Perşembe, Şubat 25, 2010

"DUYANLARA, DUYMAYANLARA..."

Ben devletim, devlet benim.
Devletin bütün kurumları benim. Asker benim, ordu benim; ben askerim, ben orduyum! Savcı benim, ben savcıyım! Yargıç benim, ben yargıcım! Polis benim, ben polisim...
Ne devletimden, ne de hiç bir kurumumdan vaz geçmem, geçemem...
Askerimden de vaz geçmem, PeKaKa'lı piçlerin taşları karşısında korunmasız bırakılan polisimden de! Şehîdimden de, gâzimden de, emekli veya muvazzaf paşalarımdan da vaz geçemem! Vaz geçersem kendimi inkâr ederim, kendimden vaz geçerim!...
Kim, kime ne anlatır, ne öğrenir, ne öğretir ilgilenmem çünkü on bin yıldır gözümün önünde yükselen, batan, tarihin tozsuz raflarına terk edilen medeniyetleri izleyerek, bütün düşmanlara inat ayakta kalmış bir millet olarak ve tecrûbelerimden hareketle sadece öğretmekle mükellef olduğumu bilirim.
Tarihi kim, nasıl yazarsa yazsın, kim gönüllü kâtip olursa olsun; tarih benim, ben tarihim...
Tarihe dolgu malzemelerini istersem konu ettirecek erkim, Türk'üm ben...
Oğuz Kağan’ın; "Yoksulluk suç olsun. Hiç bir Türk ilinde fakir insan olmasın." töresel türesini, İslâmla teşerrüften sonra; "Komşusu açken tok yatan bizden değildir." şeklinde düstûrlaştırmış; îmanlı, teâmüllü, devletli milletim ben...
Devlet-i Ebed-müddettir benim doktrinim.
Dört yana akınlar yapan, başlıya baş eğdirip dizliye diz çöktürüp halkları toplayıp "budun"laştıran tek Milletim. Hakları milletleştirdikten sonra yoksulu bay etmek, açı doyurmak, çıplağı giydirmek birinci işi olmuştur Hakanlarımın...
Tuvaleti bilmeyen, banyoyu bilmeyen, ceddimin altında yıldırım hızlı atı, elindeki çelik kılıcı, çelik uçlu oku, güçlü yayı görünce aklını yitiren, ilkel Avrupa derebeylerinden, fedai şövalye sapıklarından bir şey öğrenmeğe niyetlenenler, öğrenseler öğrenseler içerdeki acziyetin adı demokrasiyi, dışardaki acziyetin adı diplomasiyi öğrenirler! Taşıma suyla değirmen dönmez!
Bu öğrendik zannettikleri ithâl uygulamalarla da serçe gibi zıplamaktan, serçelere akıldânelik vermekten öteye gidemezler bu taklitçiler!
Devlet-i Ebed-müddet tavrımla, yönetimde hata yapanların hatalarını düzeltmek te benim işim! Ben milletli devletim, devletli milletim. Dîni siyâsi malzeme edenlerle de, milleti ordu ile tehdîdi düşünenlerle de mücâdele benim işim! Hiç birinden vaz geçmeden, hiç birini ötelemeden, benim hatalılarım diyerek, hatalarını düzeltmek, suçlu duruma düşmelerine mani olmak ta benim işim!
Çünkü devlet benim, ben devletim. Çünkü ben, töreli-türeli bir milletim.
Bana akıl vermeğe niyetlenen ağzı salyalı müttefik(!)lerimiz de, ben de biliriz ki kaç kere gelmişlerse; "Geldikleri gibi giderler." inancımla, sayılarını azaltarak göndermişim! Burada canlarını alarak kalmaya mecbûr ettiklerime de hürmette eksik etmemişim. İşbirlikçiyle, çaşıtla, hainle ilk ve son tanışmam değildir yaşadıklarım bilirim! Kaç Haçlı saldırısını, tek karşılamış, geri püskürtmüşüm tek başıma bütün dünya müslümanları adına...
Esîr ve onursuz yaşamaktansa elde silah ölmeyi yeğlemişim! Kırk kişiyle Çin sarayını basarak Kürşad'laşmış, 253.000 kişiyle Çanakkale'de "Çanakkale Geçilmez" diye destanlaşmışım, kurallaşmışım... Benden başka ölümü öldürerek dirilen, öldükçe çoğalan millet var mıdır?
On binlerce yıldır beni öldüremeyen her yaradan sonra daha güçlenerek kalkmışım...
Bütün bunları birilerine, birilerinin işbirlikçilerine, din tacirlerine, Atatürk pazarlamacılarına, milletin değerlerinden habersizlerin tamına uyarı niyetli hatırlattım.
Tekrâren; devlet benim, ben devletim, ben Türk'üm Türk Milletiyim...
Hafızam da güçlüdür, bana ve tarihe kâtiplik eden gönüllülerin defterleri de...
Unutanlara öfkemi ve buna muhatap olacakların başına gelecekleri hatırlatmaya çalıştım.
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: