürtüne de asla “ Kürt Sorunu” vardır dedirtemezsiniz!...
Bu milletin asla kürt sorunu olmamıştı, olmadı, olmayacaktır da…
Bu milletin 20 yıldan fazladır PKK sorunu vardı. Hala var olmaya devam ediyor…
Bu milletin PKK ile kan davası var!...
Kim vaz geçerse geçsin, bu millet, 40.000 insanının kanından asla vaz geçmez…
Tekrarlıyorum; bu memleketin, bu milletin PKK sorunu vardı, bu sorun devam ederken şimdi bir de AKP ve Recep tayip Erdoğan sorunu var!...
Dün söylediğini bu gün reddeden ve bu gün söylediğini de yarın reddedecek bir Recep Tayip Erdoğan sorunumuz var!...
Acaba bu reddedici Başbakanımız, bu sorunumuz; baskın bir seçim hayaliyle, kürt oylarını hedefleyerek mi yolunu Diyarbakır’dan geçirdi?!...
Daha birkaç gün önce; “ Erken seçim, vatana ihanettir!” deyip; şimdi bu sözünü hatırlamadan veya unutturmayı hedefleyerek Diyarbakır’dan bir mesaj mı vermiştir?
Güvenlik Güçlerimiz’ce çatışmada gebertilen teröristlerin cenazesine on binlerce insanı toplayabilen Diyarbakır’da; yarısından fazlası Ankara ve İstanbul’dan giden 500-600 kişiye yaptığı tarihi konuşmayla , Sayın Sorun, tatmin olmuş mudur?..
Aslında bu memleketin Kürt Sorunu olmadığını bilen Başbakan; dört ay önce Oslo’da bu gerçeği söylediği için PKK’lılarca yumurtalı saldırıya uğramış ve Türk Yüreklerimizi rencide ettirmişti!...
Şimdi ben; Millet adına bu insanı uyarma görevimi kullanmayayım mı?
Siyaset adamı; milletten aldığı yetkiyle, millet adına doğru işler yapmakla mükelleftir…
Siyaset adamı; millete rağmen bir şeyler yapmamalı ve yapamaz da…
Günümüzdeki gibi yapmaya niyetlenirse de asla yaptıkları, yanına bırakılmaz!...
Milletin öfkeyle izlediği haberleri; İstanbul’un göbeğinde Polislerimizi araçlarında diri diri yakmaya niyetlenen PKK’lıları, bu Başbakan ve Hükümet erkânı izlemez mi?...
Bu şerefsizlerin istekleri, daha fazla demokrasi midir?...
Bu hainlerin, bu şerefsizlerin istekleri yerine getirilirse; Devletine sadakatten başka bir davranış bilmeyen Yüce Türk Milleti’nin isteklerini kimlerin dinlemesi gerek?...
Bu bölücü şerefsizlerin -AB ve müttefik(!)imiz ABD’nin de destekleriyle- tek istekleri vardır. Şerefsiz bölücü başının, İmralı sakininin serbest bırakılarak hayal ettikleri devletlerinin başına geçirmekten başka hayalleri mi vardır? Ve artık bunu saklamadıkları için Başbakan’ın ve avânesinin bunlardan haberleri yok mudur?...
Tekrarlıyorum, hep tekrarlayacağım; bu memleketin ve bu Milletin asla “Kürt Sorunu” olmamıştı, olmayacaktır da…
Bu memleketin 20 yıldır PKK sorunu vardı, yaklaşık üç yıldır da AKP sorunu başladı!...
Bu iki sorun da Milletin sorunudur…
Bu iki sorunu da Millet halledecektir…
Milletin; önüne gelecek ilk seçim sandığı ile AKP sorununu kökünden halledeceğine inanıyorum…
Sandıktan çıkacak milli bir hükümet te PKK sorununu mutlaka halledecektir…
20 yıl, 40.000 insanının canına mal olmasına rağmen vakarla PKK’ya sabreden Millet; 1,5- 2 yıl daha AKP’ye sabredecektir…
Bu Millet; sabrın sonunun selamet olduğunu, binlerce yıllık tecrübeleriyle bilmektedir…
Günümüzden 80 yıl önce bütün dünyanın saldırılarını; yokluklara, imkânsızlıklara rağmen göğüsleyerek halletmeyi başaran bu millet; önündeki bu birkaç yılı, ıslık çalarak geçirebilecek metanettedir…
Toprağı vatan yapan, tarihin her dönem mimarı olan, devlet kuran bu millet; devletin asli unsurları olarak, içlerindeki ayrık otlarının hakkından kısa sürede mutlaka gelecektir…
Önce Erzurum’da, 2,5 saatte 15.000 kişiyi Bayrağa saygı mitinginde buluşturan, Genel Kurmay’a verdiği cesaretle “ Sözde vatandaşlar” dedirttiren, genel Kurmay’ın beyanatından sonra da 100.000 kişi olarak Van’da arz-ı endam eden bu Millet; son Erciyes Zafer Kurultayında da yaklaşık bir milyon kişi olarak tezahür edince; AB’nin de ABD’nin de ve yeni sorunumuz Recep Tayyip Erdoğan’ın da ödünü koparmıştır!...
Bu Yüce Millet’in -birlikte yaşamakta dâhil- artık öğreneceği bir şey yoktur…
Bu Devlet’in aslî unsurları olan Türk Milleti; Ay Yıldızlı bayrak altında Türk’le yaşamayı, herkese ama herkese öğretecektir…
Türk Milleti ve Türk Devleti’nin bu eğitimi vermeğe yaşı da, teamülleri de, töresi ve türesi de müsaittir ve bu öğretim süreci, Erciyes Zafer Kurultayı ile başlamıştır…
TEVEKKELTÜ TAALALLAH…
Selam ,sevgi, dua…
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Pazar, Ağustos 14, 2005

SONUNDA OLDU!....

Dünyadaki en büyük Türk Devleti'nin Başbakanı; sanki başka ve düşman bir ülkeyi ziyarete gidiyormuşçasına olağanüstü güvenlik önlemleri altında AB'nin yolunun geçtiği(!), Diyarbakır'a gitti...
Toplam 1000 kişi olmayan bir kalabalığa; muhteşem ve tarihi açıklamalar yaptı!...
PKK'nın ve yandaşlarının yıllardır söyleyegeldikleri deyimi,"Kürt Sorunu"nu kabullendi!...
Benim de yine olmayan aklım karıştı!...
Aynı Başbakanımız; daha bundan 4 ay önce, 11 Nisan 2005'te Oslo'da; kendilerini "Kürdistan Ulusal Konseyi" üyeleri olarak tanıtan kişilerle de karşılaşmıştı. Onlara hitaben; "Türkiye'de Kürt sorunu vardır demek sanal sorunlar olarak ortaya çıktı.Bizim için böyle bir sorun yoktur." demişti!...
Aynı gün bu söyleminden dolayı da Norveç Parlemantosundan çıkışta, yumurtalı saldırıya uğramıştı...PKK'nın Başbakanım'a yaptığı bu saldırıyla da ben bir Türk olarak rencide olmuştum...
Dört ay önce "yok" sayılan bir mesele; Diyarbakır'da birden bire "var" oldu!...
Yok olan bu mesele, dört ayda mı oluştu?
Dört ayda oluştuysa Devletimin kurumları neredeydi?
Yoksa bu sorun vardı da Başbakanımız ve avanesi, farkında mı değillerdi?
Aslında; yok olan aklıma, başka fikirler geliyor!..
Yoksa dört ay önce böyle bir sorun yok diyen Başbakan; "Erken seçim vatana ihanettir!.." sözünden de rücu ederek, bir baskın seçim uğruna Kürt oylarını mı hedefledi?
Böyle bir hazırlık var dersek; acaba Sayın Başbakanımızı, yarısı Ankara ve İstanbuldan gelmiş olan 1000 kişilik muhteşem kalabalık tatmin etti mi?
Bunlar tabiki eğer seçim hesapları varsa AKP'lilerin meseleleri...
Beni başka şeyler daha fazla ilgilendirdi...
Diyarbakır Belediye Başkanının "Başbakan bizim açılışlarımıza katılırsa bir milyon kişi toplarız." sözlerini sayın başbakanımız nasıl yorumluyorlar?
Bir belediye başkanının; ülkenin Başbakanı'na üstü örtülü olmadan kafa tutuşuna, Hükümet erkanı ne yaptırım uygulayacak?
Yine Diyarbakır Belediye Başkanı'nın; "Konuşmayı nasıl buldunuz?" sorusuna; "İyi, olumlu ancak yeterli değil.Keşke barış kelimesini de kullansaydı." sözlerindeki; başka bir devletin yetkilisiymiş gibi görünen edalarını, Devlet erkanı ve Başbakanımız fark ettiler mi?
Bir başka merakım daha; aynı yorumu aynı kelimelerle kabineden birisi yapsaydı, Sayın başbakan o şahsı bir dakika daha görevde tutar mıydı?
Yine ayni belediye başkanının; "Bize talep olsaydı kalabalığı getirirdik.Sözlerini doldurursa bir milyonluk barış mitingi yaparız." Sözlerindeki Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle yapılmaya cesaret edilen pazarlığın, Sayın Başbakan farkında oldu mu?
Devletimizin başbakanının toplayamadığı bir milyon kişiyi Belediye Başkanının toplarım demesindeki, açık kafa tutuşa ne yaptırım uygulanacak?...
Artık birilerinin bana ya "Sus!" demesi; ya da bana bu olanları anlatması gerek...
Başbakanımız; bir düşman ülkeye dostluk ziyaretine mi gitmişti?...
Başbakanımız; "Geçmişteki hatalarla yüzleşeceğiz." derken, kendilerinin ve liderlerinin; "Siz ne mutlu Türk'üm diyene derseniz, birileri de ne mutlu bilmem neyim derler..." sözlerini de hatırlıyorlar mı?...
Yoksa Milli Görüş gömleğini çıkararak başlanılan değişme ve gelişme sürecinde bu sözlerde mi, yüzleşecekleri hatalarındandı...
Artık Sayın Başbakanımız da, AB'de, ABD'de hatta dünya da bilmeliki; bizim asla "Kürt Sorunu"muz yok ve olmadı da...Ama kürtçü sorunumuz var!...
Bu sorun da Türk Milleti'nin sorunudur...
Bu sorunun çözümü de "Birlikte yaşamayı öğreneceğiz." şeklinde geçiştirilemez!...
Tarihle yaşıt bir devletçilik geleneğimizle, Türk Milleti olarak bizler; alt kimlikleri ne olursa olsun her kese, Türkle yaşamayı öğretmek mecburiyetindeyiz...
Bizler, bu Devletin de , bu Vatanın da asli unsurlarıyız...
Alt kimlikleri başka olanlar, bizim vatandaşlarımızdır...
Vatandaşlık kurallarına uyarlarsa dünyanın en mutlu tebaası olurlar; uymazlarsa onları kurallarımıza uydururuz...
Muhteşem Türk Atatürk'ün; "Türkiye Cumhuriyetini kuran herkes Türktür..." tarifini; ne Başbakana ne de hiç kimseye tahrif ettirmeyiz...
"Asli unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için,izmihlal mukadderdir..."vasiyetini de asla unutmayız...
Bu memleket, ne Damat feritler görmüştür...
Damat Feritlerin cirit attığı bir Türkiyeden her an bir Mustafa Kemal'in fışkıracağı, benim imanımdır...
"Sahipsiz milletin batması haktır
Sen sahip olursan batmayacaktır."
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua..
Mustafa ASLAN

Cuma, Ağustos 12, 2005

N'OLUR ANLATIN BANA!...

Artık kanaatim tamam!
Ne varsa ben de var,anlayamıyorsam ben anlayamıyorum!...
Bu küreselleşmeyi,anlayamıyorum! Anlayamayacağım!...
Küreselleşme; bütün dünyayı ilgilendirdiği, dünyada çeşit çeşit milletler dolayısıyla da farklı farklı insan davranışları olduğu için, belki anlayamamakta mazur olabilirim!...
Ama üniter devlet anlayışımızı bitirenlerin; demokrasi havarisi olmalarını, 40.000 insanımızın katilinin haklarını(!) arayarak İnsan hakları havarisi olabilmelerini de anlayamıyorum!...
Türk'üm demeyi ayıp sayanlardan; -nasılsa bir araya gelebilen- sağcı, solcu,dinci,ümmetçi, Artatürkçü(!) kimlikleriyle aydınlık rolüne soyunan; aydından sayılarak Başbakanımız'ca resmen kabul edilen; gördükleri kabulde PKK adına elçiliğe soyunanları da anlayamıyorum!...
Elçileri anlayamamakta da mazur olabilirim!...
Üniter Devletimiz'in bütünlüğünü hedef alarak yirmi yıldan fazladır Silahlı Kuvvetlerimizle savaşan, Devletimizin adını "te-ce" koyan, Bayrağımıza olmadık hakaretleri yapan, 20 yılda yaklaşık -belki de fazla- 40.000 insanımızı çoluk-çocuk, yaşlı-kadın demeden katleden, hala her gün ikişer üçer evladımızı şehit ederek ana-babalarına gönderen, hain,şerefsiz,bölücü,hasımlarımızın -haçlıların- taşeronu PKK'lılara elçiliğe soyunan aydın(!)larımızı resmen kabul eden Başbakanımız'ı da anlayamıyorum!...
AKP'li olmadığım için, fanatik MHP'li olduğum için, meselelere tarafsız bakamadığım için Başbakanımız'ı da anlayamamakta mazur sayılabilirim!...
"Kısıtlanan yetkilerimizle, terörle mücadeleye devam ediyoruz!.." diye şikayetlenen Genel Kurmay Başkanımız'ı da anlamakta sıkıntı çekiyorum!...
Bize bir tazyik olduğunda -ki yirmi yıldır var- millet olarak biz, Ordumuza güveneceğiz...
Bizi bütün dış saldırılardan korumak görevi anayasamızla Ordumuza tevdi edilmiş...
Siyasilerimize de Ordumuzu en güçlü ordu yapsınlar diye yetki vermişiz...
Herkesin, her kurumun şikayetlenmesini anlayabilirim ama Genel Kurmay Başkanım'ın şikayetlenmesini vallahi anlayamıyorum!...
12 Eylül Kıyamet de dahil; her on yılda demokrasiyi sekteye uğrattıklarında, her ihtilal yaptıklarında; yasaklanan, cezaevlerine koyulan siyasilerimiz adına biz Onlar'dan şikayetlenirdik!...
Her darbeyi, devletin zaafa uğratılmasını bahane ederek, demokrasimizin tehlikeye düştüğünü bahane ederek yaparlardı!...
Her darbenin üzerinden bir kaç yıl geçtikten sonra; darbeyi müttefikimiz(!) ABD'nin organize ettiği söylenir ve bizler de hayıflanır dururduk!...
Allahını seven bana yardım etsin!...
Aşllahını seven bana anlatsın!...
Bir şeylerin olduğu kesin...Bir şeylerin ters yüz edildiği kesin!...
Ama bu ters yüz edilen, olan şeylerin; kimin menfaatine olduğunu anlayamıyorum!...
Emekli oluncaya kadar kendilerine verilen emirleri harfiyyen uygulayan; emekli olduktan sonra, sivilleştikten sonra Vatanı Kurtarmaya soyunan paşalarımızı da anlamakta sıkıntı çekiyorum!...
Vatanı Kurtarmaya soyunanlarla, MHP'yi kurtarmaya soyunanların ittifak yaparak yeni partiler kurma hazırlıklarında olduklarını, duymaya başladım!...
MHP'nin kurtarıcı ağabeyleri ile, emekli olduktan sonra Vatan Kurtarmaya soyunan paşalarımızın, bir araya gelerek partileşme sürecini başlattıklarını duyuyorum!...
Generalken Vatanı -bırakın kurtarmayı- kollamayı beceremeyen askerlerle; Mecliste bulundukları sürelerde Devlet-Millet aleyhine kanunlar çıkarken sadece emme basma tulumba gibi el kaldırıp indiren başarılı(!) eskimiş siyasilerimiz; bir araya gelerek Vatan kurtarmak için harekete geçiyorlar!...
Allahım! Aklıma mukayyet ol!...
Bana bir şeyler oluyor!...
Anlayışıma, izanıma bir şeyler oldu!...
Ben teşkilat kurup dağa çıkacağım desem hemen hakkımda fermanın geleceğini, bilirim!...
Ama emekli olmuş; sivillikte, vatandaşlıkta benden bir farkı olmayan, kalmayan emekli paşalarımız," Silahlanır dağa çıkarız.." diye nara atarken, Cumhuriyet Savcılarımızdan tık çıkmıyor!...
Yasalarımız, taraflı çalışıyorsa; kanunlarımızın yaptırımları, kişiden kişiye değişiyorsa, canı isteyen silahlanarak dağa çıkabiliyorsa; Allahını seven söylesin; Biz Devlet miyiz?...Devletsek nasıl devletiz? Bu sistemin adı var mı?...
Kıbrıs, siyaseten yok ediliyor; Halk Kahramanı Rauf Denktaş; " Yeniden silahlanır dağa çıkarım." diyor!...
PKK'ya siyasal ve yasal kimlik kazandırma çabaları Başbakanımızca taltif edilince; emekli paşalarımız; "Gerekirse silahlanır dağa çıkarız!..." diyor...
Silahlanan silahlanana...
Dağa çıkan çıkana!...
Yanlış anlaşılmasın; dağa çıkarım diyen Denktaş'a da, Emekli Paşam'a da benden alkışlar var...
Hatta çağırdıklarında onlarla beraber dağda da olurum...
Devletim'i ve Vatanım'ı korumak için sermayenin canımız olduğunun kesinlikle farkında olanlardanım...
Ama siyaseten yapılan hataları; siyaseten yapılan gafları, anlamakta sıkıntı çekiyorum!...
Bu siyaset hatalarına karşı yapılan söylem hatalarını da anlayamıyorum!...
Bana göre dünyanın en doğru insanları; yanlış saflarda, yanlış insanlarla bir araya gelerek -maalesef- yanlış tarifi alıyorlar!...
Bir yerler; kahramanlarımızı tahrik ederek irtifa kaybetmelerine çalışıyor!...
Kahramanlarımız da; hayatları boyunca savaşmaktan başka bir iş bilmedikleri için safça bu oyunlara konu mankeni ediliyorlar gibime geliyor...
Yanılıyor muyum?...
Allah aşkına, n'olur anlatın bana!...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Salı, Ağustos 09, 2005

SUSMASI GEREKENLER SUSMALI!...

Semavi din olduğuna nikah törenlerinden inandığım Hristiyanlık'ta, nikahı kıyacak olan papaz; "Bu nikaha itirazı olan varsa şimdi konuşsun ya da sonsuza dek sussun!.." diye bir telkinde bulunur...
Pazar ve pazartesi günleri elimde kumanda aleti ile TV'nin karşısındaydım. Haber saatlerinde kanallar arasında öfkeden patlayarak dolaştım durdum!...
MHP'nin 16. Zafer Kurultayı'nda 350-400.000 kişi vardı...Pazar günü MHP Genel Başkanı Dr.Devlet Bahçeli'nin konuşmasını dinlemek üzere yakın yerlerden gelenlerle 500.000 kişiden daha fazla insan Erciyes'te idi...
Pazar akşamı TV'lerin; pazartesi günü de gazetelerin Erciyes'ten başka manşetlerinin olmayacağını sanmıştım!...
Ülkücülükten geçinenlerin toplandığı adreslerden biri olan Yeniçağ Gazetesi de dahil olmak üzere yaygın basın suskundu!...
Erciyeste ki 500.000 kişilik Ülkücü Şahlanışı'nı, Anadolu'nun duymasından korktukları belliydi...
Ama bu her şeyi bilen, köşe yazılarıyla hükümet değitirebileceklerini vehmeden bu ukalalar; Erciyes'te ki 500.000 kişinin pazartesinden itibaren memleketlerinde olduklarını ya unuttular, ya da unutmak istediler!...
Gerçek onlar istiyor diye değişmiyor!..
Güneş balçıkla sıvanmıyor!...
Art niyetliler istemese de, korksa da, ürkse de şu an Türkiye'de en az 500.000 kişi, Erciyesteki coşkuyu anlatıyor!...
Yaygın basının hiç birinde bu gönüllü tiraj yakalanamaz!...
Erciyes'te en az 50.000 kamera; en az 100.000 fotoğraf makinesi vardı...Flaşlar, havai fişeklerden çok daha fazla etrafı adınlatıyordu...
Erciyes'te en az 200.000 kanaat önderi vardı...
Artık bu insanlar susmazlar, susturulamazlar...
Artık ne AB'nin, ne ABD'nin, ne de bunların yerli işbirlikçilerinin bu memlekette boruları ötmez!...
Erciyes'te Türk Milleti adına Ülkücüler, dünyaya gerekli mesajı verdiler!...
Herkes Erciyes'i -mutlaka- gördüğü gibi yorumlayacak, gördüğü gibi anlatacak...
Ben de Erciyes'i; gördüğüm, yorumlayabildiğim gibi anlatacağm...
Erciyes'te iki gün çadır çadır dolaştım. Türkiye'nin her yerinden ve her yaşta insan vardı Erciyes'te...
Erciyes'te ki yüzbinlerin düşüncesi tekti!...
Erciyes'te ki yüzbinlerin, hayalleri ve tavırları da tekti!...
Üç kişi bir araya gelince çakallaşarak saldırganlaşan kuduzlara inat; Erciyes'te canları yanmasına rağmen Ülkücülerin kurduğu bir düzen görülüyordu...
Erciyes Kurultayı; Ülkücülere, ilerde nasıl davranmaları gerektiği konusunda da ders veriyordu sanki...
Erciyes'te ülkücüler, dedikodudan uzak, birilerini izleyip tenkit etmektense kendilerini izlemeye ve kendilerini tenkit etmeye başladılar...
Herkes; ilindeki, ilçesindeki, beldesindeki teşkilatlarına sahiplenmiş ve teşkilatları adına Milleti kucaklamaya, millet tarafından kucaklanmaya hazırlanıyordu...
Ülkücü hareket; ne kadar milli bir duruş olduğunu, haykırıyordu...
AB Türkiye'yi almıyormuş, ABD anlaşmalara uymuyormuş, ABD ve Avrupa PKK'ya destek veriyormuş umurunda değildi Ülkücü Hareket'in...
İçerdeki ve dışardaki bütün hasımlara, bütün hainlere göz dağı verircesine şahlanıyordu Ülkücü Hareket...
Türk Milleti; Ülkücü kimliğine bürünerek, Erciyes'e tırmanmıştı sanki...
Devletin zorda, milletin darda olduğunu hisseden Ülkücü Hareket; yeniden olaylara el koymaya hazırlanıyordu...
İster erken bir baskın seçim, ister uzatıldığı yere kadar giden geciktirilmiş bir seçime hazır olduklarını belli ediyordu Ülkücü hareket...
Dr.Devlet Bahçeli'nin; " Anayasayı değiştirecek çoğunlukta bir iktidar" istemesi de, Ülkücü hareket'in nelere hazırlandığının göstergesiydi...
MHP; taşları bağlayıp köpekleri başı boş bırakan yasaları hedef almıştı...
MHP;Türk Milleti olarak, Devlet ve vatanın asli sahipleri olarak, yeniden "Yüz Milyonluk Milliyetçi Türkiye" idealine kilitlendi...
MHP; 40 yıldan fazladır kapısında beklenilen AB'yi ,kapıda bekletmeye hazırlanıyor ve bu yaptırım için milletten görev istiyor...
MHP; dünya düzenini alt üst edenleri düzene sokmak üzere, Milletten yeterli yetkiyi istiyor...
Alt kimlikleri ne olursa olsun vatandaşlarına Türk'le yaşamanın gereklerini öğretmek için yetki istiyor MHP...
MHP gereksiz konuşanları susturmaya, devlet adına kalıcı olarak atılmış hatalı imzalardan Milletimizi azat etmeye aday!...
MHP; tamamen yok olan asayişi sağlamak; -yeniden- kuduz köpekleri itlaf edip, başıboş köpekleri bağlayarak Emniyet Güçlerimizi, elini-kolunu bağlayan yasalardan kurtarmaya aday...
Alt kimliği ne olursa olsun Türk'le birlikte yaşamanın gereklerini ve keyfini, adalet mekanizmasını adilce işleterek MHP'den başka hiç kimsenin öğretmesi mümkün değil...
Çünkü MHP; bu memleketin Milli olan tek hareketi...
Bölücüler, hainler, karen fogg çocukları; yıllardır insan hakları ve demokrasi adıyla çok konuştular!...
Artık ya susacaklar ya da MHP ve Ülkücü Hareket; bu gereksiz gevezeleri, bu ağustos böceklerini, bir daha konuşmamak üzere susturacak...
Zaferlerin Ağustos'ta, zafer kurultaylarının Ağustos'ta oluşuna, tesadüf diyebileceklerin sadece akıllarına şaşarız...
Artık gereksiz ve zararlı konuşanlar ya susmalı, ya da Ülkücü Hareket tarafından ebediyyen susturulmalı...
Erciyes Kurultayı'nı; ben, hep burasından bakarak izledim...
3 yıllık koalisyon ortaklığında edindiği derin tecrübeler, kendilerinin de fark ettiği hatalardan tamamen arınmış bir MHP; milletten yetki istiyordu Erciyes'te...
Artık konuşması gerekenlerin konuşacağı, gereksizlerin ilelebet susacağı günlere yaklaşıyoruz...
Ülkücü Hareket; bu işlere talip ve Ülkücü Hareketin bu işleri başaracağına da milletin inandığına inanıyorum...
Yolun açık, bahtın ak olsun MHP...
İnadına, inadına MHP...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH..
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Pazartesi, Ağustos 08, 2005

MUHTEŞEMİ ÖZLEMİŞİM...

MHP'nin gelenekselleştirdiği; Erciyes Zafer Kurultayı'nın 16.sı'nda da Erciyes'teydim...
Cumartesi günü; MHP Genel başkan Yardımcılarından Mehmet Ekici Dostumla sohbetimizde;" Hoca, bu kurultayla ilgili iki kelimeyle ne söylersin? " diye bir soruya muhatap oldum...
Cevabım, tek kelimelik ve düşünmeden oldu; "Muhteşem..."
Erciyes'in zirvesine yakın tepelerini; yurdun dört bir yanından koparak gelen ülkücü yürekler, bir çadır metropolüne dönüştürmüştü...
MHP; iktidarda değildi!
MHP; koalisyon ortağı da değildi!...
MHP'nin üç yıl öncesi var olan sayısız belediye başkanlıkları da yoktu!...
Ama Erciyes'te muhteşem bir kalabalık vardı ve Erciyes'te mükemmele yakın bir düzen vardı...
Geçmişi elbette unutmamak lazım ve geçmişi irdelemek değil ama geçmişi hatırlayarak hatalardan gereken dersi çıkarmak lazım!...
Sayısız belediye başkanı ve 129 millet vekili olan, ayrıca hükümet ortağı olan MHP'nin o günkü seçilmiş elemanları, düzen ve tertip konusunda bu kadar başarılı değillerdi!...
Esen siyasi rüzgarın etkisiyle seçilen MHP'lilerin çoğunluğu; seçilmişlikle elitliği birbirine karıştırmışlar ve uyarılara da kulaklarını tıkamışlardı!...
Esen siyasi rüzgarın da etkisiyle seçim kazanılınca; kendilerini seçilmiş değil de elit kişilikler olarak vehmetmişlerdi!...
Bu yüzden de ne Milletin ne de Ülküdaşlarının kendilerinden yapmalarını beklediklerini, yapmaya tenezzül etmediler!...
Bu elitlik vehmiyle, bir şey yapmamanın, bir şey yapmaya tenezzül etmemenin yüzünden de her yerde olduğu gibi; gelenekselleşmiş Erciyes Kurultaylarındaki düzeni de bozmuşlardı!...
Bu kez Erciyes'te seçilmişler, seçildikleri için kendilerini elit vehmedenler yoktu!...
Bu kez Erciyes'te yüreklerini ağızlarına alarak yollara düşmüş, fikirlerinin ve devletin başarısından başka siyasi talepleri olmayan, yarış kazanmaktansa seferi tamamlamayı hedefleyen Ülkücüler vardı!...
Ülkücüler; dip dalgalanmayı yeniden başarmış ve bu başarmışlığın keyfiyle sefere devam ediyorlardı!...
Seferleri kutlu, hedefleri kutluydu çünkü...
"Halbuki yoldaşını bırakıp dönenlerin / Değişilir topu da bir sokak kaltağına.." düsturlarıyla, derğişimlerini tamamlamış, vaz geçeceklerinden vaz geçmiş, tafralarını-safralarını atmış ve öfkelerini muhabbete dönüştürmeyi başarmış olarak Erciyeste idiler...
Bu yüzden Erciyes'te düzen vardı; bu yüzden Erciyes'te muhteşem ülkücü kalabalığının mükemmele yakın düzeni vardı...
Yaklaşık kırk yıllık yoldaşlar buluşurken; hayatlarında ilk kez bir araya gelmiş insanlar da sanki yılların dostu idiler...
Dedikodu yoktu Erciyes'te!...
Dedikoducu da yoktu!...
Birlik vardı, beraberlik vardı; birlikte hareket ederek başarmak inancı vardı!...
Partililer sevgili, Ocaklılar saygılıydı...
Kimsenin kimseden endişesi; kimsenin kimseyi geçmek gibi gereksiz bir yarışı yoktu!...
Kenarda gezenler yoktu!...
Ülkücülükten geçinenler yoktu!...
Arkadan ve belden aşağı edepsizce saldıran müfteriler yoktu!..
Art niyetliler yoktu!...
Samimiyet oradaydı, itimat oradaydı, teslimiyet oradaydı...
Bu müspet oluşlardan dolayı da düzen oradaydı!...
Ülkücüler; bütün dünyaya var olduklarını; herşeye rağmen bir arada olduklarını haykırıyorlardı!...
MHP Genel Başkanı Dr.Devlet Bahçeli de bu muhteşem kalabalığın coşarak; "Hareketin lideri, Devlet Bahçeli..." sloganına itiraz ederek, "Hareketin tek bir lideri vardır o da Alparslan Türkeştir." söylemiyle bu muhteşem görüntüyü iyice güzelleştiriyordu...
Başta genel başkan olmak kaydıyla Erciyeste ki ülkücülerin tamamı; milletten tek başına, anayasayı değiştirebilecek kadar sayıdaki bir iktidarı isteyebilmek için ne yapmaları gerektiğini düşünüyordu....
Dip dalgalanma tamama yakındı...
Mesele bu dalgalanmayı Ülkücü hareketin lehine oya tevil edebilmenin yollarını bulmaktaydı...
Bu kadar kafanın düşünmesinden, mutlaka hayırlı bir strateji çıkacaktır inancımla, hayatımda heyecandan ilk kez dinlediğimi anlayamayarak, Dr. Devlet Bahçeli'nin ne dediğini hiç dinlemeye gerek kalmadan biliyormuşuz edalarıyla Erciyesten ayrıldım...
Ama heyecanımı ateşleyerek, duygularımı Erciyeste bırakarak ayrıldım!...
Türkiye de yaşayan her kesin, alt kimlikleri ne olursa olsun, bizimle yaşamayı öğrenmeye mecbur olduklarına inancımı tazeleyerek ayrıldım...
İşimizin zor ama imkansız olmadığına inanarak; şevkle, hevesle Erciyes'e veda ettim...
Ülkü Ocakları'nın bu kurultaydaki düzen başarısıyla da eskimeyen bir ülkücü olarak -tek kelimeyle- iftihar ettim...
Ülkü Ocakları ve başarıları konusunu mutlaka işleyeceğim...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam; sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Cuma, Ağustos 05, 2005

KARAR ANI!...

Artık karar zamanı...
Artık kimin kime ne diyeceği; kimin kimden niye küseceği;kimin kimden ne beklediği belli oldu...
Kimlerin ülkücü, kimlerin ülkücü geçinen, kimlerin ülkücülükten geçinenler olduğu; hala belli değil diyen çıkarsa ya aklına şaşrım, ya da şüphe ile bakarım!...
Artık herkesin, kendiine net sorular sorma zamanı geldi!...
Kendi kendimize yönelteceğimiz sorunun cevabında saklı herşey!...
Artık herkes sormalı;"Türkiye'nin, Türk Dünyası'nın,İslam Alemi'nin meseleleri beni ilgilendiriyor mu?"
Herkes sormalı; "AB adıyla hristiyan dünyasının, haçlının Türk Devletine uyguladığı ablukaya tepki veriyor muyum? Tepki veriyorsam ne yapıyorum?.."
Herkes sormalı; "Devletimin bağımsızlığı uğruna ne yaptım veya birşeyler yapabilir miyim?..."
Herkes sormalı;"Milletin teşkil olmuş hali olan devletin neresindeyim?..."
Herkes sormalı; "Seçimlerde kullandığım oyumla yetki verdiğim siyasiyi ne kadar denetleyebiliyorum?..."
Herkes sormalı; "Milyon dolarlarla satınalınabilen Dolma Kalemler'in yazdıklarını,söylediklerini ne kadar ciddiye alıyorum?..."
Herkes sormalı; "Okuyor muyum? Araştırıyor muyum? Devletim-Milletim için bir şeyler üretmeyi hayal ediyor muyum?..."
Herkes sormalı; "Artık asayişi sağlamakta sıkıntı yaşayan; kör tuttuğunu... misali yasalara uyanlardan vergi tahsil eden; kırkbin insanımızın katiline yardımcı olsunlar diye Zana ve zağarlarına diplomatik haklar tanıyan; vatandaşının can ve mal güvenliğini sağlayamayan; devletler arasında dostluğun olamayacağını, çıkar ilişkilerinin de pazarlığa tabi olduğunu kavrayamayan; AB'nin kendini kandırdığını anlayamadan vatandaşını hala AB hayalleriyle kandırmaya uğraşan AKP Hükümeti hakkında ne yapabilirim?..."
Bu soruları, çoğaltmak mümkün...
Bu soruların cevapları da sorular kadar net olursa millet, meseleye el koydu demektir..
Devletimizin zorda, milletimizin darda olduğu bu günleri, biz hazırladık!...
Şimdi yanlışlarımızdan, hatlarımızdan dönme zamanı...
Yoksa yemin olsun yarın çok geç olacak!...
Kerkük, gitti gider!...
Kıbrıs; gitti gidiyor!...
Anayasamız'ı gitmek üzere yola çıkardılar!...
Atatürkümüz nerdeyse hain ilan edilecek!...
Dünün devrimcileri,solcuları,komünistleri,imansızları; yapılan siyasi yanlışlarıOrdu'nun düzeltmesini isteyecekler!...
İsteyecekler diyorum çünküAvrupa basını; KIbrıs meselesindeki atılan ek protokol imzasına Türk Silahlı Kuvvetleri'nin karşı koyabileceğini, yazmaya başladılar bile!...
Bunlar; daha dün Ordumuzu faşistlikle, cuntacılıkla, amerikancılıkla suçlayan insanlarımız!...
Bunların; bu, ilk döneklikleri değil ve olmayacak ta!...
Bunlar; kişisel rahatlıklarını akıllılık sayabilecek kadar namustan, iffetten, onurdan mahrum kişiler!...
Bunlar; kırk bin insanımızın katili bir caninin İnsan Haklarını savunmaya soyunabilecek kadar insanlık hainleri!...
Ve bunların sayıları; iki elin parmakları kadar!...
Bunları ne milliyetçilik, ne devlet, ne bağımsızlık, ne din, ne iman, ne ırz, ne de namus ilgilendirmez!...
Bunlarda kahramanlık'ın adı aptallıktır!...
Bunlar; yaşadıkları zamanın en kuvvetlisine kuyruk sallayabilecek kadar kancık köpekler!...
Bunlarda hamaset olmaz!...
Bunların tarifi egoisttir, çıkarcıdır!...
Bunların tarifi, haindir!...
Artık bu memleketin hainleri, bellidir...
Hainlerin, şer odaklarının, milli-dini duyguların hasımlarının söylediklerinin tersini yapmak ta akıl gereğidir...
AB, ABD,Haçlı; yeni oyunlar tezgahlanaktadır...kendimize attırdığı imzalarla, elimizi-kolumuzu bağlıyorlar!...
Veee biz; olanları aymazlıkla izliyoruz sadece!...
aklımızı başımıza toplamamız lazım...
Bu halimizde devam edersek; kayıplarımızın telefisi, oldukça zorlaşır diye endişeliyim!...
Bu hariciye ile, bu ekonomi ile, bu iş siyaset ile korkarım bağımsız Devlet olarak tarifimizi kaybetmek üzereyiz!...
Uzaktan kumandalı yaygın basının yönlendirmesiyle, siyaseten yapılan hataların telafisini, Ordudan bekleyemeyiz!...
AKP'li Vekiller'in tamamının dikkatini mecliste görüşülecek olan ek protokolün görüşüleceği güne çekerim!...
Kıbrıs'ın fedasını veya bekasını sağlayacak bu tarihi görüşmede; TBMM'nin tarihi görevininyapacağına inanmak istiyorum...
TBMM'deki bu tarihi görüşme; dış politikada ki dönüm noktamız olur...
O gün meclisimiz; ya tarih yazacak ya da tarihe kara bir leke olarak düşeceklerdir!...
Yakın geçmişte meclisimizden çıkan yanlış kararların düzeltilmesi yine >Meclisimiz'e düşmektedir...
Allagh(c.c.) bütün vekillerimize akıl izan nasip etsin...
Allah(c.c.); devletimizi, milletimizi her türlü dış ve iç güçlerden korusun..
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Çarşamba, Ağustos 03, 2005

KÜLLİYEN YANLIŞ...

Yavuz Sultan Selim Han'ın sadaret makamı yani günümüzün başbakanlık makamı boştur.
Sadrazam atamasını; paşaların arasından seçerek Yavuz yapacaktır.
Paşaların tamamına yakını, enderunlu yani mekteplidir,okumuştur.
Sadece Piri Mehmet Paşa; serhadden serhadde, akından akına kazandığı savaşlar ve Allah rızasına yaptığı cenklerle paşadır...
Koca Yavuz; fısıltıyla toplanacak ilk divanda sadrazam atayacağını duyurur.
Paşaların tamamı; sadrazam seçilebilmek için, Sultana yakın olmaya ve yakın olabilmek için de akla gelebilecek her fırsattan faydalanmaya soyunurlar...
Divan günü gelir,çatar...
Paşaların tamamının akılları, sadrazamlık hayali ile yüklüdür...
Divan vaktinden saatlerce önceden divan salonuna koşarak, padişaha yakın bir yer kapmak yarışına girerler...
Piri Mehmet gazi ise divan vaktine bir kaç dakika kala gelir ve giriş kapısına yakın, ama padişaha uzak bir yer bularak oturur...
Yavuz; divana gelerek hoş-beşten sonra divanı açar...
-Paşalar; bir karara vardım. Ne dersüz? diye girerek bir karar açıklar.
Karar; Devlet-i Aliyye'nin tamamen aleyhine bir karardır.
Sultan sırayla isim isim seslenerek:
-Bre falan paşa; ne dersün? şeklinde soru yöneltir.
Aldığı cevaplar;
- Muvafıktır Hünkarım!..
-Çok doğrudur Hünkarım!..
-Siz yeryüzünde Allah'ın sayesisiniz, hata yapmazsınız Hünkarım!...
-Sizin hayatınızda hataya yer yoktur Hünkarım!... vb. şeklinde tasvip eden ve göze girmek gayretli cevaplar olur...
Sıra kapının eşiğinde yer bulan Piri Mehmet Paşa'ya gelir:
-Bre Piri Paşa; sen ne dersün? diye sorar.
Paşa, çok tok ve gür bir sesle;
-Külliyen yanlıştır Hünkarım!... diye cevap verir...
Divana sanki bomba düşmüştür!... Yavuz'un öfkesi, bütün cihan tarafından bilinmektedir...
-Bre Paşa!..Bizden korkmaz mısın? Bilmez misin biz kelle alırız!... Diye kükrer koca Yavuz...
Cevap ta aynı tonda ama edepli bir kükreyiştir;
-Haşa Hünkarım!..Yüreğimizi Allah korkusu öylesine kaplamıştır ki başka bir korkuya asla yer yoktur!...
Veee... Piri Mehmet Paşa, sadrazamdır....
Önümüzdeki günlerde MHP'nin çekirdek kadrosu, Ülkücü Hareket'in hala ayakta kalabilmiş Ülkü Devleri, Erciyes Kurultayında toplanacaklar...
Ülkücülerin yürekleri, ağızlarında; heyecanları, dorukta...
Muhteşem bir buluşma gerçekleşecek...
Üç Hilalli sancağın altında, sonsuzluk seferine çıkan Ülkü Devleri, umarım eksiksiz olarak orada olur...
Kenarda gezip, ortada görünenlerden de orada olanlar olacaktır...
Ekerken olmayan,biçerken olmayan ama harmanda kardeşlikten vaz geçmeyenlerden de orada olanlar olacaktır...
Bu kısa mesafeli, yarış atı binicileri; orada da yarışmak için binebilecekleri bir yarış atı bulmak umuduyla orada olacaklardır...
Elbette kendi atlarıyla sefere çıkmış ve atlarıyla bir vücut olmuş süvarilerden, bu kısa mesafeli yarış binicilerine at düşmeyecektir...
Bunu en iyi de kendileri bilmektedir...
Ama yine de orada olacaklardır...
Keşke gelmeseler, keşke orada olmasalar!...
Çünkü en güvendikleri arkadaşlarının, bütün ülkücülerin teşkilatlarının emrinde olduğunu görerek, morallerini bozacaklardır...
Ülkücü hareket'in Allah Rızası ödülüyle çıktığı seferde; artık bu kısa mesafeli yarış jokeylerine yer yoktur...
Bütün süvariler, atlarındadır; Teşkilatlarının emrinde olarak sefere devam etmektedirler...
Kimsenin atından inmeye, ve bir başkasına atını vermeye niyeti yoktur...
Çünkü bu süvariler; yarışta değil akındadırlar...
Avrupanın yaptırdığı anketlerde AKP'ye tek alternatif olduğu belli olan MHP'nin önünü kesmeye niyetli hiç ama hiç kimseye izin verilmeyecektir...
Bu engelleme; edeple,adapla olacaktır...
Artık Erciyes Kurultayından sonra herkes; yaptığıyla ya övünecek ya da yaptığının utancıyla başbaşa kalacaktır...
Ülkücü Hareket ve Ülkücü Teşkilatlar üzerinden kendilerine ikbal hayalleri kuran, kurt taklidindeki çakallara karşı, Ülkücü hareketin tavrı Bozkurtça olacaktır...
Kucaklayıcı olacaktır...
Artık yapılacak hatanın adı suç olacak ve ceza gerektirecektir!...
Gerisi; KÜLLİYEN YANLIŞTIR!...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH
Selam,sevgi,dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@mynet.com
tokkali_53@yahoo.com

Pazartesi, Ağustos 01, 2005

BÖYLE OLDUĞUMUZ İÇİN...

Değerli Ülküdaşlarım;
Bizler; Ülkücü olduğumuz için böyle veya böyle olduğumuz için Ülkücüyüz...
Elbette söylediğimiz illaki doğrudur mantığıyla, fanatizm sergilemek gibi bir cahilane kastımız olamaz!...
Ama ömrümüzün tamamına yakınını aynı fikri havayı teneffüs ederek geçirmiş; Rabbimiz'in nasip ettiği çile ve ikballeri, aynı tevekkülle kabullenmiş bir neslin temsilcileri olarak, inandıklarımızı savunmaktan da asla geri duramamışız!...
Hamasetin işe girdiği yerde aklı tatile çıkaranlardanız!...
Bana değmeyen yılan bin yaşasın mantığına hep kafa tutan bir tavrın temsilcileriyiz!.
Her doğru, her ortamda söylenmez şeklindeki; ürkekçe, korkakça tavırlara da en sert tavrımızla kafa tutanlardanız!...
Bizler; hürriyeti savunan, hürriyet için,istiklal için ne gerekirse emir almadan uygulamayı refleks olarak sergilemiş; bir fikrin, bir neslin devamıyız hatta kendileriyiz...
Tavrımızda, edamızda elbette tevazu görülemeyecektir!...
Kavga ve savaş; yetişme tarzımız ve deneyimlerimizle sabit en iyibildiğimiz iştir!...
Bu yüzden de kavga ve savaşa hevesli, ölmekle bayılmayı ayırt edemeyen amatör heyecanlıların her davetinde de kavgaya tenezzül etmeyiz!...
Dünyanın neresinde bir Türk'ün, bir Müslüman'ın, bir mazlumun ayağına diken batarsa bizim yüreklerimiz sancır ve naramız yüreği sancıyan savaşçıların narası şeklinde tezahür eder...
Kenarda gezip ortada görünenler;
Ekerken yok,biçerken yok harmandaki Kardeşler;
Bizler sizin dediklerinizi kabullenmediğimiz gibi, elbette sizin de bizlerin her dediğimize katılma mecburiyetiniz yoktur!...
Hatta sizler; değişmeyi, gelişmeyi, terketmeyi maharet sayarak, başbuğumuz'a dil bile uzatabilrsiniz!...
Bize katılmama mecburiyetiniz;artık, sanki bir yerlerin direktifiyle yapıyormuşsunuz hissi uyandıran tavırlarınızın da sebebi olmamalıdır...
Elbette eskiden sizler de başınızdaki Başbuğ gibi bir deha-reisin emirleriyle, doğru bir şeyler yapmışsınızdır...
Elbette; bu mukaddes Dava'nın bir yerlerinde sizler de bulunmuşsunuzdur...
Sizden, bilgilerinizden istifade etmekten elbette keyif almaktayız...
Ama; her söze katılan, sorulan her soruya cevap veren,bildiğini her ortamda gereksiz de olsa anlatan kişilere Ataullah Efendi'nin "cahil" dediğini, mutlaka biliyorsunuzdur...
Haşa size böyle seslenmek gibi bir edepsizlik etmeyiz!...
Ama müsaade edin; bazı seslenişlerimiz ve sözlerimiz, adreslerine ulaşsın!...
Siz; bizim kavga etmek istediklerimizden önce meseleye saldırınca,asıl fikri hedeflerimiz; kenardan keyifle, kurnazca, bıyık altından gülerek başlattığınız gereksiz münakaşaları izliyorlar...
Yaygın Basın'ın, uzaktan kumandalı ve dalga seçici sörfçülerin,patronların,AB'nin, ABD'nin direktiflerine uyan gönüllü konu mankenliğinize lütfen ara verin artık!...
Bu tavrınızda ısrarcı olursanız; sizin hakkınızdaki "Eski Ülkücü" tarifim korkarım dumura uğrar...
Teşkilatlarımıza ve Partimize asla uğramazsınız ve genel başkanlık hayalleriyle dolaşırsınız...Bu tavrınızla da bizleri anlatamayacağımız kadar incitir ve öfkelendirirsiniz!..
Bizler; yedi kardeşiz, yedimiz de birbirimiz çok iyi biliriz...
Dostlarımın,Ülküdaşlarımın bazan; ben fakır hakkındaki çok abartılı bulduğum tarifnamelerinin -edebim ve adabım gereği- altında kaldığımı, bütün Ülküdaşlarımın bilmesinde fayda var...
Ülküdaşlarımın,Dostlarımın yüreğini, sadece ve sadece öperim...
Sadece sayarım...
Sadece; Ülküdaşlarımın ve dostlarımın varlıklarına şükrederim...
Ülküdaşlarımın ve dostlarımın kavgalarında; asla ve asla haklı-haksız ayırmakgibi bir zaman kaybına girmem...
Kavgaya hemen müdahil olur; ellerin-başkalarının, haklı-haksız tefriki yapmasını beklemem bile...
Bizler; Allah Rızası için nerede, ne zaman, neler yapılabileceğini;hamdolsun defaatle ispatlamış bir nesiliz!...
Sizin yaş grubunuz; Hakkı Mezararkalı Ağabeyimizin muhteşem ifadesiyle;bizleri ya alkışlamış ya da ağlamış bir nesilsiniz...
Artık sizlerden sadece alkış istediğimizin farkında değil misiniz?
Sizler;-Ülkü Devlerini özellikle tenzih ederim- gölge etmeyin başka ihsanınıza ihtiyacımız yok!...
Allah aşkına, köşelerinizde büyük edalarınızla; bizim yapacaklarımızı alkışlamak üzere antrenmanlar yapınız!...
Bizim edalarımıza, bizim tavırlarımıza Allah Aşkına dikkatle bakın...
Bizim yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır...
Bizim yüreklerimizde Allah Korkusu'ndan başka korkulara, asla yer yoktur...
Bizlerin imanlarımız padişah ve bizler de padişahlarımızın vezirleriyiz!...
Doğru bildiğimizi, her ortamda söyledik,söylüyoruz,söyleyeceğiz...
Bu yazdıklarım; aynı zamanda "Sıktınız Artık" başlıklı yazıma menfi tavır koyan Ülküdaşlarıma da cevap sayılsın lütfen...
Hayatımızda kimseyi tehdit etmek gibi bir boş meşguliyetimiz olmadı...
Bizim tavrımızı, tehdit olarak algılayanların da çok hazırlıklı olmalarını tavsiye ederim...
Çünkü bizler; net tavırlı bir neslin net tavırlı temsilcileriyiz...
12 Eylül öncesinin 5000'i aşkın şehidinin, bire-bir arkadaşları,ülküdaşlarıyız!...
Bizler öldükçe çoğalan, çoğaldıkça Allah Rızası için ölmeye talip bir nesiliz...
Bizimle dostluğu; her kese ama her kese tavsiye ederiz...
Devletimizi, Milletimizi, Bayrağımızı, Mukaddeslerimizi seven herkesi severiz...
Bunlardan birinden birini sevmeyen ise, otomatikman hasmımızdır...
Dünyayı ve ülkemizi dikkatle izleriz...
Doğru yapan kim olursa olsun alkışlarız...
Yanlışı yapan da kim olursa olsun; aklını başına getirmek veya bir daha gelmemek üzere almak için nöbette bekleriz...
Bizler; Hz.İbrahimin ateşini söndürmeye koşan karınca misali"Tarafız..."
Tarafgirliğimizi de hiç bir gücün karşısında saklamak gibi bir ilm-isiyasete(!) tenezzül etmeyiz...
Şahsımıza yapılacak saldırıları belki edebimiz gereği kabulleniriz ama fikrimize ve dostumuza yapılan bir saldırıya,Teşkilatlarımıza yapılacak bir saygısızlığa, bigane kalacağımız asla düşünülmemelidir bile...
Yorulmayasınız Ülküdaşlarım!...
Yorulmayasınız Allah Rızası'nın yorulmaz savaşçıları!...
Kendi atlarıyla sonsuzluk seferine çıkmış, Sonsuzluk Süvarileri ile takışmaya kalkanların da akıllarına hayretler ederim...
Kısa mesafeli koşulara, maaşlı jokeyler olarak katılanların da Sonsuzluk Süvarileri'ne rehberliğe, Genel Başkanlığa soyunmalarını da sadece megalomanlık ve hastalık olarak görürüz...
Ben fakıri lütfen bağışlayın!...
Bizler; ömrümüzün yettiğince kendi gönlümüzün türküsünü söylemeye devam edeceğiz...
Böyle olduğumuz için Ülkücü veya Ülkücü olduğumuz için böyleyiz...
TEVEKKELTÜ TAALALLAH...
Selam, sevgi, dua..
Mustafa ASLAN