Perşembe, Mart 19, 2009

UZAKTAN SON SELÂMIM!...

Gündemimi, ecel belirledi! Gündemimin adını, Selâmi etti Azrâil!...
Bizi Abık'sız bırakarak, bir Ülkü Devi daha düştü!
Kırk yıldan fazladır Selâmil'i bir hayat, paylaşılmış bir ömür, Selâmi'yle yaşanmış ve aslâ üçüncü kişilerin bilmesine izin vermediğimiz dolu-dolu bir mâcera, sona erdi!
18 Mart'larda hiç atlamadığı Şühedâya seslenemeden, 18 Mart'ta gitti Selâmi Türkmen!...
Selâmi, tanınmadan bilinmeyi becerdi! Selâmi, suratını ve sûretini saklama tevâzusu ile yaşadıklarının bilinmesini başardı! Abığ'ı tanıyan her kes, anlattı yıllarca, anlatacaklar da...
Selâmi bilindi. Abık'ın Ülkücü harekete katkı veren bütün yaptıkları bilindi. Ama Selâmi tanınmadı! Saklı ve Abık kalmayı, gösterişten uzak, Allah Rızası için mücâdeleyi seçmişti çünkü.
Türk Birliği hayali, Turan ideali için çarpan deli yüreği, kalleşlik etti Selâmi'ye! Ya bu kadar deli hayallere dayanamadı, ya da terk edilen ideallerin, yalnız bırakılan idealistlerin, dağıtılan Ülkücülerin haline isyân etti ve durdu Abığ'ın deli yüreği!...
Malazgirt Zaferi'nin 900. yıldönümünde, Malazgirt'e yaya yürüyen 9 Ülkü Devi'nin içinde hatırlıyorum O'nu. Okuyup yazan ülkücüler içindeki en gazetecimiz olarak; 1960'lı yılların sonlarında, bir gazetenin matbaa kısmında hatırlıyorum. Kurşun harfleri dizerken ki becerisiyle; işinden artırdığı zamanlarda çok beceriklice attığı yumruklarıyla, hep acelesi varmış gibi koşar adım yürüyüşleriyle hatırlıyorum.
1970'li yılların ilk başlarında, yerel bir muhabir olarak hatırlıyorum Selâmi'yi. Bu delişmen muhabirlik günlerinde, eşi "Neco"yu, Necla Bacımız'ı gördüğü, tanıdığı günlerden hatırlıyorum. Sabahlara kadar; arkadaşlarımızla millî sevdamızı paylaştıktan sonra, başbaşa kaldığımız özel anlarımızda sevdâlı sohbetlerimizi hatırlıyorum.
O zamanki sevdâlarımız, şimdi çocuklarımızın anneleri, mahalleli idiler. İkimizin, ikisinden de habersiz takibimiz çok kolaydı bu yüzden! Aylarca iki sevdâlı, iki tâkip edilenin haberleri olmadan, onlara bir bakan olmuşsa dövmüş, dövüşmüştük delikanlıca kaç kere!
Eşimi berâber kaçırmıştık. Onların kaçmalarında olamamıştım cezaevinde olduğum için. Ben cezaevine öfkelenirken Selâmi teselli etmişti beni, gönül koyması gerekirken...
Yılma Ağabey'imiz ve rahmetli Emin Yılmaz haricinde, Erzurum'da başkanlık yapanlar, ikimizin isyânlarımıza muhatap olmuştu! Ya ben baş kaldırmıştım, Selâmi benle olmuştu; ya da Selâmi baş kaldırmış, ben onunla olmuştum. Haklılık-haksızlık önemsizdi aramızda! Arkadaşlık gereği bir arada durmuş, bizi yargılama hakkını ellere bırakmıştık hep!
Sokaklarda gülmüştük. Ocak'ta tahtakurularıyla mücâdele ederek uyuyamazken gülmüştük. Kavgalarda gülmüştük. Karakollarda, hatta polislerin dayakları arasında gülmüştük. Karakol nezarethanesinden çok güldüğümüz için kovulmuş, gülerek serbest kalmıştık! Cezaevi ziyâretlerinde kahkalarımızla bütün tutuklu ve hükümlüleri kıskandırmış, kızdırmıştık!
Beni artık gülmemem için,tek bıraktı Selâmi! Artık gülemeyeceğim! Kırk yıldan fazladır, telefonlaşırken; "Selâm bu günlere selâm yarına / Selâm zafer ordusunun silahlarına" dizelerini, selamlaştırmamız bitti artık!
Artık Selâmi'de yok! Gözyaşlarıma sonsuz izin! Akabildiği kadar aksın utancıyla! Gurbete, mesâfeye, beni Selâmi'ye son görevime yetiştiremeyen her şeye öfkeliyim! Hastalığında yanında olamadığım için de, kendime!...
Bir "Dâva Aysbergi" daha düştü! Ne söylense boş artık dualar hâricinde! Artık O'nsuzuz! Hatıraları kalacak elbet ama hayat artık ne kadar sürecekse Abık'sız...
Allah'ım; Selâmi'me rahmetler et! Taksirâtlarından geç Ya Rabbi...
"Dost, yanarım dumansızım yanarım / Selami'm der Abığım der ağlarım."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

1 yorum:

Adsız dedi ki...

hepimizin başı sağolsun