Pazartesi, Ekim 20, 2008

"BİRBİRİNİZİ METHEDİN."

Hace Ahmet Yesevî'nin; Türk'ün mânevî değerlerinin oluşmasında, Emevî baskıcı saltanatıyla İslâm'la Türk arasına sokulmak istenen nifâka çektiği seti zannederim anlatmak benim haddimi aşar. Bir anlatan da mutlaka çıkmalı...
Yesevî'nin; o muhteşem, yüzlerce yıla kafa tutan ve zannederim daha nice yüz yıllara kafa tutacak kudret ve kuvvetteki, karakter oluşturmaktaki müthiş öğretisini hatırlatacağım önce...
"Birbirinizi methedin." Hace Ahmet Yesevî'nin öğrencilerine, talebelerine, müritlerine ısrarla ve değişmez bir öğüdü; "Birbirinizi methedin."
Bu öğretiye ne kadar uyduğumuz, bu öğretiden ne kadar nasiplendiğimiz, ortada! Her kesin, -bu bütün teşkilatçılar, bütün örgütçüler, bütün dernekçiler, bütün particiler için geçerli- gözlerini kapatarak sadece iki dakika; hayatında, kaç yerde, kaç kişiyi methettiğini düşünmesini rica edeceğim!
Bilmeliyiz ki; hayatımızda, kaç yerde, kaç kişiyi methetmişsek; biz de, o kadar yerde, o kadar kişi tarafından methedilmişizdir!...
Yani; karşılaştığımızda dost muamelesi, dost muhabbetiyle kucakladığımız her kesi olmadıkları yerlerde, kaç kere methetmişsek; ona ne kadar sadık kalmışsak, ona ne kadar vefalı davranmışsak; o kadar methedilmiş, o kadar vefa görmüş, o kadar nakledilmişizdir!...
Bir başka Hace Ahmet Yesevî öğretisine geçmek istiyorum.
Hace Ahmet Yesevî dergâhından, Erenlerin muhabbetine muhatap müritlerden biri, pazar yerine alış verişe gider. Pazar yerinde, bir kalabalık dikkatini çeker. Yaklaşır. Görür ki adamın biri, çok heyecanlı bir üslûpla, gâliz küfürlerle Hace Ahmet Yesevî'den bahsetmektedir! Bahse katılmak ister ama gâliz küfürleri duyunca morali bozulur, olay mahallini ve pazarı terk ederek dergâha döner.
Bir vakit namazı sonrası, Hace Ahmet Yesevî, ilgilendiği müridindeki durgunluğu fark ederek ne olduğunu sorar. Mürit, kötü olayı aksettirmek istemediği için; "Yok bir şey üstâdım." diye geçiştirmek ister. Ama hâli, hâl değildir! Hace Ahmat Yesevî, ısrarla sorar meseleyi ve mürit, anlatmak zorunda kalır.
- Pazar yerindeydim. Pazar esnafıyla biraz hemhâl olup alış-veriş düşüncesindeydim. Bir kalabalık görerek yaklaştım ve Falanca kişinin, sizin hakkınızda konuştuğunu duyunca iyice yaklaştım. Ama adam sizin hakkınızda çok ağır iftiralarda bulunuyor ve size çok gâliz küfürler ediyordu...
Diye moral bozukluğu ile anltırken, söz küfürlere gelince Ahmet Yesevî elini boş böğrüne bastırarak:
- Eeeyyyy vaaahh! Diye feryat eder!...
Her kes başına üşüşür. Her kes muhabbetle ve dualarla bir yerine dokunurlar:
- Aman Üstadımız ne oldu? Diye de merakla sorarlar:
- Ne olacak? Boş boğazın biri, boşluğa bir ok atmıştı! Bu arkadaşınız o oku getirerek boş böğrüme sapladı! Der...
Her kes, bu uygulamadan, hem de arkadaşlarını da incitmeden söylenen bu öğütten nasibini-dersini alır tabi...
Adını "taraf" koyan, ihânet adıyla müttefik(!)İmiz'e taraf bir gazetenin yazdıklarını; "Yaygın basın" ve "Kartel Medya" duyurmasa, kaç kişinin duyma şansı var diye düşündük mü hiç?
Ve şimdi, tam da burada bendeniz de, Başbakanımız'dan öğrendiğim, bir ilâhiyat profesöründen öğrendiğim demokratik uygulamayı yapmayayım mı?
Arkadaşlar; bu ne oldukları belli olmayan, kimin değirmenine su taşıyıcılığı yaptıkları belli olmayan ve asla ulusal olmayan basını almayalım! Alanları uyararak engellemeğe çalışalım... Her gün iki tane "Dünyayı Türkçe okuyan" tek gazete olan Yeniçağ'a, biraz daha itibar verelim...
Yeniçağ'da; dünyayı Türkçe okurken ve okuturken; tam da seçim sürecinde, milletin duyması gerekenleri duyurmaktan imtina etmesin tabi... Alınan Yeniçağ kadar duyulsun, duyulduğu kadar Yeniçağ alınsın...
Hace Ahmet Yesevî'nin öğretisiyle sonlayalım isterseniz; "Birbirimizi methedelim!" Bizim, bizden başka kimsemiz yok ve her gün sayımız azalıyor maalesef! Birbirimizi methetmezsek, birbirimizin sevgilerine müdahele etmeye niyetlenirsek, korkarım sadece ölümlerle de olsa artamadan azalmaya devam ederiz ki, ölümden korkmam bundan çok korkarım...
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: