Perşembe, Ocak 10, 2013

CUMHURİYET'TE İKİ BAŞKANLIK...

Tarihe bakarsak görürüz ki, toplumları iki yöntemle bir arada tutmak ve kontrol etmek mümkündür: Toplum, ya ilâhi-semâvî buyruklar, öğretiler toplamı olan dînin yasak veya vaatleri ile bir arada tutulur, buna dünyanın her yerinde totaliter denilerek karşı çıkılır; ya da silâhlı kuvvetlerin ezici-caydırıcı gücü kullanılarak toplum bir arada tutulur, buna da otoriter rejim, tîranlık, zorbalık, faşizm, komunizm, baskıcılık diye karşı çıkılır!

Birinci güçle yani dînle bir arada tutulan toplumun kaynaşması, karışması, bütünleşmesi tarihte sayısız kere denenmiştir. Sonucu, ortaçağ Avrupası'nın engizisyon uygulamaları; Baasçı Arabist Emevilerin dincilikleri v.b. dir. 

Sadece silahlı kuvvetlerin gücü ve caydırıcılığına dayanan uygulamalar da tarihte vardır. Silah gücü ile bir arada tutulan toplumların, halkların, milletlerin ilk zaafiyette veya buldukları ilk fırsatta ya kaçtıkları, ya baş kaldırdıkları da tarihte yazılıdır.  

Dîni ile ordusunu buluşturabilmiş, barıştırabilmiş, kucaklaştırabilmiş milletler, çok kalıcı sistemler, kalıcı medeniyetler kurabilmişlerdir. Tarihteki uzun ömürlü devletlere ve imparatorluklara bakıldığında dini ile ordusunun iç içe olduğunu, sarmaş-dolaş olduğunu görürüz. Dîn ile ordu arasındaki çekişmeden ise her zaman gerginlikler, huzursuzluklar, anarşi ve terör çıkmıştır.

Dîni ile ordusunu barışık tutabilmiş en son imparatorluk, 600 yıl yaşayan Osmanlı İmparatorluğudur. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünün en büyük amillerinden biri de din ile ordu arasına sokulan nifâk olmuştur.
 

Yıllardır; dinimizle devletimizi, dinimizle ordumuzu dolayısıyla da milletimizle devletimizi bütünleştirecek siyâset ve siyâsetçilere ihtiyâcımız var diye haykırıp durduk! Sabah namazı için camiye giden mütedeyyin müslüman ile o saatte meyhaneden dönen günahkar müslümanı kucaklaştırmayı başaran sistemde huzûr vardır. İstikrârın bu buluşmada tadına doyum olmaz diye kendimizi parçaladık!

Duyulmadık ta duyulmadık!...
 

Dünyanın en îmanlı ordusu, çağ açıp çağ kapatan fetih ordusu yanlış uygulamalar ve ısrarcı fanatik tavırlar yüzünden nerdeyse Allahsız tarifli oldu!...
 

Bu millet, ordu millettir Beğler!.... 

Türk milletinin bütün devletlerini orduları kurmuştur. Dolayısıyla da bütün Türk devletlerinin koruyuculuğunu da ordusu yapar. Son Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni de ordumuzun yetiştirdiği Kurmay Subaylar, komutanlar, paşalar kurmuş ve devleti koruma yetkisini de anayasaya koyarak Orduya vermişlerdir.
 

Bu basit ama net gerçeği bildikten sonra, siyâset üretmek kolay olmalı değil midir? 

Ama ma'lesef bizde böyle olmamıştır! 

Bu Yüce Milleti silahla, savaşla alt edemeyeceğini anlayan Batı yani Haçlı; Türk Milleti'nin dîni ile ordusu arasına buzdan duvarlar inşa ettirmiştir! Ma'lesef bu buzdan duvarı da milletin içinden seçtikleri, millete benzer siyâsetçiler, hain işbirlikçiler vasıtasıyla yaptırmışlardır! 

Osmanlı'nın son dönemlerinde, defalarca yeniçerilere "Dîn elden gidiyor!" diye kazan kaldırttırmış ve sonunda Osmanlı gibi medeniyet kurmayı başaran bir dev imparatorluğu tarihe gömmüşlerdir!
 

Yetişme ve kültür şekli olarak bir Osmanlı subayı olan Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, bu ayrışmayı ve zararını fark edince ve Türk Milletinin karakterine en uygun sistemin cumhuriyet olduğuna kanaat getirince de; din ile devlet işlerini birbirine katmayan, hangi dinden olursa olsun vatandaşının inancıyla uğraşmayan ve barışık olan bir sistem hayal etmişler ve ortaya Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni çıkarmışlar.
 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuran çekirdek kadro ordudandır. Tahsil ve bilgileri askerîdir. Araştırmacı, plânlamacı ve uygulayıcıdırlar. Onlar milleti, millette onları tanımakta ve onlara güvenmektedir. Onlar tamamen milletten, millet te onlardandır.
 

Bu benzeşme ve güvenin sonucu olarak yokluklarla yedi düvele kafa tutulmuş, Osmanlı'nın işbirlikçi-teslîmiyetçi, korkak yöneticilerinin Düvel-i Muazzâma diye abartılı bir şekilde büyük gördüğü Haçlı Yedi Düvel'e baş eğilmemiştir...
 

Milletle içiçe ve milletten olan bu kadro; kurdukları yeni devletin kurumları arasından, sadece ikisine 'başkanlık' adı ve yetkisini vermiştir: Diyânet İşleri Başkanlığı ve Genel Kurmay Başkanlığı...
 

Bu iki başkanlığın, sür'atle bir araya gelerek, bir arada durarak, beraber yayınlayacakları bir deklerasyonla, siyâsilerce icâd edilen yapay gerginliğe son vermeleri zamanıdır!

Bu, bir millî istektir! 

Bu istek; her hangi bir partinin, her hangi bir ideolojik grubun, her hangi bir takîyyeci işbirlikçi Haçlı Müslüman veya Haçlı Türk grubun isteği değildir!
 

Bu istek; Müslüman Türk Milleti'nin, "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyen; "Varlığım, Türk varlığına armağan olsun!" diyebilen, alt-kimlik sıfatını hakâret sayarak reddeden Türk vatandaşların talebidir!
 

Türk Milleti, iki başkanlığını el-ele, gönül-gönüle görmek istemektedir. Bu iki başkanlık, bu millet talebini duymak ve yetersiz, yalancı siyâsi kişilerin uygulamalarına son verecek açıklamaları yapmak zorundadır. Bunu yapabilirlerse oturdukları makamların hakkını veren millî karakterler olarak tarihe geçerler; yapmazlarsa atanmış emir-eri olarak tarihin çöplüğüne giderler!
 

Artık; türbanın değil baş örtüsünün, tesettürün değil örtünmenin Allah emri olduğunu, Diyânet İşleri Başkanlığı en ehîl ve yetkili kurum olarak açıklamalı; Genel Kurmay Başkanlığı da, "Ordu millet" tarifli tek millet olan Türk Milleti'nin inançlarına yabancı olmadığını, mevcût hükümetin değil milletin Genelkurmay Başkanı olduğunu açıklayarak ve millî tavırlarıyla belli etmek durumundadır.

Her iki kurum da vesâyetçiliğe heveslenmeden ve vesâyet altına girmeden; deneme-yanılma yoluyla milletin doğruyu bulacağı güne kadar siyâseti millete bırakmak zorundadır!
 

Yoksa on sene, bilemedin kaç sene sonra da olsa, söz ve "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir." hükmü mutlaka gerçekleşecektir! Boşa geçirilerek ziyan edilen zamanın hesâbı da önce bu iki kurum başkanından sorulacaktır! 

Devleti, Milleti, Vatanı korumak ve kollamakla görevli bu iki kurum; Devletli Türk Milletinin siyasal omurgası yerindedir! Bu iki kurumun ve bu kurumları temsil edenlerin, herhangi bir parti veya kişiye korumalık, fetvâcılık yapmaları, temsil ettikleri kurumlarının varlık nedenlerine terstir!
 

Batı'nın ortaçağ engizisyon mahkemelerini, aforoz güclü ayıplı dindârlığını, insanlığın yüz karası uygulamalarını ilericilik, entelektüellik; ilimle en barışık dîn olan İslâmı yaşayan Türk Milletini, gericilikle mürtecîlikle itham etmek; sadece nadanlıktır, yobazlıktır, teslimiyetçiliktir, dîne ve millete yabancılıktır. Dindâr söylemlerle kindârlığa soyunmak ta dinden geçinmek, din-dışılıktır! "Bağımsızlık karakterimdir." târifinden tâvizdir, vazgeçmektir!
 

İki başkanlığın, en kısa zamanda birlikte hareketleri ile emekli olduktan sonra devleti, milleti ve vatanı kurtarmaya çalışan "mütekâid kurtarıcılar"dan da kurtulmuş oluruz!...
 

Ayrıca o zaman devletin kavrayıcı, kucaklayıcı, bütünleyici varlığı hissedileceği için derin devlete veya derincilik oynayan koltuklarından güç alan atanmışların bürokratik evrakçı yağcılıklarına, muhbirce istihbaratçılıklarına da ihtiyaç kalmaz!
 

TÜRK'ÜN İŞİ DEVLET KURMAK, TÜRK MİLLETİNİN İŞİ İSE DEVLETİNİ KORUMAKTIR vesselâm...
 

Selam, sevgi, dua
Tokkalı Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: