Salı, Kasım 24, 2009

ÖĞRETMENİM'İ VERİN!...

"Dünyaya bin kere gelsem, bininde de öğretmen olmak isterim." derdim çocuklarıma! Çocuklarım derken; acısıyla-tatlısıyla, ölümüyle-doğumuyla, cenâzesiyle-düğünüyle akıp giden hayat içinde; her sene, son sınıflarını uğurladığım, birinci sınıflarını uğurladıklarımın yerine koymağa gayret ettiğim, her yeni gelenin her gideni mutlaka arattığı Öğrencilerimden bahsediyorum...
Dostlarım bir öğretmen olduğumu bilirler. Benim de günüm vardı! Günün siyâsilerine öfkelenip öğretmenliğimden vaz geçtiğim, çocuklarımdan sessiz sedâsız kaçarak terk ettiğim ve aczim şeklinde yorumlanmasın diye içime ağladığım gün; yapmacık ve öğretmenle alay edercesine "Netekim Paşa" dayatmasıyla kutlanan günümü de, gönlümde defnetmiştim!
Ama her Öğretmenler Günü'nde de mutlaka öğretmenlerimi ve öğretmenliğimi yâd ederdim. Bu sene; hem kendim, hem kuşağım, hem de bizden sonraki öğretmenlere, en fazla da kendime öfkelenerek Öğretmenler Günü'nde sustum! Firâr ettim kendime, içimdeki öğretmenliğime!
Susmam gerekti! Çünkü utandım öğretmenlerimden! Çünkü "Ustamın adı Hıdır/ Elimden gelen budur!" kaçamağı sâdece öğretmene uymazdı! Uymamalıydı!
İlköğretim 7.-8. Sınıfları için yazılmış bir Türkçe Ders Kitabında okuma parçası olarak kullanılan bir şiirimde:
"Duygu mîmarıyım ben:
Saygının kaynağı,
Kaygının yok oluş durağı,
Seven-sevmeyen gönüllerde
Benim dalgalandıran Bayrağı..." demiştim öğretmence!
Yine aynı şiirimde:
"Kalem tutamayan minicik eller
Anneden başka söz bilmeyen diller
Benimle büyür dünyalar kadar.
Benim emeğimdir bütün oluşlar.
Ben sevdiririm cumhuriyeti,
Atatürk'ün ölmesine izin vermeyen,
İlkelerinden ödün vermeyen benim
Ben; Öğretmenim..." diye öğretmenlenmiştim!
Hızımı alamamış, coşkuma, hissiyâtıma, hamâsetime dur dememiş ve:
"Toprağı vatanlaştıran
Dünle bu günü kavuşturan
Bu günü yârınlarla yarıştıran benim,
Ben; Öğretmenim!..." diye Türkçe-Öğretmence nâra atmıştım!...
Bu sene sustum! Utandım çünkü! Çünkü ne emânetlere sâhip çıkabilmiş ne de emânetlere sâhiplik edecek evsafta insan yetiştirebilmiştik!...
Eğer bu gün huzûrsuzsak, eğer bu gün Atatürk'ün, ilkelerinin, Cumhuriyet'in yargılanmasına-sorgulanmasına seyircilik yapıyorsak, millet gözümüzün önünde halklara ayrıştırılıyorsa; ilkini 24 Kasım 1981'de, 'Netekim Paşa' zorlamasıyla kutlama(!)ğa başladığımız, millî ülkücülerle/idealistlerle, millî kanaat önderleriyle, arabanın ön tekerlekleriyle, öğretmenle alay edilen 'Öğretmenler Günü'ne katılmakla, kutlama komedilerine figûranlıkla bu günlere hazırlandık, anlayamadık ve suçluyuz!...
Her mesleğin bir pîri olduğunu, öğretmenliğin pîrinin Allah(c.c.) olduğunu çünkü Öğretmenin malzemesinin insan olduğunu hem unuttuk, hem de unutturduk! Hızlandırılmış 40 günlerde; öğretmenlik formasyonu almayan kimselere çocuklarımızı emânet etmeğe başlayan sisteme yeterince kafa tutamadığımız, öğretmence direnemediğimiz için zâten öğretmenlik vasfımızı da kaybetmiş veya 'Netekim Paşa'nın silahlarına teslîm olmuştuk!
Böylesi suçluların nesine lazım özel gün?!
Cüzdanı değil vicdânı, sînesinin sol yanı sevgi dolu olmayanların, gözü-gönlü zengin ve tok olmayanların, idealist olmayan, millî heyecanları olmayanların ne alâkası var öğretmenlikle ve öğretmen olmayan-olamayanların neyine lâzım özel gün?...
Ya bana öğretmenimi verin, ya da beni öğretmenime ki başaramadığım için çeksin kulaklarımı acıtan ama incitmeyen, eğiten muhabbetiyle!....
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: