Çarşamba, Haziran 09, 2010

CEMÂL SÂFİ VE ŞAHSINDA ÇUKUROVA SANAT'A...

Sevgili Çukurova Sanat Dergisi ve bu Türkçe Dünyanın Türk Gönüllüleri;
Yaratılmışların en şereflisi yâni eşref-i mahlûkat insanın en belirgin özelliği aklı ve hemen peşine aklından kaynaklı eksikliğidir!
"Bu da ne demek?" diye itirazları duyar gibiyim.
Kur'ân-ı Kerim'de, Nisâ Suresi 28. Ayet'te; "İnsan zayıf yaratıldı." buyurulur. Gene Ahzâb Sûresi 72. Ayet'te; "Biz emâneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu çok zâlim ve çok cahildir." diye tarif edilen de eşref-i mahlûkat!
İnsan, aklından dolayı sorumludur. Deliler, sorumlu tutulmazlar. Diğer canlılar, hayvanlar, bitkiler de sorumlu değillerdir çünkü akılları yoktur. Akıllıların bir kısmı da akıllarını şeytâni kullandıkları, "çok zâlim ve çok câhil"ce davrandıkları için bu geçici dünya, yaşanmaz bir hal alır.
Eşref-i mahlûkat insanın bir başka belirgin özelliği ise eksikliğidir. Dikkat edilirse hayvanlar alemi, bir mükemmeller alemidir. Her hayvan, mükemmel bir yaratıktır. Ama her hayvan, bir tek işi mükemmel yapmak üzere mükemmel yaratılmıştır. Meselâ; arı, mükemmel bir yaratıktır ve mükemmel bal yapar. İnek, mükemmeldir mükemmel süt yapar. Balık mükemmel yüzer, kuş mükemmel uçar, örümcek mükemmel ağ örer, v.s. ...
İnsan ise bu ve daha bir sürü işleri yapar ama eksik yapar! Bal yapmaya niyetlenir reçel yaparız; süt yapmaya niyetlenir süt tozu veya benzeri eksik şeyler yaparız. Yani mükemmeli düşünür ama bir türlü başaramayız. Sebep, eksikliğimizdir.
Bendeniz bu tesbîtten sonra, bir ağabeyimden duyduğum; "Eksiğim varsa insanlığımdandır." cümlesine, "İnsanlığınıza sığınırım." sözcüklerini ekleyerek kullanmaya ve becerebildiğim kadarıyla uygulama gayretinde oldum. Söylerken kolay ama uygulaması öyle zor ki! Kime, nasıl, incitmeden eksikliğini söyleyebiliriz ki? Veya kimden, eksikliğimizi duyarsak nefsimize yenilmeden kabûl edebiliriz ki?
Yine de becerebildiğimce eksikliğimi kabul edip insanlığınıza sığınarak bir şeyler söylemeğe çalışacağım.
Eşref-i mahlûkat insana, eksikliğini fark eder etmez düşen görevler olmalıdır. Kendi eksikliğini fark eden insanın, bir diğer insanı eksikliğinden dolayı ayıplama, kınama hakkı olabilir mi?
Demek ki birbirimizin eksiğini ayıp sayarak aşikâr edip günahkâr olmaktansa, dinimizin de emri olan birbirimizin ayıplarını örtmeğe, eksikliklerimizi tamamlamaya niyet etmemiz gerek. Herkes en yakınında bulunan, en çok sevdiği insanın eksiğini, karşılık gözetmeden tamamlamaya niyetlenirse, zannederim o da karşılık olarak eksik tamamlamaya çalışır. Dolayısıyla birimiz birimizin, ikimiz üçüncümüzün, üçümüz dördüncümüzün diye halkayı genişleterek başlatacağımız bu eksik tamamlama gayretiyle doğruya, mükemmele yaklaşmayı becerebiliriz diye ümîd ediyorum.
Çukurova Sanat Dergisi'nde; birbirinden seçkin, elit, akıllı Türkle bir arada olmanın hazzını yaşarken, bu eksik tamamlama güzelliğinin de kolaylaşacağına inandım, heyecanlandım. Her gün yeni bir kalifiye ve kaliteli Türk'ün, köşesiyle, Çukurova Sanat Dergisi'ne verdiği güç ve güzellikle de ayrıca iftihâr ediyorum.
Beni bu dünya ile birbirinden seçkin düşünce ve duygu adamlarıyla buluşturan Tanrım'a ne kadar şükretsem, vesîle olan Garipkafkaslı Ağabeyim'e ne kadar teşekkür etsem az olur.
Çok önemesediğim bir konu daha var Dostlar;
Sevgiyle hak edilmiş cehennemi, ödül; sevgilisiz cenneti sürgün sayabilecek kadar sevgi ve sevda adamı Cemâl SÂFİ ustayı da dünyamızda görmekle ayrı bir şevk içindeyim. Cemâl Sâfi ustayı okuyarak, O'nun tercümanlığı ile duygularımızı kendi vicdânımızda sorgulayarak güzele, güzelliğe bir adım daha yaklaşacağımızı biliyorum.
Sevda Şairi Cemal Sâfi Usta ile bizzat tanışmanın da bahtiyarlığındayım. Usta'ya "Hoş geldiniz." dedikten sonra, izninizle bir de anımı paylaşmak isterim.
Ankara'da Cemâl Safi organizesindeki Şiir Geceleri ile hayatımız ışıldar, dünyamız ısınırdı. Ustanın mikrofona davet ederkenki nezih iltifatlarıyla, şiir dünyasının şair yürekleri hoşnut olurduk. 2004 Yılı Şubat ayında, Usta bir rahatsızlık geçirerek hastaneye yatmıştı. Duyan herkes gibi ben de geçmiş olsun diyebilmek için koşturmaya başlamıştım. Usta'ya ziyâretimde ne götürebilirim diye düşünüyorken aklıma, hastalığını duyduğumda duygulanarak yazdığım şiirim geldi.
Olabilir miydi?
Cemâl Sâfi gibi bir Şiir Devi'ne, şiirimi takdîm ukalalık olarak algılanabilir miydi?
Şair cesâretimle, "Ne olursa olsun!" diyerek şiirimin bir internet Kafeden çıktısını alarak gittim. Ya nezâketen, ya da gerçekten memnûn olmuşlar ve basılacak kitabında bu şiire de yer vereceklerini vadederek beni çok bahtiyâr etmişlerdi.
Buyurun Gönüldaşlarım:
CEMÂL SAFİ'YE
Bakanlar görmüyor, gören bilmiyor
Semâyı taşıyan çook direkler var,
Cana kıyılıyor cânan bilmiyor
Aşk'tan vaz geçmeyen pek yürekler var.

Îkrârını inkâr sayarlar, hâşâ
Ar ve hayâsını çalmamış taşa
Yerde yırtıcıya havada kuşa
Muhabbet besleyen tek yürekler var.

Sevenler yerine sevip bıkmayan
Leylâ'lıktan şımarmışa bakmayan
Cehennem saymayan, şeytan takmayan
Sevgi silahşörü dik yürekler var.

Hicran ülkesinde sevda ilinde
Hasreti durduran âzap selinde
Îmanı gönlünde, gönlü dilinde
Cemâl Sâfi gibi tok yürekler var.

Kızsın habersizler ahd-el vefâdan
Korkmadığı için dertten cefâdan
Felekle vuruşan dik Mustafa'dan
Sâfi'ye saygıyla denk dilekler var... 10 Şubat 2004-Salı/ Ankara

Tekrar "Hoş geldiniz Usta." Ve bütün Gönüldaşlarımıza da bilvesîle;
Selâm, sevgi, dua...

Hiç yorum yok: