Çarşamba, Temmuz 04, 2007

ASALET Mİ? EĞİTİM Mİ?

"Asli unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için izmihlal mukadderdir." Atatürk

Rahmetli Dedem'den dinlemiştim.
Hikaye bu ya!
Padişah; yabancı birisine etkili bir görev verecektir. Vezir itiraz eder. Bu şahsın, kendi milletlerinden olmadığını ve geçmişte bu şahsın sülalesi ile çok sert savaşlar yaşayıp onları öldürdüklerini anlatır. Bu şahsın, dedelerinin intikamını almak isteyebileceğini söyler. Padişah ise şahsın çok zeki olduğunu ve eğitilerek çok yararlı bir hale getirilebvileceğini iddia eder.
Bunun üzerine Padişah ve veziri; asalet mi yoksa terbiye mi üstündür diye iddialaşırlar.
İddia sertleşir. Padişah, terbiyenin, vezir ise asaletin üstünlüğünü savunmaktadır. Padişah, sonunda vezire:
- Sana kırk gün mühlet. Kırk gün sonra ben sana terbiyenin nelere muktedir olduğunu ispatlayacağım. Sen de asaletin üstünlüğünü ispatlamak zorundasın. Aksi halde kelleni alırım. Diye komut verip, kuralları belirledikten sonra toplantıyı kapatır.
Vezir; Padişaha yakın adamlarından, padişahın neyle uğraştığını öğrenir ve evinde istirahate çekilir. Her kes padiaşahın da, vezirin de imtihan gününe kadar çalışacaklarını zanneder. Padişah, harıl harıl çalışır ama vezir evde yan gelip yatar. Karısı, eşinin bu aldırmazlığına isyan eder;
- Vezirim, evimin direği, çocuklarımın babası! Bu ne haldir padişah kelleni almaz mı? Neden çalışmıyorsun? Diye sitem etmeye başlar. Ama vezir eşinin dediklerine de aldırmaz. Aynı vurdum duymaz tavırlarıyla istirahate devam eder.
Sayılı gün, çabuk geçer. Kırkıncı gün; hakemlik yapacak komite sarayda toplanır. Padişah ta yarışma salonundaki yerini alır. vezirden başka herkez orada hazırda, divandadır. kalabalık, fısıltıyla;
- Her halde vezir kaybedeceğini bildiği için kaçtı. Diye söylenmeye başlamışken, vezir salona girer.
Selam, sabah, hoşbeşten sonra Padişah;
- Seyret vezir! Diye seslenerek ellerini şak şak diye birbirine vurur. Kapalı kapılar açılır ve içeriye, elinde fincan dolu bir tepsiyle, bir kedi girer. Kediye ceviz kabuklarından ayakkabılar yapılmıştır.
Kedi çok rahat edalarla, misafirleri tek tek dolaşarak kahve ikram etmektedir.
Padişahın keyfine diyecek yoktur. Gözlerini vezire dikerek bu terbiye karşısında ne yapacağını izlemektedir. Kedi herkesin kahvesini dağıtır ve ev sahibi olduğu için en sona saklanan Padişaha doğru yönelir...
Padişah, vezire dik dik bakarak;
- Gördün mü vezir? Terbiye ile bir kediye neler yaptırılabiliyormuş! der. Vezir;
- haklısınız Hünkarım. Bekleyelim hele. Diye cevaplar.
Kedi tam padişahın kahvesini ikram edecekken Vezir, elini cebine sokar. Küçük bir mücevher kutusu çıkarark kapağını açar. Kutudan bir fare atlayarak kalabalığın arasına kaçar.
tam padişaha kahve verecekken bir fare gören kedi, kahve tepsisini padişahın üstüne fırlatarak farenin peşinden fırlar.
Bütün hazirun, iddiayı vezirin kazandığını anlamıştır. Vezir, çok edeplice;
- Siz de aslın nelere muktedir olduğunu gördünüz mü Hünkarım? Diyerek salondakilere toplantının bittiğini ilan eder.
Her ne kadar iddiayı vezir kazanmışsa da geleneklerinde padişahın yenilmesi diye bir şey yoktur.
Hikaye bu. Şimdi bu hikayeden, bu kıssadan hissemize bakalım ne düşer?
Allah(c.c.), köpeği kurttan korkmak üzere programlayarak yaratmıştır. Yani köpek, kurttan korkar. Zamanın hayvancılık yapanları; kurttan korunabilmek için "kurtçul" köpek elde etmeye çalışmışlar ve ortaya değişik değişik köpek cinsleri çıkarmışlardır. Kurt Köpeği de bunlardandır. Kurt ile köpeğin karışımıdır.
Kurt'un kurtluğunu, köpeğin köpekliğini yapması çok doğaldır. İkisi de ırklarının genetik gereğini yaparlar.
Ama kurt köpeğinin, ne zaman kurtluk, ne zaman köpeklik yapacağı hiç belli olmaz...
Kapılarında korunmak amacıyla kurt köpeği besleyenlere bir hatırlatmamız olsun diye yazdık bunu da!...
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN