Cuma, Mayıs 29, 2009

ZORUN SONU MUTLULUK...

Coşkun sular bir yerlerde durulur
Yeterki vardığı yeri düz olsun,
Gün gelir haksızdan hesap sorulur
Yeterki yerinde duran söz olsun...

Bilmeyene dardır dünyaca yerler
Elbette hamama girenler terler
Yağmurun adına bereket derler
İster bahar yağsın, ister güz olsun...(M.A.)

İnançsız-itikatsız, güvenmeyen-güvensiz, asayişsiz-huzursuz bir toplum olduk! Ne kimseye güveniyoruz, ne bize güvenen var! Aldatan aldatana, soyan soyana, söğen söğene, kıran kırana günlerdeyiz, adına hayat denirse!
Tahtaravalli ettiğimiz dünyaya binmiş inip-çıkıyoruz! Tahtaravalli dünyamızla yukarı çıkarken hafif biz, aşağı inerken ağır biziz!
Ağlayan da biz, ağlatan da! Aldanan da biz, aldatan da! Yoldan geçene küfreden de biz, yoldan geçeni tahrîk ederek küfrettiren de!
Bu kadar suskunluğumuz, bu kadar sessizliğimiz bu yüzden!
Ne seçilenden memnûnuz, ne de seçilmeyenden vaz geçeriz! Adına demokrasi denilen bir ithâl "izm"le tanıştık tanışalı böyleyiz! Batılılaşma adıyla taklitçiliğe soyunduğumuz yıllarda Namık Kemâl, bu yüzden; "Kimi görsek etekleriz/ Ne utanmaz köpekleriz!" diye feryâd ü figân etmiş!
Türk Atatürk, binbir emekle Cumhuriyeti ilan edip yönetimi, millete teslîm ettikten sonra, 1948'de Neyzen Tevfik;
"Sen şifâbahş sanma bu teşkilâtı
İlmi biz, halkı uyuşturmak için kullanırız." diye bu yüzden şikâyetlenmiş!
Eğer unutmasaydık, unutmadıklarımızdan gereken dersi alsaydık, üzerinde güneş batmayan bir coğrafyadan Anadolu'ya döner miydik? Kimden yana olduğumuzu belli etmeden, eyyamcılık yaparak her kesin bizden yana olmasını beklemek gafletine düşer miydik?
Kimleri yalnız bıraktıysak, onlar tarafından yalnız bırakıldık! Kimleri terk ettiysek, onlar tarafından terk edildik! Bizi terk ettiren de, kendimizi yalnızlığa mahkûm eden-ettiren de biziz!
Millet olarak tedâvisiz bir illete düçâr olduk. Toprağı vatanlaştırmak için yüzlerce yıl, milyonlarca can verip ırmaklar gibi kan akıttıktan sonra vatanlaştırdığımız yerleri yeniden topraklaştırabilmek için bağrımızda hainler icat ettik, kanla-canla vatanlaştırdığımız yerleri parayla satarak hem ceddimize ihanet ettik, hem de vatanı topraklaştırmaya niyet ettik!
"Yüzümüz yok bakacak kabrine ecdâdımızın
Tükürür çehremize zannederim tarihi!" derken Neyzen, bizi mi târif ediyormuş?
Vatanı bu kadar ucuzlatmak, milleti bu kadar hafifsemek, milliyetçilik maskesiyle halkçılık yapmak, demokrat maskesiyle bölücüleşmek, diplomat maskesiyle korkaklıkta zirve yapmak var mıydı?
Bu kadar açıkça yapılana, bu kadar sessizce seyircilik var mıydı?
Aklımızı başımıza toplamak zamanı! "Taş bitti inşaat paydos!" diyemeyiz biz. Vatanlaştırdığımız toprağı kazarak kerpiç yapıp inşaatımıza devam zorundayız. Hiç kimsenin ne kara kaşına, ne de taşına muhtâç değiliz! Ya Avrupa'dan öğrendiğimizi zannettiğimiz Polyanna rolüyle, sahte gülümsemeyle suratımızı kırıştıracak, ya da Ferhat'ça dağları delip mutluluğun zor yolunu seçeceğiz! Zorun sonu mutluluk. Ödülü, Şirin'imiz...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: