Pazartesi, Mart 02, 2009

HAYAT ERKEKLERİ!...

Her şey, zıddı ile kâimdir. Yani her şey, zıddı ile târif edilir. Kötü olmasa iyiyi, çirkin olmasa güzeli, eğri olmasa doğruyu, acı olmasa tatlıyı tarif edemeyiz.
Hayat kadını olmasa, iffetliyi; hayat kadınının karşıt cinsi 'hayat erkeği' olmasa, namuslu erkeği târifte zorlanırız. Şimdi bâzı ağızlardan dökülen; "Hayat erkeği de neymiş? Olur mu öyle şey?" itirazlarını duyar gibiyim! Açalım:
Nedir hayat kadını? Hayatını, tek sermâyesi olan bedenini bedel karşılığı satarak kazanan kadın. Kime satar? Müşterisine... Bu bedeni, parasıyla alana ne deriz? Her şey talep ve arz üzerine inşa edilmiş, alan memnûn satan memnûn târifi meşrûlaşmışsa; bedenini satan dişiye 'hayat kadını" diyen bizler, bu bedeni satın alana, 'hayat erkeği' dersek yanlış mı olur?
Aslında başka bir şey anlatmaya niyetliydim ama söz böyle başladı, devâm edelim. Bu meşrû ama ahlâkî olmayan alış verişin taraflarını ve bu tarafların hayatımızın en doğru yerlerinde ne kadar olduklarını inceleyelim! Ve hepimiz; erkek, kadın kendimize bu gayr-ı ahlâki alışverişin neresinde olduğumuzu soralım mı?
Sohbetimiz desteklensin ve biraz da şenlensin diye Rahmetli Mustafa Cansız Hoca'dan, bir uygulamayı hatırlayalım:
Trabzon'da, çok meşhûr bir genelev kadını ölür. Öğlen namazı sonrası cenâze namazı kılınacaktır. İmamlar, namazı kıldırmaya cesâret edemez. Cansız Hoca da camidedir. Dışarı çıktığında telâşı görerek sebebini sorar. Cenâzeyi ve kimsenin namazı kıldırmak istemediğini öğrenince öfkelenir. "Ulan! Ben hayatımda bu karıya hiç gitmedim. Bu karıya giden p.z.v.n.klerin namazı kılınıyor da bunun ki niye kılınmasın? Ben kıldırırım." der ve namazı kıldırır.
Başa dönelim. Hayat kadını: Hayatını, bedenini satarak sürdüren dişi. Hayat erkeği: Hayatını bedenini satarak kazanan dişinin bedenini parayla alan kişi.
Alan memnûn, satan memnûn da kârlı kim? Bedenini bir anlığına satan dişi; müşterisinin parasını aldıktan sonra, sermâyesi kendisindedir. Ama hayat erkeği, kısa bir zevk anından sonra, parasını vererek ayrılacaktır. Bu ticâretin kârlısı, her halde de hayat kadını değil midir?
Başka türlü olsaydı; memleketimizde on yıldan fazla vergi rekortmenliği, bir genel ev patroniçesinde olur muydu? Devletin zirveleri, bu patroniçeye madalyalar verir miydi? Sonra da siyâset meydanlarında, aynı madalyalı kadından, küçümseyerek bahsedip iki yüzlülük ederler miydi?
Hayatım boyunca hayat kadınlarına saygılı olmuşumdur! Ama 'hayat erkekleri'nden de hep korkmuşumdur!
Hayat kadınları, kendilerini saklamaya tenezzül etmeyecek kadar cesûrken 'hayat erkekleri" işlerini karanlıklara saklayarak namuslu edâlarıyla arz-ı endâm ederler! Çok yemin ederler çünkü yalancıdırlar! Hep doğruluktan, iffetten, adâletten, haktan bahsederler çünkü eğridirler, iffetsizdirler, âdil değillerdir! Hak bilmezler, hakkâniyetten uzaktırlar! Suçludurlar! Bu yüzden de suçlu psikolojisiyle hırçındırlar!
Kahramanlar, halkları milletleştirmek uğruna ölürler; onlar, siyâsetini yaparlar! Dâvâ adamları, onlara sessizce basamak olurlar; onlar yükseldikçe bastıkları omuzları unutur, yukarılara çıktıkça yalnızlaşır, yalnızlaştıkça kibirlenirler! Yalnızlıktan ödleri patlar ama gölgelerinin boyu ile övünmek vehmine kapılırlar!
Mevcût siyâsilerin çoğu, bu 'hayat erkeleri'ndendir! Çoğunun ayak izleri, 'Dâvâ Adamları'nın omuzlarındadır ama onlar, yukarıdaki yalnızlıklarını saklayabilmek için hep güneşi arkalarına alarak gölgelerinin boyuna güvenirler!...
Bir şarkımızda; "İşte hayat, yine akıp gidiyor/ Zaman her şeyi siliyor." demiştik ya yıllar öncesinden...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: