Çarşamba, Ocak 06, 2010

"SESSİZ GEMİ" YOLCULARINA...

Bu da kendimle sohbetim! Bu, kısalığını anlayamadan bitecek olan ömrümde; bu, bu kadar yıldır sür'atini hep şaşırarak izlediğim zamân içinde, her sıkıştığımda yaptığım gibi gene kendime firârım!...
Her vakitsiz çaldığında olduğu gibi sabahın alaca karanlığında telefonum beni kötü bir haberle yüzleştirdi gene! Baba yurdumuzda, köyümüzde, Ata Ocağımızı tüttürmek düşüncesiyle sülâleyi temsîlen köyde kalan kardeşimizin ölüm haberini almıştım... "İnna lillâhi ve inna ileyhi raciûn."
Emr-i Hakk ile bir daha canımdan bir can koptu. Bir daha; "Dünyada ölümden başkası yalan." gerçeği ile yüzleştim. Yere yurda sığmayan, ipe sapa gelmeyen insanlığımın aczini bir daha yaşayarak âlemleri içinde var edip bütün kâinatı içinde barındıracak büyüklükteki, yumruk kadar kalbe sığan, şekilden ve yerden münezzeh Ol Yüceler Yücesi ile olabilmek, Allah'ıma sığınabilmek ümîdimle, târifsiz beşerî paniğimle, "Ve tevekkel a'lallah" (Vekil olarak Allah yeter- Ahzâb-3) diye ikrâr ederek bir daha kendime firâr ettim...
İnsanlığımdan korkup, insanlığımdan kaçıp insanlığıma sığındım Allah'ımdan yardım dileyerek...
İnsafsızlığının farkında olmayan insafsız zamanın, günümüz şartlarının, teknoloji ve geçim gâilesinin el ele vererek darmadağın ettiği, dört bir yana savurduğu aile bireyleriyle, sülâlemle, dede-baba komşularımla, mecbûren bir daha toplandık.
Demek ki hayda, vayda, toyda bir araya gelmek geleneğimizi muhafaza ediyoruz hâlâ! Demek ki hâlâ aileyiz, sülâleyiz, akrabayız, komşuyuz hamd ü senâlar olsun...
Bazen toy'da erteleme olabilir. Toya katılamamanın ma'zereti olur ve kabûl edilir. Cenâzenin yâni vay'ın ma'zereti yok! Vayı paylaşmayana, aile ferdi tarifiyle aile efrâdının canının yanan yerine elini koyamayan, canının acıyan yerinde sülâlesinin elini hissedemeyenlerin halini tarife, imkân yok! Ömür boyu yalnızlığı seçmiş, ömür boyu yalnızlığa mahkûm olmuş veya edilmiştir o! Sözün söz hükmünü kaybettiği hâl bu işte! Sözün çâresiz kaldığı, insanın kendine bile anlatamadığı veya anlattığını anlayamadığı, beynin düğümlendiği, aklın iflâs ettiği, bütün hissiyâtın canının yandığı hâl, bu işte! Ve bütün zorlardan daha zor!
Kaçanın kurtulması, kovalayanın yakalaması mümkün olmayan; kaçanın da kovalayanında attığı her adımda, soluduğu her nefeste sona yaklaştığını anladığı hâl bu...
Bu ecel...
Bu ölüm...
Bu yok oluş diye târif edilen sonsuz hayâta başlangıç... "Bir çok gidenin her biri memnûn ki yerinden/ Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden." diye târif edilen "Sessiz Gemi"nin yolcularından dönen olmadığı için sonsuz hayatı merak edenler, sayısız!...
Sessiz Gemi ile yolcusunu gönderen her kesin dileği, gönderdiğini Cennet'e yolcu etmek ama; "Her kes odununu kendi götürür." tarifli yere göndermek te var Allah korusun...
Kimin nereye gideceğini sadece Ol Yüce Rabbim biliyor. Bir de sonsuz yolculuğa çıkan da biliyordur her halde. Her yolcu yakınının aklına o gün, kendi odununu götürüp götürmeyeceği gelir. Korku başlar! Her kesin kendi içinde, vicdânında kendini yargılaması başlar! Çârenin çârelikten çıktığı, insân irâde ve aklının çâresizleştiği bu anda, O'na sığınmaktan başka yol kalmaz.
Öyle bir hikmet, öyle bir mûcizeki bu; göklerin, yerin ve dağların kabul etmediğini kabullenerek cahilliği, zalimliği kabullenen insanın Yaratıcıya teslîmden başka çâresinin kalmadığı bir hâl bu...
Bu îmansıza göre yok oluş; îman ehline göre sonsuz hayata gerçek doğuş...
Yâni bu, ecel! Yâni her fâninin tadacağı ölüm bu...
"VE TEVEKKEL A'LALLAH"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: