Çarşamba, Nisan 08, 2009

YARINLARA SELÂM!...

Kendimle hesaplaşmadayım günlerdir! Bütün ertelediklerim ve ertelediğim için asla telâfisi mümkün olmayan geç kalmışlıklarımı gördükçe kendime öfkem, kontrol ettiğimi zannederek gururlandığım nefsime yenilgilerimi bildikçe aczimi görüyorum!...
Oysa çok iri, hatta iriden de iri laflar ederdim! Kendimi, korkusuz ve yalansız diye tarif eder ve duruşumun, tavrımın bu târife uymasına gayret ederdim. Bilmeyenler, içimdeki tûfanları göremeyenler, tavrımı sever veya beni ukalâ diye tarifleyerek çeker giderlerdi!
Günlerdir kendimde değilim! Bir kara Çarşamba'da Erzurum'dan almıştım kara haberi! Berâber büyüdüğüm tek kelimeyle can yoldaşım, sırdaşım, arkadaşım, ülküdaşım Selâmi'ye gelmişti ecel sırası! Gözümün yaşını daha hizâya sokamamışken bir hafta sonraki daha kara, kapkara bir Çarşamba'da kara haber Maraş'tan geldi!
Belim kırıldı zannettim! Çolak kaldım, kötürümleştim zannettim! Yıllarca; "Yalnızken Allah'a sığınıp dik durmak, Türkçe durmak Ülkücünün işidir. Ülkücü yalnızlaştıkça Allah'a sığınır ve tarifsiz cesûrlaşır." derdim! Sonsuzluğa, "Sonsuzluğun Sahibi"ne ulaşmak için bir geçit olan hayat yolculuğunun yalnız yapıldığını bilirdim gûya! Bu sarp geçitte yalnızlığın, şans olduğuna inanırdım! Dertlerin tek çekilmesi, huzûrun paylaşılması gereğine inanırdım!
Tanıdıklarım hep öyle yaparlardı! Ülküdaşlarımın her biri, tek başına birer karakter deviydi. "Bana arkadaşını söyle..." el gözü terâzisine hep bu sîkletle çıkmaya çalıştım! Arkadaşlarıma benzemek için özel gayrette oldum hep! Sonsuzluğa, "Sonsuzluğun Sahibi"ne yolcu ettiğim her dostumda, her ülküdaşımda tünelin sonuna biraz daha yaklaştığımı, sıramın yaklaştığını hissederek sona yaklaşmanın huzûrunu yaşadım belli etmeden!
Bunlar, kendime uyguladığım züğürt tesellîlerimmiş! Yalnızlığa hazır değilmişim! Nefsime
hiç gâlip gelememişim Dostlar, Becerememişim! Ölümler elbette hep erken! Hiç bir ölüm vak'âsı güzel değil! "Ölüm kötü olsa, Peygamber(s.a.v.) ölür müydü?" diye hep kendi kendimi tesellî etmişim birilerini tesellî edeyim derken!
Hayatımda iki kere kendimi, elinden en sevdiği oyuncağı alınmış yaramaz çocuk gibi hissettim! Her ikisinde de yaramazlığım coştu kabardı ama çâresiz kaldım delice çırpınarak! "Başbuğ'suz ne yaparım?" diye ağladığımda Eşim; "Kalk! Bir teşkilâta falan git! Acını paylaş!" diye beni evden teşkilâtlarıma göndermiş ve gittiğim MHP İlçe Teşkilâtında acımızı paylaşarak hafifletmeğe çalışmıştık!
Bu sefer bir yere de gidemedim! Her kesin, yanlış duyum ve bilgi kirliliği içinde Türkiye'ye yayıldığı günleri, Ankara'daki Dostlarla telefonlaşarak evde tek başıma geçirdim! Acım ağırlaştı! Acım, gittikçe dayanılmazlaştı! Dünyadaki yalnızlığımı, çok net olarak fark ettim!
Her sevdiğim yeri, orayı bana sevdiren sebepler yok oldukça kara listeme alırdım yıllardır! Bir hafta önce Erzurum'u artık gitmemek üzere kara listeme almışken bir hafta sonra kara listemin başına Ankara düştü! Artık Ankara'ya da gidemem! İkbâl ve menfaat çatışmalarının en çirkinlerinin yaşandığı Ankara'da, Ankara'yı güzelleştiren sebebim, yok artık! Ankara'nın çok sevdiğimi zannettiğim bütün makyajı dökülüverdi! Artık Ankara'ya yabancıyım, Ankara bana birinci derecede gurbet! Atsız Hoca demiş ya;
"Od düşmüş yüreğime,
Söndür de derdine yan!
Muhannet yolu kesmiş
Çöldeki merdine yan!
Yarınlar kalleş dolu,
Mert olan her düne yan!..."
Özlemeğe başladığım, her geçen gün özlemimin katmerleşeceği dünlere özlemimle; kalleşlerle dolu yarınlara selam olsun gene de...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: