Perşembe, Ekim 30, 2008

ÖLDÜK, İNSANLAŞAMADIK!...

Yüzlerce, binlerce, milyonlarca, milyarlarca yıl; felek dedik, dünya dedik, toprak dedik, arsa dedik; sahiplendik, paylaşmadık! Paylaşmamak için, sahiplenmek için savaştık, savaştık, savaştık öldük! Öldük insanlaşamadık!...
Doğduk bebektik. Çocuklaştık, gençleştik, delikanlılaştık, olgunlaştık, yaşlandık öldük. Öldük insanlaşamadık!...
Zenginleştik, fakirleştik; hastalaştık, sağlaştık; gülüştük, ağlaştık; erkekleştik, kancıklaştık; savunduk, saldırganlaştık, öldük... Öldük insanlaşamadık!...
Geri kaldık, ilerledik; yobazlaştık, asrîleştik; kapitalistleştik, komünistleştik; hümanistleştik, şövenistleştik; halklaştık, demokratlaştık; milletleşemedik öldük. Öldük insanlaşamadık!...
Kızlaştık, kızanlaştık; erkeklendik, kadınlaştık; analaştık, babalaştık; evlendik, boşandık; doğduk, doğurttuk; kıskanıldık, kıskandık; kıskandık savaştık, kıskanıldık döğüştük, savaştık öldük. Öldük insanlaşamadık!...
İnkâr ettik, inandık; münkirleştik, müminleştik; melekleştik, şeytanlaştık; erleştik, evdeşleştik; mertleştik, namertleştik; insanlaşmak için savaştık öldük. Öldük insanlaşamadık!...
Oligarşicileştik, meşrutiyetçileştik; padişahçılaştık, asileştik; despotlaştık, cumhurlaştık; ümmetçileştik, milliyetçileştik; dincileştik, laikleştik; hilafetçileştik, cumhuriyetçileştik; çekiştik, çekiştik, öldük. Öldük insanlaşamadık!...
Astık, asıldık; kestik, kesildik; baskın yedik, saldırdık; kostaklaştık, kasıldık; yargılandık, yargıladık; kaçtık, kovaladık; av olduk, avcı olduk; yakalandık, yakaladık; her halde döğüştük, savaştık, öldük. Öldük insanlaşamadık!...
Babalaştık, evlâtlaştık; dedeleştik, torunlaştık; damatlaştık, nişanlaştık; gelinleştik, kaynanalaştık; çekiştik, döğüştük, öldük. Öldük insanlaşamadık!...
Kabileleştik, halklaştık; hemşerileştik, aşiretleştik; kavimleştik, kavilleştik; komşulandık, yabanlaştık; hırlılaştık, hırsızlaştık; maktulleştik, katilleştik; arlandık, arsızlaştık; dostlaştık, düşmanlaştık; düşmanlaştık savaştık, öldük. Öldük insanlaşamadık!...
Yangınlarla kavrulduk; tufanlarla savrulduk; cesurlaştık, korkaklaştık; kaçaklaştık, kahramanlaştık; öldük, öldük; şehitleştik ölümsüzleştik; çekiştik, öldük. Öldük insanlaşamadık!...
İnsan yaratıldık. Eşref-i mahlûkat olarak sıfatlandık.
İnsan doğduk, insan doğurduk.
İnsan öldürdük, insanca öldürüldük!
İyi olduk, kötü olduk; güzel olduk, çirkin olduk!...
Bölük-pörçük her şey olduk; kavim olduk, halk olduk! Türk olamadık, millet olamadık! "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyemedik! Öldürdük, öldük.
Öldük insanlaşamadık!...
"Hamdık, piştik, olduk."
"Ete kemiğe büründük, Yunus diye göründük."
Yaratılanı, Yaratan'ın hatırına sevdik, öldürdük. Öldürülenlerce öldürüldük, öldük.
Öldük insanlaşamadık!...
Kürtleştik, Çerkezleştik, Lazlaştık, Abazlaştık, Rumlaştık, Ermenileştik; vatandaşlaşamadık, yurttaşlaşamadık, Türkleşemedik, milletleşemedik, öldük.
Öldük insanlaşamadık!...
Ne mutlu insanlaşanlara; insanlaşıp milletleşenlere; milletleşip paylaşanlara; paylaşıp bağışlayanlara; ne mutlu Türk'üm diyene.
Ne mutlu, milletleşip ölümsüzleşenlere...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BÖLÜCÜLÜĞE DEVLET KATKISI !...

Çok yakın geçmişte, hatta daha dün; Yugoslavya'da, Gürcistan'da meydana gelen ve gözlerimiz önünde cereyan eden olayları, demek ki ne millet olarak biz, -maalesef- ne de Devlet Yönetenlerimiz okuyamamışız!
Yıllardır İsrail'in Filistinli mazlûmlara yaptıkları işkence ve soykırımı izlediğimiz gibi seyretmişiz, seyretmişler sadece!
Yıllarca; önce Baas baskılarına, sonra ABD'nin işgâliyla Peşmergelerin korkunç tazyîkine muhatap Musul-Kerkük-Telafer'i izlediğimiz gibi seyretmişiz, seyretmişler!
Azerbaycan'ın bir kısmını işgâl edip yüzbinlerce Azeri Türk'e uygulanan soykırım ve zulmü izlediğimiz gibi sadece seyretmişiz, seyretmişler!
Bu kadar aymazlık, bu kadar gaflet, bu kadar dalalet karşısında elbette haklı korkularım var!...
Yapılmak istenen belli! Osmanlı Devleti gibi, Yugoslavya gibi, daha dün olan Irak gibi; etnik küçük parçalara bölmek ve kolayca yönetmek!...
Bizim uzaktan kumandalı rüzgâr güllerimiz de, millet olmanın, millet kalmanın muhteşem gücünün farkında olamayarak yıllarca; "halklar, halklara özgürlük, halklara eşitlik" sloganlarıyla hazırlanan ortama; demokratlık maskesiyle, AB'nin dayattığı insan hakları virüsleriyle yardımcı olmaya başlayınca endişem iyice katlandı!...
Haberlerde, Adana Valiliği'nin yapmayı düşündüğü terörle mücadele şeklini duyunca önce kamera şakası zannettim! Sonra, şaka olmadığını ve korkunç bir ayrıştırmacılığa hazırlanıldığını gördüm hayretle!...
40.000 insanımızın katilliği tescilli olan, siyâsilerimizin basiretsizlikleri ve AB'nin dayatmalarıyla idamdan kurtulan, İmralı'daki alçak 'sayın'a; her türlü konfor ve sağlık hizmeti, İnsan Hakları adına verilirken Adana'da teröristlerin kullandığı belli olan küçük yaştaki çocukların aileleri cezalandırılmaya hazırlanılıyormuş!
Çocuklarını kontrol edemeyen ailelerin yeşil kartları iptal edilecek; devlet kasasından yapılan ama AKP'li belediyelerin ve AKP'nin -oya tevil edilmek üzere- üzerine yazılan kömür ve yiyecek yardımları kesilecekmiş!... Devletin temsilcisi Vali, bizzat açıkladı!...
DTP'li millet vekillerinin maaşları devam edecek!
PKK'lılıktan aranan ama devletten emekli millet vekili maaşı alan kaçakların-firârilerin maaşları devam edecek!
İmralı'daki alçağa yapılan her türlü lüks sayılacak devlet harcamaları devam edecek ama teröristlerin, DTP'li millet vekili ünvanlı çift karakterli kişilerin kullandığı belli olan çocukların ailelerine yapılan, sosyal devletin yapması gerken yardımlar, kesilecekmiş!...
Fetullahçı olduğu kesin olan bir televizyonda gûya teröristlere karşı mücadele eden Mehmetçiğin kahramanlıklarının anlatıldığı tv filimlerinde, her bölümde askerin içindeki bir hainin varlığı işlenmeğe devam edecek, bu görülmeyecek, kullanılan çocukların ailelerine yapılan yardımlar kesilecek!...
Güneri Civaoğlu'nun; "Atatürk’ün Kürtlere yerel özerklik verilmelidir söylemi de polemiklere neden olacaktır. Belki kullanılacaktır. ...... Atatürk’ün daha o zamanlar Kürt kökenli yurttaşlarımız için nasıl geniş bir açıyla sorunu gördüğünün de kanıtıdır." şeklindeki bir şeylere zemin hazırlama hazırlığı, görmezden gelinecek; teröristlerin kullandıkları çocukların ailelerine yapılan yardım, kesilecek!
Prof.Dr. Ümit Özdağ'ın tesbiti ile terörizme karşı verilen mücadeledeki şehitlerimizin yaklaşık %30' unun Kürt kökenli olduğu görmezden gelinecek; kontrol edilemeyen çocukların ailelerine yapılan yardım, kesilecek!...
Akıllı olun Kardeşim!...
Devletin ötekileştirme gibi bir bölücülüğü, mahkûmlara bakarken kızdığı vatandaşlarından sosyal yardımları kestiği, nerede hengi sistemde görülmüştür?!...
"Renkli mermerin farklı renkleri" olmuş; vatanı, tarihi, kederi, kıvancı, şehâdeti birlikte yaşayarak bütünleşmiş milletin arasına, devlet adıyla nifak saçmayın! Akıllı olun!... Bu yapmayı düşündüğünüz, Ahmet -gayrı-TÜRK'ün söylediklerini teyite yaramaz mı?
"NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE."
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
30 Ekim 2008
http://turkkadinlari.blogcu.com/
http://maslan.blogspot.com/

Çarşamba, Ekim 29, 2008

BİR NALIN, BİR MIHI...

"Bir mıh, bir nalı; bir nal, bir atı; bir at, bir yiğidi; bir yiğit, bir orduyu; bir ordu, bir savaşı; bir savaş, bir milleti kurtarır." (Türk tekerlemesi)
Türklerin, kendini Türk hissedenlerin ve "Ne mutlu Türk'üm diyene." diyenlerin, Cumhuriyet Bayramları kutlu olsun...
Türk'ün millî bayramıdır. Ergenekon'dan Çıkış kadar Türk Milleti'nin hayatında yeri olan çok önemli bir bayramıdır...
Canlar verilmiştir bu bayramı yaşamak, millete yaşatabilmek için. Kanlar, Al-Bayrağa renk olmuştur millî günlerde nazlı nazlı, inmemecesine göklerde salınsın diye. Toprak; kanla, canla yoğrularak, karışılarak vatanlaştırılmış; vatanlığına devam etsin diye yüzlerce yıldır her kuraklıkta kanla sulanmıştır Ezan-ı Muhammedî minârelerde susmasın diye...
Bayram edelim Türk Milleti!
Bayramımızı coşkuyla kutlayalım! Biz bayramımızı kutladıkça; hainin, iş birlikçinin, Karen Fogg çocuklarının, 'Dolma Kalemler'in, uzaktan kumandalı rüzgâr güllerinin, kınnabı başkasının elinde olan siyâsi topaçların, ödleri patlar!...
Kulun kulunun kulunun kulluğundan; sahte şeyhlerin zekerlerini öpmekten; şıhların, ağaların dışkılarını temizlemekten, şifa niyetine şıh sidiği içmekten; insanlığa, milletliğe, Türklüğe terfi ettirilerek seçme-seçilme hakkıyla cumhur edilen ama "İt kursağı yağ götürmez." gerçeği ile bu itibarı hazmedemeyen salakların, aptalların ve bu salakları, bu aptalları taşeronluğunu aldıkları millete ihânet görevlerinde kullanan, 'ucuz siyâsî sermâyeler'in, korkudan dudakları çatlar...
Ben fakîri; en az kendileri kadar Türk Milleti'nden sayarak, özel olarak Cumhuriyet Bayramım'ı kutlayan Millet Evlâtlarına müteşekkirim.
"Kör tuttuğunu..." misâli, "Gücü yeten yetene!" orman kanunu misâli; teröristler, hainler, bölücüler, el kapısından yal yiyen kapı itlerimiz, sahipsiz saydıkları şehirlerimizde, sokaklarımızda fink atarlarken demokratlık adına seyredenler; teröristlerin artık siyâsî sözcülüğünü açıkça yapan, apo çukurunun tehditle salıverilmesini isteyecek kadar pervasızlaşan, karınlarına vursak helâl vergilerimizle aldıkları ağızlarından gelecek nankörler, hainler, Devleti tehdit ederken demokratlaşan ama bize gücü yettiği için internet sitemi kapatan yasalarımıza sitem etmeyeceğim!
Sitemin kapatıldığını duyurduğumun hemen ertesi gün, yüreğini ortaya koyarak ; "Siten açılana kadar -ki bu vahşeti şiddetle kınıyorum- yazılarını benim sayfamdan isminle yayınlama şerefine nail olmak isterim. Kim ne der, ne demez umurumda bile değil. Bu vatanı bu kadar sevmek suç ise, kendimi ihbar edeceğim gücüm yettiğince. Site kapamakla olmaz bu işler, gelin ve Hz.Hamza'nın ki gibi, yüreğimi sökün gidin bir gıdım acımaz! Ne zaman ve ne kadar istersen, hangi şartta ve hangi koşulda ise de lütfen ve lütfen bu haksızlık bitene kadar gücümün yettiği her yerde naçizane benim yerime isminle sen yaşa Hocam. Eminim, Allah(c.c.) bizim yanımızdadır. Selam, sevgi ve dua...." şeklinde Türkçe nara atan, Nene Hatun'laşan, yüreğini bana açan, http://turkkadinlari.blogcu.com sitesinin sahibesi Ecehan Dilek GÜRALP'e, nasıl teşekkür edilir veya bu Türk Yüreğe teşekkür edilir mi bilmezlerdeyim!...
Bu Yiğit Türk Kadını'nı ve sitesini, Dostların ilgi ve dikkatlerine sunarak ferahlamak istiyorum...
Türk Milleti'nden bir fert olarak, mesûbiyetimle iftihar ederek, "Ne mutlu Türk'üm diyene." diye bir daha gök kubbeyi patlatarak; bir nalı kurtaracak mıhlığa soyundum! Başıma inecek çekice de hazırım, nalı taşıyan atın toynaklarıyla Turan yolunun taşları arasında ezilmeğe de!...
Dönersem, susarsam, korkarsam, korku tellallığı yaparsam ve korku tellallarına da en az korku imparatorları kadar saldırmazsam namertim...
Sarı Paşam, Gâzi Paşam, Muhteşem Türk'üm Atatürk'üm; ruhun şâd olsun. Rabbim seni Peygamberim(s.a.v.)'e komşu etsin.
Ve Milletim; bir daha, bir daha, bir daha, sonsuz kere CUMHURİYET BAYRAMIN KUTLU OLSUN...
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ekim 25, 2008

FERMAN PADİŞAHIN, VATAN BİZİMDİR

"Korku Tellalları" adını koyduğum, kişilerin de korku propogandaları sayesinde konuşanların-yazanların sayısında yeterince düşüş vardı zaten!
İnadına konuşmakta-yazmakta ısrarcı olanlara da, "Korku İmparatorluğu Yöneticileri"nin yıldırma saldırıları devam ediyor!
"Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten." diye seslenmeğe devam edeceğimizi defaetle söyledik...
Teknoloji ile fazla barışık olduğumu söyleyemem. Bilgisayarımı da daktiloluk haricinde yeterince kullanabildiğimi de söyleyemem. Erzurum'da ki Gazetemiz'de günlük olarak seslenmeğe çalıştığım yıllarda; Gazetemizin yönetmeni, Sevgili Mehmet Seçer Kardeşim'in yaparak bana hediye ettiği http://maslan.blogspot.com diye bir sayfam vardı. Vardı diyorum!...
Yaklaşık altı yıldır o sayfamda yazar, o sayfamdan yazılarımı Yeniçağ Gazetemiz başta olmak kaydıyla, yayımlayan sitelere iletirdim. Tabi yaklaşık altı yıldır yazdıkalrımın tamamı da, gûya arşivim olarak bu adresimde...
24 Ekim 2008 Cuma günü, sayfamı açmak istediğimde; "Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir.T.C. Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi 20.10.2008 tarih ve 2008/2761 sayılı kararı gereği bu siteye erişim engellenmiştir." uyarısıyla karşılaştım!...
Daha önceleri; PKK'lı ve -çok hazin ve acı olmasına rağmen- Ülkü Ocaklı olduğunu söyleyen internet kurtları tarafından, bir kaç kere sayfama saldırılar olmuş ve aldığım dost tavsiyeli tedbir önlemleriyle, bunlarla baş edebilmiştim.
Ama şimdi ne yapacağımı, ne yapabileceğimi bilmez durumdayım. Hukuk adıyla işgal yemiş gibiyim!
Güler Kömürcü'nün; "Kendimi infaz edilmiş hissediyorum!" şeklindeki feryâdını, şimdi daha iyi anlayabiliyorum! Serdar Turgut ve Korku Tellalları'nın; "Bana değmeyen yılan bin yaşasın." şeklindeki kurnaz kabadayılıklarını daha iyi yorumlayabiliyor ve bu "Korku İmparatorluğu"yla mücadele edilmesi gerekirken, "Korku Tellalları" ve "Kurnaz kabadayı"ları istihdam etmeyi, günü kotarmak diye yorumlayan korkak medya patronlarını, cesur ve hür vicdanlara havale ediyorum artık...
Güler Kömürcü'yü işinden eden, "Kurnaz Medya Kabadayıları"nı en azından uyarma cesâretini gösteremeyen Medya Patronları'na; hâlâ saygılı olduğum ve sonuna kadar da saygılı kalmaya kararlı olduğum Yasalarımız izin verse neler yazardım zannederim tahmin edilir!
Sözün tamamı aptallara söyleneceğine göre; kurnazlarında aptal değil sadece korkak olduklarını bildiğimize göre, onlar neler söylediğimizi fazlasıyla biliyorlardır diye teselli buluyorum.
Bu memlekette; "Ege'deki yoksul köylüler neden isyan etmiyor, bizim sorunumuz kimlik sorunudur." diye açıkça söyleyen bölücüye, devleti; "Orada dur! Akıllı ol!" diye tehdit edebilen bölücüye, dokunulmazlık pâyesi verilerek Millet Vekilliği yaptırılmasına müdahil olamayan yasalarımız; benim bütünlükten, Atatürk ve Cumhuriyet Kazanımlarına sahiplenmekten, TÜRK MİLLETÇİLİĞİ'nden başka bir şey yapmadığım internet sayfama kapatma uygulayabiliyor!...
Yine bu memlekette; " Türkiye'de 75 yıldan beridir resmî ideolojinin Kürt meselesinde inkârcı, asimilasyoncu, baskıcı davrandığını açık seçik söylemeli ve resmî ideolojiyi yüksek sesle sorgulayabilmeliyiz." diyebilen; " Devlet-PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemek, devletin eleştiri üslubunu benimsememek; "Bölücü", "Terörist", "Ayrılıkçı" vs... " şeklinde yazılı siyâsi rapor hazırlayabilen birinin, Başbakanlığa kadar yükselmesini önleyemeyen Yasalarımız, benim internet sayfamı kapatabiliyor!...
Bu durumda bana da; "Hakkımızda Sultan vermiş fermânı/ Fermân Padişah'ın Vatan bizimdir." diye kafa tutmak düşüyor!...
Yalana, talana, çalana, dönerek döneklikle çâre bulana, bölenlerin yanında yer alana, kahramanları ceza evlerine koymak için hukuki kılıflar bulana, şahsi ikbâli için Haçlı ile yan yana olana, tarihi tekerrürle BOP Eş Başkanlığı ünvanıyla milleti hasım alana, karşı durmaya devâm düşüyor!...
"Dönersem kahpeyim TÜRK MİLLETÇİLİĞİ yolunda azimetten."
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ekim 24, 2008

TİLKİNİN TAVUK BEKÇİLİĞİ...

Ümraniye Bombaları diye başlayıp sonra Ergenekon'laştırılan Dava sanıklarının yakınlarının katıldığı bir programı izledim!...
Katılımcıları -Güler Kömürcü başta olmak kaydıyla- dinlemek için takıldım programa... Yoksa KKTC Kurucu Cumhur Başkanı Sn. Rauf Denktaş'ça Karen Fogg çocukluğu tescilli adamı dinlemedim!...
Güler Kömürcü'nün; "Kendimi infaz edilmiş gibi hissediyorum." sözleri karşısında milletperverliğimden, vatanperverliğimden, Atatürk severliğimden, mücadeleciliğimden ve Ülkücülüğümden utandım tek kelimeyle!...
Sessiz sedâsız sıramızı bekler bir hale sokulduk!
Veya ne kadar susarsak o kadar unutuluruz ve bizi atlarlar kurnazlığına yattık! Konuşanların, yazanların böylesine ürkerek susmalarına sebep olan; oluşturulmak istenen "Korku İmparatorluğu"nun inşasına tahminler üstü bir katkı veren, "Korku Tellalları"na olan öfkem, bir kat daha arttı!...
12 Eylül Kıyameti'nde; idam cezası kesinleşmesine rağmen, ülküdaşının idam almamasına sevinen yiğitleri hatırlayınca; sehpaya giderken bile inançlarından taviz vermeyen, din görevlisi kabul etmeyen, "Bağımsız Türkiye" nârâlarıyla ölüme giden devrimcilerle bunları mukayese edince, "korku tellalları"na olan duygumun adı daha başkalaştı!...
Adamlar; sadece dört gün göz altında kaldılar. CMUK'a göre çaylarını, kahvelerini içtiler. Bırakın fizîki şiddeti hakâret görmediler ama çıktıklarında sanki Ziver Bey Köşkü'nden, sanki Mamak'tan, C-5'lerden geliyorlarmışçasına; "Kimse yerinden ve konumundan dolayı bana bir şey olmaz demesin!" diye korkuya bedava tellallık yaptılar!...
Bu oluşturulan korku ve baskı dünyasında da konuşanlar sustular, yazanlar kalemlerini kıstılar!...
Devleti tehdit edecek kadar küstahlaşan PKK'nın aynası, Devlet'e iftira atan soyadıyla tezat DTP Genel Başkanı, devlete açıkça kalkışan DTP'li belediye başkanları, serbestçe gezip hazineden milyar milyar maaşlar almaya devam ederlerken; ömrünü bölücülerle ve vatan-millet düşmanlarıyla mücadele ederek geçirmiş şanlı Paşalarımız, hayatlarını milleti aydınlatmaya hasretmiş münevverlerimiz, gazeteciler ceza evindeler!...
Buna sebep te biziz!...
Tilki, kümesi çok iyi tanıyor diye kümese bekçi yaptık çünkü!...
Adamların, sadece Allah'lı-Lillah'lı konuşmalarından kaynaklı hoş görümüzle; İmam Hatipleri arka bahçe olarak ilân etmelerine ses çıkarmadık! Üniversitelerde, YÖK Başkanı'ndan türbana esas duruş alacakları ilânlarını, duymazdan geldik! Türban lehine oluşturulan ve AKP iktidar olur olmaz kesilen, kilometrelerce uzunlukta ki canlı zincirleri görmezden geldik!...
"Sen ne mutlu Türk'üm diyene dersen, birileri de ne mutlu bilmem neyim diyene der." dediklerini kaale almadık!...
Şimdi Başbakanlığa çıkan ve en sâdık yol arkadaşını da Devlet Bahçeli sâyesinde Köşk'e çıkaran kişinin, sadece on yıl önce; "...... Türkiye'de 75 yıldan beridir resmî ideolojinin Kürt meselesinde inkârcı, asimilasyoncu, baskıcı davrandığını açık seçik söylemeli ve resmî ideolojiyi yüksek sesle sorgulayabilmeliyiz. / PKK terörünü kınadığımız kadar devlet terörünü de kınamalı, Devlet-PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemeli, devletin eleştiri üslubunu benimsememeli; "Bölücü", "Terörist", "Ayrılıkçı" vs... / RP, Türk ırkçısı MÇP ile işbirliği yapan milliyetçi-muhafazakâr-sağcı bir parti şeklindeki eleştirilerden yakasını ancak böylelikle kurtarabilir. ..... " şeklinde hazırladığı yazılı raporunu, görmezden geldik!...
Yani; tilki kümesi çok iyi biliyor diye kümese bekçi yaptık!...
Demokrasi, insan hakları, halklara uygulanan devlet ayrımcılığı, halklara eşitlik, Kürtlere demokratik haklar söylemlerini açıkça söyleyen ve bu konuların siyasî program olmasını sağlayan kişinin, dününü hiç mi hiç hatırlamadan, sorgulamadan Başbakanlığa çıkarttık!...
Şimdi de bu, bile bile ladeslendiğimiz kişi ve yol arkadaşlarının "korku imparatorluğu"na su taşıyoruz!...
Ergenekon Davası'ndan tutuklanan ve ölümüne bir gün kala serbest bırakılan Kuddusi Özkır'ın eşini dinlerken başım ağrıdı! Birbirlerini ilk defa bu dava yüzünden duyan ve hâlâ tanışmayan kişilerin, çete diye bir araya getirilmeye çalışılmasını anlayamayan aklım, tamamen durdu!...
Hanımlar, Beyler, Delikanlılar, Gençler, Türk Milleti;
Bu faşizan baskılara artık her birden dur demek ve durdurmak zorundayız!...
Yoksa -Allah korusun- devletimizi çok ama çok zor günler bekliyor!... Devletimiz zorda olursa biz nasıl oluruz bilemem...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR...
Selâm, sevgi, dua...

Perşembe, Ekim 23, 2008

HAMDOLSUN TÜRBAN VAR!...

"Hamdolsun! Hiç bir sıkıntımız kalmadı!"
Şükürler olsun türban geri geldi, yasalarımızın tozlu raflarından!...
Bütün meselelerin üzerini örtmekte emsâli olmayan türban, yetişti siyâsetin imdâdına!...
Artık sokaklarımızda, PKK'lılar kalkışma yapamayacaklar!
DTP'liler; milletin helâl kazançlarının vergilerinden aldıkları maaşın hakkını vererek, Meclis'te yaptıkları Millet vekili yeminine sadakat göstererek, PKK'nın kalkışmasına destek veremeyecekler!...
Cumhurbaşkanı; Avrupa'da, Devletini Orhan Pamuk'ça iftiralarla tenkîd etmeyecek! İstanbul İl Başkanlığı döneminde Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla yayınlanmış çözüm önerilerini, artık ne O, ne de hiç bir yol arkadaşı hatırlayamayacak, kimse de hatırlatamayacak!...
"Hamdolsun" türban, bomba gibi düştü bütün, devâsâ meselelerin üzerine!...
Dünyada kapitalizmin çöküşü olan ekonomik krizi de, ülkemize olan yansımalarını da; DTP'lilerin soy adıyla kavgalı, soy adına asla yakışmayan, İmralı'dan atanmış Genel Başkanı'nın, PKK tarafından kurtarılmış bölge ilan edilen Diyarbakır'da yaptığı; "Kürt soykırım" iftirasını da örter artık türban!...
Aynaya bakan kendini görür gerçeğinin ispatı olan Ayna'nın, devleti tehdit eden; "Orada dur!", "Aklını başına al!" diyen sözlerini de kimse duyamaz artık!...
Şükürler olsun türban yetişti!...
Artık Irak'ın kuzeyine ve Irak'ın başına ABD tarafından atanan, dünün "postal yalayıcıları", Talabani de, Barzani de ne söylerse söylesin bizi incitemezler! Çünkü dünyanın en güçlü setr/örtme malzemesi türbanın uçlarıyla da kulaklarımızı kapatır ve "Postal yalayıcıları"nın sözlerini duyarak rahatsız olmayız!...
Artık kimse ne Aktütün Köyü ile, ne de Silivri'de başlatılamayan "asrın duruşması" Ergenekon Davası ile ilgilenemez!...
Ayhan Çarkın adındaki, saf Anadolu insanı; tam da Ergenekon Davası'nın başlama arefesinde, üç yılda bin kişiyi öldürdüğünü söyleyebilir!...
Çünkü hamdolsun türban yetişti!...
AKP ve MHP; türbanı dönüşü olmayacak bir şekilde yasaklatmakla suçlular! Allah yardımcıları olsun!...
CHP, söylediklerinin haklılığının ispatlanması keyfini hakkı olarak yaşarken; türbanın arkasına saklanarak iyice köstepekleşen, "Allah ile aldatanlar"ın saldırıları da görülemeyecek!...
Küçük hırsızlıklara el feneriyle, büyük hortumlamalara "Deniz feneri" ile devam edilebilir artık! CHP'nin Çankaya Belediye başkanı, kulakları patlatacak tarzda verdiği rüşvetleri anlatmaya devam edebilir!...
Dişli, dişsiz hortumcular, istediklerini artık meşrulaştırarak sürdürebilirler!...
Efsâne sıfatlı emekli Albaylarımız; yandaş medyalarda, teröristlerin her birini bir Rambo, bir Spetnaz olarak tarif edebilir! Kimsenin ilgisini de çekemezler!
Artık Türkiye'nin varsa yoksa tek bir meselesi var: Türban!...
RTÜK'ün başındaki zât, Almanın kefere mahkemeleri ne derse desin, görevine devam edebilir; yandaş medya ve basın, istediği kişi veya kuruma istediği üslûpla saldırabilir!
Şükürler olsun yetişti türban!...
Gerçek gündemlerin üzerini türban kadar örtebilecek ikinci bir "setr-i gündem"; dünyanın hiç bir yerinde, dünyanın hiç bir İslâm ülkesinde yok!...
Hamdolsun bizde, türban meselesi var!...
Ve en sıkıştığımızda, en bunaldığımızda, demokrasimiz zora düştüğünde, ekonomimiz yaralı olduğunda, gecikmeleri yüzünden yok sayılan adaletimiz kamu vicdanlarında yargılanmaya başladığında, yetişir imdada Hızır'ca!...
Ya türbanımız olmasaydı ne olurdu halimiz?
Şükürler olsun türbanımız var!...
Hamdolsun Anayasa Mahkemesi, bütün gündemlerin setr'ini, tam da zamanında attı meselelerin üzerine!...
Artık haklı ve diri muhalefeti öldürür, ölmeğe yüz tutmuş haksız iktidarı bir daha diriltir bu mucize "setr-i gündem"...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ekim 22, 2008

YAP KÖPEYOĞLU!...

Yine canım yandı! Millî öfkem kabardı yine!...
Göz göre göre canımızla oynanıyor; kucağımıza oturttuklarımız, sakalımızı yoluyor!... Her sakal telimizin kopuşunda canımız yanıyor ama neredeyse sakalsız kalacak kadar tek-tek yolunduğundan acıya karşı tiryakilik kazandık!
Birilerini, bir yerleri uyarmak sadece uyarmakla da kalmayıp bir yerleri de tahrîk etmek istiyorum!...
Artık 2. Cumhuriyetçilerin; "Demokrasiyi güçlendiriyoruz! Devleti geliştiriyoruz!" diyerek yaptıklarıyla da şühedâ emâneti devlete zarar verdiğini, sorumlu bir yerlere hatırlatmak istiyorum!...
Bilinen bir kıssa:
Leylek, arazinin ortasında minare gibi uzanmış bir ağacın tepesine yuva yapar. Uçan yırtıcılara karşı çok emin bir yuvadır... Bir kaç mevsim bu huzurun keyfini yaşarken; yuva, bir çakalın dikkatini çeker. Çakal, ağacın altına gelir. Ağacın tepesindeki leylek yavrularını düşündükçe ağzı sulanmaktadır ama ağaca tırmanma şansı yoktur. Gücü yettiğince, öfkeyle ağacı sallamaya başlar. Sarsıntıyı merak ederek aşağı bakan Leylek, Çakalı görür.
- Heyyy! Ne yapıyorsun? diye sorar. Çakal;
- Ağacını keseceğim! der...
- Neden?
- Yavrularını yemek için!...
Leylek korkar. Uçan yırtıcılardan korunmak için mükemmel bir yer olan yuvası ve yavruları, tehlikededir...
- Yapma çakal kardeş... diye yalvararak inler. Çakal;
- Eğer yavrularından birini aşağı atarsan kesmem!.. Deyip homurdanarak ağacı sallamaya devam eder. Leylek düşünür. Zaten her sene yavrulardan birini zayıf olduğu için kardeşleri yuvadan atmaktadır. Bu sefer yavruyu kendisi atmaya karar verir. Ve yüreği kan ağlayarak diğer yavrularını ve yuvasını kurtarmak uğruna en zayıf yavrusundan vaz geçer;
- Al senin olsun!... diyerek zayıf yavruyu aşağı atar...
Çakal memnundur. Yuvada iki yavrunun daha olduğunu bilmektedir. Aşağı atılan yavruyu iştahla yedikten sonra ağacın gölgesinde uykuya dalar... Leylek huzursuzdur. Çakal gitmemiştir. Bu günü kurtarmıştır ama yarın ne yapacağını bilememektedir... Leylek kara kara yarını düşünürken Karga gelir. Leyleğin sıkıntısını merak ederek sorar ve öğrenir. Karganın canı sıkılır hem de öfkelenir.
- Sen hiç çakalların ağaç kestiğini duydun mu? diye sorar...
- Hayır!... Der Leylek'te hayretle hatırlayarak...
- O zaman neden korktun? Yarın ağacı salladığında; "Kes Köpeyoğlu!" de ve rahatla... Der, uçar gider... Ertesi gün Çakal, yine ağacı sallar.
- Heeey Leylek! Ya yavrulardan birini at, ya da ağacını keseceğim... Diye bağırmaya başlar. Öğüdü almış olan leylek, çakalın baltası ve testeresinin olmadığını ve ağacı kesemeyeceğini bilmektedir artık.
- Kes köpeyoğlu!.. Diyerek yavrularını sevmeye devam eder. Çakala çekip gitmekten başka yol kalmamıştır... Kıssadan hisse...
Onlarca yıldır Devletimiz'e, Milletimiz'e saf leylek muamelesi yapan, müttefik(!)imizden öğütlü, Haçlı'dan destekli çakallar, iş başında ve Devlet Ağacımız'ı sallayarak kesmekle tehdit ediyorlar! Bu, ilk denemeleri değil. Ama yöneticilerimiz bu sefer çakalları şımartıyor!...
Oysa biliniyor ki ne baltaları ne de testereleri var!... Bu ürkeklik, bu korkaklık bizim tavrımız değil!... Türk Milleti olarak biz, ne çakallar gördük! Kaç Haçlı Seferi göğüsledik!...
Çağ değişiyormuş! Dünyayla birlikte bizim Milli Görüşçülerimiz de gömlek değişiyormuş!... Devlet olarak Haçlı'ya uymak, AB'ye girmek, değişmek, gelişmek lazımmış!...
Yapacağımızın, sadece Ülkeyi yönetemeyen hükümeti yenilemekten başka bir şey olmadığını bizden iyi kimse bilemez... Hem de artık AB'lileşme, demokratlaşma yalanları uğruna, tek yavrumuzu da vermeden! Haçlı'ya, Avrupalı'ya uyarak Ordumuz'dan, Mehmetçiğimiz'den vaz geçmeden!... Kraldan fazla kralcılara, haçlı tâlimatıyla kelle isteyen kalkışmacılara tek sakalımızı feda etmeden!
Birileri, biryerlerden aldıkları emirle, bir şeyler yapacaklarmış!... Milletin helâl vergilerinden aldıkları maaşla, demokrat maskeli korkaklarımızın veya hainlerimizin ikrâm ettiği dokunulmazlık zırhıyla Devletimize kafa tutan hainlerin, PKK'ya verdikleri kalkışma desteğini görmeyerek biz de, demokratlaşacakmışız!...
Tek kelimeyle ve haykırarak; "Yap Köpeyoğlu! Kalkış bakalım bir daha!" diye şimdi demezsek ne zaman deriz?
Sevgili Sebahattin ÖNKİBAR'ın; "Diyarbakır'daki kalkışmada kedi, şehit cenazesinde kaplan!" tesbitine de harfiyyen katılarak...
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ekim 21, 2008

ŞEHİTLERDEN...

Yürek yüreğe,
Gönül gönüle,
El eleyiz, hep biriz.
Sadece Çanakkale'de,
İki yüz elli üç bin kişiyiz.
Hepimizin adı Mehmet
Ve Şehitleriz hepimiz...

Vanlı, Karslı, Diyarbekirli, Erzurumlu'yuz Çanakkale'deyiz,
Çanakkaleli, İzmirli, Antalyalı, Edirneliyiz Aziziye'deyiz,
Ankaralı,Çorumlu, Tokatlıyız Yemendeyiz!...
Nerede olursak olalım;
Gönüldeyiz
Dildeyiz
Hep aynı yerde, bir yerdeyiz...

Ne görev verildiyse yaptık.
Nereye dense koştuk ulaştık.
Kan verdik
Can verdik
İman verdik
Uğraştık, karıştık, çarpıştık
Karıştık, kucaklaştık
Ve toprakta vatanlaştık...

Testiler, topraklaşan bizdendir.
Bizdendir bağrı yanık rençberin serin suyu
Gökdelenler harcındayız bazen
Bazen Osman Emmi'nin evinin kerpicinde...
El ele
Gönül gönüleyiz
Hep biriz
Hep bir yerdeyiz
Aynı yüreklerdeniz
Aynı yanık yüreklerdeyiz
Hepimizin adı Mehmet
Ve şehitleriz hepimiz...

Sesiz coşkun yüreklerde
Seven gönüllerde heves
Darlanan sinelerde nefes...
Bu vatanın her yanıyız her yerdeyiz.
Sessiziz doğru,
Sessiz yatarız...

Görmez sanırsınız belki bizi
Biliriz, görürüz,
Haberdarız,
Biz vatanız,
Toprağı vatan yapanız.
Vatanlaştırdığımız toprakta
Vatanca yatanız.
Hepimizin adı Mehmet
Ve şehitleriz hepimiz...

Hepiniz bizdensiniz
Biz hepinizdeniz.
Milletiz, milletteniz,
Millet kalalım diye,
Devletli milletliğe devam edelim diye
Bile bile ölenleriz.
Öldükçe dirileniz.
Hepimizin adı Mehmet,
Ve şehitleriz hepimiz...

"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

MAMAK, HÂLÂ MAMAK'TA...

Beynimin düğümlendiği bir anımda; öfkemden kafatasımı burnumdan kustuğum bir anda buluştuk o Güzel Dostla...
Sabah namazına yakındı buluştuğumuzda çilenin o, gülen yüzü ile...
Gündem adıyla oluşturulan aslında milletimizin başına örülen çorapların birbirine girmiş, meselelerin birbirine çözülmemecesine dolaşmış olduğu ve dolayısıyla da ziyadesiyle bunaldığım bir anımdı!
Yunus Meral Ülküdaşımla, Dâvâ'nın Aysberglerinden biriyle, ciddi manadaki ve inkârı mümkün olmayan kanaat önderi tarifli Ülkü Devi'yle buluşmak, moral takviyem oldu bir daha...
Sohbetler ettik zamanın izni kadar!
Daha doğrusu hep ben söylendim, söylemek-söylememek arası bocaladığım; kızdıklarıma olan sevgimden onları atlayıp kendimle başlattığım kişisel iç savaşlarımı anlattım yine zamanın izni kadar...
Zaman fukaralığımızın ikimiz de farkındaydık!...
Hakk'ka uğurladıklarımızın yarım kalmış hayallerini, bitirilmesini bizden beklediklerine inandığımız hayallerini konuştuk...
Cesurlarımızı, korkaklarımızı yad ettik adlarını kendimizden bile saklayarak!...
Bu arada; günümüz Korku İmparatorları'nın oluşturmak istedikleri Korku Atmosferi'nin oluşmasına katkı veren, Korku Tellalları'ndan bahsettik!... Dört günlük göz altından sonra; sanki Mamak'tan gelmişçesine, sanki C-5'lerden çıkmışçasına; "Hiç kimse yerinden ve makamından dolayı kendisini rahat hissetmesin!" diyerek tellallık yapan "Demokrasi Havarileri"ni konuştuk!...
Bu 'Korku Tellalları'ndan bahsederken aylardır, belki de yıllardır tamamlayamadığım bir şiirimi hatırladım. Eksik halini, karalamış olduğum halini paylaştım Ülkü Devi Ülküdaşımla...
Ve telefon, ve internet sohbetimizi sonlandırdıktan sonra elime aldım yarım bıraktığım şiirimi:

MAMAK' TA

Neler oldu neler?
Neler olmadı Mamak'ta!
Olmazları olduranlar,
Olanları unutmamakta, unutturmamakta!...
Fidanlar ekildiler,
Ağaç olup biçildiler.
Dâr olup dâra çekildiler, darağacı oldular!
Darağaçlarında imanlar asıldı Mamak'ta,
Asılanların ipi, cellatları salmamakta!...
Üşüdüler zindanda
Üzülmesinler diye söylemeden analara,
Yavuklular hissedip kazaklar dokudular.
Asılınca kazağın sahibi, üşüdü boş kalan kazaklar Mamak'ta
Şimdi, dünyalar, kazakları dolduramamakta!...
Ketenler ekildiler,
Kenevirce biçildiler.
Bir kısmı kenevirce ciğerlere çekildiler efkârca.
İşe yaramayanları gûya urganlaştılar Mamak'ta
Güçleri yetmedi cellatlara,
Ve Mamak'ta astıklarını urganlar taşıyamamakta!...
Hak diye millet diye millieştiler,
Türkleşti iyiceeee, Ülkücüleştiler,
Ülkücüleştikçe devleştiler...
Devden korkan cüceler Haçlı'yla birleştiler,
En korkulan devler hep zindandaydı Mamak'ta,
Devleri ipe gönderenler, o günü unutamamakta!...
Çile çekti tüm demirler.
Çileyle çift su alıp çelikleştiler,
Önce "Cennet'te..." diye kavilleştiler;
Asıldılar, kesildiler, ezildiler ezilmediler Mamak'ta!
Çekenler dayanılmazları Hakk'ka çekildiler
Çekilmeden çekenler çok yattılar Mamak'ta,
Çekenler de, çektirenler de artık hatırlamamakta!...
Yağmur bulutlarını dağıttılar,
Güneşleri soğuttular,
Susuz bıraktılar toprakları,
Hasret çektirdiler sevda devlerine Mamak'ta;
Hasret çekenler de, sevenler de, sevilenler de
Unutulmamakta,
Şükürler olsun solmamakta...
Ve hâlâ Mamak,
Mamaklığıyla Mamak'ta... 21 Ekim 2008/Salı/Sabah saat: 08.43/İzmir

Varlıklarıyla teselli, hissettirdikleriyle yürek, cesâretleriyle her kese cesâret olmaya devam eden Ülkü Devleri'ne sonsuz selâm olsun...
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

BU MU EGEMENLİK?

Ortalık toz-duman!...
Sis bombaları-biber gazları yüzünden göz gözü görmüyor bu cennet vatanda!...
Bırakın vatandaşı, güvenlik güçlerimizin can emniyeti yok!...
Anadolu'da; "Hırsız içerden oldumu öküz bacadan çıkar!" diye bir söz var. Hırsızımız içerden! Öküzümüz bu yüzden bacadan çıkıyor!...
Daha dün bir Albayımız'ın huzûruna çıkabilmek için astsubaylarımızın önünde önünü ilikleyen birisine, ABD'nin zorla kazandırdığı hükm-i şahsiyeti kabul ederek resmî görüşme yapılsın diye heyet gönderilirken; içimizdeki hırsızlar buna itiraz ediyor!...
Bu itirazları aza indirgemek, millet vekili dokunulmazlığı ile devleti tehdit edenlerin tehditlerini ciddiye alarak, Başbakan'ın bilgisi dahilinde Dengir Mir, AKP'nin ikinci adamı olarak, içerdeki hırsızlarımızla yemekli bir toplantı yapıyor, öküz bacadan çıksın diye!...
İnkâr edilse de rezervasyonu kimlerin yaptırdığı, nelerin konuşulduğu basında boy boy! Anlaşma sağlanamamış veya yeterince taviz verilememiş olmalı ki; Diyarbakır'da ülke Başbakanı, iki yüz kişilik memuru ancak toplattırabiliyor ve konuşabiliyor!...
İmralı hükümlüsüne fiziki şiddet uygulandığı bahanesiyle; Diyarbakır'da ve Güneydoğu illerimizde, terörist örgütün tehdidiyle hayat tatil ediliyor! Belediyeler de tatilde! Açık kepenk yok! Hayat durdurulmuş!...
Aynı gün, aynı saatlerde, eş zamanlı olarak bir kaç ilde birden güvenlik güçlerimize saldırılar var!... Aynı anda metropollerimizde kırka yakın araba ateşe veriliyor!...
Ülkede yangın var! Ülke, millet bağrıyla birlikte yanıyor!...
Cumhurbaşkanı, Avrupa'da Orhan Pamukça devletin Kürt vatandaşlarına yaptığı haksızlığı itiraf ediyor! Başbakan, bir belediye başkanından şikâyetleniyor! Millet vekili dokunulmazlığındaki bir terör yanlısı kadın da; "Orada dur!" diye yüksek perdeden devleti tehdit ediyor!...
Kemal Kılıçdaroğlu'nun yolsuzluk belgeleri bombardımanı devam ediyor!...
Ordumuz'a ağız birliği ile saldırı sürüyor!...
Aynı gün; zorla "Ergenekon"laştırılan "Ümraniye Bombaları Davası" başlatılıyor!...
Bir gün önce "Derinçek"; "Ergenekon davası sonlandırılmadan terör bitmez!" kehânetinde bulunuyor!...
Kolluk güçleriyle, güvenlik güçleriyle hatta Orduyla, İmralı hükümlüsünün cezaevinden yönettiği örgütüne güç yetirilemiyor!...
Bir tesadüf, iki tesadüf; üç, beş, on, onbeş, yirmi tesadüf!... Yeter başımız döndü!...
Neler oluyor?
Ne oluyoruz?
Bölünmez bütünlüğümüz parçalandı mı? Diyarbakır ve Güneydoğu illerimiz artık bizim değil mi? Gidemediğimiz, hükmedemediğimiz, yönetemediğimiz yer bizim mi?
Haberlerdeki görüntülerden Diyarbakır'ı ve Doğubayazıt'ı izlerken; Fransız işgâlindeki mücadeleleriyle gazileşen Antepliler'in hikâyesini anlatan, Karayılan dizisini seyrettiğimi sandım!...
Bayrak asılan evlere saldırılıyor; sokaklarda, çocuklu büyüklü halk güvenlik güçlerine saldırıyor!...
Tam da bu günde DTP; Meclis'te yapması gereken Grup Toplantısını, Diyarbakır'da yapacağını açıklıyor!...
Devlete, devletten aldıkları dokunulmazlık ve maaşla kafa tutanlar; terör örgütünün kontrolünde gösterilen bir ilde toplanmaya gidiyor!...
Bütün demokratik haklar, bütün insan hakları maddeleri; bu, silahla devlete kafa tutanların hakkı öyle mi!... Devletin hakkı yok mu? Milletin hakkı yok mu? Şehitlerimizin, şehit ailelerimizin, ciğerleri paralanan ailelerin insan hakları ve bu hakları savunacak yasalar yok mu?...
Milletin bağrından oluşan Ordumuz'un hakkı ve onları savunacak-koruyacak yasalarımız yok mu?
Bu kadar mide bulandıran gündem karmaşası içide; terörle, çetelerle, mafyayla, yolsuzlukla mücadele ettiğini söyleyebilen Başbakan'sa; "Huzurumuzu bozmaya güçleri yetmeyecek!" diye nutuk irat ediyor!...
Huzur bu mu? Bağımsızlık bu mu? Demokrasi bu mu? Eğer cevap evet ise; "İşgalde nasıl olunur? Devlet böyle mi yönetilir?" diye sormam mı?...
Bu mu egemenlik?!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazartesi, Ekim 20, 2008

"BİRBİRİNİZİ METHEDİN."

Hace Ahmet Yesevî'nin; Türk'ün mânevî değerlerinin oluşmasında, Emevî baskıcı saltanatıyla İslâm'la Türk arasına sokulmak istenen nifâka çektiği seti zannederim anlatmak benim haddimi aşar. Bir anlatan da mutlaka çıkmalı...
Yesevî'nin; o muhteşem, yüzlerce yıla kafa tutan ve zannederim daha nice yüz yıllara kafa tutacak kudret ve kuvvetteki, karakter oluşturmaktaki müthiş öğretisini hatırlatacağım önce...
"Birbirinizi methedin." Hace Ahmet Yesevî'nin öğrencilerine, talebelerine, müritlerine ısrarla ve değişmez bir öğüdü; "Birbirinizi methedin."
Bu öğretiye ne kadar uyduğumuz, bu öğretiden ne kadar nasiplendiğimiz, ortada! Her kesin, -bu bütün teşkilatçılar, bütün örgütçüler, bütün dernekçiler, bütün particiler için geçerli- gözlerini kapatarak sadece iki dakika; hayatında, kaç yerde, kaç kişiyi methettiğini düşünmesini rica edeceğim!
Bilmeliyiz ki; hayatımızda, kaç yerde, kaç kişiyi methetmişsek; biz de, o kadar yerde, o kadar kişi tarafından methedilmişizdir!...
Yani; karşılaştığımızda dost muamelesi, dost muhabbetiyle kucakladığımız her kesi olmadıkları yerlerde, kaç kere methetmişsek; ona ne kadar sadık kalmışsak, ona ne kadar vefalı davranmışsak; o kadar methedilmiş, o kadar vefa görmüş, o kadar nakledilmişizdir!...
Bir başka Hace Ahmet Yesevî öğretisine geçmek istiyorum.
Hace Ahmet Yesevî dergâhından, Erenlerin muhabbetine muhatap müritlerden biri, pazar yerine alış verişe gider. Pazar yerinde, bir kalabalık dikkatini çeker. Yaklaşır. Görür ki adamın biri, çok heyecanlı bir üslûpla, gâliz küfürlerle Hace Ahmet Yesevî'den bahsetmektedir! Bahse katılmak ister ama gâliz küfürleri duyunca morali bozulur, olay mahallini ve pazarı terk ederek dergâha döner.
Bir vakit namazı sonrası, Hace Ahmet Yesevî, ilgilendiği müridindeki durgunluğu fark ederek ne olduğunu sorar. Mürit, kötü olayı aksettirmek istemediği için; "Yok bir şey üstâdım." diye geçiştirmek ister. Ama hâli, hâl değildir! Hace Ahmat Yesevî, ısrarla sorar meseleyi ve mürit, anlatmak zorunda kalır.
- Pazar yerindeydim. Pazar esnafıyla biraz hemhâl olup alış-veriş düşüncesindeydim. Bir kalabalık görerek yaklaştım ve Falanca kişinin, sizin hakkınızda konuştuğunu duyunca iyice yaklaştım. Ama adam sizin hakkınızda çok ağır iftiralarda bulunuyor ve size çok gâliz küfürler ediyordu...
Diye moral bozukluğu ile anltırken, söz küfürlere gelince Ahmet Yesevî elini boş böğrüne bastırarak:
- Eeeyyyy vaaahh! Diye feryat eder!...
Her kes başına üşüşür. Her kes muhabbetle ve dualarla bir yerine dokunurlar:
- Aman Üstadımız ne oldu? Diye de merakla sorarlar:
- Ne olacak? Boş boğazın biri, boşluğa bir ok atmıştı! Bu arkadaşınız o oku getirerek boş böğrüme sapladı! Der...
Her kes, bu uygulamadan, hem de arkadaşlarını da incitmeden söylenen bu öğütten nasibini-dersini alır tabi...
Adını "taraf" koyan, ihânet adıyla müttefik(!)İmiz'e taraf bir gazetenin yazdıklarını; "Yaygın basın" ve "Kartel Medya" duyurmasa, kaç kişinin duyma şansı var diye düşündük mü hiç?
Ve şimdi, tam da burada bendeniz de, Başbakanımız'dan öğrendiğim, bir ilâhiyat profesöründen öğrendiğim demokratik uygulamayı yapmayayım mı?
Arkadaşlar; bu ne oldukları belli olmayan, kimin değirmenine su taşıyıcılığı yaptıkları belli olmayan ve asla ulusal olmayan basını almayalım! Alanları uyararak engellemeğe çalışalım... Her gün iki tane "Dünyayı Türkçe okuyan" tek gazete olan Yeniçağ'a, biraz daha itibar verelim...
Yeniçağ'da; dünyayı Türkçe okurken ve okuturken; tam da seçim sürecinde, milletin duyması gerekenleri duyurmaktan imtina etmesin tabi... Alınan Yeniçağ kadar duyulsun, duyulduğu kadar Yeniçağ alınsın...
Hace Ahmet Yesevî'nin öğretisiyle sonlayalım isterseniz; "Birbirimizi methedelim!" Bizim, bizden başka kimsemiz yok ve her gün sayımız azalıyor maalesef! Birbirimizi methetmezsek, birbirimizin sevgilerine müdahele etmeye niyetlenirsek, korkarım sadece ölümlerle de olsa artamadan azalmaya devam ederiz ki, ölümden korkmam bundan çok korkarım...
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Pazar, Ekim 19, 2008

DEMOKRATİK AKP-DTP BULUŞMASI!...

Biz kendimizi paralayalım! Millet olarak yüreklerimizi parçalayalım!...
Soros çocukları, bölücüler, iş birlikçiler, uzaktan kumandalı rüzgâr gülleri, siyâsi topaçlar, "dolma kalem"ler, ağız birliği ile Ordumuz'a saldırıyorlarken; savaş ve sath-ı müdafaayı dünyada en iyi bilen ama siyasetle ilgilenmemesi gereken Genel Kurmayımız'ın gösterdiği refleksi abartılı bularak ve fırsat bilerek saldırılar had safhadayken, millet olarak biz, yırtınalım!...
Eski Genel Kurmay Başkanı; "PKK Meclis'te!" dememiş miydi?... Başbakan ve AKP'liler, Meclis'te DTP'lilerin yüzüne bakarlar mıydı?!...
Biz de MHP Genel Başkanı'nın Meclis'te onlarla tokalaşmalarını çok görerek tenkîd etmez miydik?
Dangur-dungur küfürleriyle tanınan, çaresizleştikçe küfre sığınan, AKP'nin Kürt ağırlıklı oylarının tek sahibi gibi davranan Dengir Mir Mehmet; AKP'nin ikinci adamı olarak, DTP'lilerle gizlice "başbaşa yemek" yerken kendini yakalattı!
Yakalattı diyorum! Çünkü bu fotoğrafa, önümüzdeki yerel seçimlerde ihtiyaç var!...
Suskunluğuna kızdığımız, DTP'lilerle; "Gel hasip! Meclis'in rengini tamamlayalım." diye tokalaşan Devlet Bahçeli'nin, AKP'lilere, Recep Tayyip Erdoğan'a zehir zemberek saldırdığı günlerin ferdâsındaki bu buluşma bana tuhaf gelmedi! Mevcut MHP yönetimi ile AKP arasındaki farkı anlayabildik bu sâyede!...
MHP, hiç değilse hırsız gibi gizlice buluşmadı!... "Farklılıkların farkında olarak", "İdeolojik yüklerden kurtularak", "Partilerinde yer bulamayan, kendilerini ifâde edemeyen her kesi, davet ederek ve MHP'li olmalarını istemeyeceklerini belirterek" siyâset yapacağını saklamadan göstermişti!...
"Terörün kalbi Kandil, koruyucusu Barzani, mihmandârı AKP hükümetidir." dediği için seçimlere kadar muhatap alınmayacağı Başbakanca açıklanan Devlet Bahçeli'nin tesbitinin doğruluğu, bu buluşmayla teyit edilerek, bir yerlere mesaj mı verildi acaba?
Yolsuzluk belgeleri havalarda uçuşurken; gündüz zor oluyor diye gece karanlıklarında 'deniz feneri' ışığında hortumlanan paraların adresleri, Türkiye'de gösterilirken; "Kendim ısırır, köpeklere yalatmam!" taraftarlığıyla bu hortumcular savunulurken ve daha dün otuza yakın şehit verilmişken; Dengir Mir, DTP'lilerle "başbaşa yemek" yedi!...
Zaten aylar öncesinden şehitlerimize "kelle"; hain kurşunları atanların başına "sayın" denilmemiş miydi?!... Biz, istediğimiz kadar yırtınalım!...
PKK'ya terörist demeyen, desteklerini saklamayan; şehitlerimizin yaraları soğumamışken, İmralı mahkûmunun saçını-sakalını işkence meselesi sayabilecek kadar pervasızlaşanlarla, "başbaşa yemek"!...
Biz, istediğimiz kadar kendimizi paralayalım, istediğimiz kadar yüreklerimizi parçalayalım!...
Nasılsa milletin en kızdırıldığı, millete en fazla küfredildiği zamanlarda %47 oy alabildiler ve bu yüzden de demokrasi sâyesinde; başta Atatürk olmak kaydıyla bütün millî değerlerimize saldırılabiliyor! Ordumuza pervasızca yapılan saldırılar, demokrasi adına normal karşılanabiliyor!...
Türk kimliğimiz siyâseten sahipsiz! Milletliğimiz artık açıkça hedef!... Bölünmez vatanımız, ulus devletimiz siyâseten sahipsiz! Atatürk'ümüz siyâseten sahipsiz! Cumhuriyet ve cumhuriyet kazanımlarımız, siyâseten sahipsiz!
Bölücülüğün siyâsal temsilcileriyle hükümet kanadının, siyâsi iktidarın ikinci adamı, "başbaşa yemek!" yemişler! Yiyin efendiler yiyin! Patlayıncaya kadar yiyin! "Tatlı tatlı yemenin, acı acı çıkarması vardır." diye belledik bu yaşımıza kadar!... O günü, beklemekteyiz hem de ölesiye bir sabırsızlıkla!...
Demokrasiyi istedikleri gibi kullananlar yüzünden mecbûr bırakıldığımız; 'kötünün iyisi'ne, artık mecbûr değiliz. Sizden kurtulmaktan başka yol yok!... Sizden kurtulursak devletliliğimizi ve milletliğimizi kurtaracağımızı biliyoruz...
"Diyarbakır'da yargılar, Habur'da asarım." diyen; "Varlığım Türk varlığına armağan olsun." diye haykıran Anadolu Yiğidi'ni, millet te tanıyor artık... Şimdi iş; milletin diliyle meydanlara çıkmaya kaldı!...
Bu işin çaresi de, cezâsı da, cezâlandırması da sandıkta....Yerel de olsa önümüzde sandık var artık! Yiyin efendiler yiyin!... Demokrasi ne imiş, hep berâber görürüz!...
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selam, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ekim 18, 2008

YAŞASIN TÜRK MİLLETÇİLİĞİ...

Duygularımıza el koyuldu! Hayallerimiz işgâl edildi!
Ülkümüzün adı bilmem ne koyularak rengârenkleştirildi!
Partilerimiz bizim değil! Ocağımız elimizden alındı! Derneklerimiz derdest edildi! Teşkilâtlarımız, aynı adreslerinde ama okyanus ötesinden kontrol edilen, bize yabancı, bizden korkan, bizden ürken bir hâle getirildi!...
İktidarımız bizim değil, muhalefetimiz var mı, yok mu bellisiz!...
Dilimiz parçalandı! Vatanımız, uğruna her gün can bedeli ödememize rağmen parçalanmak isteniyor!
Demokrasi; sadece gayelerine ulaşmak için araç kullananların işine yaradı! Demokrasi nimetlerinden istifâde ederek yükselenler, bütün gerçek demokratların hürriyetllerine kast ettiler!...
Bizdik! Tek millet, tek vatan, tek devlet, tek dil, tek bayrak düşüncesinin muhteşem paylaşımcılığı; "Komşu, komşunun külüne muhtaçtır." örfünün vericiliği; "Komşusu açken tok yatan bizden değildir." muhteşem öğretisinin sosyalliği; halkları toparlayıp milletleştiren tarihi geleneğin devamı "Ne mutlu Türk'üm diyene..." millet formülüyle; Türklüğümüzün, milletliğimizin tadını çıkara çıkara yaşarken, emperyalizmin boy hedefi olduk!...
Bizdik! Türk'tük. Türklüğümüzle onurlu, bağımsızlığımızla gururluyduk! "Yerli malı Türk'ün malı, her Türk onu kullanmalı." tekerlemesiyle ilk okullarda Türkleşerek okur büyürdük! Muş'ta ki otlu peynir de Türk'ün malıydı, yerli maldı; İstanbul'un Şile bezi de, Maraş'ın şalvarı da, Aydın'ın yemenisi de yerli maldı, Türk'ün malıydı!
Yerli Malı Haftalarında; 'Renkli mermerin farklı renkleri'nin, Türkiye'nin her yöresinden, her bölgesinden getirilen, birbirinden güzel ve leziz üretimleri paylaşarak Milletliğimizin tadını çıkara çıkara yaşayarak büyürdük! Milletliğimize devam ederdik!...
Emperyalistler, yani yayılmacılar, yani kendilerinden başkalarına yaşama hakkı tanımayacak kadar kan içiciler, yani Haçlılar; içimizden de ucuz karakterlilerimizi satın alarak önce bizi sağcı-solcu ettiler!
Sağcılık-Solculuk sonra iyice sertleştirilerek Ülkücü-Devrimci tarifinde iki hasım kamp edildi! Vurduk birbirimizi kıyasıya! Öldürdük birbirimizi kahramanlaşmacasına! Beraber öldürdük, beraber öldük! Kendi içimizde ölüp-öldürürken, kendimizce öldürülürken içimizde ki en Solcu Karaoğlan Ecevit; Kıbrıs'taki soydaşlarımıza yapılan soy kırıma baş kaldırınca, bir anda sağcılığımızı-solculuğumuzu unuttuk! Hepimiz, aynı kelimelerle, aynı coşku ve heyecanla; "Ya Kıbrıs, ya ölüm!" diye emperyalizme kafa tutarken millettik!
Sonra sünnî-alevî diye ayrıştırmaya çalıştılar bu muhteşem toprağın, tek karakterli milletini! İçimizden birilerimizi öldürüp, suçu birilerimizin üzerine attılar! Sabah sağcı vuran silah, öğlenden sonra solcu vurdu!
Bu kıyasıya kavgalara ve tarifsiz tahrik edilen bu iç savaşlara rağmen bağımsızdık! Milletlik duygularımız dipdiri, komşuluk ilişkilerimiz mukaddesti! Mahallenin kızlarının namusu, mahallenin delikanlılarına emânetti! Bekçi Baba'nın, bir düdüğü ile sağlanırdı asayiş...
Bitirildi bütün bu güzellikler ve kendimize bitirtildi! Bu bitirmenin, bu iç kemirmenin konu mankenleri de hep bizimkilerdi! Hep bizdik!
Şimdi; Türk-Kürt ayrışmasına, kapışmasına, çatışmasına götürülmek isteniyoruz!
Aklımızı başımıza toplamazsak; Irak'a getirilen demokrasinin bize de gelmesi yakınlaştı! Afganistan'a, Pakistan'a getirilen demokrasi bize de yaklaştı haberimiz ola!...
Komşu hakkını asla unutmadan, mahalleli-hemşeri muhabbetini asla unutmadan, büyük-küçük ilişkilerindeki muhteşem geleneklerimize inadına sahip çıkarak, tek dil ısrarcılığımızla emperyalizme kafa tutarak,; tek vatan, tek devlet, tek bayrak, tek dil savunuculuğumuza ölümüne sahip çıkarak millet gibi yaşamaya devama mecburuz!
Milletliğimizi, halklara-halkçılıklara-halkların eşitliği gibi bölücülüklere; "Senin dinin sana, benim dinim bana." Allah öğretisine sadakatle, gayr-ı müslimlere gösterdiğimiz saygının yerine monte edilen cemaatler arası çekişmelerin getirdiği parçalanmışlığa direnerek, milletliğimizi muhafaza edemezsek; 400 yıldan fazla tebaamız olmuş ve şimdi Haçlı'nın işgâlindeki komşularımıza zorla getirilen demokrasinin, bize de gelmesi yakındır!...
Milletliğimizi muhafaza edelim ki, devletliliğimiz devam etsin...
Millet olmadan devlet olunabilir mi? Milletleşmeden Türk-Kürt kardeşliği muhafaza edilebilir mi? Kahrolsun şövenizm! Kahrolsun ırkçılık! Kahrolsun 'halkçılık' adıyla yapılan bölücülük!Yaşasın TÜRK MİLLETÇİLİĞİ...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cuma, Ekim 17, 2008

ORDU MİLLET ...

Bir şeyler yapılıyor, hem de tekrâren!...
Yapılanlar yeni değil! Senaryoya yabancı değiliz!
Oyuncular mı değiştirildi, senaryoda tâdilât mı var veya farkında olmadan yeni konu mankenlerimiz mi var?!...
Yıllardır Anayasa'ya saldırılırdı! Her hükümet olana, dün söyledikleri unutularak-unutturularak Anayasa'yı savunduğu için saldırılırdı!
Sağcı vardı, solcu vardı!
Ülkücü vardı, Devrimci vardı!
Komunisti vardı, faşisti vardı!
Sosyal demokrat-Demokratik solcular vardı, liberaller, kapitalistler vardı!
Ümmetçiler vardı, anti-laikler vardı; laikler vardı, cumhuriyetçiler vardı!...
Cemaatçiler, tekkeciler, zaviyeciler vardı; Atatürkçüler, Kemalistler vardı!
Ve bu var olanların renkleri belliydi, safları belliydi, tarafları, adresleri belliydi!...
Belli bir süre; at iziyle it izinin birbirine karıştırılmasına zemin hazırlanıldı! Hangi adresin kimin ikâmetgâhı olduğu karışmaya, karıştırılmaya başlandı!
En liboşları, en solcu adreslerde; en solcuları en gerici diye tarif ettikleri, mürteci diye tarif ettikleri adreslerde görmeğe başladık, şaşırarak!
En milliyetçiler, Meclis'te bölücülerin siyasal uzantılarıyla demokratlık adına tokalaştılar! Milliyetçilik; ulusalcılık maskesiyle arzı endam eden solculara, Atatürk ve mukaddesler sahipsizliğe terk edildi!...
En Milliyetçi tarifli parti; emekli Paşalarla kavga etti!
En solcu parti, Genel Kurmay Başkanlığı ile kavgaya tutuştu!
Devrimci, orduya saldırdı!
Ümmetçi orduya saldırdı!
Sosyal demokratlar, halkçılar, ezilenler, komunistler, kapitalistler, AB'ciler, ABD'ciler, aklınıza gelen millî olmayan unsurların tamamı, orduya saldırdı!
2. Cumhuriyetçiler, Atatürk ve Cumhuriyet Kazanımlarından rahatsız olanlar, orduya saldırdı! Ordunun da her şeyi var; topu, tüfeği, askeri var ama partisi yok! Siyasi bir kurum değil!
Finans kaynağı belli olmayan, tirajı binlerle sayılan bir gazete; çarşaf çarşaf uyduruk haberlerle orduya saldırıyor! Çok okunan, çok seyredilen basın ve medya da bu uyduruk haberlerin duyulmasına bedava katkı veriyor!...
Bir şeyler oluyor!...
Devletimizi kuran, devletimizin korunma ve kollanması Anayasal hak olarak kendisine verilen Ordumuza karşı, bir linç harekâtı var!...
Basından saklanmayan, haftalık mutat görüşmelerle basın yoluyla milleti haberdar edeceğini açıklayan ve uygulamaya koyan çok şeffaf bir Genel Kurmay Başkanı ve kadrosunun sabrıyla oynanıyor!...
Ordu; siyâsete ya müdaheleye, ya da siyâsetin içine çekilmeğe çalışılıyor! Ordu'nun siyâsete karışmasının bedelini, Balkanları kaybederek ödediğimizi, Muhteşem Türk Atatürk'en öğrenerek biliyoruz!
Ordunun, siyâsete müdahelesinin nelere mal olduğunu da bizzat yaşayarak bilenlerdeniz!...
Her iki halde de Ordu yıpranır, Ordu'nun millet nazarındaki güvenilirliği zedelenir biliyoruz. Bu tehlikenin Genel Kurmay Başkanlığımız'ın da farkında olduğunu hissediyoruz! Ordumuz irtifa kaybederse de Devlet tehlikeye girer!
Devlet olmanın, Devlet kalmanın tek bedeli olan canı; Çanakkale'de 253.000 kişi olarak ödeyen bir millete, devletin bekası için şart olan can bedelinin artık verilmemesi iknâ edilmeğe çalışılıyor!
Milletliğimiz; halklar, halklara eşitlik, halkların kardeşliği, halkların özgürlüğü, alt-üst kimlik, mozaik, çiçek bahçesi gibi sûni tanımlarla hedef alınıyor!
Millet olarak devam etmek, milletliğin olmazsa olmazı devletliliğe devam etmek, edebilmek için güçlü bir orduya ihtiyaç olduğu açık ken; el birliği ile, ağız birliği ile Ordumuz'a saldırı var!...
Yeni bir şeyler oluyor veya oldurulmaya çalışılıyor!
Olanların farkındayız, millet olarak seyrediyoruz ama burnumuzdan soluyarak haberiniz ola!...
Ne devletimizi, ne cumhuriyetimizi, ne milletliğimizi, ne de olmazsa olmazımız Ordumuzu, siyâset oyunlarınıza alet ettirmeyiz, sizlere karşı yalnız da bırakmayız haberiniz ola!...
Ordu, millettendir; millet, ordudan...
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

AĞIZ NEYE YARAR?!!!...

İşin tadı kaçtı iyice!...
Artık bu restleşmelerin, bu kutuplaşmaların ve bu taraflaşmaların şirâzesi bozuldu!...
Muhalefet-iktidar çekişmesine alışkındık, olması gereğine inanırdık ve inanmaktayız... Partilerin iç çekişmelerine, iç rekabetlere alışkındık, olması gereğine inanırdık, inanmaktayız!...
Kurumlar arasındaki çekişmelere de -nerdeyse- alışmıştık olmaması gereğine inanmamıza rağmen!...
Şimdi Ordu ile siviller arasında -ki bu sivillerin milli olmadıkları belli, zaten inkâr da etmezler- çekişme var gibi gösteriliyor! Bu siviller aktif siyasetçi de değiller!.. Bu sivillerin dışardan destekli oldukları, hatta ajan oldukları artık apaçık yazılıp çiziliyor!...
Bu sivillerden kadın olan hakkında ki; "Washington’da kimlerle düşüp kalktığı, Kandil Dağı’na gidip PKK başlarıyla neden yattıkları da sorgulanmadı!" şeklinde yazılanlardan da, millet haberdar!...
Taraf gösterilmeğe çalışılanlardan hangisine daha fazla kızmalıyız?!...
Birisi Türkiyenin bölünmez bütünlüğünün karşısında; taraf!
Atatürk ve cumhuriyet kazanımlarının karşısında; taraf!
Tam bağımsızlığımızı hedeflemiş BOP Eş Başkanlığı'nın yanında; taraf!
Müttefik(!)imiz desteğindeki terör taşeronu PKK'nın ve onun siyasal uzantısının yanında; taraf!
Tek Bayrağın, tek Vatanın, tek dilin karşısında; taraf!
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin karşısında; taraf!...
Adlarını da "taraf" koymuş bu karşı taraftakiler!...
Türk Silahlı Kuvvetleri ile, bu kimlerin piyonu oldukları bellisiz adamları karşı karşıya gelecek kadar şımartan siyasi erk, nerede?
Türk Silahlı Kuvvetleri, Ordumuz, avam ağızla Asker; şimdi bu meydan okur edâlarındaki densizlere ne yapmalı? Nasıl cevap vermeli? Cevap verilmezse tarif ne olur? Aradaki seviye, nasıl korunmalı?...
Demokrasi ve demokratlık adına, dağdaki bölücüleri düşman değil suçlu ilan edebilecek kadar "halkların hakları"na gönüllü Başbakan, nerede?
Bu haddini aşan, millî ve meşrû bütün seviyeleri alt-üst eden, bir yerlerin adamlarına karşı Ordumuzu korumak kimin işi?
Millî Savunma Bakanı, tam burada devreye girmeli değil mi?
Aklımızdan geçen ama söylemekten imtina ettiğimiz her şeyi, her kes bilmiyor mu?
Dinlenerek kaydedildiğinden emin olduğumuz ve artık kanıksadığımız telefon görüşmelerimizde, bu karşı taraftakilere ettiğimiz, bini bir paraya küfürlerimizden de bir mesaj çıkmıyor mu?
İçişleri Bakanı, hâlâ; 'Elma dersem çık, armut dersem çıkma!' mı oynayacak?
Adâlet Bakanı; Cumhuriyet tarihinde bir ilki yaparak, dilediği çok muhteşem özürüyle gönüllere su serpmiş bir siyâsi olarak, Cumhuriyet Savcıları'nı bu densizlerin üzerine yönlendirmeyecek mi?
Cumhuriyet Savcılarımız; bu yapılanların haberleri bile, birer suç duyurusu değil midir?
İşgalde değiliz! Sevr Antaşması maddelerine muhatap değiliz!
Dünyanın sayılı ve güçlü ordularından biri olan ve devletimizin ilelebet bekası için olmazsa olmaz olan Ordumuz'u koruyacak yasalarımız yok mudur?
2.Cumhuriyetçilik adıyla, demokratlık maskesiyle, insan hakları maskesiyle; Atatürk'le yapılan çekişmeler bitirilerek, Ordumuzla hesaplaşmaya mı oturuldu?
Genel Kurmay Başkanımız'ın; verdiği mesajın asıl muhatapları; "Biz doğru yandayız! Yanlış yanda olanlar düşünsün!..." deyip kenara çekilebilirler mi?
Milleti, Ordu'dan soğutarak, milletin ordusuna olan güvenini azaltarak ve kendi çocuklarını çürük raporuyla askerden saklamaya devam ederek ne yapılmak veya ne yapılmasına göz yumulmak istenmektedir?
Asker, elbette F16' larını, nereye göndereceğinin bilincindedir! Ama millet, size istemediğiniz, düşünemediğiniz bir tarzda, gönüllerinden havalanan nefret uçaklarıyla cevap veriyor, duyuyor musunuz?!...
Ya akıllı olun, ya da akıllı olun!...
Yoksa millet size taraf'lığınızı da, tarafsızlığınızı da gösterir emin olun!...
Başbakan'ın siyâsi literatüre yeni taşıdığı; "Ağzı olan konuşuyor." reklâmı, bu taraf'lara çok uydu ama -nezâketen yine adamlar diyeceğim- "Ağızlarından yellendiklerinin" farkında değiller! Her halde, kara turpu fazla yemişler, Washington-Harlem alışkanlıklarıyla ağızın neye yaradığını unutmuşlar!...
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ekim 16, 2008

ÖZLEDİKLERİME,ÖZLETECEKLERİME...


Özlem'im

Canım yeterince sıkıldı zaten
Ruhumun canını sıkasım gelir,
Eynine semâyı eyleyip cepken
Sonra da öfkeyle yırtasım gelir.

Gönlün yiğitliği pervasızlığı
Özledi yüreğim yarasızlığı
Gücüme güvenip çaresizliği
Cehennem dibine atasım gelir.

Kapadım gözümü sahte ilgiye
Cahiller sığındı bilgisizliğe
O'ndan sonra kimse kalmasın diye
Ömrüne ömürler katasım gelir.

Merkep ak kısrakta katırlanınca
İnsanca kabirler yatırlanınca
Bağrında yatanlar hatırlanınca
Anında toprağa yatasım gelir... Mustafa Aslan

Saatlerdir boş boş düşünüyorum!
Saatlerdir; aklımda, dilimde, dudağımda bildiğim bütün dualar! Becerebildiğimce gündem içinde kalarak yazımı yazdıktan sonra, açtım bilgisayarımı...
Açılış sayfam Gazetemiz tabi ve sıcak haber; "İrfan Ülkü'yü kaybettik!"
Yavuz Selim Demirağ, Arslan Bulut, İsrafil Kumbasar; benden önce haberdar olmanın şans veya şanssızlığıyla, duygulara tercümanlaşmışlar hemen... Sağ olsunlar, yürekleriyle var olsunlar...
Ailesinin, Ülküdaşlarının, Gazetemizin, hepimizin başımız sağ olsun...
" İnnâ lillâh'i ve innâ ileyh'i râciûn" (Biz şüphesiz -her şeyimizle- Allah’a aitiz ve şüphesiz O'na döneceğiz.) Bakara-156
Sırası gelen gidiyor, sırası gelen gidecek, kubbede hoş bir seda bırakabilenlere ne mutlu...
İrfan Ülkü, kubbede hoş seda bırakmayı başarabilenlerden... Gittiği için, çok özleneceklerden. Ne kadar özlenirse özlensin artık gelmeyeceklerden ve gelmeyeceği bilinenlerden!...
Allah(c.c.) taksiratını affetsin. Allah; tekrar bütün yakınlarına ve sevenlerine sabırlar versin...
Her ölüm haberinde biraz daha sarsılmaya başladım!...
Emsâllerimi -sanki- artık daha sıkça uğurlamaya başladım!...
Artık uğurlamaktan korkar oldum! Yıldım artık uğurlamaktan!...
Sıramda olduğumu, sıram geldiğinde çok hazır olduğumu biliyorum! Yani sıramdan -hâşâ- korkum yok!
Yapılacak bir sürü iş varken, ibreti ahirete bırakmayan Rabb'im'in izniyle millet adına bir yerlerle görülecek hesaplar varken, saflarımızın daha da sıklaştırılıp berkişmesi lâzımken, bu seyrelmelerden korkar oldum!...
Dostları uğurlaya uğurlaya kalan Dostlar; ya bana yürek olun Allah aşkına, ya da benden yürek alın!...
Zaman sür'atli, ömürler kısa!...
Az zamana çok işler sığdırmakla ne kadar mükellef olduğumuzun farkında mıyız? İrfan Ülkü'nün, Kemal Çapraz'ın, Mehmet Gül'ün, Mehmet Akif Çöktü'nün, Dilâver Cebeci'nin ve daha bir sürü özlediğimiz dönülmeze uğurladığımız Dostlarımız'ın tamamlamaya uğraştıkları meselelerini, meselellerimizi tamamlayabilmek için nasıl acele etmek zorunda olduğumuzun, farkında mıyız?
"Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele." Bakara-155
Ölümü tadan sevdiklerimize, fânilerimize sabrederek, yarım kalan işlerini tamamlayabilmek için biraz daha acele ederek, hızlı zamanın hız hakkını vererek; Arkadaşlarımız'ın, Ülküdaşlarımızın sancaklarını devralarak, bıraktıkları yerden, kaldığımız yerden devam Allah aşkına...
"VE TEVEKKEL ALALLAH"
(Vekîl olarak Allah yeter. Ahzab-3)
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ekim 15, 2008

DEVLETİ YAŞAT Kİ...

Dünü bilmeyenlerin, bu günden yarına hazırlıkları, körlerin fili tariflerinden de tutarsız olur!...
Dün söylediklerini bu gün inkâr edenlerin, yarın da bu gün söylediklerini inkâr edeceklerini söylemek kehânet değildir! Cumhurbaşkanlığı Makamı'nda, demokrasi sâyesinde oturan Zât'ın, dün söylediklerini unutulmuş zannederek bir yerlere "marjinal" demesi de, bu bilinenlerdendir...
"İşi ayinesidir kişinin lafa bakılmaz." Yapılanlar, yapılacakların elbette kefîlidir!...
"Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuran halklara Türk Milleti denir." tarifini unutarak, unutturmak isteyerek, inkâr ederek, yıllarca marjinal tarifiyle kalmasına sebep olan söylemlerini terk ettiğini/değiştiğini/geliştiğini/gömlek değiştirdiğini söyleyerek başbakanlığa kadar yükselebilen Zât ta; "alt-üst kimlik" sözleriyle yeniden marjinal tarifini özlediğini, kendisini ve yandaşlarını marjinal tarifinden kurtaran demokrasiyi hâlâ nasıl araç olarak kullanmakta olduğunu, bir daha belli etti!...
Bunlar bilinenlerdi! Ne milleti, ne de bizi şaşırtmamıştı ama; "Demokrasiden ve hukuktan asla vazgeçmeyeceğiz. Teröristler askerimizi ve polisimizi düşman olarak görüyor. Ama biz onları suçlu olarak görüyoruz. Çünkü hukuk ve demokrasi bunu gerektiriyor." şeklindeki, demokrasi havariliğine soyunuşuyla, gözlerim fal taşı gibi açıldı!...
Demokrasiyi; 2. Cumhuriyetçiliklerine, Atatürk kazanım ve emânetlerine hasımlıkta araç olarak kullandıklarını yıllarca saklamadan söyleyebilen biri, şimdi demokrasiden vaz geçememekten bahsediyor!...
Hem de ne zaman, bir haftada, topluca katledilen otuza yakın şehidimiz varken! Bunlardan bahsedenlere de; "Kan üzerinden siyâset yapmak" suçlamasıyla saldırarak! Muhalefetin birine; "Seçimlere kadar cevap vermeyeceğim." diğerine; "Muhatap almıyorum." diyerek, diklenmeden dik durarak, kaçarak!...
Yandaş Basın ve medya da, Şeyh Edebali'nin; "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." öğüdünü ısrarla tekrarlamakta bu ara! İnsandan kasıt, terörist! Suçludan kasıt, terörist! Demokrasinin insan haklarını koruması gerekenlerden kasıt; bölücü/hain/kürtçü/AB-D'ci/BOP'çu/yerli işbirlikçi/Karen Fogg çocuğu/terörist taşeronlar!...
Tam burada, bu uygulamaya cevâben; "Düşmanı yaşat ki devlet yaşamasın!" dersek, yanlış mı yaparız? Demokrasi inkârcısı mı oluruz?!!!...
Çok tekrarladığımız, görünen o ki çok tekrarlayacağımız, Yusuf Has Hacib'in Kutatdgu Bilig'de yaklaşık bin yıl önceden miras bıraktığı bir öğretisini, bir daha hatırlayıp hatırlatalım:
"Hakan, milletten, tebaasından isteklerini duyurur. Üç maddelik ve çok haklı isteklerdir. I-Yasalarıma uyun. II- Vergilerinizi ödeyin. III- Dostumu dost, düşmanımı düşman belleyin.
İlk divanda, ilk meşverette millet, Hakan'a cevaplarını verir: I- Yasalarına uyarız, ama ADİL OLURSA... II- Vergilerimizi öderiz ama GÜMÜŞÜN AYARINI DÜŞÜRMEZSEN... III- Dostunu dost, düşmanını düşman belleriz ama, CAN VE MAL GÜVENLİĞİMİZİ SAĞLARSAN..."
Hakan makamında demokrasi sâyesinde oturmayı başarmış Başbakan'a; bu öğretiyi çok dikkat ederek, çok çözümleyerek/özümseyerek okumasını ve peşine; "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." öğretisindeki insanı, tanımasını acilen hatırlatır, öneririz!...
"Asker millet" tarifli Türk Milleti'ni, Ordusu ile çekişen bir hâle getirebilmek için sarf edilen art niyetli uğraşlara destek vermekten, verdirmekten uzak durmasının, akıl gereği olduğunu hatırlatırız!...
Genel Kurmay Başkanımız Orgeneral Başbuğ'un; "Herkesi dikkatli olmaya ve doğru yerde bulunmaya davet ediyorum." söz ve uyarısını da her kesin, gözlerini kapatarak çok dikkatle düşünmelerini tavsiye ederiz...
Eeeee! Taraftarlıkların yarıştığı, bu acayip kedili günlerde bizim taraftarlığımız da böyle devletten yana olacaktır tabi...
"Devleti yaşat ki insanlarını yaşatabilesin, düşmanı kahredebilesin!..."
"TÜRK'ÜN HER ŞEYİ GÜZELDİR VE HER ŞEYDEN GÜZELDİR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

KEDİLERE KALAN DÜNYA...

Türkiye'nin devâsa meselelerine parmak basmakta mahir bir kadınımız, siyâset edebiyatımıza yeni bir söylem kazandırdı: kedi!...
Olgun yaşına rağmen "Avşar Kızımız"lıktan bir türlü kadınlığa bile terfi edemeyen, özel antenlerle özel seyredilen Hülya Avşar, Başbakan'la yaptığı söyleşiden sonra; "Karşımda ürkek bir kedi gibiydi!" diye tarif etti Kasımpaşa'nın bıçkın, kabadayı, topçu, öfkesi de siyâset olan, her kes gibi hatta her kesten fazla -usturuplu- küfredebilen Korku İmparatoru'nu!...
Aklıma Minik Serçe'nin, yıllara inat ülke insanlarına hediye bıraktığı, eskimez şarkısı geldi:
"Bir kedim bile yok! Anlıyor musun? Hadi, gülümse..." hatta mırıldanmaya bile başladım, ilgilendiğim müzik dalından olmamasına rağmen...
Kedisizliğime rağmen, Aktütün Köyündeki kedili-köpekli, öğretmenli-mektepli Çiçek Kızımız'a rağmen, tam gülümseyecekken, Deniz Baykal; "Suçlu kedi!" dedi bu kerre Kaşımpaşalı'ya!...
Heyyy gidinin "Kurda-kuşa" kalmayan dünyası!...
Kaldın mı "ürkek kedi"lerle, "suçlu kedi"lere?!...
Hay ağzına bağırdığımın dünyası! Bir kere de insana kalsan, kıyamet mi kopar be?!...
Bir kere de Milli -olmayan- Eğitim Bakanı'nı kızdıracak kadar doğru söyleyen Çiçek Kızımız'a kalsan; bir kere de Aktütün'de dünyalaşarak; "Atatürk olsaydı okulumuz kapanmazdı!" diye minicik gözleriyle kocaman dünyayı kavrayarak ağlayan, Çiçek Kızımız'a kalsan ne olurdu?
Kurdun-kuşun kıymetini bilmediğini söyleyebilirsin söylemesine de; nankörlüğün timsâli diye bildiğimiz "ürkek kedi" mi, "suçlu kedi" mi bilecek kıymetini?!...
Kurttan, kuştan, kediden, nasıl başardıysak Milli -olmayan- Eğitim Bakanlığı'na gelen söze devam etmek istiyorum...
On gündür gönderilmiş bir iletiyle, ileti sahibiyle, hem de eski bir Türkçe Öğretmeni olarak ilgilenmek için fırsat kolluyordum!
Bombalar; peşine mayın, peşine top, peşine mermi patlamalarından; bu patlamaların peşine, Irak'ın kuzeyine milyon milyon YTL'lik bombalarımızı, milyon milyon YTL'lik yakıt yakarak götüren ve dağı-taşı bombalayarak dönen; "Golf Ustası Paşa"mızın uçak sortilerinden fırsat bulamıyordum!...
Aktütün'de Çiçek Kızımız ve arkadaşları; kapısı kilitli okulun önünde "Öğretmenimiz yok!" diye feryâd ederken, o feryâttan 10 gün önce bir Türkçe Öğretmeni'nin feryâdı ulaşmıştı bize!
Diyor du ki;
"Sayın Mustafa Bey;Yeni Çağ Gazetesi'nden ülkemizdeki birçok sorun ile ilgilendiğinizi takip eden bir öğretmen adayı olarak Milli Eğitim Bakanlığı'nın öğretmen atamalarından haberdar oldugunuzu düşünüyorum. Sizce ülkemizin anadili olan Türkçe öğretimini yapan Türkçe Öğretmenliği bölümüne; toplam 28 bin kontenjandan bin kontenjan bile vermemek garip bir durum değil mi? Türkçe öğretmenleri ve Türkçe öğretmeni adayları olarak ilgili bakan Hüseyin Çelik'in bölümümüze karşı art niyetli davrandığını düşünmekteyiz. Bu konuyla alâkalı yapabileceğiniz bir şeylerin olduğunu düşünüyoruz. İlginiz için şimdiden teşekkürler. Size iyi çalışmalar dileriz..."
Türkçe düşünüp, Türkçe konuşup, Türkçe öğretmek için yetiştirilmiş on binlerce Türkçe Öğretmeni görev beklerken, Aktütün ve Aktütün'de Çiçek Kızımız öğretmensiz!...
Keşke okullar, öğretmenler, öğrenciler, Aktütün'ler olmasaydı! Ne kolay Milli -olmayan- Eğitim Bakanlığı yapılırdı!...
Hay anasını sattığımın "kurda, kuşa, kedilere" kalan dünyası!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN SÜTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Salı, Ekim 14, 2008

ŞEHİT YAKINI'NA...

"Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın.
...................
O kadar büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîdi
Bedr'in aslanları ancak bu kadar şanlı idi..." M.Akif

Bir şehit eşinin kaleminden, duyguları! Bir şehit eşinin gözünden çevresi! Bir şehit eşinin ağzından anlattıkları ve bir şehit eşinin dilinden; duyması gerekenlerin duymamak için kulaklarını tıkadıkları, görmemek için kara gözlük taktıkları görüntüler, gerçekler!...
Şehidimize ve bütün şehitlerimize rahmet, ailelerine sabır ve metânet dilerken, bir daha bütün duymayanlara inat; "VATAN SAĞ OLSUN."
Muhterem Gül Külcü; en azından bendenizin gönlümü yaranıza basacak kül olarak kabullenmez misiniz? Millet olarak hatıranızın ve acınızın önünde saygıyla eğiliyoruz...
Bu duyguların paylaşılması, bu sesin duyulması ve duyurulması lâzım...
Hem de sadece millete...
"TÜRK'ÜM BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

"ŞEHİT YAKINI OLMAK

Genellikle üç subay gelir. Yüzleri acıyla gerilmiş üç subay. Birisi mutlaka psikoloji eğitimi almış olan üç subay. Başları önde çalarlar kapınızı.
Başları öne eğilecek, yüzü yere bakacak olanlar aslında başkalarıdır ama o üç subay başlarını eğerler… O yüzsüzlerin yerine yüzlerini yere çevirirler ve çalarlar kapınızı- Zorlukla konuşurlar, kelimeler ağızlarından çıkamaz bir türlü.
-Oğlunuz… -veya-
-Eşiniz… -veya-
-Kardeşiniz… diye başlarlar söze. Gerisini getiremezler hemen. Boğazlarını tıkayan yumruyu yutarlar önce. Sonra devam ederler.
-……. Başınız sağ olsun…!!
-………………………………………..!
O anda bütün sesler susar… Hayat durur…
Gün öğlen vakti bile olsa her yer zifiri karanlığa döner. Duyduğunuzu anlamazsınız. Boş bakışlarınızla, size bakan üç çift göze bakarsınız. O gözlerin yalan söylediğine, size şaka yaptığına ilişkin, küçük çok küçük bir işaret almak istersiniz. Ama yoktur öyle bir işaret. O gözlerde derin bir acı vardır. Ölüm haberini vermenin ağırlığı, ezikliği vardır.
Buz gibi gerçektir söyledikleri…!
Başınızı odada bulunan diğer insanlara çevirirsiniz. Onlardan duymak istersiniz, yalan olduğunu… Birinin, bir tek kişinin çıkıp "şaka" demesini beklersiniz. Oysa bütün gözler size dikilmiş, acıyla sizden gelecek tepkiye odaklanmıştır.Tekrar dönersiniz o üç subaya, "anlamadım" dersiniz, tekrar ettirirsiniz söylediklerini.
O üç subay buna hazırlıklıdır. Öyle çok şehit haberi vermişlerdir ki senin tepkini ezberlemişlerdir. Tekrar ederler acıyla kıvranarak;
-…… şehit oldu, başınız sağ olsun…!
Kabul edemezsiniz. Asla böyle bir şey olamaz çünkü, olmamalıdır da..! Çünkü o, sizin canınız canınızdan öte can yoldaşınızdır. Ölmesi mümkün değildir, olamaz..! Ama olmuştur ne yazık ki…İki ses duyarsınız o anda;
Biri, sizin yeri göğü inleten çığlığınızdır. Çaresizliğinizi, öfkenizi, acınızı dünyaya ilan ettiğiniz o çığlıkla, çınlatırsınız dünyayı. O sesin sizden nasıl olup da çıktığına inanamazsınız, kimse inanamaz… Nefesiniz bitinceye kadar boğazınız yırtılıncaya kadar bağırırsınız… bağırırsınız.
O haberden sonra duyulan ilk ses budur. Herkes duyar…
Ama siz bir ses daha duyarsınız. Beyninizin içinde yıkılan duvarların gürültüsüdür duyduğunuz. Hayatınızın yıkılan duvarlarıdır onlar. Evinizin temel direğinin çatırdayışıdır. Çocuklarınızın yetim kalışıdır. Evladınızın bir daha size anne diyemeyeceğinin onulmaz ağrısıdır. Kardeşinize bir kez daha sarılamayacak olmanızın çaresizliğidir.
Sadece gürültüdür duyduğunuz. Siz o gürültüyle boğuşurken odada çınlayan da sizin çığlığınızdır. Kabul edemezsiniz, etmezsiniz… İsyan edersiniz… Çaresizlik kollarınızı kırmıştır…
Son bir gücünüzü toplayıp; "Şehidimin cenazesini evine getirin!" dersiniz, perişan bir halde sizi izleyen o üç subaya…!
Haberci seçilen o üç subay, tutmaya çalıştıkları ve bazen de tutamadıkları gözyaşlarıyla, bir köşede, çökmüş omuzlarıyla dimdik durmaya çabalayarak, sizin çaresizliğinize çare olmak için çırpınırlar.
-Türk Silahlı Kuvvetleri her zaman yanınızda olacaktır… Bizler şehidinizin yerini tutamayız ancak yaranızı bir parça sarabilmek için ne gerekirse yaparız… yaparız… yapacağız……
Hiç birini duymazsınız.
Yok, hayır; aslında duyarsınız. Ama kulağınızla değil,yüreğinizle duyarsınız. Bu sözlere ihtiyacınız vardır. O anda yüreğinizden çıkan gizli bir el, bu sözlere tutunmuştur. Tutunup düşmemeye çalışırsınız. Ama kulaklarınız duymaz. O, yıkılan duvarların sesi engeldir onları duymanıza…Bayrağa sarılı gelir canınızın parçası evinize. O bayrak uğruna can vermiştir. O bayrağı en çok hak edendir. Silah arkadaşlarının omuzlarında size teslim ederler.
Yüzünü -şarapnelden geriye varsa kalan- okşarsınız, buz gibidir. Gözleri yarı açıktır, sizin gözlerinize bakmaya çalıştığını düşünürsünüz. Sizde gözlerine bakarsınız. Gözlerinde kalan son ifadeyi okumaya çalışırsınız. Gözleri yarı açıktır, çünkü öyle gençtir ki; yapmayı istediği şeylerin hiç birini yapamamıştır, yapacak zamanı olmamıştır, yaptırmamışlardır...
Sımsıkı sarılmak istersiniz, vermek istemezsiniz. İzin vermezler…! "Olmaz" derler. Kabullenirsiniz…
Ondan kalan şapkasını ya da eldivenlerini ya da çerçeveli bir resmini verirler elinize; çocuklara elma şekeri verir gibi. Sesiniz çıkmaz, itiraz edemezsiniz, alırsınız.
Şapkasını başınıza geçirirsiniz, ya da eldivenlerini elinize. Resmini sımsıkı kucağınıza bastırırsınız. Geçersiniz tabutunun başına ve -acemice ama yürekli- asker selamınızı verirsiniz; "Vatan sağ olsun…" dersiniz.
Vatan sağ olsun!
Öyle çok anlam gizlidir ki bu sözde. Mesela;"Sen bu vatan için öldün, hiç olmazsa senin yarım bıraktığın görev tamamlansın, vatan sağ olsun…"
Ya da "Sen artık yoksun biz öyle kimsesiz, öyle yalnız kaldık ki; bari vatanımız sağ olsun…"
Çok anlamı vardır bu "Vatan Sağ Olsun" deyişinin. Her şehit yakını için ayrıdır anlamı, kimseninki kimseye uymaz…
Sizi uzaklaştırırlar tabutun başından, cenaze töreni başlar. Sizin kulaklarınız sürekli uğuldar…Gördüğünüz her asker elbiselinin yüzüne, onun yüzünü yerleştirirsiniz. Her birine dokunmak istersiniz ona dokunuyormuş gibi… Her bir silah arkadaşında ondan bir parça ararsınız… Hep bir şeyler ararsınız. Sanki o tam arkanızda duruyormuş gibi dönüp bakarsınız……
Birileri gelir yanınıza; Takım elbiselidirler, kara gözlükler takmışlardır –utançlarını böyle gizliyorlardır belki de- başsağlığı dilerler, hep yanınızda olacaklarını söylerler… Acınız çok derin olduğu için -bir de tabii kara gözlükleri olduğu için- onların gözlerini göremezsiniz. Yalan söylediklerini o anda anlayamazsınız. -Sonradan anlarsınız-
Şehidinizin komutanları, silah arkadaşları gelir yanınıza. Kara gözlükleri yoktur onların. Gözlerindeki acıyı ise -gözlükleri bile olsa- görmemeniz mümkün değildir. Hep yanınızda olacaklarını söylerler ve olurlar. Sonraki yaşamınızda, onların yakınlığını ihtiyacınız olduğu her an görürsünüz. Sizin, kimselere muhtaç olmamanız için ne gerekiyorsa yaparlar. Sadece onlar, sizin acınızı yüreklerinde hissederler.
Takım elbiseli adamların gittiklerini fark etmezsiniz bile, kaybolurlar birden..!
Ama şehidinizin silah arkadaşlarının gidemediklerini, ayaklarının geri gittiğini görürsünüz. Yalnız olmadığınızı hissettirirler size.
Sonra, üç el silah atışının ardından, canınızın toprağın koynuna yatırılışını izlersiniz… Bitmiştir her şey… Siz onun anılarıyla burada kalırsınız, o açık kalan gözleriyle sonsuzluğa gider. Artık yaşamadığınızı düşünürsünüz.
Ölmeyi istersiniz ama ölemezsiniz.
Öyle bir duygudur ki şehit yakını olmak, sorumluluk yükleyen bir acıdır hissettiğiniz. Şehit anasısınızdır. Ya da şehit eşisinizdir veya kardeşi…. Öyle bir duygudur ki şehit yakını olmak; Ağlarken, yüreğiniz cayır cayır yanarken, birden başınızı yukarı kaldırırsınız ve size miras kalan o muhteşem onurla, dimdik yürürsünüz…
O'nun hep sizinle olacağına inanarak yürür gidersiniz, onsuz yaşamaya… Belki ondan kalan bir yavrunuz vardır, benim gibi. Ona sarılırsınız, öyle gidersiniz şehidinizin onuruyla, onsuz yaşamaya…
Gül Külcü " (Alıntı -canakkalekemalist-)

BANKA BATIRAN ÜST DÜZEY TÜRKLER!...

Haber saatinde; -zannederim her kesin yaptığı gibi- kanal kanal dolaşarak, birbiriyle çakışan, örtüşen ve çatışan haberleri yakalamaya çalışırım...
Verilmesi gereken haberler, bilinerek atlanır verilmemesi gerekenler ise inat ve ısrarla servis edilirken ben de haber yakalayabilir miyim diye okyanusa olta atmış biri gibi sadece talihime sığınırım...
Yine okyanusa olta atarak beklerken bir haber dikkatimi çekti!
Yandaş medyadan birinde çok önemsenerek veriliyordu haber diye dayattıkları!
Dünyada sarsıntı ve ekonomik kriz yaratacağı beklenen ABD'nin ekonomik krizinden satır arası haberler çıkarmışlardı.
ABD ekonomisini sarsan, oradan yayılan dalganın bazı gelişmekte olan ülkelerde tsunamiye dönüşmesi beklenen krizin sebebi olan batan bankaların işsiz kalan yöneticileri haber ediliyordu!...
Yıllık 300.000-400.000 dolarcık ücretle üst düzey banka yöneticiliği yaparken; bankaları battığı için işsiz kalan Türklerden bahsediliyordu! Bu başarılı üst düzey banka yöneticileri, işsiz kalınca Türkiye'de aldıkları ücretin yarısına razı olarak iş bekliyorlarmış! Yani 150.000-200.000 dolar gibi sudan ucuz bir ücretle Türkiye'de görev almaya razılarmış!...
Harika bir şey değil mi?
ABD'nin bizden çaldığı "beyin göçü"nün intikamını da alırız böylece değil mi?
Ayrıca asıl bana cazip gelen ve keyifle kahkaha atmamı sağlayan hayalime gelince: 5-6 senede ABD'nin en büyük bankalarını batırmayı başarmış, bu banka batırmakta mahir başarılı bankacıları yeniden ithal ederek; tamamına yakını, yabancılara satılmış bankalarımızda istihdam etsek! ABD'nin 15-200 yıllık bankalarını 5-6 yılda batırmayı başaran bu başarılı bankacılar, bizdeki yabancı bankaları bir kaç ayda batıramazlar mı?
Batan yabancı bankacılar, ülkemizi terk edince de biz; "Geldikleri gibi gittiler." diye sevinemez miyiz?
Gidişleri, gelişlerine benzemez ama olsun! Bu başarılı banka batırıcı üst düzey yöneticileri, sür'atle transfer ettirelim!...
Ne güzel piyasaları da düşmüşken!...
ABD'de aldıkları fiyatın yarısına çalışmaya da razılarken, bu fırsatı kaçırmasak!...
Daha önce, rahmetli Ecevit'in transfer ederek ekonomimizin başına oturttuğu, "müstemleke valimizi" hatırlar mıyız?
Bir yılda ne güzel bir kriz oluşturmuş, DSP'yi ortadan ikiye bölmüş, sonra da aslan sosyal demokratik solcu olarak yeniden geldiği yere, geldiği gibi gitmişti!... Yerini AKP'ye teslim ederek!...
Yabancı bankalarımızın haricinde, bir sürü de faizsiz para alıp satan finans kurumlarımız var! Bu imanlı para babalarımızın paralarının başına; bu transfer, banka üst düzey yöneticilerinden istihdam ettirsek, yeşil sermâyeden de kurtulamaz mıyız?
Benden ekonomist olmaz biliyorum çünkü değilim...
Ama ABD'nin dev bankalarını batıran, Avrupa'nınkileri de batma sırasına sokmayı başaran bu başarılı üst düzey bankacıları transfer ettirebilmek düşüncesi, bana siyâseten öyle heyecan verdi ki!...
Vallahi olmayan ama her gün büyüyen ekonomimizin hakkından gelirse bu başarılı üst düzey yöneticiler gelir!...
Artık zenginin malı, züğürtün çenesi de değil!... ABD ekonomisi çatırdamıyor mu? Bu çatırtıda bizim bu başarılı üst düzey, -transfer de edilmemiş- beyin göçü adıyla çalınmış bankacılarımızın dahli yok mu?...
ABD bankalarını batıranlar, bizi kurtaramaz mı?
Adamların, memleketlerinde iş bulmalarına mani olacağım nerdeyse!
Vatan haini miyim ne?!...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Cumartesi, Ekim 11, 2008

BARİ EMEKLİLİK İSTE PAŞA!...

Asker milletiz diye övünürüz hakkımız olarak...
Asker milletiz doğru ama millet olarak -argo tabirle-asker değiliz!...
"Gelene ağam, gidene paşam..." diyenleri de hâkir görürüz el terâzimizle!... (Buradaki el; bir uzvumuz değil, yabancı anlamında da değil, öz türkçemizdeki "il" anlamında, el-gün anlamında.)
"El (il) gözü terâzidir." sözümüzü ve hemen peşine; "Arkadaşını söyle, ne olduğunu söyleyelim..." tarifini de hatırlayıp hatırlattıktan sonra, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Babaoğlu'na, bir kaç söz de ben söylemeliyim!...
Önceliği Babaoğluna mı, yoksa genel Kurmay Başkanımıza mı vermem lâzım kararsızım!
"Askerlik, yan gelip yatmak yeri değildir." diyen Başbakan'a, her aklımıza geldiğinde, her şehit cenâzesinde, saldırır hesap sorarız! Çünkü biliriz ki askerlik, yan gelip yatma yeri değildir ve askerlerimiz, yani Mehmetçikler, aslâ yan gelip yatmazlar!
Ama Paşa! Askerlik; dînî bayramlarda, sivil memurlara tatil adıyla verilen yan gelip yatma günlerinde golf oynamak yeri de değildir!...
Sivil memurlara ve işçilere, -çok sık verildiği için- çok gördüğümüz bu tatiller, askerlere daha doğrusu subaylara, çok daha doğrusu Paşalara harâmdır harâm!...
24 saat müteyakkız bir halde hudutlarda nöbet tutan; ne zaman nereden ne belânın geleceğini bilmeden, hudut nöbetini nâmus nöbeti sayan Mehmetçiklerimiz, namluların karşısındayken Paşa neden tatilde?...
Şer güçlerin, el birliği ile Ordumuz'u yıpratabilmek için saldırılarda olduğu bu sıcak hem de kan-revan sımsıcak günlerde, hangi kuvvet komutanına tatil düşer, tatil yakışır?...
Millet olarak aklımız karışmaz mı?...
Millet olarak vicdanımız sızlamaz mı?...
Türk'ün Paşası bu mudur?... Biz millet olarak beş baskın biliyorken, yüzlerce kere baskın yiyen hudut karakollarımız varsa, o karakollarda geceli-gündüzlü namluların hedefi olarak nöbet tutan Mehmetçikler varsa, hangi komutana golf oynayarak Antalya'da tatil yakışır?...
Orgeneral Babaoğlu;
Ben diğer "Dolma Kalemler" gibi, insafsızca saldırmayacağım size! Rütbenize kıyamam! İstifa edin demeyeceğim!
Ama size güvenerek, kadro arkadaşlığına lâyık görmüş yeni Genel Kurmay Ekibine daha fazla zarar vermeden emekliliğinizi isteyin! Sözde değil, özde asker olduğunuzu ve hatanızın olduğunu kabullenerek; Japonya da, söz verdiği görevini yerine getiremediği için intihar eden sivil memurların onurlarına düşkünlüklerini hatırlatmamıza fırsat vermeden emekliliğinizi isteyin! O zaman emekli bir paşa olarak istediğiniz kadar golf oynarsınız, kimse de 'Niye?' diyemez!...
Sayın Genel Kurmay Başkanım;
İlker Paşam; sizden önceki ve ondan önceki Genel Kurmay Başkanları hakkındaki millet düşüncelerinden, kesinlikle haberdâr olduğunuzdan eminim!... Sizin şahsınıza olan güvenle tazelenen, Genel Kurmay Başkanlığı ve Ordumuz'un üst kademelerine olan sarsılmaz güven duygularındaki zedelenmeden de mutlaka haberdarsınız eminim!...
Şahsınızın göreve gelişinizle, artan-artırılan bu terörist saldırıların arkasında müttefik(!)lerimizin olduğunu, millet olarak hissediyoruz! Siz daha göreve gelmeden, hakkınızdaki milleti rahatlatan bilgileri, Avrupa basınından öğrenmiştik! Onların size yakıştırdığı; "Buz Adam" sıfatından, Avrupa ne kadar rahatsız olmuşsa, biz o kadar rahatlayarak sizin Genel Kurmay Başkanlığınızın engellenebileceğinden endişe duymuştuk!...
Size olan millet güveni, elbette komuta kademesine yeni gelen bütün ekibinize de aynı idi!... Şimdi maalesef ve çok haklı olarak Babaoğlu'na milletin açık öfkesi var!... Kendilerinin şerefli bir Türk Subayı olarak emekliliğini istemesi beklenmektedir!
Ola ki, hâlâ; "Benim geç haberim oldu! Ben mi gidecektim?" ve benzeri, özürü kabahatinden büyük söylemlere devam ederse, Komuta Kademesi'nin tamamına olan güvene zarar gelecektir!...
İlker Paşam; millet nazarında güven kaybına uğramış birini kadronuzda tutmayın! Emekliliğini istemesini temin edin!...
Askerinin başında, karda-kışta, dağ tepe dolaşarak eşkiya şerefsizlerine dünyayı dar eden Paşalarımız, genç yaşlarda emekliye sevk edilirken; nedeni ciddî mânâda merak edilen paşa edilmemiş, genç yaşlarda emekliye sevk edilmiş kahraman kurmay albaylarımız varken; Mehmetçik, Vatan Nöbeti'nde ve intikam peşindeyken bayramı tatil sayarak golf oynayan paşaların varlığından, ciddî rahatsızlık var!...
Yük te sizde, çare de Paşam!...
Kurmayların tamamının en başında, Baş Komutanları olarak en doğru kararı, elbette siz vereceksiniz bir kurmay olarak...
"BÜTÜN TÜRKLER BİR ORDU, KATILMAYAN KAÇAKTIR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Perşembe, Ekim 09, 2008

BİTLİS'TEN GELEN GÜL KOKUSU...

Üç günde bu iletiyi kaç kere okuduğumu bilmiyorum!
Bu iletinin sahibi yürek; korkutulamaz, tazyiklerle, hatta ölümüne saldırılarla incitilemez! Bu, milletleşmiş, milletlik muhabbetiyle bütün çevresini kucaklamış, bütünleşmiş yüreği, incitmek zor! Taaa ki; "İlle dostun gülü yaralar beni!" tarifini zorlamazsak!...
Gruplara düşen, bana da gelen bir ileti bu! Bir millet ferdi genç kızımızın; siyâsilere, kurnazlara, kan tacirlerine, iman tüccarlarına, siyâset harâmilerine, takîyyecilere, işbirlikçilere, "Berfin'in Kürtleri"ne, yarasalara, rüzgâr güllerine seslenişi bu!...
Bir Türk Kızın; sevgi dolu, sevdâ dolu, muhabbet fışkıran yüreğinin feverânı bu!...
Duyulması lâzım! Duyulup dinlenilmesi lâzım! Dinlenilip ne yapılabilirlerin, sür'atle düşünülmesi lâzım! İletiyi, aynen alıyorum. Noktasına, virgülüne müdâhil olmadan! Çünkü bu samimiyete, bu satırları yazarken ki hâlet-i rûhiyeye saygısızlık olur!...
"Ben, 22 yaşında bir genç kızım ve ben nenemden duyduklarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Nenem hep bana; " Kızım biz köydeyken gündüzleri yüzlerini görmediğimiz ama tahmin ettiğimiz geceleri de yüzlerini bize gösteren ve apaçık dağdan geldiklerini söyleyen adamlar basıyorlardı köyümüzü. Gündüz gelenler bizden ekmek istiyorlardı çok ta türkçeleri iyiydi. Gece gelenler ise bizden yine ekmek istiyorlardı ve onlar kürtçe konuşuyorlardı bunlara ekmek vermesek bizi öldürecektiler. Biz de korkumuzdan ekmek veriyorduk." diyordu. Şimdi bunların korkusundan kaçıp İstanbul'a gittiler. Biz babamın işi gereği Bitlis'te kaldık. Köyümüz yıkıldı. Dedemin mezarı bile yerle bir olmuştu.Ve ben hep dayı, amca, nene hasreti çektim. Daha fazla yazamayacağim. Ama inanın bana biz Şehit olan bu Askerler gibi kara toprağa gömülmesekte her gün ölüyoruz!Hiç bir şey ABD'den gördüğünüz gibi değil. Burdan savaş uçaklarının sesini duymak bile insana çok acı veriyor. Yorum sizlerin..."
Adı, Gül bu kızımızın. Gül adına inat gülemeyen yüzü ve bütün gülleri kıskandıracak muhabbet kokularını yayarak seslenmiş Türk'e, Türk Milleti'ne ve Türkçe...
Ne demiş, nasıl anlatmış Nenemiz Gül'e; "Gündüz türkçeleri çok iyi olanlar geliyor ekmek istiyorlardı. Gece kürtçe konuşanlar geliyor ekmek istiyorlardı yok desek, vermesek bizi öldürüyorlardı!" Kürt köyü diye tarif edilen millet adresine; kendilerini onların koruyucusu, kurtarıcısı diye zorla tarif edenler gelip öldürüyor; işbirlikçilerin, millet-devlet hainlerinin işgâlci diye tarif ettiği Ordumuz mensupları aynı adrese, gündüz gidip türkçe konuşuyorlar! Gündüz gidiyorlar ki köyün sakinleri korkmasın! Gündüz gidiyorlar ki köy sakinleri, kimlerle muhatap olduklarını anlasın!...
Davranış farkı bu kadar açık ve net. Biri mertçe, muhabbetle; diğeri kalleşçe, kaçakça, korkakça ve bu özelliklerini kapatabilmek için zalimce! Yani biri Devletçe, diğeri eşkiyaca, puştça!...
Gül Kızımızın duygularını yorumlayamayacağım! Aynı duyguları, milletliğimin her hücresinde hissederek yaşadığımı söyleyeceğim sadece...
"Sorma bana oymağımı boyumu,
Türk'üm. Bu ad her ünvandan üstündür.
Yoktur Türk, Kürt, Kırgız, Özbek, Kazanlı
Türk Milleti, bölünmez bir bütündür." diye şairin sözcükleriyle oynayarak millet tarifimizi bir daha yapmaya çalışacağım!...
Halk diyenlere, halkların kardeşliği diyenlere, halklara eşitlik-özgürlük diyenlere, bir daha; "Bölücülüğün gereği yok! Zararın neresinden dönülürse kârdır! İki el bir baş içindir! Halkların; aynı coğrafyayı, aynı tarihi, aynı kaderi, aynı Kıbleyi, aynı camiyi, aynı kabristanı ve aynı dili kullanmasından doğar Millet... Milletçilik güzel şeydir. Türk'e hastır ve bütünleyicidir, kucaklayıcıdır. Diğer ...cılık, ...ciliklerin tamamı, bölücülüğe gider... Millet hainlerine destek olur! Milletliğimizi hedef aldılar! Milletliğimizi muhafaza edemezsek, devletliğimiz tehlikeye düşer! Irak'ta ki Müslüman kadınlar gibi, tamamen tesettürlü olarak bir milyondan fazlatecâvüz sonucu çocuk doğurmanın; neresi medeniyet, neresi hürriyet, neresi demokrasi, neresi fazilet?" diye sorarım sadece...
Aklı kesenlerimiz; lütfen, Allah aşkına, artık "TÜRK MİLLETÇİLİĞİ" duruş ve tanımında buluşalım. Bundan başka hiç bir şeye ihtiyacımız yok! Lazı, Kürdü, Çerkezi, Boşnağı, Arabı, Türkü yüzlerce yıldır aynı vatan uğrunda milyonlarca kere birlikte ölerek ölümü öldürmedik mi? Bu ölümü öldürebilmemize mani ne var?
Bitlis'ten, gül kokusu ve gül zarâfetiyle seslenen Gül Kızımız'ı artık duyalım...
Selâm olsun sana Gül Kızım!...
Hep gül ve hep gülce, milletçe muhabbet kokularını yay olur mu hiç durmadan...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

YA YAPIN, YA DA GİDİN !...

Nasıl nara atmalı, nasıl bağırmalıyız ki sesimiz duyulsun!...
Aktütün saldırısının üzerinden sadece dört gün geçmişken; daha şehitlerimizin tamamını istirahatgâhlarına tevdi edememişken, göysümüzün ortasından bir hançer daha yedik!...
Güpegündüz sınır aşarak karakolumuza saldırabilen gözü dönmüş, Haçlı destekli kuduz domuzlar, bu sefer de güpegündüz, Diyarbakır'da tüfeklerle Polis Akademisi öğrencilerini taşıyan servis aracını taradılar! Beş tane gencecik polis namzedimiz şehit! Başımız sağ olsun, Vatan sağ olsun...
Artık kudurmuş domuzlar; askerimize ve polisimize saldırıyorlar! Hedefleri belli ve amaçları açık; devlet otoritesinin bittiğini, bitirildiğini, bitirdiklerini ispatlamaya çalışıyorlar! 72 milyonluk bir Filistin gibiyiz!...
Korkumuz kimden se, çekincemiz kimlerden se; sadece savunmaya yönelik korku tedbirleri almaya başladık! TOKİ, Başbakan'ın emriyle nükleer saldırılara bile dayanıklı karakollar inşa edecekmiş!
Neye yarayacak bu karakollar? PKK'lıların geleceğini müttefik(!)imiz haber verdiğinde içeri girip kapıları kapatıp saklanmaya mı?
Allah sizin müstehakınızı versin! Allah sizi bildiği gibi etsin!...
"En iyi müdafaa taarruzdur." savaş taktiğini, dünyaya öğreten biz değil miyiz? Kimlikli, karakterli, otoriter bir devlet; kendisine yapılan en ufak bir saldırıya anında misliyle cevap veren devlet değil midir? Kontrol edemediğin, asayişini sağlayamadığın, sakinlerinin can ve mal güvenliğini sağlayamadığın, hepsinden önemlisi gidemediğin yer senin midir?
İçişleri Bakanı, neredesin? Bu işlere muhatap Cumhurbaşkanı mıdır, Başbakan mıdır? Sınır ötesinde, sınır içinde dağlarda-kırsalda PKK'lının peşinde olan Ordumuz mu sağlasın Diyarbakır'daki asayişi de?...
Hani bu olayların tamamını; derin devlet, gladio, Ergenekon adını zorla koyduğunuz "Devlet Yanlısı Çete" yapıyordu?!...
Hani Ergenekon Çetesi, Agatha Çetesi, 600 yıllık geçmişi olan 'Devlet Yanlısı Çete' mensuplarının başları ve bütün üyeleri yakalanmıştı?!...
Madem çetecilerin, milislerin, devlet yanlılarının ve AKP'yi gayr-ı meşrû ve anti demokratik yollardan yıkmak isteyen, her kes derdest edildi, bu işleri kim veya kimler yaptırıyor?...
Sınırlarımız güvenli değil! Karakollarımıza saldırılıyor 17 Mehmetçiğimiz şehit edilip 20'den fazlası yaralanıyor!...
Metropollerde, şehirlerde, ilçelerde asayiş yok! Can ve mal güvenliği yok! Ankara'da, İzmir'de, İstanbul'da, Diyarbakır'da, Mersin'de bombalar patlatılıyor! İstanbul'da gün ortasında büyük elçiliğe saldırılıyor! Diyarbakır'da güpegündüz Güvenlik Güçlerimizin servis aracı taranıyor!
Artık açıkça Güvenlik Güçlerimize ve Askerimiz'e saldırıyorlar! Hedefleri belli, amaçları açık! Devlet otoritesini bitirdiklerini göstermeğe çalışıyorlar!...
Ve milletin bütün reddine rağmen siyasallaştırıldılar! AB dayatıyor, ABD istiyor diye; İnsan Hakları Maskesiyle, demokrasi arkasına saklanarak Meclis'e kadar girdiler! Meclisteki en milliyetçi tarifli partinin Genel Başkanı tarafından renk tamamlayıcıları olarak iltifat görüyorlar!...
Asayişimizi, iç güvenliğimizi, huzurumuzu sağlayamayan bir hükümet niye istifa etmez? Teröristle canları pahasına mücadele eden Ordumuz, aynı zamanda terörle mücadele için çareler üretiyor! Siyasilerimiz ne yapıyorlar?
AB veya ABD veya Haçlı'nın istekleri doğrultusunda; Ordumuzun ve Güvenlik Güçlerimizin ellerini-kollarını bağlayıcı yasalar çıkarmaktan başka işleri yok mu?
Canımız acımaktan öte yandı artık! Yok mu Türk'ün insan hakkı ve savunucusu? Artık bizi duyun! Bizi duymak, bu kanı durdurmak zorundasınız! Bunu başaramayacağınız belli! Bari Ordumuza Anayasa'da var olan yetkisini kullandırın! Kullandırın ki; hem Devletin, hem Milletin, hem hükümetin, hem de sizlerin onurlarınızı kurtarsın!...
Bırakın Ordumuz, her kese; "Ne mutlu Türk'üm diyene." sözünü ya söyletsin, ya da söyletsin! Otoritesi, gücü, hakkaniyeti, adaleti olmayan devlet mi olurmuş?...
Ya görevinizi bihakkın yapın, ya da gidin artık!...
"VARLIĞIM, TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

Çarşamba, Ekim 08, 2008

BERFİN'İN KÜRDÜ ALTAN!...

Hay Altan oğlu Altan hay!...
Hay, "Dolma Kalem" hay!...
Vaayyy, "Karen Fogg Çocuğu" vaaay!...
Altınova'daki üzücü olayları işlemiş, "Berfinin Kürtleştirdiği" yerli fransız!...
"Altınova, Ege’de yedi bin nüfuslu bir kasaba. Kürtler çok uzun yıllar önce gelmişler buraya. Yerleşmişler. Ama şehre daha sonra gelenler bile onlara “yabancı” gözüyle bakmış. .... Kasabada MHP güçlü. .... Olaylar bayramın ilk günü başlamış. .... Kavga çıkmış." diye başlamış. Ben de böyle başlardım duyduklarımı anlatmaya ve devam etmiş;
"O sırada, ilk kavgaya karışan genç kamyonetine binmiş. Bir iddiaya göre, mahalleye gelenlerin üstüne sürüp onları dağıtmak istemiş. "Devam etmiş;"Kamyonetle kalabalığın arasına girince iki Türk genci ölmüş. İşte ondan sonrası ürkütücü. "
İşte burada duracaksın Altan oğlu Altan!...
İki Türk gencinin ölmesi ürkütücü değil değil mi? Türk'ün ölümü normal, Kürdün dayak yemesi ürkütücü öyle miiii?!!! İki Türk gencinin ölmesinden sonra galeyana gelen Altınovalıların diğer gençleri dövmeleri korkunç öyle mi?
"Şu anda Kürtler evlerinde endişeli bir şekilde bekliyorlar." mış!... " DTP’li milletvekillerinden bir grup da olayları yerinde görmek için kasabaya gitmiş ama Balıkesir Valisi onlara kasabaya girmemelerini söylemiş." miş!... "Neticede kendilerini “Türklüğün temsilcisi” gibi gören, “bayrağın” kendilerine ait olduğuna inanan MHP’li gençlerle Kürtler arasında, bütün kasabayı korkuya sevk edecek bir gerginlik patlamış." mış!...
Altınovalı Türkler MHP'li ama, iki Türk gencini arabasıyla ezip öldüren ve korkan Kürt genç DTP'li ve PKK'lı değil!... Hatta siyasi görüşleri bile yok! Çünkü insan hakları olan "çiçek bahçesi" nebatlarından, "renk tamamlayan" renksiz otlardan bunlar öyle mi?
Zaten dağda gitar çalarken görüntülenen teröristler de PKK'lı değillerdi! Gitardan arta kalan zamanlarında sıktıkları kurşunlarla, kazara şehîd olan Mehmetçiklerimiz de ölen Türk gençlerdendi!... Yan gelip yatarlardı!...
Mehmetçiklerimiz ve Güvenlik Güçlerimizin haricinde PKK'lılarca katledilen 35.000 vatandaşımız da Kürt değillerdi!... Şehitlerimizle birlikte 40.000'den fazla vatandaşımızı katleden gitaristlerin "insan hakları" vardı ama, onların peşine düşen Güvenlik Güçlerimiz, Ordumuz işgalciydi değil mi!...
Hükümet'ten, hükümet edenlerden çok insancıl bir talebim var şimdi. Bu Altan oğlu Altan'ı; hapsetmeyin! Asmayın, kesmeyin hâşa!... Telefonlarını da dinletmeyin, insan haklarına ters olur!... Bu "Berfin'in Kürtleştirdiği", yerli fransızımızı, "Aktütün"de ikâmete mecbûr edin!...
İnsan haklarına müdahele edilen bir siyâsî sürgün olsun!...
Aktütün Köyü'nden seslenen küçük kızımızın; "Çocukluğumuzu yaşamak istiyoruz! İnsan olmak istiyoruz!" feryadını duyamayan bu milliyetsiz-kimliksiz kişinin, alt kimliğinin oluşmasına yardımcı olun insan hakları adına!...
İstanbul'da, kimin verdiği bilinemeyen, milyon dolar veya euro ile yazmak mı, yoksa Aktütün Köyü'nde; Mehmetçiğin himâyesinde, PKK'nın mermileri altında Türk olarak yaşamak mı daha kolay öğrenmesine yardım edin!...
O zaman belki bu "halkçıları" da; isteseler de, istemeseler de gerçekle yüzleştirerek milletleştirir ve "Ne mutlu Türk'üm diyene." diye nara atmasını sağlayabiliriz!...
Seni "Karen Fogg Çocuğu "seniiii!...
Seni "Dolma Kalem" seni!...
Seni Altan oğlu Altan seniiii!...
On bin yıldır millet gibi yaşamış ve beraber olduklarımızı da millet gibi yaşatmış bir millet olarak; sizi de milletleştirecek, sizi de milletin içine dahil ederek millet gibi yaşamanın huzuruna kavuşturacağız patronların istemesede!...
Bunu sadece biz, "Türk Milletçileri" beceririz!... Bizim işimiz; "Halkları toplayıp milletleştirmek..." Bizim işimiz; adına istikrar denen yerli işbirlikçiliklerin, BOP Eş Başkanlıklarının, ayrımcılıkların sonunu getirerek gerçek huzuru tanzîm etmek...
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN