Pazar, Aralık 17, 2006

BU BİZİM HİKAYEMİZ -2-

Bir davete uyduk, saftaki yerimizi aldık.
Bir emre uyduk,"Kutlu Sefer"adını verdiğimiz sefere koyulduk. Ne yorulduk ne de baskılara, işkencelere rağmen durdurulamadık!...
Sevdamız dedik, "Rehberimiz Kur'an, hedefimizTuran..." dedik ve uğurda durmayı, yorulmayı ayıp belledik...
Sonra ne olduysa oldu!...
Aklımızı başımızdan alan; başlıları başsız, amaçlıları amaçsız bırakan kara 4 Nisan 1997 adında bir kara gün yaşadık!...
Başbuğsuz, başsız; başsız olunca amaçsız uğraşılara girdik!... Çare olarak zannettiğimiz ve kendi ellerimizle kurduğumuz labirentin içinde kayboluverdik!...
Her köşesini, her dönemecini bildiğimiz bu labirentten -belki de- çıkmak istemedik!... Çıksak geride bıraktığımız emeğimize; çıkmasak geleceğimize yazık edeceğimizi bile bile, kendi kurduğumuz labirente mecbur kaldık!...
Yıllarca Başbuğlu duruşumuzla, herkese, her siyaset adamına örnek olan ve taklit edilmeye çalışılan Biz; sonunda hiç beğenmediğimiz, hiç tasvip etmediğimiz siyasi duruşları, taklide soyunduk!...
Şimdi sıra, özeleştiri yapmamıza; kendi ellerimizle kurduğumuz, çıkılmaz labirenti yıkmaya geldi!... Böyle olunca da Dedem Rahmetli'yi ve onun sözlerini hatırladım:
1967-68 yıllarında, Dedem'e; "Dede, bu memleketin hali ne olacak?" diye sormuştum. O yıllarda sağ-sol kutuplaşmaları yeni başlamıştı. Dedem; "Yavrum, serçe yeniden yürüyüş öğrenmeye niyetlenmiş. Kendi yürüyüşünü de unutmuş ve zıplaya zıplaya kalmış!..." demişti!...
O yıllarda ve o yıllardan nerdeyse 40 yıl sonrasında da demek ki Dedemi anlayamamışım!...
Şimdi Dedem'in; bizi, bizim içinde kaybolduğumuz kendi labirentimiz içindeki kör döngümüzü, anlattığını anlıyorum.
Başbuğsuzluğa alışmaktan öte, kendimize yeni davranışlar icat etmeye soyunanlar oldu!... Başbuğu inkar ederek kendilerine has duruş sergilediğini ve bu duruşu kabul etmeyenleri "Hain" ilan edecek kadar serçe gibi zıplayanlarımız icat oldu!...
Kendi yürüyüşümüzü, kendi Bozkurt Duruşumuzu terk ettik Dostlar!... Yeniden yürüyüşümüz de bize uymadı ve maalesef zıplaya zıplaya kaldık!...
Ne kadar daha zıplarız, nereye kadar zıplarız -sanırım- henüz bilenimiz de yok!...
Kendi başımıza ördüğümüz çoraptan kurtulmak için, kendimizin çare olarak kurduğumuz ve içinde kaybolduğumuz labirentten çıkabilmemiz için; 4 Nisan 1997 tarihinden sonraki emeklerimizden vaz geçmemiz lazım diye düşünmeye başladım!...
Hatta ben şahsen bu emeklerimden vaz geçmekle de kalmadım!... "Başbuğ'lu MHP'ye ömrümü hibe etmiştim. Helal olsun. Helal Olsun. Helal olsun... Ama Başbuğsuz MHP'ye yaptıklarımı, emeklerimi, bu dünyada da ahirette de helal etmiyorum!... Bu dünyada da, ahirette de iki elim yakalarında olacak!.." diye açıkladım bile...
Allah(c.c.), encamımızı hayretsin. Allah(c.c.), kendi ellerimizle kurduğumuz ve içinde kaybolduğumuz labirentimizi yıkmayı, yine bize nasibetsin!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Aelam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: