Salı, Nisan 03, 2012

ON BEŞ YILLIK YARAM, ACIYOR!

Zaman, yaraları kavlatmaz mı? Kavlayan yara, iyileşmenin işâreti olarak daha az acımaz mı?
Yoksa bendeki, yaradan başka bir şey mi?
Bir fânînin, ölümü tadarak sonsuzluğa gitmesiyle açılan hasret yarası, on beş yılda kavlamaz mı? Yürek yakan bu hasret, on beş yılda soğumaz mı?
Çoğunun bilerek veya bilmeyerek yaptığı gibi akla, mantığa ve dîne ters davranmayacağım! Ne Başbuğ'a mektup yazacak, ne de kimseyi akla, mantığa ve dîne ters bir şekilde Berzâh Âlemi'ndeki Başbuğ'a şikâyet şirkini yapmayacağım!
Becerebildiğim kadar hasretimi ifâde edecek, özlemimi söyleyeceğim!
On beş yıldır Başbuğ'suz, başsız; Türkeş'siz sanki millî güneşsiz kaldığımı, serseri mayın gibi dolaştığımı, dokunduğum yeri incitip, dokunduğum yerimin incindiğini anlatmaya çalışacağım!
On beş yıldır, canım yanıyor!
Gâm, keder, sıkıntı, ezâ paylaşılınca hafifler diye duymuştuk! Benim acımı paylaşan mı çıkmadı? On beş yıldır ben gâmımı, mâtemimi tek başıma mı çektim ki Başbuğum'u, özleyen canım bu kadar acıyor?
Dindârların kindârlık yarıştırdığı, Allah ile aldatmanın ilm-i siyâsetten sayıldığı, Müslüman bir Başbakan'ın BOP Eş Başkanı göreviyle Müslüman ülkelere bombalı demokrat(!)lık sergilediği; adamcılığın, genel başkancılığın, yandaşlığın "şeyhi uçuran mürîtler"i kıskandırdığı bir akıl tutulması çağındayız!
Yalancılığın, takîyyenin, mürâîliğin, dönmenin-dönekliğin, terk etmenin, şahsî menfaât uğruna olmadık şeref tavizleri vermenin, eskimenin-eskitmenin, özetle kurnazlığın akıllılıkla dolayısıyla îmanla yer değiştirdiği insâfsız bir zamandayız!
Milleti, milliyeti, milliyetçiliği; Allah katında tek kişilik ve şahîdi olmayan "takva" ile reddetmeye çalışan din tâcirlerinin, îman karaborsasındayız!
Kimin, kime, ne zaman, niye, kızdığı veya kızacağı belli olmayan; kimin, kime, ne zaman, kimin çıkarına destek vereceği, tahmîn bile edilemeyen; bütün milletin halklar diye etnik kökenlere ayrıştırılarak oluşturulan karmakarışık bir ortamdayız ve bu ortamın adı, huzûr, istikrâr!
Karmaşanın, kaosun, anarşinin egemen olduğu, devlet erkinin yok edildiği ve adına "ileri demokrasi" denilen bir teslîmiyet dönemini "Huzûr ve istikrâr" diye zorla yaşıyoruz!
Haçlı AB ve Haçlı silahşörü ABD istiyor diye, dokunulmazlaştırılıp Gâzi Meclis'e alınan bölücü, şöven PKK'lıların; valileri, emniyet müdürlerini, güvenlik güçlerini; "Evlerinden çıkmasınlar!" diye tehdît ettiği; on yıl öncenin "Üstün Hizmet Madalyalı" millet evlâtlarının, "terör örgütü" kurmakla suçlanıp cezaevinde tututklulukla cezalandırıldığı nankör bir süreçteyiz!
Benzer ortamlarda; "Yanlış yapıyorsunuz! Akıllı olun! Gerekirse kan dökeriz! Ne mozaiği ulan!" diye kükreyen yetmiş yaşın üstünde, Başbuğ heybetiyle duran Türk Bilge'yi özlüyorum!
Kadrosunun fire vermesine öfkelenip, yetmiş yaşına rağmen; "Gerekirse ortaokullardan bir daha başlarım!" diyen inançlı, irâdeli Türk Bilge'yi özlüyorum!
1978'in imkânsızlıklarıyla milyonları Ankara'ya toplayan; "Gerekirse kırk beş milyonu, Tandoğan'da yürütürüz!" diye gök kubbeyi patlatan cesûr siyâsetçi Türk Bilge'yi özlüyorum!
Ne kadar empati yapsam, ne kadar kendimi iknaya çalışsam; Türk Milleti ve Devleti'nin başına musallat olmuş AKP kaosuna; "Parçalanır, dağılırsa kaos olur!" tedbîr(!)iyle yaklaşanı, O'nun yerine koyamıyorum!
Özleyen yerim acıyor! Yüreğim, gözlerim kan ağlıyor ve bu hâlim artarak devâm ediyor!
Ömrümün otuz yılını "Türkeş'li Türk Milliyetçiliği"nin müthîş coşkulu atmosferinde yaşamayı nasîp eden Tanrım'a şükr'ediyor, Başbuğum'a ve cümle "Önden Gidenler"e rahmetler diliyor, bir "Kara 4 Nisan"da yine hasretimle kanayan yaramla kendime firâr ediyorum vesselâm!...
SÜVÂRİLERLE JOKEYLER YARIŞTIRILAMAZ!
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: