Cuma, Ağustos 31, 2007

VURUN BENİ ÖLDÜRÜN !...

"Vurun vurun vurun beni öldürün!"
Kulağımda bir arabesk sanatçının hançeresini yırtarcasına sesi, aklımda sitem ettiklerimin içerisinden, sitemime asla muhatap etmediğim halde bana incinen dostlarım-ülküdaşlarım!...
Böylesine bir azap yok!...
Böylesine insafsızca, böylesine merhametsizce, böylesine canca görünüp düşmanca vurmak yok!...
Kime saldırdıysak önce haber verdik. Tedbirini al dedik. Sana saldıracağız dedik. Sebebi de şu dedik!...
Kime incindiysek, kime kırıldıysak, kime kızdıysak hemen açıkladık...
Doğru yaptığımıza inandık.
Doğru yaptığımıza inanıyoruz ve inancımızla yaptıklarımıza devam edeceğiz tabi!...
Orman kanunlarının geçerli olduğu; gücü yeten yetene tarifli, adaletin hissedilmediği, merhametin adaletle yarıştan vaz geçtiği, merhametlinin insafsızlaştırıldığı, zalimlerin mazlum tarifiyle iyice firavunlaştırıldığı, acayip bir zamana kaldık! Acayip bir zemindeyiz!...
Bu acayip zamanı ve bu acayip zemini biz hazırladık kendimize!
Ne ayaklarımız yerde, ne de nerede olduğu belli olmayan yerlerde ayaklar var!
Ayaklar baş, başlar ayak!...
Sürü; ters yöne çevrildi. Sürünün en önünde topal koyun var şimdi!
Demokrasiyi özlemek; benim gibi demokrat olmadığını defalarca söyleyene düştü! Boşuna; "Demokrasi, bilinen en doğru ikinci sistemdir." diye tarif etmemişler demekki!...
Ülküdaşlarımı savundum! Ülküdaşlarımı, haklarını gasp ettiklerine inandığım ülkü işgalcilerine karşı savunduğumu zannettim!
Savunduklarım daha fazla düşman oldular bana! Vurun beni!...
Taraftarlıkla, Dava Adamlığı arasındaki farkı ısrarla hatırlatarak tarif etmeye çalıştım. Bu kere de "Dava Adamı" zannettiklerim hasım ilan ettiler! Öldürün beni!
"Babam olsa yanlışını haykırarak tenkit edecek; düşmanım olsa doğrusunu naralar atarak alkışlayacağım." dedim. Ezildiğini zannetiklerim düşman ilan ettiler! Vurun, vurun, vurun beni öldürün!...
"Olur mu böyle olur mu
Kardeş kardeşi vurur mu?" diye sitem yüklü marşlar söyledik yıllarca ama Habil-Kabil kardeşlerin yaşadıklarını unutmak isteyerek...
Kardeşin kardeşi vurabileceğini, insanlık olarak yaşayarak öğrendiğimizi hatırlayınca, birbirine kıyamayacak değer oluşturan kavramlar geliştirdik. Dost dedik. Ülküdaş dedik. Yoldaş dedik.
Dost, dostuna; Ülkücü, ülküdaşına; devrimci, yoldaşına kıyar mı dedik. Dostumuz, ülküdaşımız, yoldaşımız üzerimize gönderilir oldu! Vurun beni, öldürün!...
Bu canı, hangi hasmımızdan esirgedik ki sizlerden sakınalım?!...
Bu canı, bir şeylere yararsa ne zaman ölümden sakladık ki, sizlerin işine yarayacaksa saklanalım?! Vurun beni, öldürün!...
Artık sizlere sitemim!
Artık sizlere kızgınlığım!
Artık sizlere, ölümüne saldırganlığım! Vurun beni, öldürün!...
Bu saldırımın adı, intihar saldırısı her halde!...
Kim ne sayarsa saysın!
Kim nasıl anlarsa, kim nasıl yorumlarsa yorumlasın, kim ne yapacaksa artık yapsın!
"Vurun, vurun, vurun beni öldürün."
Vatan parçalanıyormuş!
Devlet, çökertiliyormuş!
Sisteme karşı şer güçleri galip geliyorlarmış!
Başımıza çuvallar geçiriliyormuş!
Kerkük'te katliamlar oluyormuş!
Kıbrıs gidiyormuş!
Kanlar pahasına vatanlaştırılan topraklar dolarla, euroyla satılıyormuş!
Bir partinin atadığı adam Cumhurbaşkanımız oluyormuş!
O'nu cumhurbaşkanı kabul etmeyenler yurtlarından kovuluyormuş!
Bütün bu olanlara ne milletin, ne de devletin müdaheleye gücü yetmiyormuş!...
Bu kadar ezilmişlikten sonra, hala kahramanım diye nara attığını zanneden yenik savaşçılar varmış!
Bana ne beeee!
Yeter beeeee!
Geri durusam namertim!
"Vurun, vurun, vurun beni öldürün!"
TEVEKKELTÜ A'LALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: