Salı, Ekim 14, 2008

ŞEHİT YAKINI'NA...

"Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın.
...................
O kadar büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîdi
Bedr'in aslanları ancak bu kadar şanlı idi..." M.Akif

Bir şehit eşinin kaleminden, duyguları! Bir şehit eşinin gözünden çevresi! Bir şehit eşinin ağzından anlattıkları ve bir şehit eşinin dilinden; duyması gerekenlerin duymamak için kulaklarını tıkadıkları, görmemek için kara gözlük taktıkları görüntüler, gerçekler!...
Şehidimize ve bütün şehitlerimize rahmet, ailelerine sabır ve metânet dilerken, bir daha bütün duymayanlara inat; "VATAN SAĞ OLSUN."
Muhterem Gül Külcü; en azından bendenizin gönlümü yaranıza basacak kül olarak kabullenmez misiniz? Millet olarak hatıranızın ve acınızın önünde saygıyla eğiliyoruz...
Bu duyguların paylaşılması, bu sesin duyulması ve duyurulması lâzım...
Hem de sadece millete...
"TÜRK'ÜM BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

"ŞEHİT YAKINI OLMAK

Genellikle üç subay gelir. Yüzleri acıyla gerilmiş üç subay. Birisi mutlaka psikoloji eğitimi almış olan üç subay. Başları önde çalarlar kapınızı.
Başları öne eğilecek, yüzü yere bakacak olanlar aslında başkalarıdır ama o üç subay başlarını eğerler… O yüzsüzlerin yerine yüzlerini yere çevirirler ve çalarlar kapınızı- Zorlukla konuşurlar, kelimeler ağızlarından çıkamaz bir türlü.
-Oğlunuz… -veya-
-Eşiniz… -veya-
-Kardeşiniz… diye başlarlar söze. Gerisini getiremezler hemen. Boğazlarını tıkayan yumruyu yutarlar önce. Sonra devam ederler.
-……. Başınız sağ olsun…!!
-………………………………………..!
O anda bütün sesler susar… Hayat durur…
Gün öğlen vakti bile olsa her yer zifiri karanlığa döner. Duyduğunuzu anlamazsınız. Boş bakışlarınızla, size bakan üç çift göze bakarsınız. O gözlerin yalan söylediğine, size şaka yaptığına ilişkin, küçük çok küçük bir işaret almak istersiniz. Ama yoktur öyle bir işaret. O gözlerde derin bir acı vardır. Ölüm haberini vermenin ağırlığı, ezikliği vardır.
Buz gibi gerçektir söyledikleri…!
Başınızı odada bulunan diğer insanlara çevirirsiniz. Onlardan duymak istersiniz, yalan olduğunu… Birinin, bir tek kişinin çıkıp "şaka" demesini beklersiniz. Oysa bütün gözler size dikilmiş, acıyla sizden gelecek tepkiye odaklanmıştır.Tekrar dönersiniz o üç subaya, "anlamadım" dersiniz, tekrar ettirirsiniz söylediklerini.
O üç subay buna hazırlıklıdır. Öyle çok şehit haberi vermişlerdir ki senin tepkini ezberlemişlerdir. Tekrar ederler acıyla kıvranarak;
-…… şehit oldu, başınız sağ olsun…!
Kabul edemezsiniz. Asla böyle bir şey olamaz çünkü, olmamalıdır da..! Çünkü o, sizin canınız canınızdan öte can yoldaşınızdır. Ölmesi mümkün değildir, olamaz..! Ama olmuştur ne yazık ki…İki ses duyarsınız o anda;
Biri, sizin yeri göğü inleten çığlığınızdır. Çaresizliğinizi, öfkenizi, acınızı dünyaya ilan ettiğiniz o çığlıkla, çınlatırsınız dünyayı. O sesin sizden nasıl olup da çıktığına inanamazsınız, kimse inanamaz… Nefesiniz bitinceye kadar boğazınız yırtılıncaya kadar bağırırsınız… bağırırsınız.
O haberden sonra duyulan ilk ses budur. Herkes duyar…
Ama siz bir ses daha duyarsınız. Beyninizin içinde yıkılan duvarların gürültüsüdür duyduğunuz. Hayatınızın yıkılan duvarlarıdır onlar. Evinizin temel direğinin çatırdayışıdır. Çocuklarınızın yetim kalışıdır. Evladınızın bir daha size anne diyemeyeceğinin onulmaz ağrısıdır. Kardeşinize bir kez daha sarılamayacak olmanızın çaresizliğidir.
Sadece gürültüdür duyduğunuz. Siz o gürültüyle boğuşurken odada çınlayan da sizin çığlığınızdır. Kabul edemezsiniz, etmezsiniz… İsyan edersiniz… Çaresizlik kollarınızı kırmıştır…
Son bir gücünüzü toplayıp; "Şehidimin cenazesini evine getirin!" dersiniz, perişan bir halde sizi izleyen o üç subaya…!
Haberci seçilen o üç subay, tutmaya çalıştıkları ve bazen de tutamadıkları gözyaşlarıyla, bir köşede, çökmüş omuzlarıyla dimdik durmaya çabalayarak, sizin çaresizliğinize çare olmak için çırpınırlar.
-Türk Silahlı Kuvvetleri her zaman yanınızda olacaktır… Bizler şehidinizin yerini tutamayız ancak yaranızı bir parça sarabilmek için ne gerekirse yaparız… yaparız… yapacağız……
Hiç birini duymazsınız.
Yok, hayır; aslında duyarsınız. Ama kulağınızla değil,yüreğinizle duyarsınız. Bu sözlere ihtiyacınız vardır. O anda yüreğinizden çıkan gizli bir el, bu sözlere tutunmuştur. Tutunup düşmemeye çalışırsınız. Ama kulaklarınız duymaz. O, yıkılan duvarların sesi engeldir onları duymanıza…Bayrağa sarılı gelir canınızın parçası evinize. O bayrak uğruna can vermiştir. O bayrağı en çok hak edendir. Silah arkadaşlarının omuzlarında size teslim ederler.
Yüzünü -şarapnelden geriye varsa kalan- okşarsınız, buz gibidir. Gözleri yarı açıktır, sizin gözlerinize bakmaya çalıştığını düşünürsünüz. Sizde gözlerine bakarsınız. Gözlerinde kalan son ifadeyi okumaya çalışırsınız. Gözleri yarı açıktır, çünkü öyle gençtir ki; yapmayı istediği şeylerin hiç birini yapamamıştır, yapacak zamanı olmamıştır, yaptırmamışlardır...
Sımsıkı sarılmak istersiniz, vermek istemezsiniz. İzin vermezler…! "Olmaz" derler. Kabullenirsiniz…
Ondan kalan şapkasını ya da eldivenlerini ya da çerçeveli bir resmini verirler elinize; çocuklara elma şekeri verir gibi. Sesiniz çıkmaz, itiraz edemezsiniz, alırsınız.
Şapkasını başınıza geçirirsiniz, ya da eldivenlerini elinize. Resmini sımsıkı kucağınıza bastırırsınız. Geçersiniz tabutunun başına ve -acemice ama yürekli- asker selamınızı verirsiniz; "Vatan sağ olsun…" dersiniz.
Vatan sağ olsun!
Öyle çok anlam gizlidir ki bu sözde. Mesela;"Sen bu vatan için öldün, hiç olmazsa senin yarım bıraktığın görev tamamlansın, vatan sağ olsun…"
Ya da "Sen artık yoksun biz öyle kimsesiz, öyle yalnız kaldık ki; bari vatanımız sağ olsun…"
Çok anlamı vardır bu "Vatan Sağ Olsun" deyişinin. Her şehit yakını için ayrıdır anlamı, kimseninki kimseye uymaz…
Sizi uzaklaştırırlar tabutun başından, cenaze töreni başlar. Sizin kulaklarınız sürekli uğuldar…Gördüğünüz her asker elbiselinin yüzüne, onun yüzünü yerleştirirsiniz. Her birine dokunmak istersiniz ona dokunuyormuş gibi… Her bir silah arkadaşında ondan bir parça ararsınız… Hep bir şeyler ararsınız. Sanki o tam arkanızda duruyormuş gibi dönüp bakarsınız……
Birileri gelir yanınıza; Takım elbiselidirler, kara gözlükler takmışlardır –utançlarını böyle gizliyorlardır belki de- başsağlığı dilerler, hep yanınızda olacaklarını söylerler… Acınız çok derin olduğu için -bir de tabii kara gözlükleri olduğu için- onların gözlerini göremezsiniz. Yalan söylediklerini o anda anlayamazsınız. -Sonradan anlarsınız-
Şehidinizin komutanları, silah arkadaşları gelir yanınıza. Kara gözlükleri yoktur onların. Gözlerindeki acıyı ise -gözlükleri bile olsa- görmemeniz mümkün değildir. Hep yanınızda olacaklarını söylerler ve olurlar. Sonraki yaşamınızda, onların yakınlığını ihtiyacınız olduğu her an görürsünüz. Sizin, kimselere muhtaç olmamanız için ne gerekiyorsa yaparlar. Sadece onlar, sizin acınızı yüreklerinde hissederler.
Takım elbiseli adamların gittiklerini fark etmezsiniz bile, kaybolurlar birden..!
Ama şehidinizin silah arkadaşlarının gidemediklerini, ayaklarının geri gittiğini görürsünüz. Yalnız olmadığınızı hissettirirler size.
Sonra, üç el silah atışının ardından, canınızın toprağın koynuna yatırılışını izlersiniz… Bitmiştir her şey… Siz onun anılarıyla burada kalırsınız, o açık kalan gözleriyle sonsuzluğa gider. Artık yaşamadığınızı düşünürsünüz.
Ölmeyi istersiniz ama ölemezsiniz.
Öyle bir duygudur ki şehit yakını olmak, sorumluluk yükleyen bir acıdır hissettiğiniz. Şehit anasısınızdır. Ya da şehit eşisinizdir veya kardeşi…. Öyle bir duygudur ki şehit yakını olmak; Ağlarken, yüreğiniz cayır cayır yanarken, birden başınızı yukarı kaldırırsınız ve size miras kalan o muhteşem onurla, dimdik yürürsünüz…
O'nun hep sizinle olacağına inanarak yürür gidersiniz, onsuz yaşamaya… Belki ondan kalan bir yavrunuz vardır, benim gibi. Ona sarılırsınız, öyle gidersiniz şehidinizin onuruyla, onsuz yaşamaya…
Gül Külcü " (Alıntı -canakkalekemalist-)

Hiç yorum yok: