Cumartesi, Haziran 23, 2007

DOĞRU ZAMAN, DOĞRU SAF...

Aylar öncesinden, içimiz kan ağlayarak seslendiğimiz bir yazımızı yeniden hatırlamak ve hatırlatmak istedim. hatamız için peşinen özürlerimle....

Azerbaycanlı Şair Azaplı Mikail rahmetli, bir şiirinde;
"Gümanım kalmadı göy Allahı'na
Deyirem ölürem, demirem olmur!.." diye sitemlenmişti.
Şimdi aynı durumdayız! Söylesek öleceğiz, söylemesek olmuyor!...
Fikren, zikren birbirine benzeyen, hatta Rahmetli Başbuğumuzca birbirine benzetilen "Ülkü Devleri" perakendeleştirildi. Perakendeleşen Ülkü Devleri'ni; birileri, bir yerler kandırarak dağıtsa; gidenlere, terk edenlere ağız birliği ile saldıracağız. Ama böyle bir şey yok!...

Ülkücülerin tamamının; tek adresleri ve siyaseten tek çatıları olan MHP'den dışlandığını, tard edildiğini, üyeliklerinin silindiğini, genel başkanlık adaylıklarının gayr-ı meşru yollarla engellenildiğini seyrederek perakendeleştik!...
Konuştuk olmadı! Sustuk olmadı!...
Susanların, kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyenlerin sayısı arttıkça; bu dışlayanlar, bu feshedenler pervasızlaştılar!...

Yaz mevsiminin kızgın güneş sıcağında, birlikte vırraklaşan kurbağalar misali bağırmaya başladılar!... Kurbağaların en kalabalık bağırdıkları zamanda yapılacak tek şey, kurbağanın gölüne bir taş atmaktır. Âcizane kurbağanın gölüne bir taş atmaya niyetlendim. Umarım attığım taş, ürküttüğüm kurbağaya değer...
Halife-i Raşidin'den, sahabilerden ve İslam aleminin gönül birliğiyle sevdiği müslümanlardan olan Hz. Ömer'den bahsetmeye çalışacağım. Mezhep-meşrep tassubu olmayan bir Müslüman olarak; Hz. Ömeri çok dikkatle izleyen biriyim .
Ömer ibn-i Hattab; yiyen, içen, nara atan, aslan avlayan, kızlarını diri diri kuma gömen, puta tapan, tapmayanı zorla taptıran, gazaplandığında Kureyş'i evlerine tıkabilecek kadar hükümran bir Ömer... Bu Ömerler, iki tane...
Biri Ömer ibn-i Hattab, diğeri Ebu Cehil... Bu ömerler öylesine hükümranlığın zirvesindeler ki Hz. Peygamberimiz(s.a.v.); Allah(c.c.)'tan bu iki Ömer'den birini niyaz eder...
Menfi anlamda tarifin zirvesindeki bu Ömerlerden birisi, Ömer ibn-i Hattab, ne zaman ki şehadet getirerek doğru safa girer, bir anda Ömer-ül Faruk ünvanını kazanır.
Mü'min-müşrik, inanan-inanmayan, müslim-gayr-ı müslim her kes tarafından "Adaletin Timsali" sıfatıyla anılmaya başlar.
O zaman da Müslüman-Türk bendenizin; Hz. Ömer'den alacağım, aldığım ders başlar. Demek ki, Ömer ibn-i Hattab kadar güçlü dahi olsa bir insan, yanlış saftaysa yanlış tarifi alır...

Demek ki; aklı selim sahibi her kese düşen görev; doğru zamanda, doğru zeminde, doğru duruşla, doğru safta saf alarak 'Yanlış!' tarifinden kurtulmak olmalıdır. Bu iki Ömer'den diğerinin yani Ebu Cehil'in safında kalarak yanlışlıkta ısrar da elbette aklın ve cüz'i iradenin gereğidir. Bu tercihe itiraz edebiliriz ama tercih, tercih sahibinindir.
Yaklaşık bir haftadır; Anadolu'yu dolaşıyoruz. Dostlarımızla, Ülküdaşlarımızla hem-hal oluyoruz. Rahatsızlıklarımızda, şikayetlerimizde müştereğiz hamdolsun. İnşallah önümüzdeki günlerde sür'atle; doğru zamanda, doğru safta birlikte saf tutarak yanlış tarifinden de kurtuluruz...
Siyasetin; hatır-gönül işi olmadığının çok bilincindeyiz. Kimseye safını tarif etmek gibi bir ukalalığa da soyunmayız.
Yapacağımız sadece gönlümüzü, dostlarımızın ayakları altına atmaktır. İsteyen ezip geçecektir gönlümüzü ve biz -inşallah- "ooof" bile demeyeceğiz. Ya da ayakları altına attığımız gönlümüzü alarak gönüllerine katacak ve bizlerin sessizce bahtiyarlığımıza vesile olacaklardır.
Bi-tarafın ber-taraf olduğunu, yıllarımızın verdiği tecrübeyle hepimiz biliriz. Ve bu tecrübeleri, çok pahalı edindiğimizin de farkındayız. Bu yüzden ziyadesiyle seçici, bu yüzden ziyadesiyle temkinliyiz.Herkesin artık aklındaki en ufak veya en büyük sorusunu; açıkça sorması ve yine bu sorulara muhatap kişilerin en açık bir ifadeyle bu soruları, bu endişeleri cevaplaması zamanıdır... Artık geçen zaman; bizim kendi hayatımızla birlikte Türk Milleti'nin istikbalidir, hayatıdır.
Allahçı(!)ların Allah(c.c.)'ı, dinci(!)lerin dini, Atatürkçü(!)lerin Muhteşem Türk Atatürk'ü, Türkçü(!)lerin Türk'ü bitirmek için gayret ettiği günümüzde, serbest ve hür akılların sür'atle bir araya gelmeleri zamanıdır...
Atı alanın Üsküdar'ı geçmesinden sonra hayıflanmanın, dövünmenin hiç bir getirisi ve mantığı yoktur.
Biz oturursak; gelen bizi geçer ve gider. Ama biz yürümeğe değil koşmaya başlarsak, bize yabancı hiç kimsenin bizim yakınlarımızda bile olma şanslarının olmadığını en iyi yine biz biliriz... Hadi Ülküdaşlarım! Hadi duyarlı serdengeçtiler!
"Haydi, yiğit haydi yeni akına
Ülkümüzün cihan varsın farkına."

TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN