Pazar, Haziran 21, 2009

KURMAY, YANILMAMALI VE ASLÂ YANILTMAMALI...

Bir yanda "Taraf" adlı bir gazete ve etrafında kümelenmiş bir taraf, diğer yanda ötekileştirilmek istenen ve sanki isteği ile ötekileşen ve yıllardır ezici bir çoğunluk olduğunu bildiğimiz taraf!...
"Kendim ısırır, başka köpeklere yalatmam!" diyerek açık ve yürekli taraftarlığın temsilciliğini hak etmiş, fikren zıdd olduğum ama taraftarlığını alkışladığım, Vakit'ten Aslan DEĞİRMENCİ; "Kamuoyu soruyor: Başbuğ mu yanıltılıyor, yoksa o mu milleti yanıltıyor..." diye milletin söylendiği bir soruyu seslendiriyor!
Milletin sorduğuna, sorguladığına şâhit olmasam kaale almayacaktım! Aslan DEĞİRMENCİ; merhûm Muhsin YAZICIOĞLU ve arkadaşlarının aranmasını takiple görevli CHA Muhabirinin, o korkunç şartlarda dağda iki köylüyle bırakılarak askeri helikoptere alınmamasını hatırlıyor, hatırlatıyor ve çok haklı olarak ta gönül koyuyor! Genel Kurmay Başkanımız'ın bu konudaki açıklaması ve kendisine bildirilen hava raporu ile meteoroloji uzmanlarının raporu uyuşmuyor! Ortalıkta uçuşan belgeler hakkında söylenenle, yazılan çizilenler de akılları karıştırıyor! Ne tarafsız kalınıyor, ne de gereğince müdâhele ediliyor!
O zaman da akıllara Genel Kurmay'ın yanıltıldığı geliyor, Türk canım acıyor! Benim Ordum; eksi sekiz-on derece soğukta, üç sivili dağda bırakmaz. Bırakmamalı! Hatta bu sivillerin kimliklerini, etnik kökenlerini bile asla sorgulamaz! Benim Ordum, çatışmada vurduğu PekaKa'lıyı helikopterle hastaneye taşırken, bu davranışıyla dünyanın gözü önünde insanlık suçu işleyen ABD'li conilere ve dünyaya insanlık dersi verirken kendi vatandaşını, çalıştığı kurumun siyâsi duruşundan dolayı yargılayarak dışlamaz. Dışlamamalı! Dağda bırakmaz. Bırakmamalı!...
Kars'ta yaşanmış ve kuşaktan kuşağa aktarılması gereken bir olayı unuttturmadan paylaşmamız lâzım: Aralarında kan davası olan, şehrin ileri gelen iki ailesinden birinden bir delikanlı, çok sarhoş bir halde görülür. Yalpalayarak ve tek başına gitmektedir. Birazdan düşman aileden bir delikanlı aynı caddede görülür. Tanıyanlar; "Aman dikkatli ol! Az önce falan buradan geçti ve çok sarhoştu. Karşılaşırsanız kötü şeyler olabilir!" diye uyarırlar. Uyaranlara teşekkür eden delikanlı, hemen vedâlaşarak sarhoş hasmının gittiği yöne yönelir. Uyaran ve söyleyenler yaptıklarına pişman olmuşlardır ama delikanlı gözden kaybolmuştur. Bir kötülükten, yeniden kan dökülmesinden korkan komşu, bu sefer emniyeti haberdâr eder. Emniyet, sür'atle tarif edilen yere ulaşır. Gördükleri karşısında bütün emniyet mensupları ve sonradan duyan her kes hayret edecektir. Düşmanının çok sarhoş bir halde ve yalnız başına gittiğini duyan delikanlı, tam düşüp sızacakken yetişir düşmanına! Ne yaparsa ayıltamaz ve sırtlayarak çok iyi bildiği evine götürür. Tam kapı önünde sırtından indirip kapıyı çalmışken polisler yetişirler. Kapı açılmış sarhoşun annesi ve eşi, kapının önünde düşmalarının en delişmen delikanlısını görünce korkmuşlardır! Delikanlı; "Anam, Bacım! Alın bu sarhoşunuza sahip olun! Başına bir kaza gelir ve sarhoşken, kendini bilmezken bizim yaptığımız zannedilir, biz bu ayıbı taşıyamayız!" der, sarhoşu evine teslîm eder, polislerin hayret dolu bakışları arasında sessizce karanlıkta kaybolur...
Sarhoş düşmanının başına bir kaza gelmesine râzı olamayan yiğit kültürün ordusu; kara kışta, dağ başında bir muhabiri çalıştığı kurumu cezalandırmak adına ölüme terk etmez. Etmemeli!
Sağdan-soldan, önden-arkadan, yukardan-aşağıdan yaylım belge saldırısına muhatap edilmiş Ordumuz'un sür'atle kendisinden beklenen tavrı sergilemesi lâzım! Ne midir kendine yakışan tavır? Aslâ ama aslâ siyâsete müdâhil olmamalıdır! Millî nâmusumuz sınırlarımızı koruyup kollamalıdır! Bu uğurda -Allah korusun- ölürse şehîdimiz, kalırsa gâzimiz-kahramanımız olmalıdır! Osmanlı'nın son dönemlerinde siyâsete müdâhil olan ordunun, Balkanları kaybetmemize sebep olduğunu, Atatürk'ten öğrendiğimizi unutmamalıdır! -Allah korusun- ABD ve AB yâni Haçlı zorlamasıyla, masa başında, bir karış ta olsa toprağımızın kopuşu olursa, millî vicdânda en az siyâsilerimiz kadar Ordumuzun da mes'ul tutulacağını aslâ unutmamalıdır!
Ve en çarpıcı söylenti; eğer milletle barışamıyorsa, gerginliğin dozunu artırmamalıdır! Silâh altındaki Mehmetçiklerin ve bütün rütbelilerin ana-babalarının millet olduğunu hiç ama hiç unutmamalıdır... Ordu sîne-i millete sığınırsa, millet ordusunu gene paşalaştırır. Bu rütbelendirmeye de ne Taraf'ın gücü yeter, ne de taraf etrafında taraflaşan işbirlikçilerin!...
Ordu millet, millet ordudur ve Ne mutlu Türk'üm diyene...
Selâm, segi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: