Cuma, Mayıs 22, 2009

TÜRK MİLLETİ VE TÜRK MİLLİYETÇİLERİ'NE ...

Kavramlar karmaşasında, ithâl 'izm'lerin bilgi kirliliğinde ve sessizce süren "münevver-aydın çekişmesi"nde bozulmaya yüz tutan millî bütünlüğümüzü koruyabilmek için iş, bir daha Türk Milliyetçileri'ne düştü.
Yeniden Türk Milliyetçileri olarak siyâseten sahipsizliğe terk edilen ve bu yüzden biteceği, bitirilebileceği zannedilen Türk Türesi'ne-töresine sâhiplik, Türk düzenini yeniden yapılandırmak, bir daha Türk Milliyetçilerine düştü.
İş başa düştü!...
"Türk Milleti! Düşündüm. Görür gözüm görmez gibi, bilir bilgim bilmez gibi oldu, düşündüm. Tanrı, karar verip kişi oğlunu ölümlü kılmış. Böyle deyip düşündüm. Gözden yaş gelse de, gönülden iniltiler gelse de düşündüm. Milletim ağlamaktan harap olacak diye düşündüm. ... Türk Milleti; Dağlar gibi yığdığın kemiklerinden, seller gibi akıttığın göz yaşlarından nâdim ol! Türk Milleti, titre ve kendine dön!" diye Orhun Yazıtları'yla tarihten bize seslenen Bumin Kağan'ın öğüdünü; "Yüksek Türk! Senin için yükselmenin hududu yoktur." diyen Muhteşem Türk Atatürk'ün vasiyetini dinlemek ve tutmak, Yeniden Türk Milliyetçileri'ne düştü.
Batı'dan ithâl demokrasinin uygulanması daha doğrusu uygulanmaması sonucu, bizde bazı yapay siyâsi terimler oluştu. İsmet Paşa ile başlayan "Ortanın Solu" ve buna tepki olarak bir sağcılık görüldü. Yıllarca sağcılık-solculuk çekişmesiyle iki kutuplu bir Türkiye sahnelendi!...
Sağcılığın da, solculuğun da ithâl olduğu tesbît edilip aydın geçinen 'batıcılar'ın ulusalcı; milletten uzaklaşmayı yozlaşma sayan münevverlerin "milliyetçilik" merkezli düşünceler üretmeleri üzerine aradakiler tarafından, çok renksiz, kişiliksiz bir siyâsi söylem icat edildi: Merkez!...
Sağ ile sol adına, ülkücü ve devrimcilerin birbiriyle kapıştırıldığı, ölümüne savaştırıldığı karmaşık dönemlerin icâdı olan renksizliğin adı, merkezcilik oldu! Oysa siyâset literatüründe, "merkez" diye bir kavram yok! Dahası, merkezin sıfır olduğunu bile bile Batı taklitçiliğine uygun davranmak isteyen siyâsi oluşumlar, merkezin ya sağında, ya da solunda olunması gerçeğini unuttular, unutturmaya çalıştılar! Sağcılar, "merkez sağ"; solcular, "merkez sol" diye uyduruk kavramlara sığındılar!
Oysa ülkücüye sağcı, devrimciye solcu denmesini bile hakâret sayan ülkücü ve devrimcilerin gerçek temsilcileri hâlâ hayattalar ama maalesef siyâsetin dışındalar! Siyâsetin renksizliği ve inandırıcılıktan uzaklığı asıl kimlikli-kişilikli siyâset adamları olan ülkücü ve devrimcilerin siyâsetten uzaklaştırılması yüzündendir.
Renksizliğin geçici hakimiyetinden korkan, ürkek milliyetçiler ve solcular da bu tuzağa düştü ve merkezleşmeye soyundular! Onlarca yıllık, şanlı siyâsi geçmişlerini inkâr âcizliğine düştüler! Bu ithâl sağcı ve solcuların içinden çıkan duyarlı akıllar; bu ithâl ve millete yabancı siyâsi davranışları reddetmeden uyum sağlayabilmek için millî maskeler, yapay çâreler aradılar! Çok acı ve çok utandırıcı olmasına rağmen bu millî maskeler, "Din, Laiklik ve Atatürk" olarak seçildi! Dinden, dincilikten geçinenlerle; dincilikten, laikçilikten geçinenlerle; Atatürk'ten, Atatürkçülükten geçinenlerin emperyal senaryolar gereği, yapay ve incitici mücâdeleleri ile geçti onlarca sene!
Avrupa kaşığı ile Türk haşılı yiyilemeyeceğini anlamayan, Batı'yı taklîtle aydın olabileceklerini zanneden düşünce kimliksizleri yüzünden, Anayasa'da; "Hâkimiyet kayıtsız şartsız Türk milletinindir." düstûru; "Hâkimiyet; kayıtlı, şartlı genel başkanlarındır." şekline dönüştürüldü!Batı taklitçisi aydınlar, yalakalaştırıldı. Millet fukaralaştırıldı. Türk Milliyetçileri, yönetimden ve siyâsetten uzaklaştırıldı! Devrimciler, siyâseten yasaklı ama romantik malzeme olarak her yıl belli günlerde sohbet konusu veya en kibar söylemle konu mankenleri edildiler!
Rol yapmanın, yaşamaktan zor olduğunu, taklit etmenin özel bir yetenek gerektirdiğini anlamaktan uzak, aktör genel başkanlar yüzünden de dünyanın hiç bir yerinde görülmeyen, tarihin hiç bir döneminde benzeri bilinmeyen bir sistemsizlikle başbaşa kaldık! Sistem diye dayatılan bu sistemsizlik curcunası içinde, devletin kurumları arasındaki insicâm- uyumlu gidişat bozuldu!
Siyâsi malzeme edilen din ve milliyetçiliğin genel başkanlarca kendi konumlarını korumak için malzeme edilmesiyle de; din de, milliyetçilik te, cumhuriyet te, laiklik te giderek millete yabancılaştırıldı veya millet bu kavramlara karşı güven yitirdi, duyarsızlaştı! Bu siyâsete ve kavramlara yabancılaşma ile başlayan- başlatılan özden kopuşu engelleyebilecek tek davranış kaldı:
Yeniden Türk Milliyetçiliği.
İki elin bir baş için olduğunu kesinlikle kabûl ederek, Türk olan her düşünceye bağrını ve sînesini açarak, "Ne mutlu Türk'üm diyene" düstûrundan korkan işbirlikçilerin bile bizden olduğunu unutmadan onları da kazanabilmek için gereken muhabbeti veya cezalandırma müesseselerini yasal olarak faaliyete geçirerek birliği sağlayacak bir milliyetçilik.
Devletle dinin barışık olduğu, devletin bütün dinlere ve din adamlarına eşit mesafede olduğu, okullarda tevhîd-i tedrisatın yeniden sağlanmasıyla gençlik arasında dinsel ve düşünsel ayrımcılığın en aza indirgendiği, devlete ve vatana sadık her bireyin etnik kimliğine bakılmaksızın lâyık olduğu her vatandaşlık hakkından istifâde ettirildiği, bütünleyen milliyetçilik...
Türk Milliyetçiliği, bir imparatorluk bakîyesi olan coğrafya da ve çok uluslu bir toplumda zor iştir elbette! Milliyetçiliğin bir zillîyet, bir soya mensûbiyet gerektirdiğinden hareketle dînci siyâsiler; "Üstünlük takvâdadır." öğretisiyle karşı çıktılar milliyetçiliğe! Sonradan ulusalcılaşmaya çalışan demokrat maskeli, milliyetsiz millîciler, ulusalcılar ise; "halklar, halkların kardeşliği, halkların eşitliği, halklara özgürlük" şeklindeki batı ithâli söylemlerle, millet yapısını gevşetmeye, millî bütünlüğü parçalamaya çalıştılar!...
Türk Milliyetçiliğinin Avrupa'da yüzlerce yıl yaşanan etnik- şövenist- ırkçı soy kırımlarla hiç benzeşmediğini, Türk Milliyetçiliği'nin hâkim olduğu hiç bir Türk yönetiminde ne soy kırımların, ne de asimilasyonların uygulanmadığını, anlatmakta geç kalındı! Atatürk'ün; çöken imparatorluk molozları içinden çıkardığı Cumhuriyet Devletini anlamakta ve anlatmakta geç kalındı!Atatürk'ün; "Ne mutlu Türk'üm diyene." şifre formülünün anlaşılması ve anlatılması, Alparslan Türkeş'in; "Onlar ne kadar Kürtse ben de o kadar Kürdüm, ben ne kadar Türk'sem, onlar da o kadar Türk'tür.", "Ne mozaiği ulan!" millî şifresinin anlatılması, engellendi!
Türk Milliyetçiliği'nin formülünün Orhun Anıtları'nda, tarihe yazıldığı, münevverlere saldırtılan batı düşünceli aydın(!)lar sâyesinde unutturulmaya çalışıldı! Orhun Yazıtları, dikkatle okunduğunda Kağanların, Türk kara kamağı'nın (hakların) rahat ve refahları için çalıştıkları görülür. Türk Kağanlar, açların ve çıplakların koruyucusudur. Halbuki ortaçağ Avrupasında, tekfurların, kralların, hatta şövalyelerin bile böyle bir gayreti ve düşünceleri yoktur.
Orhun Kitâbeleri'nde; "Üstte gök çökmedikce, altta yer delinmedikçe Türk Milleti; ilini, töreni kim bozabilir? Türk Milleti, pişman ol, kendine dön." şeklindeki tarihi uyarıda Türk Milliyetçiliği ülküsü, çok açıktır...
Orhun Kitâbeleri'nin 1889'da bulunuşuna kadar çoğu kimse, Türk Tarihi'nin Selçuklular'la başladığını zannederdi. Rus, Yadrintseff, bu anıtları bulduğunda, yazıları çözememiş; Cermenlerin, Macarların, Finlerin hatta Slavların atalarına ait olabileceğini söylemişti. Türkler'e ait olabileceği, kimsenin aklına bile gelmemişti. Danimarkalı W. Thomsen, kitâbeleri okumayı başarınca; Türk Milleti'nin müthiş bir belgesi, ortaya çıktı. Bütün Batı'yı hayrete düşüren bu gerçekle birlikte Avrupa'da Türkoloji çalışmalarına hız verildi. Bizde ise o günlere kadar hakaret anlamlı kullanılan Türk kelimesi, baş tacı edilmeğe başlandı. Nihâyet Atatürk; kurduğu Devletin adına ve kendi soyadına TÜRK dedi.
Türkler tarih boyunca, genel tarih akışına büyük etkiler yapan yüzden fazla devlet ve ondan fazla imparatorluk kurmuştur. Bunların içinde Türk adıyla kurulan ilk devlet Göktürkler'dir. Türk adıyla kurulan ilk devlet olması ve aynı zamanda tarihe Orhun Kitâbeleri'yle belge bırakılması özelliği ile Göktürkler Türk tarihinde bir ayrıcalığa sahiptirler. Orkun Yazıtları'nda en belirgin unsur olarak kuvvetli bir millet şuuru görülür. Bu yüzden Göktürkler, Türk tarihinde özel bir yer tutarlar. İlk defa Türk adıyla kurulan bu devletten 1178 sene sonra, Türk adıyla bir devlet daha kurulmuştur o da Türkiye Cumhuriyeti'dir. Atatürk'ün Bumin Kağan benzeri duygularla kendisinden çok çok daha evvel ve fazla milletini düşünmesi, istediği her yönetimi getirebilecek bir atmosferdeyken yönetimi tamamen millete teslîm edebilmek için Cumhuriyeti seçmesi, Türkçe bakıldığında, Türk Milliyetçiliği gözlüğü ile bakıldığında mânidardır.
Batıca düşünüp Türkçe konuşan, aydıncılık oynayan entellektüellere göre Göktürkler dönemi, Türk tarihinde önemsenmez ama Türk Milliyetçiliğinin düstûrlaştırılması, kendilerinden sonraki nesillere yazılı belgelerle türe ve türe bırakılması, dünya tarihinde ilktir. İlkleri yapmakla, ilkleri uygulamakla dünya milletleri rasında tek ve ilk olan Türk Milleti'nin devletçiliğini, batının asimilasyon ve soy kırımlarıyla meşhûr devletçiliği ile mukayese aşağılık kompleksinden ve kendi şanlı tarihine iftiradan başka bir şey değildir.
Milletiyle kopuk, tarihinden habersiz, taklitçiliği entellektüellik zanneden, bağımsızlığı özümseyememiş, şuur altları işgal veya ipotekli Dolma Kalemlerden başka bir davranış ta beklenemez elbette!
Yeniden Türk Milliyetçileri olarak hiç bir millet veya hiç bir ithal izmin etkisinde kalmadan; bütün sistemleri tanıyıp bilmek ve bu izm ve sistemleri Türk Türe ve töreleriyle mukayese etmek ve bu mukayesemizi görmeyen kör gözlere, duymayan sağır kulaklara sokmak zorundayız.
Siyâseten korkaklığın adını demokrasi, devlet olarak kimliksizliğin adını diplomasi koyan işbirlikçilere karşı, teslîmiyetçilere karşı, aşağılık kompleksine düşmüş biçârelere karşı, günümüz Ali Kemalleri olan "Dolma kalemler"e karşı çıkmak, bunlar hakkında milleti uyarmak ta Türk Milliyetçilerinin işidir.
Yaygın ve yandaş medyada, sayılı okurlarının olup olmadığı da sohbet götürecek gazetecilik oynayan kiralık meczûpları çıkararak küfürleşmelerini, program diye dayatarak beyin yıkama operasyonu yapan işbirlikçileri protesto etmek, veto etmek; onları izlememek-izletmemek, okumamak-okutmamak ta Türk Milliyetçilerinin işidir.
Başbakan'ın ürktüğü, korktuğu gazetelere saldırmasından rahatsız olmadan, aynı üslûp ve -eğer buysa- demokratik hakla millî düşünceye ters her yayını, programı ve Dolma Kalem'i millete ifşâ etmek Türk Milliyetçilerinin işidir.
Her sevginin olduğu gibi millet severliğin de bir sevdâ bedeli vardır. Milleti sevmenin bedeli fedâkârlıktır, milleti sevmenin göztergesi millî menfaatler uğruna bedel olarak candan vaz geçebilmektir.
Yiğitler kan dökmezse bayrak solar, can bedeli verilmeğe devam edilmezse devlet devam edemez. Sonuç olarak: Son Türk Milliyetçisi düşmeden Türk Milliyetçiliği Ülküsü yok edilemez, susturulamaz ve bir tek Türk Milliyetçisinin varlığı, Türk öfkesini, volkan gibi patlayarak faaliyete geçirmeğe yeter...
Bilenler zâten bilir, bilmeyenlere hatırlatmak ve öğretmek te tarih yapmakla mükellef Türk Milliyetçilerine düşmektedir ve bu görev acîlen ifa beklemektedir.
Önümüzdeki bin yılda da burada olacağımızı, burada olarak dünya nizâmına gereken katkıyı vermeğe devâm edeceğimizi, en sağır kulağın duyabileceği güçle, en kör gözün görebileceği renklilik ve latâfetle anlatmak, göstermek te Yeniden Türk Milliyetçiliği neferlerinindir.
Yeniden Türk Milliyetçileri;
İşiniz zor ama imkânsız değil, işiniz kolay ama boş verilecek kadar da rahat değil!...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: