Pazartesi, Nisan 30, 2012

TANIŞALIM !...

Kimseyi savunmayacak, Türk Milletinin, mütedeyyin müslümanların hâricinde kimseye fedâiliğe de soyunmayacağım!
"Kork Allah'tan korkmazdan!" darb-ı meseline uymayarak, Allah korkusundan başka korku bilmeyen yüreğimle Allah'tan korkmazlara diklenerek dikileceğim!
"Yahu! Siz kimsiniz?" diye sormuşsunuz birilerine! Ben cevap vereceğim onlar yerine; "Yahu! Sen kimsin?"
Firâvun musun? Nemrût musun? Neron musun? Muâviye misin? Yezît misin? Sen kimsin?...
Dilinde takvâ, elinde îman-metre, gözünde çıplak gösteren gözlük varmış gibi, istediğin yere saldırıyor, istediğin eli silahlının dizinin dibinde diz çöküyor; İslâm'a saldıran, müslümanları katleden, müslüman kadınlara-kızlara tecâvüz eden Haçlı askerlerine baş eğiyor, duâlar ediyorsun! Yahu! Sen kimsin?
Hz. Hamza'yı şehît eden Vahşi'ye, ciğerlerini söküp yiyen Hind'e, sahâbî sıfatı veren bir dîn adına, kime; "Yahu! Siz kimsiniz?" diye hakâret ediyor, aşağılıyor, hor görüp öteleyerek sesleniyorsun? Yahu! Sen kimsin?
Geçmişte; Firâvun'a, Nemrûd'a, Muâviye'ye, Yezîd'e kelle pahasına doğruyu söyleyenler gibi Allah rızâsı için senin de uyarılman vâcip-farz!
Sana bugün, Atatürk'ün Kitâb- Ekmel dediği Kitap yardımıyla sesleneceğim! Firâvun'dan bile vazgeçmeyen Allah öğretisiyle -kim ne yapar bilmem ama- benim, kimseden vazgeçmeye niyetim yok!
"Biz bu şekilde her kentte/ her medeniyette kodamanları, o kent ve medeniyetin suçluları yaptık ki orada oyunlar tezgâhlayıp tuzaklar kursunlar. Aslında onlar, öz benliklerinden başkasına oyun oynamıyorlar ama farkında değiller." (En'âm-123) Yahu! Sen, kimsin?
"Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar"( En'âm-116) Yahu! Sen kimsin?
"Allah'ın berisinden birilerine niyazda bulunanlara/ Allah dışında birileri için çağrı yapanlara/ onların, Allah dışında yakardıklarına sövmeyin. Yoksa onlar da düşmanlıkla ve ilimsizlik yüzünden Allah'a söverler. Biz her ümmete yaptığı işi bu şekişlde süslü gösterdik." (En'âm-108) Yahu! Sen kimsin?...
Ne dînimi, ne îmânımı, ne takvâmı kimseyle ölçüştürmeye, yarıştırmaya tenezzül etmem! Kimsenin ne îmânıyla, ne takvâsıyla -hâşâ- uğraşmam! Çünkü Allah'ın böyle bir işe asla izni ve rızâsı yok! Takvâya müdâhele yetkisini, İki Cihân Serveri Habîb'ine bile vermeyen Allah'a rağmen takvâ puanlamaya soyundunuz! Yahu! Sen kimsin?
Gücünün yettiğini dövene zâlim demezler mi? Padişâhın defteri niye arkadan okunur? Allah'a küfredenlere, ateist inkârcılara, hatta en fazla kızdığı müşrîklere bile ömürleri süresince dünyada zûlmetmeyen Allah'tan gazâblı mısın? Yahu! Sen kimsin?
İslâmı ve müslümânı dünya nazârında olmadık şekillere sokan birilerinin dizinin dibine diz çöktün, ses çıkarmadık!
Siyâsi fikrinin mimârı, bânîsi Erbakan'ın önünde diz çöktüğü Kaddafi'yi Haçlı desteği ile linç ettirdin, ses çıkarmadık!
Afganistan'da Yunan askeriyle omuz omuza; Haçlı adına, NATO adına, BM adına Mehmetçiğe "talîban mücâhitleri"(!)ne mermi sıktırdın, ses çıkarmadık!
"Şehir Tiyatroları" ile ilgili yapılan ve doğru olan uygulamanı, neden zûlme dönüştürüyorsun? Vurup yıktığını neden yerde tekmeleyerek linç ettirip zâlimleşiyorsun? Yahu! Sen kimsin?
Senin ve şürekanın Allah adıyla, Peygamber adıyla, dîn adıyla yaptığınız ayrıştırmacı-ötekileştirici İleri Demokrat uygulamalarınızdan cesâretlenen bölücülerin bir kısmı; "Kürdistâni İslâmi Parti" adıyla siyâsallaşmaya hazırlanıyorlar, biliyor musun? Yahu! Sen kimsin?
"Gördün mü o, dini yalan sayanı?/ İşte odur yetîmi itip kakan;/ Yoksulu doyurmayı özendirmez o/ Lânet olsun o namaz kılanlara-duâ edenlere ki/ Namazlarından-duâlarından gaflet içindedir onlar!/ Riyaya sapandır onlar-gösteriş yaparlar./ Ve onlar kamu hakkına-yardıma-zekâta-iyiliğe engel olurlar." (Mâûn Sûresi)
Yahu! Sen kimsin vesselâm?...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Nisan 29, 2012

"TÜRK, ULU TANRI'NIN SOYLU GÖZDESİ"

Türk Milleti! Dil senin dilin, il senin ilin, dîn senin dînin!
Vatan senin, toprağı vatanlaştıran can senin! Vatanın senin olduğunu dalgalanarak söyleyen Albayrak, minârelerden söyleyerek inleyen Ezân senin! Albayrağa renk diye akıttığın al kan senin!
Türk Milleti! Kan senin, can senin, şân senin! Dilden dile, ilden ile dolaşan destân senin!
Mehmet Arif Bey'in "Başımıza Gelenler"de; "Tedbîrsiz ve kararsız oluşumuz yüzünden, ... devletimiz, Türk, Arnavut, Kürt, Arap gibi çeşitli müslüman kavimlerden teşekkül ettiği halde Vatanın müdâfaası ve İslâmiyetin muhâfazası, on iki milyondan fazla tahmîn edemediğimiz Türkçe konuşan ahâlimizin hamiyetli omuzlarına yüklendi." diye tarihe hakkını teslîm ettiği "Vatanın savunucusu, İslâmiyetin koruyucusu" millet sen değil misin?
"Gökte nasıl Tanrı tekse, yerde de Hakan tek olmalı! Gök çadırımız, güneş bayrağımız." diye hem millî sistemi hem de Türk mülkünün sınırlarını emânet ve vasîyet eden Mete Han, senin ceddin değil mi? Duyduğun mazlûm feryâdına ilgisiz kalmayıp zâlimden hesap sormak için dünyanın öbür ucuna sefer eden millet, sen değil misin?
Peygamber Torunu, Hz. Hüseyn'e Emevîlerin yaptığı zûlme, müslüman olmamana rağmen itiraz edip yardımına koşan millet, sen değil misin?
Kazvinli Hoca Reşîdüddin'in Cami-üt Tevârih adlı eserinde; "Türk Milleti, dünyanın en köklü, en ulu ulusudur. Bu gücü ona Tanrı verdi. Peygamberimiz Miraç'ta Cebrâil'e sordu: 'Yeryüzünde beyaz atlılar görüyorum. Bunlar hangi millettir?' Cebrâil: 'Bunlar, Allah'ın süvârileri Türklerdir.' " diye naklettiği Hadisteki, Allah'ın Süvârileri'nin soyu, sen değil misin?
Allah'ın, Mâide-54' te; "İçinizden kim dininden dönerse şunu bilsin: Allah yakında, kendilerini sevdiği ve kendisini seven, müminlere karşı boynu bükük, kâfirlere karşı başı dik bir topluluk getirecektir! Bunlar Allah yolunda tüm gayretleriyle didinirler, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar." diye tarif ettiği millet, hâdisteki milletle tıpatıp uymuyor mu?
Yine Kur'ân'da zikredilen ve "çok sert, güçlü kuvvetli" anlamına gelen ta'bîr ve sıfatları, aynı şekilde ve aynı kelimelerle Hz. Peygamber'in Türkler hakkında söylemesi, tesadüf müdür? Hz. Peygamber'in; "Türkler size dokunmadıkça siz de Türklere dokunmayınız. Çünkü onlar çok sert, güç ve kuvvet sahibi kimselerdir." Hadisi ile Âyetlerin örtüşmesi, tesâdüf müdür? Hz. Peygamber'in, Kur'ân'a muhalif bir söz söylemesi mümkün müdür? Yine Hz. Peygamber'in bir çok defa; "Cenâb-ı Hak, Türkleri bana yardımcı kılmakla beni çok güçlendirdi." buyurmaları, tesâdüf müdür?
Emevist-Arabist Baasçıların kıskançlıkla; Kur'ân ve Hadislerdeki Türk Milleti'ni görmezden gelerek saklamaya çalışmalarını, Arabist şövenizmle Türk Milleti'nin Allah katındaki yerini, Hz. Peygamber'in teslîm ettiği emeklerini inkârlarına, sen de mi uyacaksın?
Türk Milleti! Allah'ın sevdiği, Peygamber'in övdüğü, bütün mazlûmların duâ ettiği necîp millet! Tanrı aşkına, Çalap aşkına, Hüdâ aşkına, Allah aşkına silkin kendine dön!
Tarih boyunca Allah rızası için dağlar gibi yığdığın kemiklerinden, seller gibi akıttığın kanından nâdim ol, kendine dön!
Seni Allah ile aldatarak Haçlı ile birlikte müslümanlara zûlmeden; "Sadece dünyalık isteyenlerinkini de ziyâdesiyle veririz ama onlar için Cehennemi de çok korkunç ve âzâplı hazırlarız." diyen Allah buyruklarına rağmen; "Paranın dini olmaz!" öğretisiyle milletin hem bu dünyasına, hem de ahretine kast edenlere, Allah aşkına artık izin verme!
Ses ver Türk Milleti! Artık kıyâm et! Bir daha başlı zâlime baş eğdir, dizli zâlime diz çöktür ve dünya nizâmına el at Tanrı aşkına!...
Senin işin bu Türk Milleti! Senin yeryüzünde görevin bu! Sen kendine dönüp dünya nizâmına el atmazsan vebâlli ölürsün, "kendine zulmedenler"den olursun! Allah aşkına senin ve gelecek nesillerinin her iki dünyasına da kıyma Türk Milleti! Sen kıyâm et ki, ayağa kalk ki zâlim başlılar baş eğsin, dizliler diz çöksün! Tanrı seni korusun Türk Milleti...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Nisan 28, 2012

BÜYÜKLERDEN TEKERLEMELER!

"Yağ satarım, bal satarım. Ustam ölmüş ben satarım. Ustamın kürkü samurdur, satarsam on liradır. Zambak, zumbak, dön arkana iyi bak" tekerlemesiyle elele döndüğümüz günler, daha dün... Keyifle oynardık. Çocuklar hâlâ oynuyorlar, oynasınlar, oynamalılar!
Kocaman kocaman adamların; "Demokrasi satarım. Cumhuriyet satarım. Zambak, zumbak, cambaza bak!" şekline dönüştürdükleri tekerlemeye ve milletle alay edilmesine ise itirâzım var!
CHP kaynıyor! Biliyoruz ki kaynatılıyor ve kaynama sonucu oluşacak kaymağını BOP Eş Başkanı Genel Başkanla yönetilen AKP toplayacak! Türk, Atatürk ve Cumhuriyetle hesaplaşma adına zaten sadece bu yüzden kaynatılıyor!
MHP kaynıyor! Biliyoruz ki MHP, kendi iç dinamikleri yüzünden ve millî dip dalgalanmanın etkisiyle kaynıyor ve ma'lesef görünen o ki kaynayan MHP'de oluşacak Türk Milliyetçiliği kaymağını da AKP toparlama heves ve hazırlığında!
Edebimiz ve âdâbımızla; "46 yıllık Ülkücülük adayı bir Türk Milliyetçisiyim. Ülkücülük kolay değil!" şeklindeki, başkasını incitmektense kendimizi aday diye tarifimiz, galiba yanlış anlaşılıyormuş! Veya yanlış anlayarak, hatta hiç anlamayarak bazı Gönüldaşlarımızı incitenler olmuş! Aslında bu, güldüğümüz ağlanası halimiz! Türk Milliyetçiliği dâvâsının, Ülkücü Hareketin Aysbergleri'nden bir Kandaşıma birileri, benim için; "O zaten ülkücü değil ki! Ülkücü adayı olduğunu kendi söylüyor!" deyince gereken cevabı veren Kandaşım, bana da; "Bir daha adayım deme!" diye yasak koydu! Eyvallah! Demeyeyim ama fakîri tanıyan bütün Dostlarımdan ricâm; "Benim bu adaylığımı görün ve kabûl edin." şeklinde kalıcı olsun!
Konumuz; "Zambak, zumbak; cambaza bak!" tekerlemecileriydi! Konuya dönelim: MHP Genel Başkanı, sekizerli gruplar hâlinde millet vekilleriyle görüşüyormuş! Her grupta bir de kendileri olunca, DOKUZ'a tamamlanan sayıyı önemsedim! Bu sekizerli gruplarda MHP Genel Başkanı; "Bu Kurultay da, demokratik kurultay olacak. Herkes aday olabilir. Aday çıkmazsa ben kendim aday çıkarırım!" diyormuş! Yani demokrasi satıyormuş, cumhuriyet satıyormuş, Türkeş ölmüş kendisi satıyormuş! Şahsen delege olsaydım; Vallâhi, Billâhi, Tallâhi istifâ ederdim!
"Ülkücü İrâde" adını benim verdiğim, MHP Üst Kurul Delegeleri'yle bu kadar açıkça alay edilmemeli, edilememeli! Daha önce güya muhalif olup arkadan atıp tutanlardan bazıları, seçim sürecinde -bizim de ısrarlarımızla- yapılan birlik-berâberlik davetine, yakınlarıyla istişâre etmeden koşarak gidip ceketlerini ilikleyince; "Kemik seslerinin" dinletileceği demokratik iltifâta muhatap olan ceketi ilikliler baş eğip diz çökünce, Genel Başkan'ın çıkartacağı göstermelik aday gibi, traji-komik demokratik senaryoyla ödüllendiriliyoruz!
Haçlı ile Afganistan'da, Irak'ta, Libya'da Müslümanların başına "demokrasi bombaları" yağdıran Haçlı Müslümanlar dediğim; Ilımlı İslâmcılardan, Dinlerarası Diyalogculardan, Medeniyetlerarası İttifakçılar'dan, küresel güçe teslîmiyetçilerden, "Kapitalist Nûrcular"ın dinci illizyonlarından ne farkı var bu demokratlık gösterisinin?
Millet vekilliği, Bakanlık, Meclis İdâre Amirliği yapabilecek kadar güvenilmiş birilerine ve diğer Genel Başkanlık hayâli olanlara; "Hâin" sıfatının iltifattan sayılacağı saldırıların yapılması görmezden, duymazdan gelinerek Sekizerli Millet vekili gruplarıyla sergilenen bu tavır, alay etmek değilse nedir Allah aşkına?
Bir makama eğer istekli brileri çıkmıyorsa o görev ve makam câzibesini kaybetmemiş midir? Câzibesini, heyecân vericiliğini, çâre üreticiliğini kaybedip sıradanlaşmış bir makama, göstermelik aday çıkarılsa n'olur, çıkarılmasa ne?...
Keşke Dostlar izin verseler de ben yine "Ülkücülük adaylığı"ma devam etsem! Sürücülüğe niyetlenmeyen biri neden sürücü kursuna yazılsın ki be Ülküdaşlarım? Süvâri ile jokey, süvâri atı ile hipodrom yarış atı, yarıştırılmaz vesselâm...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Nisan 26, 2012

ENGİZİSYON CADI AVI!...

Mehmet Âkif, Süleyman Nazif'e; "Kînim dînimdir'i keşke ben söyleseydim! Çünkü senin kînin de dînin gibi zayıftır!" demiş!... Tarihin tekerrür ettiğini biliriz! Tarihin değil, aptallıkların tekerrür ettiğini de II. Abdulhamit Hân söylemiş, hatırlıyoruz!...

Yine ya aptallıklar, ya da tarih tekerrür ediyor! Kindâr-dindârlarca başlatılan bir cadı avı izliyoruz!

ABD'nin BOP Eş Başkanı ûnvanlı müttefîki yönetiminde Sivil İkinci 12 Eylülcülerini; ABD'nin "Bizim çocuklar" sıfatlı Üniformalı Birinci 12 Eylülcüler ve 28 Şubatçılar peşinde sürek avında izliyoruz! Ve yapılan dîn adına, dindâr tezâhürâtlarıyla yapılıyor!

Oysa Allah(c.c.); "Bir kötülüğün cezâsı, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa onun mükâfatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zâlimleri sevmez." (Şûra-40) buyuruyor!

Bu sürek avını alkışlayanlar var! daha dün önlerinde olmadık şaklabanlıklar yaptıkları, olmadık güvercin taklaları attıkları kişilere leş yiyici akbaba iştâhıyla gibi pike yapanlar var!

ABD, kurduğu bir ringde, ABD'ci bir hâkem yönetiminde, iki boksörüne antrenman dövüşü yaptırıyor! Millete de; "Aaaa! Cambaza baaak! Kuşa baaak!" oyalaması!...

Ma'lesef hepimiz, cambaza da bakıyoruz, kuşa da!... Bu kadar aptallığa itirâzım var!

Ben; 12 Eylülcüleri, 13 Eylül 1980 günü vicdânımda yargılamış ve îdam etmiştim!

Devletim'in gasp ettikleri bütün gücü, ABD'nin yönlendirmesiyle üzerimize yöneltilmiş ama Türk Milletinin refleksi olduğunu o günlerdeki vakârıyla gösteren Ülkücü Hareketi, bırakın çökertmeyi eğememişlerdi bile!...

Ceza ehliyetini kaybetmiş iki bunak ihtiyârı günah keçisi ilan edip salya-sümük saldırılardan, tek kelimeyle iğreniyorum!

Dün onların önünde olmadık soytarılıklar yapan, olmadık taklalar atanların, bugün linç edilen birilerine leş yiyici misali pike yapanlardan insanlık adına utanıyorum!

Bu memlekette, kontrol edilen toplum psikolojisiyle % 92 oranında "Evet" dedirtilen 1982 Anyasası'na "Hayır" derken de bir daha mahkûm etmiştim ben astıklarımı!

Kimin, kimi, niye aldattığını hiç bir zaman anlayamayanlardanım!

Çünkü hayatımda hiç aldatmadım ve bilerek aldatılacak kadar da aptallaşmadım! Otuz yıl önce nelere, niye karşıysam bugün de aynıyım!

Dönmedim, değişmedim!

Öldüremeyen yaranın savaşçıyı güçlendirdiğini, Türk Milletinin düşmanlarına beslediğim ve Birinci 12 Eylülcülerden aldığım yaraların iyileşme sürecindeki kînimden biliyorum!

Benim kînim de, dînim kadar kuvvetli elhamd ü lillâh!

Sabit fikirli, bağnaz, empati beceremeyen biri değilim ama otuz yıl önce "Bizim çocuklar" sıfatını kazandıkları için şımaran rütbelileri, otuz yıl sonra "Bop Eş Başkanı" ûnvanıyla -güya- sorgulayanlara, yargılayanlara inansam; zekâma hakâret sayar, hür aklımı ve vicdânımı incitirim!

Birinci 12 Eylül de, İkinci 12 Eylül de; demokrasi, yetmedi İleri Demokrasi için yapıldı!

Tamam da bu demokrasi denen ithâl illet, nasıl bir şeydir ki -özellikle- müslümanlara hiç yaramaz!

Demokratik Fransa'da, Uyduruk Soykırıma "Yoktur." demek, yasalarla yasak ve bu yasaklamanın, bu despotizmin adı: Demokrasi!

Afganistan'da, Irak'ta, Libya'da müslümanların başına yağdırılan demokrasi bombalarının levâzımcılığını yapan BOP Eş Başkanı ûnvanlı sivil ABD yandaşının, birilerinden intikâmının adı: İleri Demokrasi!

Tarihte demokrasiyle kurulmuş hiç bir devlet bilmiyoruz ama demokrasiyle parçalanan, çökertilen sayısız devlet var!...

"Sonsuza kadar Devlet" inancında bir Türk Milletçisi ve DNA'mın fonksiyonu gereği Türk Milliyetçisi bir Türk olarak, barışık olmadığım bir sistemin savunuculuğuna da hiç tenezzül etmedim! Ömrümün 45 yılı sisteme direnmekle geçti!

Şimdi sürek avında avla avcının izi birbirine karışmış ve kendileri gibi izleri de aynı! Bu göstermelik Sürek Hesaplaşma'da "müdâhil" olanlara; "Neden?" diye sormam, müdâhil olmayanları ise merâk bile etmem!

Onar yıllık aralarla aynı merkezden yönlendirilen demokrasi gösterileriyle şahsen ilgilenmiyorum!

Onar yıllık kahramanlardan da, iâde-i itibârlı hâinlerden de huylanıyorum!...

Türk Milletinin bütünlüğünden ve ilelebet devâmından başka hiçbir şey ilgi alanımda değil!

Çünkü milletliğimizi koruyamazsak devlet zaten kendiliğinden çöker, yok olur!

Devletli kalmaya devâm etmek istiyorsak millet bütünlüğümüzü muhafazaya mecbûruz diye düşünüyorum vesselâm.

TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.

Selâm, sevgi, dua...

Mustafa ASLAN

ENGİZİSYON CADI AVI!...

Mehmet Âkif, Süleyman Nazif'e; "Kînim dînimdir'i keşke ben söyleseydim! Çünkü senin kînin de dînin gibi zayıftır!" demiş!...
Tarihin tekerrür ettiğini biliriz! Tarihin değil, aptallıkların tekerrür ettiğini de II. Abdulhamit Hân söylemiş, hatırlıyoruz!... Yine ya aptallıklar, ya da tarih tekerrür ediyor! Kindâr-dindârlarca başlatılan bir cadı avı izliyoruz!
ABD'nin BOP Eş Başkanı ûnvanlı müttefîki yönetiminde Sivil İkinci 12 Eylül'cülerini; ABD'nin "Bizim çocuklar" sıfatlı Üniformalı Birinci 12 Eylülcüler ve 28 Şubatçılar peşinde sürek avında izliyoruz! Ve yapılan dîn adına, dindâr tezâhürâtlarıyla yapılıyor! Oysa Allah(c.c.); "Bir kötülüğün cezâsı, ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa onun mükâfatı Allah'a aittir. Doğrusu O, zâlimleri sevmez." (Şûra-40) buyuruyor!
Bu sürek avını alkışlayanlar var, daha dün önlerinde olmadık şaklabanlıklar yaptıkları, olmadık güvercin taklaları attıkları kişilere leş yiyiciler gibi pike yapanlar var!
ABD'li bir hakem yönetiminde, ABD'nin kurduğu bir ringde, ABD iki boksörüne antrenman dövüşü yaptırıyor! Millete de; "Aaaa! Cambaza baaak! Kuşa baaak!" oyalaması!... Ma'lesef hepimiz, cambaza da bakıyoruz, kuşa da!... Bu kadar aptallığa itirâzım var!
Ben, 12 Eylülcüleri, 13 Eylül 1980 günü vicdânımda yargılamış ve ıdam etmiştim!
Devletim'in gasp ettikleri bütün gücü, ABD'nin yönlendirmesiyle üzerimize yöneltilmiş ama Türk Milletinin refleksi olduğunu o günlerdeki vakârıyla gösteren Ülkücü Hareketi, bırakın çökertmeyi eğememişlerdi bile!... Ceza ehliyetini kaybetmiş iki bunak ihtiyârı günah keçisi ilan edip salya-sümük saldırılardan, tek kelimeyle iğreniyorum!
Dün onların önünde olmadık şaklabanlıklar yapan, olmadık güvercin taklaları atanların, bugün linç etmek için leş yiyiciler misali pike yapmalarından insanlık adına utanıyorum!
Bu memlekette, kontrol edilen toplum psikolojisiyle % 92 oranında "Evet" dedirtilen 1982 Anyasası'na "Hayır" derken de bir daha mahkûm etmiştim astıklarımı!
Kimin, kimi, niye aldattığını hiç bir zaman anlayamayanlardanım!
Çünkü hayatımda hiç aldatmadım ve bilerek aldatılacak kadar da aptallaşmadım! Otuz yıl önce nelere, niye karşıysam bugün de aynıyım! Dönmedim, değişmedim! Öldüremeyen yaranın savaşçıyı güçlendirdiğini, Türk Milletinin düşmanlarına beslediğim ve Birinci 12 Eylülcülerden aldığım yaraların iyileşme sürecindeki kînimden bizzat biliyorum!
Sabit fikirli, bağnaz, empati bilmeyen biri değilim ama otuz yıl önce "Bizim çocuklar" sıfatını kazandıkları için onurlanan rütbelileri, otuz yıl sonra "Bop Eş Başkanı" ûnvanıyla -güya- sorgulayanlara, yargılayanlara inansam; zekâmı sorgular, hür aklımı ve vicdânımı yargılarım!
Birinci 12 Eylül de, İkinci 12 Eylül de; demokrasi, yetmedi İleri Demokrasi için yapıldı! Tamam da bu demokrasi denen ithâl kavram, nasıl bir şeydir ki -özellikle- müslümanlara hiç yaramaz!
Demokratik Fransa'da, Uyduruk Soykırıma "Yoktur." demek, yasalarla yasak ve bu yasaklamanın, despotizmin adı, demokrasi!
Afganistan'da, Irak'ta, Libya'da müslümanların başına yağdırılan demokrasi bombalarının levâzımcılığını yapan BOP Eş Başkanı ûnvanlı sivil ABD yandaşının, birilerinden intikâmının adı, İleri Demokrasi!
Tarihte demokrasiyle kurulmuş hiç bir devlet, bilmiyorum ama demokrasiyle parçalanan, çökertilen sayısız ulus-devlet var!...
"Sonsuza kadar Devlet" inancında bir Türk Milletçisi ve DNA'mın fonksiyonu gereği Türk Milliyetçisi bir Türk olarak, barışık olmadığım bir sistemin savunuculuğuna da hiç tenezzül etmedim!
Bu göstermelik hesaplaşmada "müdâhil" olanlara; "Neden?" sorusunu sormam, müdâhil olmayanları ise merâk bile etmem!
Onar yıllık aralarla aynı merkezden yönlendirilen demokrasi gösterileriyle şahsen ilgilenmiyorum! Onar yıllık kahramanlardan da, iâde-i itibâr yapılan hâinlerden de huylanıyorum!...
Türk Milletinin bütünlüğünden ve bekasından başka hiçbir şey ilgi alanımda değil çünkü milletliğimizi muhafaza edemezsek devlet zaten kendiliğinden çöker, yok olur!
Devletli kalmaya devâm etmek istiyorsak millet bütünlüğümüzü muhafazaya mecbûruz diye düşünüyorum vesselâm.
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...

Çarşamba, Nisan 25, 2012

HAYIRDIR İNŞALLAH?!...

İnsanlar hayâl kurarlar. Hayâller, aîlevî veya toplumsal hayâllerse çevreyle paylaşılır. Rüya da görür insanlar. Rüyanın kişiseli, toplumsalı olur mu, olmaz mı çekişmesi hep olmuş, kıyâmete kadar da sürer...
Sağlıklı biriyle hasta birinin hayâli de, rüyâsı da mutlaka farkılıdır dedikten sonra; toplumun çekirdeği fertse, fertler nasılsa toplum da öyleyse veya tersten okursak toplum nasılsa fertler de öyledir denebilir.
Hayâllerin şuûraltına etkisiyle görülen rüyaların en güzel yorumunu; "Aç tavuk rüyasında, kendini darı ambarında görür." şeklinde millet yapmıştır. Aklıma gelmişken; ABD'lilerin deli saçması hayâl ürünü "Süper Man" falan daha yokken rüyâlarımda çok uçardım ve o rüyâlarımı çok özledim!
En son ne zaman uçtuğumu hatırlamıyorum ama günümüzdeki; uyanıkken uçanları, ayakları yere basmayanları, şeyhimi uçurayım derken kendi uçan(!) çağdaş mürîtleri, düşlerinin etkisiyle milleti de uçurumdan iterek uçurmayı hayâl edenleri görünce; "Liderin peşinden uçuruma atlamak töredir!" diyen esrik hayâlcilere, hak veresim geliyor!
3000 yıl önce Firâvun'a tapanlarla, her imparatoru tanrı sayan Eski Yunanlılarla; "Dokunmak bile ibâdettendir." diyen, güce teslîmiyeti normal sayan tebaa yandaşlar arasında bir fark var mıdır? Dinciler sâyesinde, Firavun'dan günümüze 3000 yılda geldiğimiz ve durduğumuz yer doğru mudur?
Hayâl dünyasında gezen intisâb sarhoşları'nın, düne duydukları aşırı özlemlerinden hareketle bazı hatırlatmalar yapmak; Yeni Osmanlıcı'lara, II. Cumhûriyetçiler'e, bütün Osmanlı hânedânını evliyâ zanneden intisâb sarhoşları'na, bir çimdik atarak korkutmadan uyandırmak şart oldu!
Bir de biz; "Ya Allah! Bismillah!..." diyerek:
Meşhûr Lale Devri'ni, o rüyâdan Osmanlı'yı uyandıran Patrona Halil'i ve İsyanı'nı hatırlatacağım! Lale Devri, III. Ahmet dönemi... 1718-1730 arasında 12 yıllık bir zaman dilimi... Tevâfûk bu ya, TRT'de o dönemi anlatan "Kıyâm" adlı bir de dizi var. Anlamak isteyenlere yardımcı olabilir!
Lale Devri'nde, kısaca; İran seferlerinde başarısızlıklar, savaş dolayısıyla ekonomide kemer sıkma politikaları yüzünden ahâli ve esnaf yokluk içinde! Savaşlardan elde edilen ganîmetleri kesilen Yeniçeriler, maddî sıkıntıda ve bunun acısını yiyip içtiklerinin parasını vermeyerek zorbaca esnaftan çıkarmaktalar! 12 yıl Sadrâzamlık yapan Damat İbrahim'den Yeniçeri ve bürokratların rahatsızlıkları çok fazla! Sadrazam'a karşı Yeniçeri ağaları, bürokratlar, din adamları, esnâf ve zenâatkârlar güçbirliği yaparlar! Esnâf ve ahâli sıkıntılarla inlerken Saray ve saraya yakın kişilerin konakları, İstanbul sokakları, büyük maliyetlerle lalelerle süslenmektedir! Tam da bu sırada, daha önce Nis ve Vidin'deki Yeniçeri isyânlarına katılmış idama mahkûm ama bir türlü idamdan kurtularak İstanbul'a gelmiş olan Arnavut Patrona Halil, İran Şahı'nın desteği ile sahneye çıkar! Bir süre camilerde, medreselerde ve kahvehânelerde yaptığı toplantılarla ahâliyi tahrîk eder. Sonra isyân! Sonra isyâncıların sonu gelmez istekleri! Zorla-tehdîtle alınan kelleler ve Padişah'ın halli!... Sonra II. Mahmut devri. Yeniçeri Ocağının kapatılması, hiç savaşa girmeden "Asâkir-i Mansûre-i Muhammedîyye - Muhammed'in zaferler kazanmış Askerleri - " adlı, yeni bir ordu kurulması v.s., v.s...
Bir muhallebici çırağı olan Damat İbrahim'in 12 yıllık sadrazamlığı, bu sürede müthîş zenginlemesi, adam kayırmalar, vatandaş yoklukla inlerken saray ve konaklardaki müthîş isrâf! Yeniçerinin yönetime karşı homurdanmaları ve Saraya karşı halkla gizlice güçbirliği etmesi! Kahramanlara hakâretler, yandaşların korunması! Savaş için milletten toplanan paraların başka işlerde isrâf edilmesi şeklindeki 300 yıl önceki panorama ile AKP'nin 10 yıllık iktidârı; Erdoğan ve yakınlarının bu on yıldaki müthîş zenginlemeleri, yandaş STK adlı oluşumların din adıyla topladığı yardımların başka yerlere aktarılması, topladıklarını iç edenlerin Başbakanca korunması, kahramanlar hakâretlere uğrarken bazı askerlerin yıldırım hızıyla iki kere terfîleri; îdam kaçkını bir câni mahkûmun "Yol haritası" belirlemesi, on yılda oluşan AKP'li kindâr-dindâr zenginlerin aşırı refâhına karşılık milletin hergün biraz daha fakirleşerek homurdanmaları, tıpa tıp benzemiyor mu? "Zûlm ile âbâd olanın âhiri berbâd olur!" hatırlatırım vesselâm!
"TÜRK MİLLETİ, SÖYLEMEZ SÖYLENİR!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Nisan 24, 2012

TÜRK GÖNLÜMCE!...

İnceden yaram kanıyor, içimde canım yanıyor,
Yaşım gözümü dağlıyor, güle güle ağlıyorsam,
Ağlayarak çağlıyorsam;
Dinle!...

Sazım coşkun çalar ama sesim seslenir adama
Asılarak öz yakama, çala çala ağlıyorsam,
Yarama tuz bağlıyorsam;
İzle!...

Derdimi saklayıp yâddan utanıyorsam feryâttan,
Utanıp kuldan imdâttan, güle güle ağlıyorsam,
Öz sînemi dağlıyorsam;
İyi bak!...

Dilim küsmüşse sözüme, elim yetmezse özüme
Vurarak iki dizime, bile bile ağlıyorsam,
Dert ekip gam sağlıyorsam;
Dikkat!...

Bilin ki canım yanıyor, damarda kanım kaynıyor
Bin yıllık kîn uyanıyor, öle öle ağlıyorsam,
Yaralarım dağlıyorsam;
Savul!...

Kısas hakkımı din vermiş, millî direncim kin vermiş
Dedem Korkut telkîn vermiş, gele gele ağlıyorsam,
Türk coşkumla çağlıyorsam;
Kaç!...

Diken olarak izime, çok battınızki gözüme
Hükmedemeyip özüme, dört yanımı yakıyorsam,
Şimşek gibi çakıyorsam;
Baş eğ!...

Günümüzün Türk'ü ile hem dilimde türkü ile
Devletliğin erki ile pusatımı bağlıyorsam,
Silâhımı yağlıyorsam;
Diz çök!...

Tüm başlılar baş eğmeli, dizli yine diz çökmeli
Tarih bir daha bilmeli, türeyi ben sağlıyorsam,
Yasaları bağlıyorsam;
Firâr et!...

Malazgirt'im, Zigetvar'ım, her meydanda Türk'çe varım
Dağda dağıtıp efkârım, çile çile çağlıyorsam,
Deryaları sığlıyorsam;
Kaybol!...

Sağlam kapıyım açılmam Çanakkale'yim geçilmem
Meydanda erden seçilmem bile bile ölüyorsam,
Ölürken de gülüyorsam;
Öldün!...

Sağır duymazsa sesimi, kör göremezse resimi
Tanrım bilir hevesimi, hep O'na bel bağlıyorsam,
Adâleti sağlıyorsam;
"Veleddâllîn." Âmiin!

24 Nisan 2012 / İzmir
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Nisan 23, 2012

EGE'DE TÜRK RÜZGÂRI...

Türk'üz, Türkler, yoldaşımız.
Hesâba gelmez yaşımız,
Nerde olsa savaşırız!
Türk'üz türkü çığırırız... Aşık Veysel

22 Nisan'da İzmir'de; rüzgâr Türk'çe esti, eller Türk'çe buluşup tokalaştı, tanışmak için merakla açılan gözler Türk'çe baktı, diller Türkçe hâlleşti!
Fevkalâdeydi! Hârikaydı! Muhteşemdi! Müthişti!
Yetmiş yaşlı aksakalların, 18 yaşlı delikanlıların; sağcıların-solcuların, ülkücülerin-devrimcilerin, milliyetçilerin-halkçıların, vatanperverlerin-milliyetperverlerin buluştuğu, kucaklaşıp kaynaştığı, Ege'den Türkiye'ye ve dünyaya Efece, Türkçe pozlar verilen; bölücülere, emperyalizm taşeronlarına, milliyetsiz milliyetçilere, Haçlı Müslümanlar'a, cemaat adlı A.Ş.'lere, dönenlere-değişenlere, hâinlere-nankörlere, Haçlı lejyoneri müslümanlara, paralı askerlere, bodyguard(badigard)lara, dolma kalemlere Türkçe uyarılar yapılan müthîş bir gündü!
Saat 10.30 gibi buluştuğumuz Banu Avar'ın yaydığı müthîş enerji ve oluşan görevdeşlik(sinerji) onuruyla toplanan, kadınlı-erkekli, genç-ihtiyar, hasta-sağ ama her biri cesâret ve ataklıkta birbiriyle sesizce yarışan, ön-grup görülmeliydi! Herkesin elinde kalemi, herkesin dilinde hazırlanarak veya irticâlen sunduğu birlik fikirleri olağanüstüydü!
45 yıllık 'Ülkücü adayı Türk Milliyetçisi bir Türk' olarak, millî konularda, 68 Kuşağı ve diğer devrimci karakterli kişilerle buluştuğumuz ortak noktamız fazlaydı! Mehmet Âkif'in, yüz yıl önce seslendiği; "Ey dipdiri meyyit! İki el bir baş içindir/ Davransana! Eller de senin baş da senindir!" feryâdında buluşulmuştu!
Hemen herkesin çantasında kendi yazdığı kitabı vardı ve kitap alış-verişleri çok heyecânlı, onur vericiydi. İlâhiyâtçılar vardı. Hukukçular vardı. İş adamları, evkadınları, emekliler vardı.
Çok gariptir veya ben çok garipsedim!
Solcu, hatta komünist fikirli ama millî duruşlu kişilerden değil; sadece, yıllarca kendime çok yakın bildiğim bir ilâhiyatçıdan milliyetçiliğe itiraz geldi! Güya bilmem kim; "Milliyetçilik zoolojik bir kavramdır! İnsan at alırken ırkını inceler." diyesiymiş! Tepki verdim! "Velev ki o, bilmem kim veya kim, böyle söyleyerek eşref-i mahlûkat insana hayvan diyorsa aynen, hatta misliyle iâde ederim!" dedim!...
Sonra; Kitap Fuarı'nda, Banu Avar'ın konuşma salonuna geçtik. 1.200 kişilik salonda 1.500 kişiden fazla bir kalabalık ile partilerüstü millî bir duruş sergileyen Banu Avar'ın, iç ve dış meselelere değindiği Türkçe konuşmasını dinledik.
İzmir'de; dil, din, ahlâk, estetik ve ortak terbiyeyle yoğrularak oluşturulan nefis bir millet manzarası seyrettik. Yangın Türk sînelerimizi, Türkçe esen rüzgârla serinlettik!
Kendine has bir kültürü ve dili olması gereken millet tarifini doyasıya seyrederken; "Viva! 19 Mayıs" sloganıyla Samsun'da bir etkinliğe hazırlanan TGB'liler de nasiplerine düşen tenkit ve uyarıyı aldılar!
Çok sevdiğim; "Seni menden soruşsalar ne deyim?" diye bir Azerbaycan mahnısı var! İzmir'de onurlanarak izlediğim, izleyerek rahatladığım Banu Avar'ı, ola ki benden soracak birileri çıkarsa; "Saçının telinden, tırnağının ucuna kadar Türk, "Ne mutlu Türk'üm diyene" formülüyle milletliği kavramış ve samîmi vatansever bir Türk Kadını... Hatta günümüzün Nene Hatun'u, Kara Fatma'sı, Halide Edib'i..." derim!
İzmir'de bir daha gördük ki sür'atle kendimize dönmezsek; ahlâkta, edebiyatta, müzikte, san'atta, giyim-kuşamda, eğlencede-mâtemde, adâlet ve hukukta, gelenek-görenekte, kısaca her yerde ve herşeyde millîleşmeden milletliğimizi koruyamayız!
Milletliğimizi koruyamazsak, milletin teşkilatlanmış hali olan Devlet, kendiliğinden yok olur! Millet olmazsa devlet te olmaz, devletin yönlendirip yönettiği kurumlar da vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Nisan 22, 2012

KORKUSUYLA CESÛR YÜREKLER...

Saat sabahın 06.50'si... Çalab'ımla, kendimle başbaşayım! Beynimde fırtınalar! Canım, rûhum dünyevî işlerin basitliğine itirazlarda!...
Her insan bir fikir sahîbi veya bir fikre mensûp. Her fikir mensûbu, bir başka fikirliyle kavgalı! Yani insan, insanla kavgalı! Ve bu kavga yeni de değil!
Kur'an-ı Kerim'de: "Bir zamanlar Rabbin meleklere; ' Ben yeryüzünde bir halife atayacağım.' demişti de onlar şöyle konuışmuşlardı: 'Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysaki bizler seni hamd ile tesbih ediyoruz.' Allah şöyle dedi:Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim." (Bakara 30)
"Ve Adem'e şöyle buyurmuştuk: Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleşin ve orada dilediğiniz yerde bol bol yiyin. Ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zulme sapanlardan olursunuz."(Bakara-35)
"Bunun üzerine şeytan, onların ayaklarını kaydırdı da onları içinde bulundukları yerden çıkardı. Biz de şöyle buyurduk: Bir kısmınız, bir kısmınıza düşman olarak aşağıya inin! Belli bir süre kadar yeryüzünde sizin için bir bekleme yeri, bir nimet/bir yararlanam imkânı olacaktır."(Bakara-36)
"Bunun üzerine Adem, Rabbinden bazı kelimeler öğrenip belledi de O'na yöneldi. O da onun tövbesini kabul etti." (Bakara-37) şeklinde anlatılanlardan anladığımız; insanlığın, Âdem ile Havva önderliğinde yeryüzüne indirilmesiyle başlayan insanlararası bir çekişme var. Biz de aynı çekişmeyi devâmla meşgûlüz! Yani biz de; nefislerimize zulmedenlerdeniz! Yani bizi de affetmez ve esirgemezse hüsrâna uğrayanlardan olacağız!...Korkuyu, hepimiz biliriz ama galiba neden, kimden korkacağımızı karıştırırız! Kimimiz ölmekten, kimimiz yoksulluktan, kimimiz yasaların cezâsından, kimimiz kuvvetli sandığımızdan korkarız!
Korkulması gerekeni, Korkuyu Yaratan, Korkuyu Yaratan'dan korkmayı unuturuz!...
Bir kaç kere paylaştığım bir kıssayı, bir daha hatırlatacağım...
Yavuz Sultan Selîm Hân, tahta çıkar. Sadâret, yani günümüzün başbakanlık makamını boşaltmıştır. İlk divanda sadrazam atayacağını duyurur. Paşaların tamamı Enderûn'ludur. Tahsîlli, diplomalı kalifiye kimselerdir. Sadece Piri Mehmet Gâzî alaylıdır. Savaştan savaşa, cepheden cepheye koşarak yetişmiş, îmânı ve bileğinin hakkıyla paşadır...
Divan günü bütün paşalar, saatlerce önceden koşarak Padişah'a yakın yerlere otururlar. Hepsinin gönlünde, sadrazamlık yatmaktadır. Pîrî Mehmet Gâzi ise divana bir kaç dakika kala gelir ve Padişah'a uzak, kapıya çok yakın boş bir iskemle bularak oturur...
Yavuz gelir. Selâm-sabah, hoş-beşten sonra Divan'ı açar.
- Bre Paşalar! Bir karara vardım. Ne dersüz? Diye kararını açıklar. Açıkladığı karar, devletin yüzde yüz aleyhine bir karardır! Sonra, meşveret gereği:
- Falan paşa! Ne dersün? diye sırayla sormaya başlar. Aldığı cevaplar:
- Muvâfıktır Hünkarım! Çok doğrudur Hünkarım! Siz yeryüzünde Allah'ın gölgesisiniz, yanlış yapmazsınız Hünkarım!... Ve benzer sözlerdir.
Sıra, en sona kalan Piri Mehmet Gâzi'ye gelir:
- Bre Piri Paşa! Sen ne dersün? diye soru tekrarlanır.
- Külliyen yanlıştır Hünkarım! Cevabıyla, divana sanki bir bomba düşer! Her kes Koca Yavuz'un gazâbını düşünerek titremeye başlar. Yavuz:
- Bre Pîrî! Bizden korkmaz mısın? Bilmez misin biz kelle alırız!... Diye kükrer. Cevap ta saygılı ama aynı cesûr tonlamayladır:
- Hâşâ Hünkarım!... Yüreğimizi Allah korkusu, öylesine kaplamıştır ki başka bir korkuya aslâ yer yoktur!... Ve Pîrî Mehmet, sadrâzamdır...
Yüreğimizdeki korkuları, Allah Korkusu ile kovmadığımız sürece; asıl korkmamız gereken yeri unutup dünyevi korkularla oyalandığımız sürece, eğer bizi bağışlamaz ve esirgemezse -korkarım- hüsrâna uğrayanlardanız! Allah(c.c.) hepimizi dünyevî korkulardan korusun ve bağışlasın ki hüsrâna uğrayanlardan olmayalım inşallah...
"KORK ALLAH'TAN KORKMAZDAN!"
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Nisan 21, 2012

ASKERE AVUKAT YOK!...

"Ey îman edenler! Siz, kendinizi düzeltmeye bakın. Siz doğru yolda oldukça sapmış olan, size zarâr veremez. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O, size neler yapıyor olduğunuzu haber verecektir." (Maide-105)
Meâl'de âyetin altına; " Kays, Hz. Ebubekir'in kendilerine şunu söylediğini nakletmiştir; "Siz bu âyeti okuyorsunuz ve yanlış tevil ediyorsunuz. Ben Allah Resûlü'nün şöyle dediğini duydum: İnsanlar zâlimi görüp de tutarak mani olmazlarsa Allah'ın onlara kendi katından umûmi azap göndermesi yakındır." diye bir açıklama koymuşlar!
"Şunların hiçbirine eğilme, uyma: Çok yemîn eden, bayağı-alçak, ... Kaba/obur, bütün bunlardan sonra da soyu bozuk, kötülükle damgalı..." (Kalem-10-13)
Prof. Dr. Y. Nuri Öztürk'e göre: "Kur'ânsal anlamda soyu bozukluk, harâm lokmayla beslenmiş ve zûlme bulaşmış olmayı ifâde eder. Bütün zûlüm çocuklarının soyu bozuktur. Kur'an'ın tek düşmanı vardır, zulüm. Ve Kur'an, tek düşman tanıtmaktadır, zâlim... Zâlime hoşgörü, mazlûmlara ve hakka zûlümdür."(Cevap Veriyorum, cilt. 2, s. 251)
Demek ki gerçek takva ehli, kindârlıkla dindârlığı birlikte ifâdeden, söylemekten çekinmeyen ve Allah adı arkasına saklanan zâlimlere ortaklıktan, destekten vazgeçmek zorundadır!
"Musa şöyle dedi: ... İçimizdeki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin?" (A'raf-155)
"İçlerinden bir topluluk şöyle dedi: Allah'ın helâk edeceği yahut şiddetli bir azapla azaplandıracağı toluma ne diye öğüt verip duruyorsunuz? Dediler ki: Rabbimize karşı bir mazeret olsun diye ve bir de korunup sakınırlar ümidiyle." (A'raf-164)
Zâlimden, zûlümden ve mazlûmdan bahsetmeye çalışıyoruz!
Allah ile aldatanlar'ın, Haçlı Müslümanlar'ın, zâlimliklerine Allah adını, Peygamber adını, Arabist Emevizmi dîn etmeye çalışanlardan bahisle uyarı yapmaya çalışıyoruz!
Şimdi gel de, Mehmet Âkif'in Süleyman Nazif'e dediği; "Kînim, dînimdir'i keşke ben söyleseydim çünkü senin kînin de dînin gibi zayıftır!" sözünü, bu Allah ile aldatanlar'a söyleme!
Yapılanlar ve yapılacaklarda intikâm düşüncesi olmadığını söyleyen BOP Eş Başkanı Başbakan'ın önderliğindeki mazlûm-mağdur yönetimin yaptığı bir yönetmelik değişikliğiyle; "Millete ve devlete karşı suçlar, kaçakçılık, rüşvet, ihtilas, irtikap, zimmet, hırsızlık, dolandırıcılık, ihalelere fesat karıştırmak gibi yüz kızartıcı suçlar ve takibi şikayete bağlı suçlardan sanık olan asker kişilerin avukatlık ücreti ödenmez." hükmü, yürürlüğe girdi!
Bre kindâr dindârlar!
Be Allah adını, intikâmlarına, zûlümlerine örtü eden zâlimler! 40.000 kişinin katili alçağa neden bu adâlet(!)i uygulamadınız? O alçak da Millete ve Devlete karşı suçlar işlememiş miydi? Tahsisli ada-ofis'inden hâlâ bu suçları işlemeğe devâm etmiyor mu? Dâvâsı bitmiş, cezâsı kesinleşmiş olduğu halde neden hâlâ emrinde ve kuryeliğini yapan avukatları var?
Irza tasallût eden, yaşlı kadınlara tecâvüzden sonra öldürüp soyan sapıklar; otobüste suçsuz günahsız öğrenci kızı diri diri yakan psikopatlar, sokakları yangın yerine çeviren âdîler; doktorları hunhârca katledip ambülanslara ve ilk yardım ekibi sağlıkçılara, hemşirelere saldıranlar Millete ve Devlete karşı suç işlemediler mi, işlemiyorlar mı?
Heeeey! Sapanlar, saptıranlar! Sapkın ve kendine zûlmedenler!
"Zûl ile âbâd olanın âhiri berbâd olur!" duymadınız mı? Duymaz mısınız?
Îdamı kaldırarak gerçek zalimi ipten kurtarıp şimdi Millî Vicdân Kahramanları'nı da NATO Generallari arasına katıp kurunun oduna yaşı da yakacaksınız ve biz buna sessiz kalıp zûlmünüze ortak olacağız öyle mi?
Susarsam nâmertim vesselâm!
"İçimizdeki beyinsizlerin yaptıkları yüzünden bizi helâk mi edeceksin" Allahım?
"BEN BİR TÜRK'ÜM. DÎNİM, CİNSİM ULUDUR"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Nisan 20, 2012

İLÂHİ FORMATLI ORATORYOLAR!...

Takıldım yine şu "İnsan Hakları"na !...
TV'lerde insan hakları, yandaş gazetelerde insan hakları! Dincilerin de, bölücü halkçıların da, şövenist bölücü taşeronların da, dindâr geçinen kindârların da ağızlarında, dillerinde; İnsan hakları!...
Filistin kamplarında terörist eğitimi alanlar, NATO'cu Ordu'nun darbelerine zemîn hazırlamak için yaptıkları eylemlerini övünerek anlatan, insana benzer İnsan Hakları Kobayları'nın tamamının ağzında; İnsan hakları!
Ucuz "Dolma kalemler"in, aldıkları dolar-euro karşılığı anlattıkları rangârenk, İnsan hakları!
İnsan olan herkesin -Allah için- duymak istediği hoş sözler!...
"Amaç değil araç" edilen demokrasi sâyesinde, "gereken durakta inilecek tramvay" diye tarif edilen demokrasi sâyesinde dokunulmazlaşarak Başbakanlığa kadar yükselen; Dolma kalemlerin dün, "Muhtar bile olamaz!" diye yerden yere vurdukları, bugün "İleri Demokrasi havârisi" diye alkışladıkları Kindâr-dindâr BOP Eş Başkanı'nın yönetmenliğinde; adâletten, kalkınmadan, vesâyetçi üniformalılardan hesap sormadan, haktan-hukuktan bahseden ilâhi formatlı oratoryolar dinliyoruz!
Milletin değil, üç genel başkanın ve "Ömürboyu ağırlaştırılmış" hapse mahkûm, sehpâ artığı bir cânînin tespit ettiği, sandıklarda seçmenin noterce tasdiklediği, milletin değil dört kişinin vekillerinin Meclis'teki sayılarına göre oynadıkları demokratlık rollerine, "hayvan hakları" konusunda sağladıkları muhteşem konsensüs gösterilerine alkışlar vuruluyor!
İnsanı insanlığından utandıran uygulamaların demokrasi, hatta ileri demokrasi adına uygulandığı bir ülkede, insanlıktan nasipsizlerin dillerinden düşürmedikleri İnsan Hakları'ndan bana gınâ geldi!...
"Eski tüfek" lakaplı, kuvvete biat etmeyi akıllılık sayan kiralık "dolma kalem"ler; bebek katili Apo alçağının ve onun dağdaki kuduz itlerinin yaşadıkları zorlukları, İnsan Hakları'yla süsleyerek anlata anlata bir hâl oldular!
Dağda bir avuç hamurla 24 saat yaşamalar, mağaralardaki zor şartlar, bu zor şartlara rağmen gitarla sanatsal faaliyetler! Diğer yanda; emrine tahsîs edilmiş kocaman bir adada, yanına seçtiği adamları hizmet etsin diye verilmiş, avukatları aracılığıyla Devletle pazarlıklar eden, İleri Demokrat Hükûmete "Demokratik Yol Haritası" çizebilen, "Dağdayım" deyip Şam'da, seçme bakîre terörist kızlardan kurulu hâremini özleyen "Önder"(!)le, "Gerekirse şeytanla da görüşür!" yetkisiyle donanmış "Sır Küpü" sıfatlı bürokratın, diplomatik zorlukları; bebek katili, sapık çukurun, yedi metrekarelik bir alanda zorluklarla geçen 22 saati vs. vs...! Niye 24 saat değil, 22 saat? Onu da ne anlayabildim, ne de anlatan var!
Diğer yandaş TV'lerde Suriye'de Beşar Esâd'ın uyguladığı ısrarla söylenen vahşet!
Bu düzmece haberlerin verildiği anda gerçekte ise kendi ülkemizde katledilen gencecik doktor, saldırıya uğrayan 112 Acil Servis çalışanları; İnsan Hakları savunulan kahpe teröristlerin habire şehît ettikleri Mehmetçikler, Güvenlik Görevlileri!
Tesadüfse tesadüf ama! ...
Bir yanda, dün BOP Eş Başkanı Başbakan'ın "Kardeşim Sayın Esât"ı iken bugün, sadece "Eset"; diğer yanda 40.000 kişinin katili cânî bir vahşî yaratığa; ABD ve AB direktifleriyle îdamdan kurtarıldığı yetmez gibi, dahası, dahası istenen insan hakları!...
Heeeey! İnsana benzer yaratıklar!
İnsan rolü yapmaya çalışan, onu da beceremeyen acemi Darvin Kobayları!
Aklınızı başınıza devşirin!...
40.000 vatandaşın, askerin, polisin, korucunun, öğretmenin, hemşirenin, yol işçisinin, bebeklerin, kadınların, suçsuzların katiline ve avukatları eliyle verdiği talimatlarla saldıran silahlı kuduz itlerine; sokakları yangın yerine, cehenneme çeviren, toplu taşıma araçlarında suçsuz-günahsız kızlarımızı diri-diri yakan psikopatlara, 5 TL yevmiye ile askeri-polisi taş ve molotof yağmuruna tutan besmelesiz veled-i zinâlara insan der, onlara İnsan hakları istemeye devâm ederseniz, sizi de insan tarifinin dışına atarız!...
Bre yediği kaba pisleyen nankör yaratıklar! Ya hayatının baharında 2 metrekarelik kabre, Vatan Ana'nın bağrına gömülen, toprağı vatanlaştıran Şehitlerimiz'in hakları ne olacak?...
Ya sayıları milyonlara varan, yaslı-yaralı Şehit Ailelerimizin insan hakları ne olacak?...
Benim haklarım ne olacak kar-de-şiiiim?
Seçmediğim ve asla seçmeyeceğim birileri tarafından yönetildiğim için; defalarca assam da millî hırsımın geçmeyeceği bir alçağı idamdan kurtaranlar tarafından yönetildiğim için; reddettiğimi yıllardır haykırmama rağmen AB'nin kapılarında Devletimi bekletenlerce yönetildiğim için; yüzlerce yıl Haçlı Seferleri'ini İslâm adına tek başına göğüsleyen Şühedâ evlâdı Mehmetçiğime, Yunanlıyla birlikte Afganlı Müslümanlara mermi sıktıran "Haçlı Müslümanlar" tarafından yönetildiğim ve bunlara itirâz ettiğim için engellenen, kısılan sesimden dolayı gasp edilen benim İnsan Haklarım ne olacak?...
Ben, kime şikayetleneceğim?...
Ömürboyu ağırlaştırılmış hapse mahkûm, bir yaratığın emrine ada tahsis ederek "Sır Küpü" bürokratlar vasıtasıyla görüşülüp "İleri Demokrasi Yol Haritası" çizilmesine rağmen; bize ülkemizde revâ görülen gönlümüzce konuşamama cezasından doğan İnsan haklarımız ne olacak?...
Kur'an'da tanınan Kısas hakkımızı engelleyen kindâr-dindâr yöneticileri kime şikâyet edeceğim?
Bana yapılan kötülüğe misliyle cevap vermek ve affetmek istemiyorum! Canımı yakanın canını yakmak, on binlerce canlarımızı alanın canını almak istiyorum! Bu hakkımı da benim adıma Devletim, Yasalarla yapsın istiyorum!...
Saddam'ı, Kaddafi'yi, Mübârek'i yok ederek estirilen Arap Baharı'nın kudretli Eş Başkanı; benim 40.000 insanımın katiline "İnsan Hakları" dayatması uyguluyor!...
Bizim, Türk Milletinin haklarımız ne olacak?...
Bizim insani haklarımızı, demokrasi sâyesinde ele geçiren İleri Demokrat monarşistler, şimdi de 400 yıl tebaâmız olmuş Suriyeli Müslümanlara "bombalı demokrasi" götürmeğe hazırlanıyorlar!...
Bizim itirâzlarımız ne olacak?
Bizim çocuklarımız ulûl emr'e itaatla Müslüman kardeşlerimize saldırttıtılırken, mesâneden çürük raporlu ama dünyayı sallayan görkemde bir düğünle evlenen, düğün takılarıyla babasını dünyanın en zengin sekiz lideri arasına sokan, dindâr-kindâr BOP Eş Başkanı Başbakan'ın çocukları ne yapacak?
Hakkımızı meşru yollardan bile soramayacak mıyız?
Canımızı yakan, insanlığın yüz karaları cânîlere insan muamelesi yaparak insanî duygularımızla oynayan ve insanî bir duygu olan öfkemizi kabartanlara karşı bir tavrımız, bir sözümüz olamayacak mı?
Beyler! Sel de sudandır amma hayat vermez, bitirir!
Öfke selimiz tûfana dönmek üzere! Vallahi sonunda olan, size olur ve kabaran bu millî öfke selinde yok olursunuz!...
"VE TEVEKKEL A'LALLAH" (Vekîl olarak Allah yeter.-Ahzâp-3)
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Nisan 18, 2012

BİR SEVDÂ İLE VEDÂLAŞMA ...

"Hoş geldin!" diye karşılamayı, "Hoş geldin!" diye karşılanmayı, kucaklaşmayı, hasret gidermeyi çok seviyorum... Vedâlaşmayı ise hiç sevmiyorum!
Biliyorum ki her sıcak karşılanmanın sonunda, zamanı geldiğinde vedâlaşma söz konusu! Bu yüzden her coşkulu kucaklaşmada yüreğimin bir yanı; o, günü geldiğinde yaşanacak olan vedâlaşmadan dolayı, hep buruktur!
Bu yazım, bir vedâlaşma olacak!
Varlığı ile müftehîr olduğum, tanıştığımız güne hep şükr'ettiğim bir Dostum'a, verdiğim sözü tutamamış olmamın üzüntüsü, en az vedâm kadar yüreğimi burkuyor! Hatta pervâsız Türk gönlümü, çok incitiyor!
Prof. Dr. Ümit Özdağ'nın kurduğu veya kurdurduğu www.haberiniz.com Sitesi'ne, kurulduğu günden birkaç gün sonra dahil oldum.
Hür akıllı Türk Milliyetçileri ile bir arada Türk Milliyetçiliği yapabileceğimiz bir haber sitesinde, birbirinden kaliteli ve kalifiye Türklerle bir arada olacaktım. Onlarla refîklik onurunu, doyasıya yaşamanın tarifsiz keyfini yaşadım!
Bu özel ve güzel sitede yazı yazmama vesîle olan Gönüldaşım Osman ÇELİK'ten ve başta Behçet Kemal GÜRSOY olmak kaydıyla gece geç vakitlerde telefonlarıma, belki kaprislerime tahammül eden site yöneticilerinden Tanrı'm râzı olsun.
Mustafa Aslan nâmlı, aklı kesti keseli Türk milliyetçisi ve Millet Fedâiliği'ne hevesli hür akıllı, âdil vicdânlı, sadece sözlük anlamıyla Kuva-y-ı Seyyâre, yani seyyar kuvvet olmaya hevesli bir Türk'ün; doyasıya Türk Miliyetçiliği yapabileceği bir yerde saf tutması, kaçınılmazdı.
Ne zamandır sitedeyim diye bilmek için baktığımda, arşive göre ilk yazım; "Karşıdan Karşıya Serçe Uçurdum..." başlığıyla 08 Nisan 2010'da yayımlanmış. Demek ki tam iki yıldır www.haberiniz.com safındaymışım.
Kaç yazım yayımlanmış sayamadım! Önemli de değil! Ömrümü hasrettiğim, bütün varlığımı uğruna gözüm kapalı fedâya hazır olduğum Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliği uğrunda, site vasıtâsıyla birşeylere vesîle olabilmiş, harekete müspet manada bir katkı sağlayabilmişsem, elbette bahtiyârım...
Herkesin bildiği bir gerçek var ki hiç bir misâfirlik sonsuz değildir. Her gelişin, mutlaka bir gidişi olacaktır.
Bugün o gidişin, o vedâlaşmanın vakti!
Elbette; "Her yiğidin bir yoğurt yemesi vardır." gerçeğini bilirim!
Yaşını-başını almış, kendi gibi yani müstâkil düşünmeye başlamış ve düşündüklerini kamuoyu ile paylaşacak müktesebâta sahip herkesin, elbette bir mücâdele şekli, bir mücâhede tarzı olmalıdır, olacaktır. Çok hazzetmememe rağmen, son günlerin popüler bir tarzı olan; "Mes'elelere konjonkturel bakma" ilm-i siyâsetine de mecbûren saygılıyım!
Bu saygım, aynı zamanda kendime de olan saygımdandır!
Ne zaman oldu?
Niye oldu?
Hiç merak etmeden ve sorup sorgulamadan; site yönetiminin "konjonkturel bakış"larından kaynaklı, onların günübirlik siyâsetlerine uymayan düşüncelerimin, yayınlanmaması üzerine, bu vedâyı yapıp yapmama konusunda kendimle çok çekiştim!
Çünkü Behçet Kemal Gürsoy Kandaşım'a verilmiş bir sözüm vardı! Sözümün esîri olarak O'nu incitmektense aylarca pervâsız Türk gönlümün incinmesine tahammülü seçtim!
Demek ki her barajın bir kapasitesi ve suyu bend etme tahammülü gibi, sabrında bir tahammül sınırı varmış! Ömrümün sonuna kadar Behçet Kemal Gürsoy ve site yöneticilerini sevmekte kararlıyım! Ama onların da müsâadeleriyle kuva-y-ı seyyâreliğimi, yani seyyar kuvvetliğimi, yani disipline edilmez karakterimle tek başıma, Türk Milleti sevdâmla millet fedâiliğine devam etmek arzumla vedâlaşacağım!
Biliyorum ki; Cumhuriyet ve demokrasi adlı ithâl sistemi Türk Milleti'ne hediye eden Muhteşem Türk Atatürk'le ve Cumhuriyet'le hesaplaşmaya başlayan, "Demokrasi, amaç değil araçtır." demekten hiç imtinâ etmeyen İleri Demokrat AKP'lilerin, Türk Milliyetçileriyle de hesaplaşmak için, çok şiddetle bir saldırıya hazırlandıklarını hissediyorum!
Dünyada bir benzeri olmayan ve sistem diye dayatılan bu sistemsizlik içinden, bir çâre çıkabileceğine inanmıyorum! Dahası; güya Birinci 12 Eylül'cüler ve 28 Şubat'çılarla hesaplaşma gösterilerini, 1982 Anayasası ile yapıyormuş gibi yapan AKP ve muhalefet partileriyle Türk Milleti'nin demokratik bir kurtuluşa ermesi mümkün değil! 1982 Anayası'nın getirdiği Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası, Dokunulmazlıklar Yasaları değiştirilmeden, bir hesaplaşma ve çâre mümkün mü?
Ömrümün 45 yılını propogandisti olarak yaşadığım, mensûbiyetiyle iftihâr ettiğim, herşeye ve herkese rağmen hâlâ Türk Milliyetçiliğinin tek adresi ve markası olmuş MHP'nin mevcût Genel Başkanı'nın; "Şu sıralar çatlar ve dağılırsa kaos olur!" yaklaşımına, itirâz edemeyeceksem, samîmi uyarılarımı yapamayacaksam, çâresizliğe kendimi mahkûm etmenin bir mantığı olabilir mi?
Kim, kimden yana olursa olsun!
Kim, kime siyâseten destek veriyor veya yandaşlık ediyorsa etsin, mes'elem değil!
Mevcût MHP Genel Başkanı Beyfendi tarafından sevilmediğimi biliyor ve kendilerini sevmediğimi ifâdeden hiç çekinmedim, çekinmiyorum! Lâkin Genel Başkan'a olan sevgilerini bildiğim ve "Ülkücüyüm" diyen herkesi, ölümüne sevdiğimi de onurla haykırıyorum!
Onlar beni, sevmeseler de olur!
Türk'üm ve DNA'mın fonksiyonları gereği Türk Milliyetçisiyim!
Türk Milleti'ndenim ve millî aklım gereği; "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyenleri gözbebeğim sayacak kadar Türk Milletçisiyim!
1944 Tabutluklarını mumla aratacak şiddetle Türk Milliyetçiliğine karşı bir taarrûzu bekliyorum! Ne çıkarsa bahtıma tevekkülü ile Yalnız Kurt edamla, tek kişilik dünyâma ve sîne-i millete çekiliyorum!
Tek başıma da kalsam susarsam, namertim!
Tanrım'a teslîmiyetim, Türk Milliyetçiliği ve Türk Milletçiliği fikriyâtımla Tûran Yolu'nda, Kur'ân kılavuzluğunda seferime devam etmek üzere, www.haberiniz.com'a vedâ ediyorum! Bu vedâlaşmamdan sonra, anılan sitedeki âtıl köşemin kapatılmasını istirhâm ediyorum.
Hakkım varsa düşünmeden helâl ederek ve sürç-i lisânımla incittiklerim varsa Allah rızası için helâllik dileyerek hepsini, Allah'a emânet ediyorum...
TÜRK, TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm!...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Nisan 17, 2012

ESKİYE RAĞBET DE ESKİDENMİŞ!...

"İki günü aynı olan, ziyândadır." diye gelişmeyi öğütleyen bir Paygamber ümmetiyiz.
"Hiç ölmeyecek gibi çalış, yarın ölecek gibi ibâdet et." diye dünya ve ahireti dengeleyen bir dînin mensûbuyuz da bugünümüz niye hep dünden kötü?
Hayata yenilmiş müflîslerin; "Eskiden..." diye başlayan masallarını, dinlemeden anlamak mümkün ama bu sohbet, genellikle dinleyeni sıkar! Çünkü herkesin 'eskiden'leri var ve hiç kimse, kendi 'eskiden'ini, başkasının 'eskiden'i ile kıyaslamaya tenezzül etmez!
Hepimizin dede-ninemiz, ana-babamız; sıkıştığımızda gittiğimiz büyüklerimiz vardı eskiden, şimdi yok!
Sarı Paşa, Gâzi Paşa, Atatürk ünvanlı, "Bağımsızlık karakterimdir." diyen gök gözlü Atamız vardı eskiden, şimdi yok!
Daha dün; "Yanlış yapıyorsunuz! Gerekirse kan dökeriz! Ne mozaiği ulan?" diye Türkçe kükreyen, Başbuğ Türkeş vardı eskiden, şimdi yok!
Dün var olanlar, bugün yoklar diye, ziyânda mıyız?
Hz. Peygamber(s.a.v.)'imiz ve fizîken yokluklarını bildiğimiz ama hemen her ânımızda varlıklarını hissettiğimiz manevî ölümsüzlere rağmen, ziyânda mıyız?
Gösterilen yoldan, öğretilen terbiyeden, bırakılan ahlâkî mîrâstan uzaklaşıp kendimizi harâb eden biz mi, aklımızı hiç kullanmayan biz mi, yoksa "Niye biraz daha fazla mal bırakmadılar?" diye tembelce sitem ettiğimiz eski büyüklerimiz mi kabâhatli?
Yarın ne yapacaklarını bilmeyen, dünlerini reddederek Haçlı tâlimatlarıyla Şühedâdan, Gâzi Paşa ve arkadaşlarından kalan Vatanı, ehîl kadrolardan kalan millî kazanımları-KİT'leri, "Babalar gibi" satan, hoyratça harcayan; sahip oldukları mevki ve makamlarını borçlu oldukları Cumhuriyetle hesaplaşmaya niyetlenen; işgalcileri kovup Haçlı atlarına ahır edilen cami minârelerinden yeniden Ezan-ı Muhammedi'yi inletenleri unutarak laiklikliği dinsizlik diye tarif eden, demokrasiyi "amaç değil araç" bilen, ileri demokrat yeni büyükler(!)imiz mi hatâlı?
Dinlerarası Diyalogcu işbirlikçilerle mi, Haçlı ile müslümanlara bomba yağdıran Medeniyetlerarası İttifakçı 'Haçlı Müslümanlar'la mı, Müslüman katleden Haçlı askerlerine duâ edenlerle mi, bunlara yağcılığı-yalakalığı entellik sayan, dönen-değişen-gelişen, eyyâmcı, ucuz dolma kalemlerle mi ziyândan kurtulacağız?
Eski, eskiden, eskici kavramları neye yarar? Yenileşmezsek, güncelleşmezsek; önce ittihâd(birlik) ı, sonra terâkki(gelişme)yi düşünmezsek ziyânda değil miyiz?
Kırk yıllık Ülkücünün, 68 Kuşağı Solcunun, Milli Görüşçünün eskisi-yenisi mi olurmuş? Kim, kimi kandırıyor? Kim, kimle dalga geçiyor?
Askerlik yaptık diye şimdi hepimiz, eski asker miyiz?
Hepimiz çocuktuk diye kime "eski çocuk" denilir? Denilse komik olmaz mı?
Kaç kişinin, sadece kavga ve didişmelerle hatırlanan, çocukluk arkadaşı diye iltifat edilen kişiyle dostluğu vardır? Çocukluktan sonraki gençlik ve delikanlılıkla başlamaz mı herkesin 'eskiden'i?
Ve hepimiz; 'eskiden' ahlâksızlığını, dönekliğini, korkaklığını bildiğimiz kişilere ayıplarını kapatmak öğretisiyle güzel ahlâk adına yataklık yapar ve ahlâksızlıkta istikrârlı ahlâksızlar'a yenik düşeriz!
Artık sorgulamak gerek! Bu dönekler, kalleşler, korkaklar, ahlâksızlar mı; yoksa onlara -güya- doğru yapıyormuşça tanıklık ve sırdaşlık ederek susan biz mi suçluyuz?
15 yıldır, bütün 'eskiden'leri inkâr ederek mevcût Genel Başkan'a yakın olmaktan, O'nun sâyesinde edindikleri makamdan başka hiçbir başarıları olmayan, bugünleri dünlerinden kötü ziyândakiler yüzünden milyonlarca Ülkücü, dolayısıyla Türk Milleti azâb çekiyor!
Eskiler, eskici kapılarında, uyduruk 'eskiden'lerini pazarlayarak, dünü inkâr ederek alınıp satılıyorlarsa kim, kime ne yapabilir?
15 yıldır; "yanlış söylem-yanlış uygulama"larla 'eskiden' de hiçbirşey olamamış hiçlere iltifât edenler mi, en yakın yalakalar içinden seçerek hiçleri bir yere oturtmaya mecbûr kalanlar mı, hiçlerin hiçliklerini bilerek 15 yıldır susan, biz mi kabahatliyiz?
Sağcı-solcu, ülkücü-devrimci, dinci-laik hepimiz birbirimizi biliriz!
İğrenç komplolara figüranlık ederek hiçlikleri yanında aptallıklarını da tescilleyenlere, ufacık bir ikâz şart artık! Yeter oldunuz! Çekilmez oldunuz! Ya susun ya da susun! Susun da sükûtu ikrârdan sayarak selâm almayı farz bilenleri kaybetmeyin vesselâm...
"TAŞLAMAYLA SÜRÜYE GİDEN İT, KOYUNU KURDA VERİR!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Nisan 13, 2012

KURT ULUMASI, TEDBÎR GEREKTİRİR...

Cambaza bakmıştık, bakıyoruz ve daha çok bakacağız galiba!
"... modern, dindâr bir gençlikten bahsediyorum. Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik..." tarifini NFK'dan alıntılayan BOP Eş Başkanı Başbakan, hayâlindeki gençliği yetiştirecek zemîn için Cumhuriyet tarlasını sürmeğe başladı! Hem de herc ü merc ediyor maşallah!
BOP Eş Başkanı'nın bu sözü söylediği gün, Mehmet Âkif'in Süleyman Nazif'e dediği; "Kînim, dînimdir'i ben söylemeliydim. Çünkü senin kînin de dînin gibi zayıf!" sözünü hatırladım!...
BOP Eş Başkanı Başbakan'ın; ömrü boyunca kuvvetlinin yanında durmuş, Menderes'le başlatılan "Örtülü Ödenek"ten beslenerek "Dolma kalem"liği tercih edip hep muktedîrin yanında durmayı mahâret saymış,
'Sultân-üş Şüâra' ünvânını, söze hükmü nispetinde şiirleriyle hak etmiş ama 79 yıllık ömründe gitmediği parti kalmamış, eyyâmcılığı ilm-i siyâsetleştirmiş NFK'dan mülhem gençlik tarifine, takılıp kaldım!
Ziya Paşa'nın;
"Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde" ölçüsüyle bakınca BOP Eş Başkanı'nın hayâl ettiği gençliği görür gibiyim!
Hayâl edilen bu gençlik, rol-modeline uygun olacaktır!
Yani BOP Eş Başkanı Başbakan'a benzeyecek veya benzetilecektir. O zaman da ortaya, "Kini de dîni gibi zayıf" bir gençlik çıkacaktır!
Dînine bağlı dindâr bir gençlik; Haçlı ile birlikte Müslüman ülkelere -ki o ülkeler 400 yıl bizim topraklarımız, oralarda yaşayanlar da bizim insanlarımızdı- demokrasi götüreceğim diye bomba atar mı?
Dînine bağlı, dindâr bir gençlik; "O Kitap'ta onlar üzerine şöyle yazmıştık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş... Yaralamalar karşılığında da kısas. Kim bağışlarsa bu bağışlaması kendisi için günahlara bir perde olur." (Maide-45) Allah buyruğuna rağmen Yahûdi kindârlığı ile Müslüman dindârlığı yapabilir mi?
Dînine bağlı dindâr bir gençlik; bir zamanlar yalaka dolma kalemlerin, "Muhtar bile olamaz." dedikleri birini Başbakanlığa kadar çıkaran Cumhuriyet ve onun bânisi Gazi Mustafa Kemal'le hesaplaşmak gibi bir nankörlüğe teşebbüs edebilir mi?
Yine cambaza bakıyoruz!
BOP Eş Başkanı Başbakan, Suudi Arabistan'da. Suriye'ye uluslararası güçlerin müdâhelesine Arapların çağrısını sağlamaya çalışacak! Sonra da Rusya'ya Putin'e ABD'nin isteklerini götürecek! Çin'e gidip gelmişti!
Cambaza bakıyoruz!
Bir zamanlar, ABD'nin üniformalı "Bizim çocuklar"ı sivilleri fişliyor, takip ediyor sorguluyordu; bugün ABD'nin sivil "Bizim çocuklar"ı, nöbeti devraldığı üniformalıları takip ediyor, sorguluyor ve kendilerinden olmayanları fişliyorlar!
12 Eylülcülerden ve 28 Şubatçılardan intikam alınıyor güya! Muhbîrin muhbîri ihbarı artık mîde bulandırıyor! Eyyâmcı NFK'cılığın günümüz temsilcisi vuvuzelalar ötmeye başladılar!
Bir yandaş TV'de kindâr-dinci bir gazeteciyi, hem de 28 Şubat süreci'nde Genelkurmay Başkanlığı'nı
tek başına fethediş(!)ini anlatırken dinledim! Özel davetle Karargâha gidişini, bir komplo ile yakasına Atatürk rozeti takılmasına; "Ben Kemalist değilim ama hatıra olarak saklarım." diye itirazını, Ellerinde kitapları dolu poşetşerle içeri girdiğinde Altemur KIlıç'ın; "Helâl olsu Hoca! Eğilmedin!" diye alkışlayışını, Genelkurmay Başkanı odasından Meclis'e kuşbakışı bakarak; "Gel de darbe yapma!" diye yüksek sesle söylenişini, namaz kılmak için bir odaya kapatıldığında Genelkurmay Başkanlığı'nda sivil çaycıdan başka "Kıble"yi bilenin olmayışını kahkalarla anlatırken öfkeden beynim acıyarak izledim!
Kıble'nin güneyde olduğunu ve güney yönünü tayin edemeyen bir Genelkurmay Karargâhı tarifini, anlatan ve anlattırandan iğrenerek izledim!
Bunlar dindâr değil mi? Evlerimizi 50'den fazla TV kanalıyla işgal etmiş, büyük bir gayretle Müslüman Suriye'ye Haçlı adına vurmakla görevlendirilmiş BOP Eş Başkanı'nın dindârlığını ispatla asıl yapılmak isteneni perdelemeye çalışıyorlar!
Ve aslî görevlerini unutarak demokratlaşmak, siyasallaşmak hevesiyle ABD, NATO ve BM'in emrine girmeyi normalden saymış bütün rütbelilere canım yanarak buğz'ediyorum vesselâm...
İT ULUMASI UĞURSUZLUKTUR, KURT ULUMASI TEDBÎR GEREKTİRİR.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Nisan 11, 2012

AYILANA, GAZOZ!...

Mevcût hükümete ve güya muhalif siyâsi partilerin mensuplarına basit bir soru sormak isterim!
Ekonomik, sosyolojik, psikolojik bir soru değil! Hatta bir müktesebât yani bilgi birikimi gerektirmeyen göreceli bir soru...
Kırk yaş ve üzeri kişilerin kolaylıkla hatırlayacağı, uykusu kaçan gençlerin gece geç vakitlerde, dindâr maskeli tv'lerde izledikleri eski Yeşilçam filimlerinden, güncelliğini kırk yıldır kaybetmeyen bir konuyu sormak isterim...
Sonra soruyla ilişkilendirerek meseleyi, bizzat kendime getirerek irdelemeye çalışacağım!
Soru basit ve keyifli: Tecavüzcü Coşkun, evden kaçan iyi aile kızlarına neden gazoz içirir?
Sonra ilintili ikinci soru: Günümüzde Tecâvüzcü Coşkun var mı? Varsa hâlâ iyi aile kızlarına gazoz içiriyor mu?
Cevapları, kahkahaları duyar gibiyim! Tecâvüzcü Coşkun, iyi aile kızlarına uyku ilacı kattığı gazozu, tecâvüz etmek için içirir! Tecâvüz etmeyeceği kıza, niye gazoz içirsin ki? Hızlı-kontrolsüz göçlerle güya şehirleşme adıyla metropollerin "varoşlar"ında, kurnaz kişiler; "O, binmeyeceği eşeğin önüne ot koymaz!" şeklinde tarif edilmez mi?
Şehir, hatta metropol ve eşek!... Ve eşek binicisi!... Ve binmeyeceği eşeğe ot vermemek!...
Yine şehir, hatta metropol, dünya metropolleri klasmanında yeri olan İstanbul, 75 milyonluk bir ülkenin basın ve medyasının tamamına yakınının merkezi!... "Dolma kalemler"in transfer ücretleriyle yalı-yat-kat alabilmek için canhıraş rekabete girdikleri bir dünya cenneti!... Ve varoşlar! Ve eşek! Ve eşek binicisi ve binilecek eşeklere verilen ot!
Yardım paketleri! Odun-kömür! Önce "Ananı da al git!", sonra çatkapı bir gecekondu ziyâreti! Bağdaş kurup oturmalar, kucakta bir varoş çocuğu ve paket oylar!
Uygulamanın adı demokrasi! "Demokrasi gereken durakta inilecek tramvaydır./ Demokrasi amaç değil araçtır." diyebilen bir siyâsetçiden, seçmenlere sunulan bir kucak yeşillik! Sonuç; varoşlardan, bir kucak yeşil'likle alınan paket oylar ve iktidarken üç kere, oy artışıyla kazanılan sandık zaferi!
Soru ve cevâbıyla bu söylediklerimizin ne alâkası mı var? Aynayla konuştuğumu, sözlerimin birinci derecede muhatabının, aynadaki ben olduğunu itiraf ederek söyleyeyim: "Tecâvüzcü Coşkun, niye bize de tecâvüz etmedi?" diye içerleyen, varoşlardaki köylü güzelleri hasetiyle kırk yıllık alışkanlığımızla inadına aynı partiye oy veren ben! Dışlanmama, ötelenmeme, hâin ilan edilmeme rağmen; "Benim partimden başka parti yok!" diyen ben!
"Türk'üm, Türk Milliyetçisiyim. Türk Milleti'ndenim, Türk Milletçisiyim." diyerek dolaşıp; "Farklılıkların farkındalıkla ülke yönetimi!/ Sosyal dayanışmanın siyâsal iz düşümü/ Çiçek bahçesi" şeklindeki 68 Kuşağı'ndan daha solcu söylemlerle sahaya inen partiye oy veren ben!
Ve hayatı boyunca, bir kere bile; "Demokratım." dememiş olan ben!
Bana benzer veya onlara benzediğim epeyce kişi olduğunu da biliyorum!
Kardeşin kardeşe neler yapabileceğini Habil-Kabil Kardeşlerden bilmemize rağmen, Türk ve Osmanlı tarihinde kardeşleri tarafından öldürülen, boğdurulan kardeşleri bilmemize rağmen; Mete Han'dan, Yavuz Sultan Selim Han'dan oğulun babaya neler yapabileceğini bilmemize rağmen, "Bin yıllık kardeşliği yaşa ve yaşat!" sloganına itibar eden ben!
Ve kendi kendimi kandırarak asla demokrat olmamama rağmen, demokratlık yarışına giren ben!
Ve 21. yy.'ın Demokratik Haçlı Bombaları karşısında tedbîren bir araya gelmeye çalıştıklarına inanmak istediğim Türkçe konuşan devletler arasında oluşturulan Türk Dayanışma Konseyi Genel Sekreteri Halil Akıncı'ya yöneltilen; "Türk Cumhuriyetleri, 'Türkiye, Arap Baharı politikasında takip ettiği tutumu bize de yansıtır mı' diye bir endişe duymuyor mu?" sorusuna verilen; "Tarihte hiçbir devlet, demokrasi ile kurulmamıştır." cevabı!
Ve demokrasi! Ve İleri Demokratlar! Ve Demokratik Haçlı Bombaları! Ve demokrasi gazozuna bazen din, bazen mezhep, bazen tarikat-cemaat, bazen milliyetçilik, bazen şövenizm katarak millete içiren Siyasal Tecavüzcü Coşkunlar!
Ve; "Bu kadar cehâlet ancak tahsîl ile mümkündür." diye diye ölen, Sakallı Celâl!
Eşeğin olduğu yerde, semercinin olmasından daha doğal ne olabilir ki vesselâm...
"UDAÇI ERTİ TÜRK BUDUN, ÖKÜN!"
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Nisan 10, 2012

SİLİVRİ'YE MEKTUP

Selâm ile...
Sevgili Müyesser Ablam;
En son ne zaman, kime mektup yazdığımı hatırlamıyorum ama cezaevinden bir başka cezaevindeki arkadaşıma yazdığımı hatırlar gibiyim... O zamanlar; ABD'nin "Bizim çocuklar" diye sıfatladığı 'silahlı demokrat(!)lar'ın başı Netekim General'in adâleti(!) hüküm sürüyordu! Mektuplarımız önce bizim cezaevinin hayatımızı karartmakla görevli gardiyanları tarafından okunuyor "Görülmüştür" kaşesini yiyerek postalanıyordu!
Postallı demokrat(!)larımız'la sessiz sadâsız alay da ederdik o mektuplarımızda! Meselâ; dokuzuncu cümlelerin, dokuzuncu kelimelerinin, dokuzuncu harflerine dikkat çeker gibi yapardık! Hayatında emir almaktan başka bir işi başaramamış, bizi korumak-kollamakla değil takiple görevli emir kulları, "dokuz" vurgulamasına takılıp dokuz kelimelik cümleler ve cümlelerdeki dokuz harfli kelimeleri aramakla belki de iki gün geçirirdi! Kazancımız, mektubumuzun en az iki gün gecikmesi olurdu ama mektubumuzu okumakla görevli "postallı demokrat"ın, bizi makamına çağırarak "iyi polis" pozlarıyla yaptığı ikrâmlarıyla damağımız tatlanırdı!
Sevgili Müyesser Ablam;
Bazen kitaplar dolusu karalayan "dolma kalemler" hiç bir şey yazamaz ama rûhla bütünleşen ellerdeki ucu körelmiş karakalemlerin anlık karalamaları, tarihe şerh olur! Farkındaysan tâlih ve tarih sana "tarihe şerh düşme" yetkisi verdi. Bu yetkini bî-hakkın kullandığının Allah huzûrunda ve tarih önünde tanıklarındanım.
Seni, Eşin Beyfendi'yi ve seni sevenleri tanımakla -özellikle- müftehîrim. Allah'ın nasîbiyle özel bir devrin özel olmasına müspet-menfî katkı veren bir nesiliz! Hikâyeler bizden, bizim yaşadıklarımızdan veya yaşamamız planlanan sahnelerden çıkarılıyor!
Senaryolar, bu hikâyelerden bizim karakterlerimize göre kurgulanıyor! Arada senin gibi, dik duruşuyla senaristin kurgusuna uymayan, sahne dekorunu alt-üst ederek bozan yiğitler çıkınca senaristin aklı karışıyor ve -geçici olarak- bir süre perde iniyor!
Keyifle ve gururlanarak şunu söyleyebilirim ki gayr-ı millî senaristin her aklı karışıp perde indirildiğinde Türk Milleti bir soluk alıyor! Tarihte Türk Milleti'nin soluklanmasına sebep olabilen olaylar genellikle çok kanlı savaşlar olurdu! Şimdi sen ve senin gibi Yiğit Millet Fedâilerinin şahsî fedakârlık ve ödediğiniz bedellerle millet soluklanıyor!
Bir millet evlâdı olarak bu fedakârlığınızdan dolayı ben, yerle gökler arası kadar Allah râzı olsun diyorum...
Sevgili Müyesser;
100 yılın hesaplaşmasını yaşıyoruz! "100 YILIN HESABI" diye kitaplaştırdığın yüzyılımızın hesaplaşmasında millî tarafı temsîl ettiğinin elbette farkındasın... Satırlarım, zamanı törpülemene eğelik edebilsin diye mektubumu uzatmaya uğraşıyorum! Uzun yıllardır mektup yazmadığım için idmansızlığımdan kaynaklı olan yazımın eğri-büğrülüğünü lütfen hoş gör!
Gönlüm, senin gibi Yiğit bir Millet Anası'na inci misâli dizili görüntüsü olan bir mektup dilemişti! Genelde görenler yazıma güzel derler ama şu ânki hâlet-i rûhiyem elimin titremesine mani olamıyor! Yüreğim titriyor, elim titriyor, beynim yazmak istediklerimi yutkunuyor!
Her (!) ünlemim, her (.) noktam bir yutkunuş Sevgili Müyesser!...
Şunu başta sen, sonra bu mektuba "Görülmüştür" kaşesini vuracak olan "Demokrat emir kulu" bilmeli ki asıl söylemek istediğim; söylemediğim, yazmadığım, yazamadıklarımdır! Söylememe, yazmama mani olan düşüncem ise sana artı bir huzursuzluğa sebep olabilirim endişemdir!
Belki beylik bir söylem olacak ama gece ne kadar karanlık olursa olsun en zifirî karanlık, şafağın müjdecisidir. Senin tutuklandığına inanmadığım için tahliye demeyeceğim ama alıkoyulduğun gibi salıverileceğin günlerin yaklaştığını hissediyorum.
Ortaklaşa "korku imparatorluğu" kurmaya çalışan karanlık güçlerin birbirlerine düştükleri, artık saklanmıyor! Güç paylaşım mücâdelesinde kılıçlar çekildi! Kavganın ringini hazırlayıp hakemliğine soyunan senarist, Fuller'in ağzından; "Türkiye'ye sol lâzım" deyiverdi! Öfkemden gülsem mi, ağlasam mı?
Müyesser Kandaşım;
İrticâlen yaşayan bir "Türk Milliyetçisi" ve düşünerek yaşayan bir "Türk Milletçisi" olarak irticâlen karaladığım bu satırlarımla sana, mektubum süresince arkadaşlık edebilmenin manevî hazzında ve onurundayım. Biliyorum ki zamana güç yetmiyor ve biliyorum ki zamana kafa tutma dirâyeti gösterebilen nâdir kişiler, tarihe iz bırakıyorlar!
Sen artık tarihe şerh düşenlerden değil "Zâlim bir devir"e imza atanlardansın. Sen artık Millî bir karakter, bir Millî Şahsiyetsin ve seni tanımakla tarifsiz onurluyum.
İnşallah yakında salıverildiğinde bizzat tanışma, tokalaşma dilek ve temennîlerimle seni Allah'a emânet ediyorum.
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Dip not: Bu mektubum el yazımla Sevgili Müyesser Uğur YILDIZ'ın Silivri'deki adresine postaladığım mektubumdur. Bütün duyarlı yüreklerin kalem kâğıda sarılarak mektuplarıyla Siliri'deki yüreklilere yoldaş olmaları dilek ve temennîlerimle adresi vermek istiyorum:
Müyesser Uğur YILDIZ
Silivri Cezaevi Kampüsü
L-8 Cezaevi C-5 Koğuşu
Silivri/ İstanbul

Pazartesi, Nisan 09, 2012

"ÜLKÜCÜLER"İ İZLEDİM...

"Ülkücüler" Belgeseli"ni izledim.
Yorum ve düşüncelerimi ifâdeye; "Beğenmeyen, bundan iyisisini yapar!" diye başlayarak hem tenkît edenleri, hem de kendimin tenkîte niyetimi engellemeye çalışacağım!
Üzerimden kırk yıl sonra bir silindir yeniden geçmiş gibiyim! Kırılmadık kemiğim yok gibi!
Canımın her zerresi bir daha acıdı! Bizzat tanıdıklarımın varlıklarıyla, destansı tavırlarıyla, vakarlarıyla onurlanarak 46 yıllık Ülkücülük adayı bir Türk Milliyetçisi olarak; soyumla, boyumla, dînimle, fikriyâtımla ve Ülküdaşlarımla bir daha iftihâr ettim. Beni Türk yaratıp İslâm'la şereflendiren ve bu uğurda mücâdeleyi nasîp eden Çalabım'a şükr'ettim, hamd'ettim...
Her sahnesi başlı başına senaryolaştırılacak, destanlaştırılacak özellikteki olayları; olayların kahramanlarını hatırlayarak üzüntü, öfke, kîn ve gurûru bir arada yaşadım!
Sinema salonu karanlığında sessizce ve serbestçe akıttığım gözyaşlarım, rahatlama sebebimdi!
Belgeseli belki izlemeyebilirdim!
Kırk beş yıllık bir zaman dilimini, Birinci 12 Eylül Kıyâmeti'nden sonra otuz yıldır, kendi aramızda anlata anlata bir hâl olmuştuk zaten!
Genç Ülkücüler, -bizim kuşağın çocukları ve torunları dışındakiler- Mevcût MHP Genel Merkezi ve İl-İlçe Teşkilatlarının yönlendirmeleriyle şânlı bir kuşağın, şânlı mâzîsinden rahatsız olmaya başlamışlardı!
Bizim kuşağın yaşadıklarını ve çektiklerini görmemekle hem şanslı, hem de şanssız olan bu yeni nesil Genç Ülkücüleri üzmemek düşüncesiyle epeydir mâzîmizi anlatmamaya, anlattırmamaya, anlatmaya hevesli emsâllerimizi susturmaya başlamıştık ki bu belgesel gündeme geldi.
Daha düşünce aşamasındayken haberimiz olmuştu! Yapılması gereken bir işti ama herkes biliyordu ki külfetli, pahalı ve zor bir işti!
Yanlı belgeseller ve yanlı pembe dizilerin satır aralarında Ülkücü Hareket ve Ülkücüler, sahipsizliğe, yalnızlığa, redd-i mirâsa itilmişlerdi!
Bu belgesel yapılsın, yapımı başarılsın diye gayretleri hatırlıyorum. Belgeseli yapmayı hayal eden kişileri; "Ben umarım bacımdan, bacım ölür acından!" tekerlemesiyle tenkît eden epey kişiyi hatırlıyorum ama Arif İlke ve Bilal Kalyoncu nâmlı iki cesûr adam, bu zor işi başarmışlar!
Bu başarı alkışlanmalı, bu başarının alkışlandığının sinema salonlarından belli edilmesi gerekliydi! Herkes gitmeli, bu belgeseli seyretmeli ve seyrettirmeli!
Hele hele Cumhuriyet Gazetesi'nden Alper Turgut'un; "Bugünlerde hakkında göstermelik bir dava açılan cunta elebaşı Kenan Evren, bu belgeseli izlese hoşuna gider, “İşte biz bu yüzden askeri bir müdahale yaptık” diyerek..." şeklindeki çok rahatsız olduklarını belli eden yorumunu okuyunca, bu belgeseli izlemek artık vacipten öte farz olmuştu! İyi ki gitmişim!
Belgeselde Yunus Meral'in Avrupa İnsan Hakları Temsilcilerinin; "Şikâyetiniz var mı? İşkence görüyor musunuz?" şeklindeki sorusuna; "Size ne? Biz Devletimizi Milletimizin düşmanlarına şikâyet edecek kadar alçalır mıyız? Def olun!" özetli Ülkücü tavrını anlatma sahnesinde, salondaki 18-20'li yaşlardaki delikanlıların attıkları sloganlar ve gösterdikleri Türk'çe celâdet, görülmeliydi!
Bana kim; "Eksiği var mı?" diye sorarsa, "Git, gör!" diyeceğim! "Beğenmeyen, bundan iyisini yapmakla mükellef!" diyeceğim. Şahsen bir daha, bir daha gideceğim ve ulaşabildiğim herkese ısrarla seyretmelerini tavsiye ederim.
Öküz altında dana aramayı mahâret bellemiş zamâne kurnazlarının saboteye uğraşmalarına rağmen, Son Yüzyılın Son Başbuğu Alparslan Türkeş'in ölüm yıldönümü 4 Nisan'da gösterime sokarak, müthiş bir adım atan Arif İlke ve Bilal Kalyoncu'yu; yürekleri, cesâretleri, metânetleri ve emekleri yönünden alkışlıyorum.
Tekrâren üzerimden kırk yıl sonra bir silindir bir daha geçmişçesine bedenimin her zerresini ve rûhumu inciten olayları hatırlamama vesîle olan ve kuşağım ve mâzîmle iftihârımı sağlayan bu Türk Sevdâlısı Delilere çok teşekkür ediyorum.
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Nisan 05, 2012

KEŞKE'LER OLMASAYDI KEŞKE!

İçim kan ağlayarak, yüreğim burkularak öğrendim!
Öğrenmeseydim keşke!
Sebepten Allah sorsun, son günlerde çok "Keşke!" demeğe başladım! "Keşke"nin şeytan sözü, vesvese başlangıcı olduğunu bile bile, ne çok "Keşke!" demeğe başladım, ne çok "Keşke!" diyenleri itiraz etmeden dinlemeğe başladım!
Keşke; bu kadar kendini kaybetmiş kişi, "Ülkücüyüm." demese keşke!
Keşke; "Ülkücüyüm." diyen bu kadar kendini bulamamış kişiye kızarak aynı üslûpla mukabele eden, öfkeden kendini kaybetmeye müsait kişiler olmasa keşke!
Keşke; artık gittikçe siyâsî ahkâm sahnelerine dönüşen, riyakârların kurnazlık yarıştırdığı, mezarbaşı resimleri çektirme kuyruklarının oluştuğu kabir ziyâretleri yapılmasa keşke!
Keşke; güya sevgisinde birleştikleri bir kişinin kabri ziyâretinde, ölümün kimleri toprak ettiğinin ibretle seyredilmesi gerekirken, hiç ölüm yokmuş gibi kabir başında birbirine saldıran; "Ülkücüyüm." diyenler olmasaydı keşke!
"Her canlı, ölümü tadacaktır. Biz bir imtihan olarak sizi şer ile de hayır ile de deniyoruz. Sonunda bize döndürüleceksiniz." (Enbiya-35) emrinin en belirgin ispâtı kabir başında, ölümüne güya üzüldükleri kişi için aynı adreste buluşanların, birbirine saldırıları olmasaydı keşke!
"Size, kabir ziyâretini yasaklamıştım; ama artık kabirleri ziyâret edebilirsiniz. Çünkü bu ziyâret size ölüm sonrasını hatırlatır." Hâdis'ini hatırlayınca artık kabrin bile ölüm ve sonrasını hatırlatmaya yetmediğini görerek korktum! Korkmasaydım, bu nâ-hôş hadiselerle bizi korkutmasalardı keşke!...
Bir kaç gün önce, ebediyyete yolculadığımız Dâvâ Aysbergleri'nden Sevgili İlhâmi Bölük'ün musalla taşındaki aziz na'şı başında, cenâze cemâatini, kaç eski il başkanı varsa o kadar gruba bölmüş olan sessiz parçalanıştan rahatsız olmuş ve sessizce ifâde etmiştim! İtirâzımı daha yüksek, hatta en yüksek sesle haykırarak etseymişim keşke!
O zaman yüksek sesle itiraz etseydik belki Başbuğ Türkeş'in Kabri başında, güya kabir ziyâreti yapan ve güya Türkeş sever gruplar, birbirine saldırmaz, birlerinin kafalarını gözlerini kırmaz aracılık etmek isteyen kadınlar da aracının nasibi dayaktan pay almazlardı! Keşke!...
Ahmet Çepni gönüldaşımız, 4 Nisan Günü'nü; "Hemen ardından hesaplaşmalar başlandı. ... Koca koca adamlar eski ve yeni hesapları için yumruklaştılar. Orada, Başbuğumun kutlu kabrinde. Üç y....k birini yumrukladı! Zorla ayırırken “Sen benim genel başkanıma nasıl söz söylersin” yalakalanmalarını duyduk. Evet birkaç zübük bir araya gelip kendini güçlü sayınca bir kişiyi yumrukladılar. Gitmeye doğruldular ama bitmedi. Yumruklanan gidip kendi arkadaşlarını buldu. Bu sefer onlar saldırdı. Az önce kahramanlık edenleri dövdüler hem de yanlarındaki kadınları dahi yumruklayarak." şeklinde anlatan satırlarını keşke yazmasaydı ve ben de okumasaydım keşke!
Ben, gidemedim! Çok istiyordum, gidemedim!
Niye gidemediğimi, samîmi sırdaşlarım biliyorlar ve umarım; "Lütfen orada ayaklarınızı kuvvetle yere vurun! Sebebini soranlara, Mustafa Aslan'ın gönlü burada ayaklarınızın turâbı, ezin onu! Ezin ki sizin ayaklarınıza, yolunuza toprak olmanın huzûruyla sakinleyebilsin dersiniz!" ricamı yerine getirmişlerdir.
Türk'ü seven, Türk Birliği hayâliyle bütün sıkıntılara direnme kudreti bulan Türk Gönlümü, Başbuğ'un Kabri başında birbirine saldıranların ayakları altına atmasaydım keşke!
Bedenen gidemediğim için kendimi cezalandırıp eve hapsettiğim ve Bengütürk tv'den naklen izlediğim "Töresiz Tören"i izlemeseydim keşke! Sağlığında dünyaya sığmayan Türk Bilgesi Başbuğ'un mütevazı kabirlerine ısrarla "Anıt Mezar" diyen, MHP Genel Bşk.'nın alelacele yazıldığı belli bir metinden okuduğu ve sık sık kesilen zoraki konuşmasını ve kesintiler arasında güya zaman dolduran sunucuyu dinleme işkencesine kendimi tabi tutmasaydım keşke!
Aaaah! Keşke! Keşke! Keşke!...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Nisan 04, 2012

AYNASIZ TÂR U MÂRLARA!...

Bî-tarafın, bertaraf edileceğini yaşayarak öğrendik, bildik! Keşke öğrenmeseydik!
Öğrendiklerimden hareket ve cesâretle ortaya konuşacağım! Kim üzerine alınırsa ona kalacak!
Bir ayna kırıldığı zaman belki parçalarından birer küçük ayna çıkabilir.
Ama tamamı değiştirilmeden kırık aynanın tamiri, mümkün değildir! Maalesef, ülkücülerin sabah-akşam kendilerine çeki-düzen vermek için karşısına geçtikleri "Ülkü Boy Ayna" sını yaptıran Türk Bilgesi Türkeş, on beş yıldır dünyasını değişti!...
O'nun sağlığında "Ülkü Aynası" nın karşısına, kirli elbiseli, kirli mazili kimse geçememişti! O aynaya bakanlar; "...yoldaşını satanları", ülkücüye "Hain!" diyenleri; yaşından ileri konuşup Dava'ya katkılarını bilmeden, "Ülkü Devleri"ne saldıran ve saldırtanları, hiç görmemişlerdi!
"Ülkü Aynası" nın millî karakterli, "Başbuğ" ûnvanlı sahîbi, bir Kara 4 Nisan'da Hakk'a yürüyünce ayna sahipsiz kaldı!
Kirli giysilerini ve şahsî kirlerini, yaslı ülkücülerden saklayan, "Ülkü Aynası"ndan da saklayabileceklerini zanneden lekeliler, aynanın önüne geçme tepişmesinde aynayı kırdılar!
Kırık aynadan büyük parçaları alanlar, ellerindeki ayna kadar kendilerini gördü ve aynaları kadar kendilerine çeki-düzen verebildiler!
Ya parçalayıp aynadan parça kapamayanlar? Ya aynasızlar?!...
"Ülkü Aynası"nın adresteki çerçevesinde, artık ayna yok!
Dolayısıyla kimse boş ayna çerçevesinden kendini göremiyor! Görmeleri, görünmeleri gereken yerde kendini göremeyenlerin evlerindeki ayna ise sadece kendilerini gösterdiği için adamların benzerleri yok!
Rivâyetsiz, "mış-miş"siz bilinen bazı şeyler var! Artık fısıltıyla da değil yüksek sesle her ortamda söylenmeler başladı! Halâ adreste kalmayı başaran yürekli "Ülkü Devleri"nin, mutlaka müdahele edeceklerine inan. devam ediyor! Evlerindeki aynaya göre sokağa çıkan ve sadece aynalarındaki gibi kalmaya mahkûm kimsesizler, bir arada, kalabalık durmayı, güç zannederek ölçüsüzleştiler!
Halâ "Ülkü Aynası"nın adresinde kalmayı başaran Ülkücüler, içerdekileri hizaya sokma şansına sahipler!
Ne demek istediğimizi, "Ülkü Aynası" nın kırılmasına sebep olan ve boş ayna çerçevesini kendine saklayanlar, bildiler! Biliyorlar! Bilmeliler!
Eğer sevineceklerse bilsinler ki; Evet! Canımızı, hatta rûhumuzu çok acıttılar! Ama bilmeliler ki biz, ateş çemberlerinden geçerek geldik! Yanık acısının ne olduğunu öğrendik ve acıya talimli, dayanıklıyız! Yine bilmeliler ki; "Yanmaktan korkanlar, pişemez..." dediğimizde bir Yüceler yücesi Adres'e sığınmıştık yıllar öncesinden!
O sığındığımız Kimsesizler Kimsesi Allah , aslâ ibreti ahrete bırakmaz! Ve bilmeliler ki; "Hiç kimse başkalarına yaptıklarını aynen yaşamadan ölmez!" diye buyurulmuş!...
Canımızı-ruhumuzu acıttılar doğru! Ama yaptıklarıyla bu dünyada yüzleşmeye mahkûmlar!
İsterseniz, Şeyh Edebali'ce seslenelim:
"Bereket büyüklerle beraberdir. Bu dünya inancını kaybedersen yeşilken çorak olur, çöllere dönersin! Üç kişiye acı: Cahiller arasındaki âlime, zenginken fakir düşene, hatırlı iken itibârını kaybedene... Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir!"
Sözümüz, ortaya!
Anlayanlara, bilenlere ve en az bizim kadar canı-rûhu acıyanlara vesselâm....
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ...
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN