Cuma, Haziran 22, 2012

SATH-I MÜDÂFAA'NIN İŞÂRET FİŞEĞİ...

İşgal edilip paylaştırılmış ekranlarda, insana ne kadar hasret kalmışız!
Rol yapmayan, doğallığı ile yapımcıları panikleten, izleyicilerden gelen ve modoratörün sormaktan korktuğu sorulara irticâlen verdiği cevaplarla; "İnsanım!" diye haykıran, birini ne kadar özlemişiz!
Kimden bahsettiğim anlaşılmıştır ama bilmeyenler biraz daha merak etsinn diye, sadece yürekten oluşan o Minicik DEV' i, biraz daha anlatabilmek için, adını bir kaç cümle sarkıtacağım!
Milliyet'ten, milliyetçilikten uzaklığı, mütedeyyîn müslümanlara yutturmak için kendilerine "takva"yı kalkan edinen, dinden geçinen kindârlara nisbet olsun diye; "O'nun delillerinden biri de gökleri ve yerleri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır." (Rûm-22) Âyeti'nden ve "Sizin en hayırlınız, -kavminin zûlüm ve haksızlıklarını destekleme günahını işlemeden- kendi soyunu müdâfaa eden kimsedir." Hâdis-i Şerîf'inden aldığım cesâretle bana yöneltilen; "Nasılsınız?" sorusuna; "El'hamd ü lillâh Türk'üm." diye cevap veriyorum! İlk duyanları, şaşırtmasına rağmen gittikçe oluyor şükr'olsun!
Bugün telefonda, bahse konu Minicik DEV'e; "Nasılsın Ablam?" diye ben sordum... Aldığım; "El'hamd ü lillâh Türk'üm!" cevâbıyla girdiğim hâlet-i rûhiyyemi, anlatamam!
Evet! O, Minicik DEV'den, sadece yürekten yaratılmış, dik duruşlu karakterden, "Mahkemeyi Yargılayan Dâvâ" nın kahramanından bahsediyorum!
"100 YILIN HESABI" adlı büyüklere ders kitabının, "YILAN"IN KIŞ GÜNEŞİ" adlı cezaevi üretiminin sahîbinden, adını kendinin koyduğu ve "Mahkemeyi Yargılayan Dâvâ"nın irâde devinden Müyeser YILDIZ'dan bahsediyorum...
Minicik DEV Müyesser'e; "Geçmiş olsun!" demedim! Sevgiye lâyık Eşleri Naci Beyfendi'ye, anne yolu bekleyen Oğullarına ve evlât yolu bekleyen Anneleri Hanfendi'ye ve yakınlarına gözaydınlığı diledim sadece!
Zâten Müyesser; "Son yüz günde ne değişti? Beni neden bıraktılar?" diye sorgulamaya başlamış bile! "Benim bedenimi bıraktılar! Rûhum hâlâ orada, Silivri'de tutsak!" diyordu bütün vakârıyla!
"Adâlet mülkün temelidir. Eğer adâlet yoksa orada mülk te yoktur!" diyerek Devleti yüz gündür protesto edişini anlatırken ve içlerinde eski Genelkurmay Başkanı, Paşalar, Generaller, Millet Vekilleri, Gazeteciler, Yazarlar olan; Silivri Tutsakları'nın; "-Yeniden tutuklanıncaya kadar -çünkü bu ülkede her ân, her şey olabilir- sesleri olmaya gayret edeceğim" diyordu!
Ve rol yapmıyor!...
Birilerine yaranmak telâşı, birilerini incitmek endîşesi, hele hele; "Bana acaba ne yaparlar?" gibi bir ürkekliği hiç yok!...
Sevgili Yavuz Selim Demirağ'ın yaptığı çağrı üzerine Silivri'ye Müyesser'e bir mektup yazmıştım. İkincisine hazırlanıyordum. Yine bir çizgili kâğıdın satırlarını koyulaştıracak ve o kâğıdın üzerine koyacağım çizgisiz kâğıda özenerek temize çekecektim. Şükürler olsun yarım kaldı, tamamlayamadım!
Her halde otuz yıl veya daha fazla bir zamandan sonra, ilk mektubumu Müyesser'e yazmıştım! İçimden; "İkincisini, üçüncüsünü de keşke yazsaymışım!" diyorum ama "keşke" bu işte! Düşünüp ertelenince; "keşke" insanın boynuna pişmanlık olarak geçiveriyor!
Şimdi Dolma Kalemler'e, Soros beslemelerine, Karen Fogg çocukları'na, yandaşlara-yağcılara karşı, elimiz biraz daha güçlendi! Sağdan Müyesser YILDIZ, soldan Banu AVAR, cepheden izinleri olursa biz, arkadan da -hep onların olacak değil ya- bizim kurnazlarımız, yüreğimizle salvolara başlayınca ne yapacaklar, meraklardayım!
Artık sath-ı müdafaa başlayacak, başlamalı! Çünkü Nene Hatunlar, Kara Fatmalar, Halide Onbaşılar mes'eleye el koydular! İstiklâl Harbi'nde onların nineleri, dedelerimize mermi taşımışlardı! Şimdi de biz onlara biraz mühimmat taşıyalım bakalım!...
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ.
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: