Cuma, Ocak 29, 2010

"NE DEVLET SENİN, NE DE EVLÂT!"

Bugün sadece iki kıssayı paylaşmak istiyorum. Birincisini daha önce paylaşmıştık, tekrar geldi içimden:
İmparatorluk makamına oturan Yavuz, devlet ve millet adına hayallerini gerçekleştirebilmek için kendi mesai ekibini kurmalıdır. Acil gereken atamaları yapabilmesi için en önce sadrazam ataması lazımdır. Fısıltıyla ilk divanda sadrazam atayacağını duyurur. Paşaların tamamına yakınında sadrazamlık hayal ve hevesleri başlar. Tamamına yakını Enderûnlu yani tahsilli olan paşaların içinde sadece Piri Mehmet Paşa, serhâdden serhâdde, gâzâdan gâzâya atılarak meydan başarılarıyla, îman ve bilek gücüyle paşadır. Divan günü sadrazamlık hayalleri ile hevesli paşalar, divan saatinden çok önce koşarak padişaha yakın yerlere otururlar. Pîri Mehmet Paşa ise divana bir kaç dakika kala gelir ve kapıya çok yakın bir iskemle bularak oturur. Koca Yavuz gelir. Selam-sabah, hoş-beşten sonra divanı açar.
- Bre Paşalar! Bir karara vardım, ne dersüz? Diye divanı ve meşvereti başlatır ama açıkladığı kararı devletin yüzde yüz aleyhine bir karardır! Sırasıyla paşalara kanaatlerini sorar. Her sırası gelen; "Muvafıktır Hünkârım! Çok doğrudur Hünkârım! Siz yer yüzünde Allah'ın sâyesisiniz hatâ yapmazsınız Hünkârım!" ve benzeri iltifat ve taltif bekleyen cevaplar verirler. Sıra Pîri Paşa'ya gelir.
- Sen ne dersün bre Paşa?
- Külliyen yanlıştır Hünkârım! Cevabıyla, divana bomba düşer! Gazâbı bilinen Yavuz hiddetle:
- Bre Paşa! Bizden korkmaz mısın? Bilmez misin biz kelle alırız? Diye kükrer.
Pîri Mehmet, hemen hemen aynı edâ ve tonlamayla:
- Hâşâ Hünkârım! Yüreğimizi Allah korkusu öylesine kaplamıştır ki başka bir korkuya asla yer yoktur! Ve Pîri Mehmet Paşa sadrâzamdır...
Her yönetim değişikliğinde, bu kıssayı hatırlatır ve; "Bu milletin içinde Pîri Mehmet'ler her zaman vardır. Allah, Pîri Mehmetleri görevlendirecek Yavuzları çok aratmasın." duâmı tekrarlarım.
İkinci kıssamız:
Şehzâde Bayezid, babası Kânûni'ye baş kaldırır, isyân eder. Kânûni öncelikle aileden saydığı damadı Rüstem Paşa'yı çağırarak akıl danışır. Sultanın, en kudretli oğlu Şehzâde Mustafa'yı yanındaki çadırda boğdurduğuna şahit olan Rüstem Paşa; "Sefer Hünkârım!" diye düşüncesini açıklar. Kânûni, derin bir iç çeker; "Seni akıllı zannedip aileye damat yapmıştık Paşa! Eh, sen de haklısın! Ne devlet senin, ne de evlât!" der...
Devletin yukarılarındaki poker restleşmelerini, millet burnundan soluyarak izliyor! Kraldan fazla kralcı yalakaların, "dolma kalemler"in yöneticileri tahrîk ve dolduruşlarını da ibret ve hayretle seyrediyor!
Milleti tebaalıktan özgür bireyliğe terfi ettiren sistem ve sistemin bânisi sâyesinde yirmi yıl önceki delik ayakkabısını unutanlar, evlâtlarına gemicikler alabilenler, bütün aileyi müstakil villalara taşıyanlar, bir aradaki aile villaları bahçesine helikopter pisti yaptıranlar ve haftalardır kara kışa, Ankara'nın soğuğuna rağmen ekmekleri ve evlâtlarının istikbâli için aç bî-ilaç demokratik direniş haklarını kullanan Tekel İşçilerine; "Ben tüyü bitmemiş yetimin hakkını da orada durarak, oturarak kimseye yedirmem!" diye ahkâm kesenlere de milletin; "Eh! Sen de haklısın! Sendika da senin değil, fabrika da, işçi de, Devlet te!" diye söylendiğini hatırlatmak bize düştü!
İkinci Cumhûriyetçilere, Yeniden Osmanlıcılar'a, Atatürk ve kazanımlarıyla hesaplaştığını zannedenlere, bir Osmanlı darb-ı meselini de hatırlatalım:
"Tîz-i reftâr olanun, pâyine dâmen dolaşur!" (Hızlı yürüyenin etekleri ayaklarına dolaşır.)İnşallah kıssadan hisse dönemi de değişim-gelişim sürecinde sona erdirilmemiş olsun!
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: