Pazartesi, Aralık 04, 2006

O'NU BENDEN SORANLARA NE DEYİM?!...

27 Mayıs 1960 sabahı, Türkiye; "Büyük Türk Milleti!" diye seslenen davudi ve çok vakur bir sesle uyanarak tanıştı. Bu davudi ve vakur sesin sahibi Alparslan Türkeş'le, o tarihten itibaren çok hemhal oldu ve tanış oldu...
Sonra aynı vakur ve Türkçe ses, bütün Türkiye'ye ve Türk Dünyası'na; "Ben Türk milletini:Sokaklarda ıspanak fiyatına satılan demokrasiye,Rüşvet, hile ile çiğnenen, çiğnetilen hukuk düzenlerine,Ahlaktan mahrum bir hürriyete,Tefeciliğe, karaborsaya yer veren bir ekonomiye çağırmıyorum.Türklük gurur ve şuuruna, İslam ahlak ve faziletine, yoksullukla savaşa, adalette yarışa, birliğe, kardeşliğe, kısaca hak yolu, hakikat yolu, Allah yoluna çağırıyorum. Modern medeniyetin en ön safına geçmek üzere çağlar üzerinden sıçramaya çağırıyorum. Hareketin adını isteyenlere açıkça ilan ediyorum:Yeniden maneviyata dönüş..." şeklinde seslenerek Türk Gençliğini, siyasete davet etti...
Bu ses; çok cezbeliydi.
Bu sesin sahibi, çok kucaklayıcı ve hasımlara karşı da çok bağışlayarak cezalandırıcı idi. Bir o kadar da inandırıcı idi. Bu özelliklerinden dolayıdır ki bir ozan yüreğimiz; "Alnı açık büyük elli, Tanrı övmüş burdan belli." diye tarif ve methiye sundu...
Bu özellikli şahsa ve davetkar sese birçok Türk Genci uydu ve geldi. Bu gelişle de bir canhıraş mücadele başladı. Kanlar sebil edildi, canlar verildi. Ölenlerimiz Şehid, kalanlarımız Gazi ünvanıyla şereflendi. Ne korkaklık oldu ne de nedamet!...
Sonra kara bir 4 Nisan günü, Tanrı; bu erkek ve Türk Sesli Türk'ü, katına aldı.
O, bir can borçluydu. Borcunu ödeyerek sonsuzluğa vardı ama davetine icabet eden Ülkücüler, başsız kaldı. Başsızlıktan kaynaklanan bir amaçsızlık illetiyle tanıştı...
Büyük badireler atlatmış olan Ülkücüler, bu kıyamete denk kayba da alışmak üzereyken; içten içe oymakla görevli iskeletsiz kurtçuklarla tanıştı!... Rabb'im'in hikmetidir -ve elbette hikmetine sual olmaz- aslanların açlıktan öldüğü günümüzde bu iskeletsiz kurtçuklar, hep meyvelerin özüne yerleşmişlerdir!...
Meyvemizin özüne yerleşmiş bu iskeletsiz kurtçuklar yüzünden nerdeyse meyvelerimiz; 41 yıllık emeklerin, canların, kanların, ikballerin semeresi, çürümek üzere!...
Sayısız ikballere mal oldu bu Hareket!...
Sayısız canların şerefli kanları üzerine inşa edildi -şerefle- bu Hareket!...
Şühedamızın zaten itirazları olmaz da ne gazilerimizin ne de ikballerini kaybetmiş sessiz yiğitlerin itirazıyla karşılaşmadı bu Hareket!...
Ama birden bire; ne olduysa, nasıl olduysa ve ne zaman olduysa oldu ve bu Hareketin alpleri, Ülkü Devleri, Gazileri, Dava'nın Aysbergleri, Hareketin adresinin dışına itildi!...
"Seni bana soranlara ne deyim?", "Beni bana soranlara ne deyim?!..." diye sormuştum!...
Şimdi bir sorum daha var: Canlarını verenleri, kanlarını sebil edenleri, ikballerini hediye edenleri, aşlarını-işlerini sessizce bırakarak devleşenleri; bu devleri davet ederek devleştireni, benden soranlara ne deyim?...
O'nu benden soranlara ne deyim?!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: