Cuma, Temmuz 09, 2010

YEMÎNİN NÂMÛSU...

Bir zamanlar "Kerhâneci Kabadayılar" varmış. Bunların yaşam bölgeleri genelevler ve civarıymış. İstanbul'da Karaköy, Ankara'da Bent Deresi, İzmir'de İki Çeşmelik, bilmem nerde bilmem nereler... Bunların, sermâye bir dostları olur, o kadıncağızın gün boyu bedenini satarak kazandığı paradan aldığı hissesini, bu kerhâneciler alır ve lüks arabalara biner, büyük kumarlar oynar, kumar veya kerhâne nâmûsu kavgaları yapar, mapusa girer çıkarlarmış. Hayatlarını yarasa misali gece yaşadıkları için toplumla pek ilişkileri olmaz ama tanınırlarmış. Osmanlı'nın son dönemlerinde Devlet Otoritesi boşluğundan faydalanarak nâmlanan, adlarına romanlar yazılan, filimler çekilenleri ve onların devamlarından bazılarının, çok yakın geçmişimizde "Baba" sıfatıyla yaşadığını da hatırlarız! Millet, bunlarla dalaşmaktansa etrafı dolaşmayı tercih ederdi. Çünkü bunlarla her hangi bir ilişki toplumda insanı bir anda pezevenk edebilirdi!
Bu kerhânecilerin, nâmûs kavgaları olurmuş! Evet nâmûs kavgaları! Sermâye kadına, gün boyu güzelliği ve cilvesiyle orantılı sayıda kişiyle yatan Dost'larına, bir başka dost sahibi yanlış yaparsa yâni yan bakarsa, ölümlü kavgalara neden olmuş! Bu kerhânecilerin, birlikteliklerini 'Dost masası'nda ilân ettikleri, sayısız erkekle yatan kadın, bir başka pezevenge bakmaz, dostuna sâdık kalırsa, "Nâmûslu"; güzel ama beceriksiz, müşterisi az olan sermâye ve dostu varken bir başka dostlu sermâyeye yan bakan kerhâneci de 'nâmûssuz'muş!
Özetle; bedenlerin pazarlandığı bu nâmûssuz ortam da; "Pezevenkliğin de, o...puluğun da bir nâmûsu var!" diye yazısız, katı bir kural varmış!
Nâmûsun, karakterin pazarlandığı bu nâmûssuz ortamın bile nâmûsu-kuralları varken, bu diplomasi denen illetin, demokrasi denen ithâl meretin nâmûsu yok mudur? Bunlar da mı; "Bir çift kadın memesine vatan verebilecek" kadar enteldirler? Binbir yemînle, yalan vaatle milletten oy alıp Meclis'te kürsüden canlı yayında edilen "nâmûs-şeref" yemîninin yemînliği, yemîni ihlâl etmenin bir yaptırımı yok mudur?
Meclis'teki yemîni unutup Devleti, sınırları ve sistemi korumakla görevli Ordu'yu intikamla tehdît eden dokunulmazlara; "Ya yemînine sâdık kal, ya da dağa git!" diyen Genel Kurmay Başkanı'nı; "Dağa çıkarız, hesâbını sorarız!" diye pankartla tehdît ettiren karakter fukaralarına bir yaptırım yok mudur?
Kerhânenin, kerhânecinin, pezevengin, o...punun nâmûsu tarif edilmiş, bu tarife uymayanlara uygulanan yazısız katı yaptırımlar varken; demokrasiyi, diplomasiyi, cumhuriyeti, evrensel insan haklarını, yasaları ihlâl eden, bu yalancı yemîncilere, milletten aldıkları maaşla millete kurşun sıktıranlara, yedikleri kaba pisleyen nankörlere bir cezâî yaptırım yok mudur?
Nâmûslunun, yasalara saygılının, Devlete sâdıkın teröristlerce, demokrat bölücülerce evlerine hapsedildiği, suçlu cenneti bu demokratik cumhuriyette; bölücüye, askeri-polisi kahpece kurşunlayana, Meclis'te, Diyarbakır'da külhanca siyâsilerin şahsında hükümete, hükümetin şahsında Devlet'e 'has...tir' çekenlere bir yaptırım yok mudur?
Kerhâne dünyâsı kadar nâmûsu yok mudur bu siyâset dünyasının? Yeraltı dünyasında; "Kumar borcu, nâmûs borcu"dur da siyâsette yemîn nâmûs borcu değil midir?
Saf aile kızlarını kandıran veya kaçıran kerhânecileri takip eden nâmûslu kişiler, bir yerde kıstırıp bunları itlâf eder, aldıkları cezayı da; "Nâmûs belâsına gardaş yatarız zından bizim." diye destanlaştırırlardı!
Hükümet eden siyâsiler! Artık anladık ki söz'den çekinmiyorsunuz! Çünkü söyleyeni geceyarısı yasalarıyla derdest ettirip susturabiliyorsunuz! Ama söylentilere dikkat etmenizi öneririz ! Söylentinin, rivâyetin sahibi yoktur ama sahipli sözden daha etkilidir ve daha sür'atli yayılır! Kars'taki söylenti, beş dakika sonra İstanbul'da, İstanbul'daki Hakkâri'dedir!
Söylentiye göre de yemînine sâdık kalmayan siyâsilere millet pek kızgın ve bu ortamda referandum yapılacak! Yapılsın! Millete kulak vermeyene millet, yapacağını söylüyor-söyleniyor vesselâm!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: