Pazar, Nisan 19, 2009

BUYURUN DİPLOMASİYE!...

".... Mahmud Memmedguliyev, Babacan’a yaklaşarak kulağına bir şeyler fısıldamaya başladı. ... Ali Babacan, kendisine sert bir şekilde hitap ederek dışarı çıkması için kapıyı gösterdi. Beklemediği karşılık üzerine şaşkın duruma düşen ve morali bozulan Azerbaycanlı bakan yardımcısı sinirli bir şekilde oradan ayrılarak çıkış kapısı yerine tuvalet kapısından içeri girdi."
Azerbaycan Yeni Musavvat Gazetesi'nin duyurduğu haber!...
Arzuhalimizi Kars'a yazmak için gittiğimizde; Azerbaycan Başkonsolosu Hasan Sultanoğlu Zeynalov'la yaptığımız görüşmede; "Gardaşın gardaşa yapacağı yanlışın adı, tek kelimeyle ihânet olur! Kardeşlerimiz; emin olun ki sizin nereniz ağrıyorsa, bizim de oramız ağrıyor." benzeri bir şeyler söylemiştim ki bir Türk olarak bütün samîmiyetimle ifâde etmiştim duygularımı!
Gençliğimiz, Azerbaycan Türkleri'nin bize yazdığı ve seslendirdiği "Selâm Türk'ün bayrağına" ezgileriyle dopdolu. O yıllarda Sovyet işgâli ve zûlmü altında kimlikleri, inançları baskı altında olan Azerbaycanlı Kardeşlerimizin hürriyet mücâdelelerine destek verebilmek için, marşlaştırdığımız bu türküye biz de ilâveler yapmıştık:
Aşacağız taşacağız
Türk'ü Türk'e katacağız
Türk'ün şanlı Bayrağını
Moskovaya asacağız!.. Demiştik onlarca yıl... Önce Muhteşem Türk Atatürk'ün, sonra Başbuğ Alparslan Türkeş'in öngördükleri gibi Sovyetler dağıldı. Sovyet işgâli altındaki kardeşlerimiz bağımsızlıklarına kavuştuşlar. Azerbaycan'ın ilk Cumhurbaşkanı rahmetli Elçibey'le başlayan Türkiye-Azerbaycan ilişkileri, Heydar Eliyev zamanında; "Bir millet, iki dövlet" tarifini aldı.
Sonra demokrasi adındaki iç korkaklık maskesini ve diplomasi adındaki dış politika acziyeti maskesini takan siyâsilerimiz sâyesinde, bize hasret ve onlarca yıl bizim hasret çektiğimiz kardeşlerimizi incitmek için ne lâzımsa yaptık!
Diplomatlaşarak öyle korkaklıklar sergiledik ki Azerbaycanlı Kardeşlerimiz'i, esâretlerinden çıktıkları Sovyetlerin devamı olan Rusya'nın kucağına ittik bir daha! Böylesine kimliksiz-kişiliksiz ve adı demokrasi koyulan iç politikaya da; böylesine korkak-ürkek-kimliksiz-kişiliksiz ve adı diplomasi koyulan dış politikaya da en kibar söylemle; "Yuh!"...
Azerbaycan'lı şair Azaplı Mikail'in;
"Azaplı; o zâlim, zûlme 'nûr' deyir
Deryâlar üsdünde saray gur deyir!
Bir özge ses mene 'Durma vur!' deyir,
Sen deme, döğdüğüm öz başımıymış!" şikâyeti, bu günleremiymiş? Gene Goca Gartal Azaplı'nın; "Sazımın sesinde, şiirimin sözünde hep sizlerle beraberim. Türk Gardaşlarıma hoşbahtlık ve mutluluğ diliyirem." diye gönderdiği selâma mukabelemiz, Rus'un karşısında Azerbaycan Dışişleri Bakan Yardımcısı'nı kovmak şeklinde mi olmalıydı? Yapılanın adı da; "Diplomasi"ymiş! Böyle diplomasiye de en kibar söylemle "Yuh!"...
"Bir âfet, düz yoldan gaytarır meni
Ele bil dünyamdan goparır meni
Gördüm bir taşkın sel aparır meni
Sen deme, özümün göz yaşımıymış!"
Beyler! İçerde demokrasi, dışarda diplomasi adı verilen ithâl kavramlara sığınarak ta olsa kardeşin kardeşe ihânetinin mazereti ve savunması olmaz! "Bir millet, iki devlet" tarifli kardeşlerin arasını açmaya Ermenistan'la sınır açarak; ne AB'nin, ne ABD'nin, ne Rus'un, ne sizin, ne de hiç kimsenin gücünüz yetmez!
"Aşacağız, taşacağız/Selâm Türk'ün Bayrağı'na"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: