Çarşamba, Mayıs 31, 2006

DERDİ OLAN N'EYLESİN?...

Bilirim dert paylaşıldıkça hafifler; sevda, saklandıkça büyür...
Derdi paylaşmak, aşkı saklamak akıl gereğidir bilirim...
Bildiğimi zannettiğim bu doğruyu da uygulamaya çalışırım hep...
Yine bildiğim bu akıl gereği uygulamayla siz dostlarımın yüreklerinize sığınmak dilerim bir daha...
Koca Yavuz Sultan selim Han, bilinir elbette...
Yavuz'un yavuzluğu malum. Cihangirliği, gazabı, azameti bilinir herkesçe...Yine bu Koca Yavuz'un bütün tarihçilerce müşterek anlatılan bir başka özelliği vardır; Yavuz, "Erkek güzeli" tarifli bir yakışıklıdır aynı zamanda. Tarihçilerin anlatımlarına göre Yavuz'u görüp gönül vermeyen kadın, yok gibidir.
Mısır Seferi sırasında Yavuz; çadırının düzen ve temizliğinden sorumlu, eli-ayağı düzgün bir cariye bulunmasını ister. Bulurlar eli-ayağı düzgün, titiz bir cariye...
Cariyenin işi sadece Yavuz'un istirahatgahını ve çalışma masasını düzeltmektir. Kadıncağız, işini bütün titizliği ile yapar ve Yavuz çadırına gelmeden de işini bitirip gider hep... Ama bir gün, işini Yavuz gelinceye kadar bitiremez. Veya öylesine bir zamanda bitirir ki tam çıkacakken Yavuz gelir çadırına ve kızcağız, dünya gözüyle Koca yavuz'u görür.
Görür görmez de kızcağızın meyli akar Yavuz'a!...
Her geçen an, her saat, her gün kızcağızın derdi, sevdası büyüyerek içini oymaya- yemeğe başlar...
Sever sevmesine ama kızcağız, halinin de farkındadır.
Bir yanda Cihan İmparatoru Yavuz, diğer tarafta kimsesiz bir cariye!... Bu sevdanın imkansızlığını, bu derdin çaresizliğini de bilmesine bilir kızcağız ama seven yürek cesurdur derler ya!...
Bir gün bütün cesaretiyle; Yavuz'un divit ve okkasını kullanarak masasını üzerine bir not düşer: "Derdi olan neylesin?"...
Yavuz, masasının kendinden başkası tarafından kullanıldığını hemen fark eder. Hiddetle masaya yaklaşır. Yazılanı okur. Okur okumaz öfkesi geçer Yavuz'un!... Dertli biri, derdinin çaresini istemektedir belli ama, derdinin ne olduğunu bilmemektedir Yavuz!..
Hemen sorunun altına cevabını yazar: "Derdi olan söylesin."
Kızcağız, ertesi gün korkarak girer çadıra. Ve Koca Yavuz'un namesine cevap yazdığını görerek heyecanlanır.
Yavuz, derdini sormaktadır. Sormaktadır da dert, söylenesi bir dert değildir. Korkmaktadır kızcağız. Korkusunu bir daha yenerek yeniden yazar: "Ya korkarsa neylesin?"...
Ertesi gün kızcağız, çadıra girdiğinde yavuz'un yine cevap verdiğini görür. Yavuz; "Hiç korkmasın söylesin." diye cevap yazmıştır.
Kız, karar verir bekleyecek ve Koca Yavuz'a sevdasını söyleyecektir.
Beklenen zaman geçmez bilinir. Bu bekleyiş süresince kızcağızın yüreği çarpar, ayakları titrer, eli-ayağı buz keser...
Ve Koca yavuz'un ayak seslerini duyunca kızın hali, dayanılmaz bir hal alır.
Koca Yavuz, nihayet kızcağızın karşısındadır. Yavuz'da dert sahibini merak etmiştir.
"Söyle..." diye seslenir kızcağıza.
Kızcağız, bütün cesaretiyle, seven yüreğin pervasızlığı ile karşısındadır Koca Yavuz'un ama; bu seven yürek te bu heyecana dayanamaz ve kızcağız oracıkta derdini açıklayamadan ruhunu teslim eder...
Yavuz'un o kızcağıza muhteşem bir cenaze töreni ve ardından da adına bir türbe yaptırdığı rivayet edilir...
Bu kıssayı anlatmamızda elbette bir sebep vardı...
Biz de derdimizi, çare bulabilebileceğimiz veya çare kapısı diye bildiğimiz bir yere; bütün korku ve endişelerimizi yenerek söyledik. Söyledik ve derdimize çare sözü de aldık...
Sevindik günlerce hatta derdimizle, daha büyük meselelerle uğraşan bir kapıyı meşgul ettiğimiz için de epeyce haya ettik!...
"Yüzde yüz söz vermek Allah' mahsustur.Ama halledeceğim." diyen sesi ve sesin sahibini günlerce gözümüzün önünden alamadık...
Beklediiiik, bekledik!...
Derdimiz, dertlikten çıktı.
Çareyi;- Derdi Veren- şükürler olsun bir başka kapıdan bulmamıza yardım etti...
Ama derdimizi söyleyerek çare beklediğimiz, çare istediğimiz yerden hala bir ses yok!...
Sesten vaz geçtik, "Ne oldu?" diye merak ta yok!...
İnanan yüreğimiz, incindi!...
Seven yüreğimiz, burkuldu!...
Soru da bizden, cevabı da bizden olunca ve sohbet, kendimizle kendi içimizde olunca şeytan mesaiye başladı galiba!...
Artık vesvese midir, şüphe midir bilinmez ama içimizde kendimizle sesli kavgamız başladı!...
Allah(c.c.)'tan gayrısından yardım istemekle hata etmiştik elbette!...
Sanki kendimizi, ucuz pazarlarda çok ucuza pazarlamıştık!...
Kendimize kendimiz yazık etmiştik vesselam!...
"Derdi olan neylesin?"
"Derdi olan söylesin."
"Ya korkarsa neylesin?"
"Hiç korkmasın söylesin."
mantığıyla; sormuş, sorulunca söylemiş ve beklemeye başlamıştık!...
Bekledik, bekledik ve hala beklemekteyiz!...
Şimdi çaresiz bırakmayan Rabbım'a şükredek sadece "Ne oldu?" diye merak edildiğimizi gösteren soruyu beklemekteyiz!...
Umarım çok beklemeyiz ve bekledikçe şüphemiz büyümez, kendimize olan saygımızı zedelemeyiz!...
Bu, bir kendimizle hesaplaşmaydı Dostlar!...
Sorusu da, cevabı da bizde olan, bize bırakılan bir iç muhasebeydi!...
Sadece sesli düşündüm...
Hakkınızı helal edeceğinize şüphem yok. Böylesi bir şüpheye hakkım da yok!...
Sizlerle size olan güvenimden hareketle bu kaçıncı hemhal oluşum olduğunu -Vallahi- ben de unuttum!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
http://maslan.blogspot.com
tokkali@gmail.com
tokkali_53@yahoo.com

Hiç yorum yok: