Pazartesi, Mart 26, 2012

BÜTÜN BİZİMKİLER'E ...

Selâm ile...
Günlerdir Hayati Bice'nin, Lütfi Şehsuvaroğlu'nun "Bizim Muhsin" başlıklı yazısına cevâbıyla başlayan sohbete katılmak istiyordum. Nasip bugüneymiş...
.........
Bu memlekette üç cenâze vardır ki cezbeye toplanan yüz binlerin, cenâze namazında cemaat olmak, saf tutmak için yarışmasıyla tarihe vak'a olarak geçmiştir!
* Turgut Özal'ın cenâzesi,
* Başbuğ Alparslan Türkeş'in cenâzesi,
* "Bizim" sıfatlı Muhsin Yazıcıoğlu cenâzesi...
Bu üç kişinin üçü de, sağlıklarında peşlerinden götürmeyi başaramadığı uç isimleri, tabutlarının peşinden sürüklediler!
Türklüğün karakteri, İslâm'ın ahlâkı, mert düşmana saygıyı ister! Mert düşman, hasmından da saygı görür Türk'te dolayısıyla!...
Ölüm ve hastalıkla intikâmı ancak âcizler düşünürler!
Birinin ölümüne sevinecek kadar âcizlerin sohbetine bile gerek yoktur ama sağlığında hasımken ve hasımlığını saklamamışken ölümünde saygıyla tabutun peşine takılan hasımlara, en az cenâze kadar saygılıyım şahsen!
Sevgili Hayati Bice'nin, çok sevgili Lütfi Şehsuvaroğlu'nun; "Bizim Muhsin" başlıklı yazısına cevabî yazısıyla başlayan, başlatılan sohbete katılmak için iki kere oturdum ve yaklaşık iki saatte yazdığım -güya- yorumum, teknik acemiliğimden yok oldu! Bu yüzden sohbete katılamadım, düşüncelerimi Türkeş ve Yazıcıoğlu Severlerle sıcağı sıcağına paylaşamadım! "Hikmetine suâl olmaz." tevekkülümle önce kendime öfkelenip sonra şükr'ettim.
Bütün samîmiyyetimle söylemek isterim ki; bir şeyi anlamakta ve ifâde etmekte sıkıntı çekerim!
Tarihe şerh düşüp, gönüllerde kazanılması zor makamlar kazanan, yakın tarihimize kalın çizgilerle iz bırakıp dünyalarını değişenleri yani rahmetlileri, yani ölüleri yarıştırmak mümkün mü?
Hepimiz, bir ağızdan, aynı duâ ve niyâzlarla yalvarıp yakarsak Başbuğ Alparslan Türkeş'i ve Muhsin Yazıcıoğlu'nu geri getirmemiz mümkün mü? Onlara hayattayken -bir kaç müstesnâ kişi haricinde- sormaya cesâret edemediğimiz müşküllerimizi, yeniden dünyaya dönseler, sormamız mümkün mü?
Bunun mümkünâtı yokken hak dünyadaki, kişilerden sorularımıza cevap beklemek, akıl kârı mı?
Değilse neden rahmetlileri duâ ve iyi dileklerle ebedî istirahatgâhlarına terk etmeyiz?
-İnşallah haddimi ve kastımı aşmam- Yoksa ölüleri yarıştırmak, dirileri yarıştırmaktan daha mı kolay?!!!
Yoksa ölüler adına yalan söylemek, dirilere iftirâdan daha mı kolay?!!!
Ve bu kolay olmadığını bildiğim kolaycılıktan, yani ölüleri çekiştirip, ölüleri yarıştırmaktan nasıl bir çâre bekleniyor?
Tarihin hangi döneminde, dünyanın neresinde ve hangi sisteminde "iki ölüden bir diri" çıkmış?
"Önden Gidenler"in tamâmına, Şühedâmız'a, Başbuğ ve Bizim Muhsin'e ve Ülkü Şehitlerinin hepsine, bütün ülküdaşlarımın geçmişlerine rahmet dileyerek bu bahsi bir daha açmamak üzere şahsen kapatmak istiyorum!...
Onları sevâp ve günahlarıyla "Dîn Günü"ne kadar Allah'a emânet edip biz diriler, yaşayanlar kendimize bakmak; yaşayanlar arasında varsa rekabetlerde taraf olmak veya olmamak hakkımızı kullanmalıyız!
Daha fazla pejmürdeliğe, perâkendeliğe ne Ülkücü hareket'in, ne Milliyetçi Hareket Partisi'nin, ne de Türk Milletinin tahammülü kalmadı artık!...
***
Bir başka güncel konuya, Devlet-millet veya millet-devlet ilişkisine de değinmek istiyorum.
Avâm tabirle; ailelerden sülâle, sülâlelerden aşîret, aşîretlerden kabîle, kabîlelerden halklar oluşur.
Bu halklardan birinden çıkan, baskın karakterli bir lider; halkları bir araya toplar. Bu bir araya toplayışta, Orhun Kitâbeleri'nde ısrarla vurgulanan "Başlıya baş eğdirip, dizliye diz çöktürmek" işi yapılır.
Başlı baş eğip, dizli diz çöktükten sonra; yoksulu bay eden, çıplağı giydiren, açı doyuran bir sisteme ihtiyaç vardır. İşte bu sistemin adı, halkları bir araya toplayarak milletleştiren erkin kurduğu-kuracağı-kurabileceği sistemin adıdır devlet!
Devlet; zaten fazla araştırmaya gerek duyulmadan sadece burada arz ettiğim kuruluş safhaları gözönüne alınırsa görülür ki milletleştirilmiş halklara hizmet içindir!...
"Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan?" mantıksız çekişmesinin gereği var mıdır? Biliriz ki yumurtayı tavuk doğurur, yumurtadan civciv çıkar, eğer yaşar büyürse tavuk olur. Yani aileler birleşirse, sülâleler, aşîretler ve halklar birleşir, birleştirilirse millet tekâmül eder.
Milleti bir arada tutabilmek için de bir yönetim şekline, sisteme, yasal yaptırımlara ihtiyaç duyulur, işte bu yönetimin, sistemin adı devlettir.
Yeri gelmişken milliyet-milliyetçilik ve millet-milletçilik kavramlarına da değinmek gerek.
Milliyetçilik için bir aidiyet, kavmiyyât, illiyyet gerekir. Bu sonradan öğretimle falan olmaz! Bir insanın ana-babasını, kardeşlerini ve amcalarını, amcaoğullarını, sülâlesini sevmesi içgüdüsel bir davranış, DNA'sının genetik fonksiyonudur.
Bir kişinin; dîne, millete, devlete hizmet yarışında kendi etnik kimliği ile ortaya çıkması ve ırkı ile övünmesi, Hz. Peygamber tarafından da teşvik edilmiş ve bu hiç bir zaman yasaklanmamıştır.
Bu konularda, İlâhiyyâtçı Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI'nın "HZ. PEYGAMBER'İN HADİSLERİNDE TÜRKLER" adlı kitabını, ilgili herkese şiddetle tavsiye ederim.
Adı geçen eserden konumuzla ilgili ufak bir alıntı yapalım:
"Bu durum Asr-ı Saadet'te de insanların kafasını karıştırmış ve bunu Hz. Peygamber'e soranlar dahi olmuştur. Nitekim Surâka b. Cu'sûm bize şöyle demektedir; Hz. Peygamber bir defasında bize bir konuşma yaptı ve şöyle buyurdu: 'Sizin en hayırlınız kavminin zulüm ve haksızlıklarını destekleme gibi bir günah işlemeden kendi soyunu müdafaa eden kimsedir.' Buna benzer bir başka rivayet te bize ashâbdan Vâsile b. el-Eska'dan gelmiştir. Şöyle ki; Sahâbeden Vâsile b. el-Eska diyor ki: Bir gün Hz. Peygamber'e sordum: 'Ya Resulullah! Siz ırkçılığı yeriyor ve bu cahiliye davasını güdenler bizden değildir buyuruyorsunuz! Acaba kişinin soyunu sevmesi bir türlü ırkçılık mıdır? Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurmuşlardır: 'Hayır bu ırkçılık değildir. Ama kişinin zûlüm yaptığını bile bile kavmine yardımcı olması işte asıl ırkçılık budur.' " (Hz. Peygamber'in Hadislerinde Türkler, s. 160/ İbn-i Mâce, Sünen, no;3949, Ebû Dâvud, Sünen, no; 5119, Ahmed b. Hanbel, IV, s. 107, el-Heysemi, VI, s. 244, X, s. 294)
Demek ki haksızlık ve zûlümlerine ortak olmamak kaydıyla ırkını sevmeye Peygamberimiz'den bir yasaklama olmadığı gibi aksine teşvik var...
"Göklerin ve yerin yaratılmasıyla dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O'nun ayetlerindendir." (Rûm-22) Âyeti işâretiyle ayrı ten ve dilden yaratıldığımı Kur'andan öğrenip, ırkımı sevmenin de Hz. Peygamber tarafından teşvîk edildiğini görünce demek ki; milliyetçilik yapmamın dînime, Kur'an'a ve Peygamber'e muhalif hiç bir yanı yok!
Yani; Türk'üm, Türk Milliyetçisiyim diyebilirim hem de şükr'ederek...
Halkların oluşum seyrini yukarda arz etmiştim. Halkları bir araya toplayıp, dört yanda düşman bırakmadıktan sonra; "Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe Türk Milleti; senin devletini, töreni kim bozabilir? Yaşadıklarından nadîm ol Türk Milleti, kendine dön!" öğüdünü veren Ceddimiz'in ve; "Ne mutlu Türk olana" dese dînen bir mahsûru yokken; "Ne mutlu Türk'üm diyene." diye aynı milletleşme/milletleştirme formülünü sunan Muhteşem Türk Atatürk te aynı dilden, Türkçe konuşmuşlar.
Şunu biliyoruz ki; sütü kaynatırsak kaymak çıkar, milleti kaynaştırırsak devlet çıkar, halkların kaynaştırılıp karıştırılmasındansa anarşi çıkar!
Günümüzün yaşamaya mecbûr edildiğimiz sıkıntımız budur!
Bin yıldan fazladır; başlıya baş eğdirilip, dizliye diz çöktürülüp; yoksulu bay edilmiş, çıplağı giydirilmiş, açı doyurulmuş ve milletleştirilmilş bütünü; "halklar, halkların kardeşliği, halkların eşitliği ve halklara özgürlük" şeklinde tezâhür eden sol sloganları; "Mühim olan takvâdır." dîni kılıfıyla maskeleyerek bütünleşmiş Türk Milleti'ni 36 etnik halka ayrıştırmanın, asla kat'a millîlikle alâkası olmadığı gibi, dindârlıkla da alâkası yoktur!
Demek ki; "Türk'üm, Türk milliyetçisiyim; Türk Milleti'ndenim, Türk Milletçisiyim." demeye herkesten fazla övünerek hakkımız olmalıdır ve vardır.
Bir de Kutadgu Bilig'den bir hatırlatma yapalım:
"Hakan teb'aya isteklerini duyurur:
I- Yasalarıma uyun.
II- Verginizi ödeyin.
III- Dostumu dost, düşmanımı düşman belleyin.
İlk divan ve meşverette teb'a yani millet, Hakan'a cevabını verir:
I- Yasalarına uyarız ama âdil olursa!
II- Vergimizi öderiz ama gümüşün ayârını düşürmezsen!
III- Dostunu dost, düşmanını düşman belleriz ama can ve mal güvenliğimizi sağlarsan!"
Milletin devletleşmesi veya devlet kurması veya kurulan devlete tabi olması bu üç maddede özetle şifrelenmiştir. Bu Türk Devletçilik teâmülüdür. Bu millî teâmüle sadâkatle de Milletçilik ve Devletçilik yapmanın hiç bir mantığa tersliği söz konusu değildir...
Hülâsa;
İçimizdeki sıkıntılarımızı, eteğimizdeki taşları dökerek bir nebze de olsa soluklanmamıza sebeplik eden Hayati Bice ve ona yorumlarıyla katkı veren Sevgili Gültekin Öztürk, A. Rasim Sağ, Metin Bozdemir, Tuncay Demirbaş ve adını art niyetsiz hatırlayamadığım için adlarını zikredemediğim duyarlı bütün yüreklere Allah ve Türk Milleti huzûrunda teşekkürler ederim...
"....
Türk, Ulu Tanrı'nın soylu gözdesi,
Malazgirt, Bizans'ın Türk'e secdesi,
Budur insanlığa Hakk'kın müjdesi;
En güzel marşını vurmada Mehter
Ya Allah! Bismillâh! Allahüekber!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: