Pazartesi, Eylül 06, 2010

"SÖYLE BANA, NEDİR SENİN CEVÂBIN?"

"Evet mi ? Hayır mı?/ Söyle bana nedir senin cevâbın?"
Sabaha bu şarkıyı mırıldanarak uyandım! Gençliğimizin çok tutulan bu pop şarkısı, rüyamdan mı taşındı sabahıma anlayamadım! "Evet mi ? Hayır mı?"
Öyle önemli bir soru ki aslında! Kimin hayatında aldığı bir "evet" veya "hayır"la bayram yaşanmamış, kıyamet kopmamıştır ki?
Hayat sürdüğü, insan var olmaya devam ettiği sürece bu sorulacak. Alınacak cevâbın üzerine kurulu bayramlar veya kıyâmetler de devam edecek...
Kuşağımızın değişmez özelliği çıktı gene ortaya! "Evet mi? Hayır mı?" sorusuyla uyandığım sabahımda romantikleştim nerdeyse!
Keşke romantikleşme şansımız bir daha olsa! Sevmek-sevilmek üzerine inşa edilmiş günün-günlerin içine; "Evet mi? Hayır mı?" soru hayalleriyle bir daha girebilsek! Ama bu aklımızla, bu tecrübemizle ve o yaşın romantizmiyle...
"Birinci 12 Eylül Kıyâmeti" öncesinin ülkücüsü ve devrimcisi, bu soru-cevabı yaşayamadık! Emsallerimiz sever-sevilir-sevişirken biz ülkücü ve devrimciler; adı -entellerce- ideal veya ütopik hayâl koyulan düşüncelerle kıyasıya savaştık birbirimizle!
Ülkücü ve devrimcilerin bu kıyasıya savaşını trübünden seyreden; "Savaşma seviş!" diyen solcularla, "Sokaklar yürümekle aşınmaz!" diyen sağcılar, oy saymışlardı bakanlıklar pazarlayarak! Camilerin mahfillerine, Anadolu'nun ücrâ kasabalarına-köylerine, varoşların en gizli sokaklarına saklanmış îmandan geçinenlerin derleyip topladığı bir kısım gençlik ise top koşturarak tarikatten cemaate akıncılıkta idiler!
Siyâsi hakemlik kursunu NATO'da tamamlamış, ABD'nin "Bizim çocuklar"ının çaldığı Hâkem düdüğü ile sokaklarımızdaki kıyasıya maç tehîr edilince karşılaşmıştık ilk defa bu soruyla; "Evet mi? Hayır mı?"
Demokratik Filistin Askıları'na, domuz bağlarına, gittikçe artırılan elektrik manyetolarına, el-ayak bağlıyken göz önünde aile efrâdına uygulanan demokratik tacizlere, falakalara-coplara dayanamayan bazıları; "Evet!" demişlerdi ama akıllarından, hayatlarından, bir daha hatırlamamacasına silerek bu kelimeyi! Ya da "Evet!" diyerek boyunlarını yağlı urgana uzatırken mektup bırakmışlardı, günü geldiğinde topçular okuyup ağlasınlar diye!
ABD'nin "Bizim Çocuklar"ının hâkemliğinde millete dayatılan "Birinci 12 Eylül'e Evet mi? Hayır mı?" sorusuna, % 98 gibi ezici bir çoğunluk "Evet!" demişti... Oylanan-onaylatılan 12 Eylül ve 12 Eylül'cülerdi!
Otuz koca yıl geçti aradan...
"Evet-Hayır" cevabını, demokratik işkencehânelerde veren % 8'in içindeki ülkücüler ve devrimcilerle; cami mahfillerinde, ücrâ kasabalarda, gecekondu mahallelerinin gizli köşelerinde palazlanan îmanlılar ve sosyetenin gözbebeği yerlerde entelce "savaşmayıp sevişenler" saf değiştirdiler! Lügatlerinden "Evet" sözcüğünü silmiş savaşçılarla, "hayır"dan nefret eden sevişmeciler, bir daha karşı karşıya ama kaleler değişik, otuz yıl sonra (half time) haftaym yapılmış sanki!...
Evet'çilerle Hayır'cılar arasında, yeni bir kıyasıya demokratik savaş yapılırken otuz yıl önceki top koşturanların, savaşmayıp sevişenlerin yerinde "Havet"çi bir grup var! Ya av köpeği gibi Kandil'de tüfekli Haçlı'nın yanında durarak, ya da kapı köpeği gibi yal verenin yanında durup kuyruk sallıyorlar!
Sosyete-entellik gereği, hayvanseverlik gereği çoğunun evinde bir köpek olan bazıları ise av köpeğinden ve kapı köpeğinden acayip korkar bir haldeler!
Çaresi var mı bu açmazlaştırılan dramatik komedinin? Elbette!
Bütün milletperverlik-vatanperverlik-halkçılık-milliyetçilik romantizmimizle kapı kapı dolaşarak, yıllar öncesinin müzik ve ritmiyle tek soru sormak: "Evet mi? Hayır mı?" Dilin zekâtının HAYIR söylemek, elin zekâtının HAYIR işlemek olduğunu hatırlatarak...
Bezm-i Elest'te "Kalû belâ: Evet dediler" tariflilerden midir şeytana HAYIR diyemeyenler?
TANRI TÜRK'Ü KORUSUN. TÜRK TE TÜRK'Ü KORUSUN.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: