Pazartesi, Nisan 16, 2007

KENDİME AF !...

Nedense çok söyleyip az dinlenenlerden olduk!...
Kendimi çok sigaya çektiğim, çok yargıladığım oldu!..
Defalarca kendimi, çok insafsızca yargıladım!... Suçlayan ben oldum, suçlanan ben ve yargılayan da ben oldum defalarca!...
Söylerken ne kadar da kolay geliyor bu mahkeme ve muhakeme!... Ama Vallahi kolay değil Dostlar! İnanın hiç te kolay değil!...
Aklımı, kiraya vermemeğe gayret ettim hayatım boyunca. Kavga edecek kimse bulamadıysam
-ki bu memleketimde hiç mümkün değil- kendimle kavgaya, kendimi yargılamaya oturdum!...
Çocukluktan gençliğe, gençlikten olgunluğa; ne zaman, nasıl vardım bilinmez diyeceğim ama çok fark ederek, çok yaşayarak geldim yaşıma... Hayatımın en zevkli dönemi; babamın oğlu olmaktan gurur duyduğum çocukluğum oldu. Bütün zor meselelerimi halleden babamın varlığıyla hayat, yaşanması çok güzel ve her saniyesi yaşanmaya değer bir dönem oldu şükrolsun...
"Erkeğin erkekliği, babasının ölümüyle başlar." şeklinde aklımda kalan bir Rus yazarın sözü; ben de iki kere gerçekleşti!...
Babam'ın ölümüyle kıyamet koptu sanmıştım!... - Allah(c.c.), cümlenin geçmişine de rahmetler eylesin- Babam'ın ölümüne zor da olsa alıştım. Sadece alışmakla kalmayıp üstüne üstlük bir de erkekleşmek, babalaşmak zorunda kaldım.
Erkekleştiğim, babalaştığım dönemlerde ülkücüydüm. Türk milliyetçisi, Turancı idim.
Bu meselelerde de zorluğum yoktu çünkü Başbuğ Alparslan Türkeş gibi sağlığında dünya ansiklopedilerine komiteci olarak girmeyi başarmış bir liderin peşinden gidiyordum.
Siyaseten zor yoktu ve siyaseten hata yapmak lüksümüz vardı!... Başbuğumuz Alparslan Türkeş, yapılan bütün hataları göyüsleyip Başbuğca yok ediyordu...
Başbuğun Hakk'ka yürümesiyle bir başsızlık daha yaşadım!... Sadece ben değil bu kere bütün ülkücüler, bir başsızlık yaşadık.
Başbuğsuzluğa alışmadan, ülkücünün ülkücülüğü Alparslan Türkeş'ten sonra başlamalı diye bir formül geliştirmeye başladık. Ama galiba beceremedik!...
O kadar Başbuğ'a kızgın ama korkudan söyleyemeyen riyakarlar varmış ki; Başbuğ ölür ölmez kendilerine zorla "lider, başbuğ" dedirtmeye çalışanlarımız oldu!...
Babasının gözünü kör etmekle Köroğlu olunamayacağı gibi, kendine lider dedirtmekle de lider olunmadı tabi... Olan ülkücünün, olan milletin heba edilen zamanına oldu!... Başsız kalan bütün ülkücüler; kendilerince başbuğluğa heveslenince piyasada biiiir sürü taklitte başarılı olamayan sahteler türedi!...
Dediğim gibi olan ülkücünün ve milletin heba edilen zamanına oldu...
Bu heba edilen zaman sürecinde kendimce bir şey daha keşfettim. İnsanların iki türlü olduğuna inandım:
Biri milleti peşinden yürütenler, diğerleri birilerinin peşine gitmekle kendini bir şey zannedenler!...
Milleti peşinden sürüklemek, her babayiğidin işi değil elbette. Ve şu anda milletin en büyük sıkıntısı da bu olsa gerek. Ama birilerinin peşine giderek kendilerini bir şey zannedenlerin, bu kadar çok olacağına asla ihtimal veremezdim!
Ne kadar birilerinin peşine gidince bir şey olduğunu zanneden zavallı varmış!...
Birilerinin peşine giderek bir şey olduklarını zanneden zavallıların, peşlerine takıldıkları da bir şey olmayınca, ortada böyle hiç bir şeye yaramayan bir şeylerin, öbek öbek toplanmaları çıkıyor!...
Türkiye de birilerinin peşine giderek bir şey olduğunu zannedenlerden daha fazla insan da varmış!...
Bunu görünce heveslendim yeniden ve kendimi yargılamaya oturdum.
14 Nisan günü ben de Tandoğan'daydım. Bazı grupların attığı ideolojik sloganları görmezden gelerek kalabalıkla birlikte Muhteşem Türk Atatürk'ü ziyaret ettim ve Fatihamı ikram ederek, şikayetimi Allah(c.c.)'a yaptım. Duamı Allah(c.c.)'ıma yaptım.
Ya Rabbi! Bu kimselerin peşinde olmayan ve her biri bir şey olan, Türk olan, Türklüğünün farkında olan, emanet ehli olduklarının farkında olan bu Millete izan ver, feraset ver diye niyazlar ettim.
Birileri; bir yerleri suçlamaya, bir yerlere kendi üsluplarınca saldırmaya devam etsinler, önemli değil!... 14 Nisan 2007 Cumartesi günü; millet, kendine kulak vermeyenlerin akıllarını başlarından aldı biliyorum...
Cumartesi günü bütün ülkücülüğümle, bütün Müslüman Türklüğümle, bütün milletliğimle ve Muhteşem Türk Atatürk'ün varisi olmam duygularımla, iyi ki Tandoğan'daydım...
Yoksa kendimi asla affedemeyecektim!...
Kendimi yargılamamın sonunda, kendi mahkememden, ilk kez kendime af çıktı Dostlar!...
Yargıladığım kendimi, ilk kez affettim...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: