Salı, Ekim 04, 2011

GEÇER! BU DA GEÇER!...

Cesâreti-korkaklığı, sadâkati-ihâneti, mefkûreciliği-eyyâmcılığı, mertliği-namertliği, saldırıyı-savunmayı, galibiyeti-mağlubiyeti, iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı, zıt kavram ve davranışları kıyaslamadan seçim mümkün mü?
Bu zıt kavramlardan birini kabullenip o safta durmayanın, tarafsızın, tanıklıktan başka yapacağı bir iş veya sözünün gücü veya hükmü olabilir mi?
Yeniden "Türk'ün ateşle imtihanı" var! Dünya; demir dağı eriterek Ergenekon'dan çıkan, "Odlar Yurdu"nda ateşle yatıp ateşle kalktığı bilinen; eti pişirenin, demiri tavına getirenin ateş olduğunu, ateşte tav olan demirin, çifte suyla nasıl çelikleştirildiğini dünya milletlerine öğreten Türk'ün, "Ateşle imtihanı"nı bir daha seyrederek ders alacak!
On bin yıldır -belki daha fazla- ateşle düşe-kalka yaşamış Türk Milleti, bu imtihanda tecrübeli! "Türk Milleti! Dağlar gibi yığdığın kemiklerine, seller gibi akıttığın kanına bak, nâdim ol! Türk Milleti, kendine dön!" diye taşlara kazınan, tarihe yazılan Millî Öğüdü'yle Türk Milleti bu imtihana alışkın!
Ateşin yaktığını, canı acıttığını, harlansın diye körüklediği ocaktan sıçrayan kıvılcımları çıplak teninde söndürerek alışan Türk Milleti çok iyi bilir! Bildiği için de en çok kızdığı düşmanına bile ateşle saldırmaz! Hiç bir düşmanını yaktığına tarih şâhit olmamıştır. Ölen düşmanın artık hiç bir şey hissetmeyeceğini bildiği için öldürdüğü düşmanının cesedine saygı gösterir.
Yakaladığı, yargıladığı işkencecilerin tamamını yasalarıyla cezalandırır! Geçerli yasalarına göre kellesi alınacaksa alır, boğulacaksa boğar, idam edilecekse asar, toplumdan tecrit edilecekse hapseder. Asla asla yakmaz!
Türk Milleti'nde cesâret makbûldür, cesûr sevilir, alkışlanır! Psikopatları, korkak zalimleri, korkak işkencecileri nefretle içinden atar! Türk Milleti, deniz misali pisliği içinde yok eder.
Suyun durulması için dalgalanması gerektiğini de tecrübeleriyle bilir.
"Türk'ün ateşle imtihanı" öncesi, Türk'ün deniz gönlü dalgalanmaya başladı bile! Nerden mi hissediyorum? Nerden mi biliyorum?
Bazen kızmama rağmen okumadan geçmediğim biridir Ahmet Hakan. Kendini hiç inkâr etmeden, "Çirkin ördek" kompleksine asla düşmeden, Ahmet Hakan'ca duruşunu seviyorum, sevdiğim için de mutlaka okuyorum. Son yazısında Ahmet Hakan kendisi hakkında; "Bir çevreye girmek için çırpınıyor, ne kadar çırpınırsa çırpınsın nafile, onu içlerine almazlar." diyenlerden bahisle; "Eğer benim açımdan bir çırpınma söz konusu ise bu bir çevreden çıkmak için söz konusudur." diyor ve "Bu 'herhangi bir çevreye girmek istemek ve o çevrenin içine girmemek' saçmalığından tek bir kurtuluş vardır: 'Başınıza çalın çevrenizi' deyip çevresiz kalmanın keyfini çıkarmak." diye kendine firârı tercih ediyor!
İnancımız mürşitlerinin; "Yalnızlık Allah'a mahsustur." öğretisini çok iyi bildiğini tahmin ettiğim ama hür aklının hürriyetini verdiği vicdânı ile tekliği, çevresizliği tercih ettiğini söylüyor. Karanlık gecede, apartmanlarının etrafında tek başlarına yürüyemeyen, karanlıkta yalnız yürürken kendi ayak seslerinin aksinden korkan; çevrelerinde, toplum içinde cesûr rolü yapan farfaracıların, bu tavrı anlayabilmeleri zor, hatta imkânsız! Korkak, -kaçarken- kendini yaralayanın üzerine yürüyebilir mi?
Şahsi davranışlar gözlemleriz, meselâ; bir patlama duyulduğunda panikleyip o tarafa hiç bakmadan kaçan da olur, anında sese doğru yönelip merakla üzerine doğru yürüyen de... Şaka olsun diye ensesine tokat vurulanlardan sinerek saklanıp kendini korumak isteyen de olur, şimşek gibi dönerek vurana vurmak için saldıran da... Yani korkağı da, cesuru da tesbit zor değil!
"Türk'ün ateşle imtihanı"nda; ateşin yaktığını bildiği için başını öne eğerek girebildiği kadar sürünün ortasına girmeye çalışıp; "Lider atladığında peşinden uçuruma atlamak töredir." diyen koyun fıtratlılar; "Dokunmak bile ibâdettir." diyen kalabalık farfaracıları, yandaş vuvuzelalar, 'Dolma Kalemler' olacağı gibi yanlış çevrede olmaktansa kendine firârla yalnızlığı seçerek tek başına süvâriliği seçenler de kendilerini belli etmeğe başladılar.
Haçlı'nın onlarca yıldır körükleyerek harladığı bir yangında, ateşin tek hasmı suyu gönlünde barındıran ve gönlü dalgalanan yürekler, yürekliler kendilerini belli etmeğe başladılar! Bu cesûrların tekliği tercih ettikleri açık ama biliyorum ki "Ayrılıkta felâket, birlikte bereket vardır." doğru öğüdü ile bu cesurlar bir araya geldiğinde, on cesurun kontrolündeki bir bölgede binlerce korkağın esâmisi okunmayacaktır vesselâm...
"TÜRK'ÜM. BU AD, HER ÛNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN

1 yorum:

mahmutemin dedi ki...

Bendenize bir hikaye hatırlattı:
Emevi canileri Hz. Hüseyin üzerine yürümekteler..etrafları çevrilmiş.Dört atlı çıkagelir.Selam verirler.Bizi Şeyh’imiz gönderdi (Henüz Türkler Müslüman olmamıştır!) sizi alıp çıkacağız derler. Siz kimsiniz? Diye sorar Hüseyin.Biz Türk’üz derler. “Peki bu ordunun içinden nasıl çıkacaksınız?” sorarlar. “Bu bizim sanatımızdır” derler. Bir bebeği uzatırlar, kendileri kalmaya karar verirler, bu bebek Hz.Zeynel Abidin’dir. “bebeği kurtar yeter” derler. Ve… bebeği alırlar düşman ordusunu yararlar ve geçerler… Hz.Hüseyin, “Devlet olunuz, devletlü olunuz”..şeklinde dua eder. Hikaye hatırladığım kadarıyla bu kadar.
Dağlar yeniden erir, devletler kurulur.Yeterki ümidini kırma.
BU DA GEÇER YÂ HÛ….