Ey Türk Oğlu!
Zaman çok sür'atli ve hayat acımasız!
En sıkıntılı anlarımızı güzelleştirebilmek için çırpınan romantizm, fert olarak; idealizm, grup olarak geçen-geçmesi engellenemeyen zamana çerez mi oluyor desem, esrimiş tarihe meze mi?
Tarih kalburu, zaman eleği elemeye devâm ediyor! İnceler eleniyor! Elenen ince mi zayıf, kalburda kalan kaba mı güçlü? Belli değil...
Elenen de işe yarıyor, kalburüstü kalan da!
Bazen dostları tesellî diye kendimi tesellî ederken; tarih ve zaman eleğinin elemeye devâm ettiğini, edeceğini ve kalburüstü kaç kişi kalabilirsek o kadar olacağımızı söylerim ve tek başıma kaldığımda kalburüstü mü, kalburaltı mı olmak iyi tercihimi, bilemem!
Ey Türk Oğlu!
Bu sözleri, mutlaka birine söylemeliydim!
Eğer sağ olsalardı, bu sözlerimin tek muhatabı ülküdaşlarım olacaktı! Çünkü yaklaşık elli yıl, kimseye söyleyemediklerimin tek adresi, tek dipsiz kuyusu, o rahmetliler idi!...
O kadar çok arkadaş kaybettim ki!
O kadar çok sevdiğimi ebediyyete uğurlayarak ağladım ki! Ağlamalı mı, yoksa gidenler adına sevinmeli miyim onu da bilmiyorum!
Artık her uğurladığımdan sonra; "Bir daha kimseye ağlamayacağım!" diye kendime söz veriyorum ama her seferinde bir öncekinden daha şiddetli ağlıyorum!
Galiba gittikçe yalnızlaşıyor, yalnızlaştıkça öfkeleniyor, öfkelendikçe saldırganlaşıyorum!
Artık ne kimsenin -bile bile lades dememe rağmen- beni kandırdığını zannetmesine, ne de kimseyi kendi yorumlarımla kendim gibi düşünmeye yönlendirmeye dayanamıyorum! Menzîle hızla yaklaştığımı biliyorum!
Sağlık anlamında bir şikâyetim yok El-hamd'ü lillah! Madden; "Alışkın dert, öldürmüyor." bağışıklığı ile geçinip gidiyoruz şikr'olsun! Okuyoruz ve -az da olsa- okunuyoruz hamd ü senâlar olsun...
Gençliğimde zirve zannettiğim yerlerin, ne kadar sıradan ve -sadece sıradan olsa da kabûl- ne kadar basit olduğunu gördükçe hayretime hayret ediyorum!
Hârislerin; zirveye yaklaştıkça yalnızlaşmalarını ve yalnızlıklarını fark ettikçe önce şımarıp psikopatlaştıklarını, sonra yalnızlık arttıkça korkup güç gösterisi zannederek zalimleştiklerini, o kadar net görüyorum ki! Ve kervânda olduğum için zirveye yaklaştıkça beni rahatsız edenlerden kurtulmanın yollarını arıyorum!
İki ucu pis bir değnekle cambazlığa mecbûr hissediyorum kendimi!
Geri dönmem mümkün değil! Dönecek olsam; "dönek" iltifat sayılan hakaretlerden olacak! Yanlışları göre göre kervandan ayrılmamak için, "sürüden ayrılanı kurt kapar" ürkekliğiyle devâm etmem de mümkün değil!
Acaba Gandi'nin; "Hiç kimsenin kirli ayaklarıyla beynimde dolaşmasına izin vermem!" isyânını mı yaşıyoruz?
Hürriyet, bu kadar ucuz; hürlük bu kadar kolay mı? Ucuz ve kolay olmasa hürriyet yalnızlığa saklanabilir miydi?
Mâdem hürriyet, gerçek anlamda hürlük, yalnızlıktaydı; bu kadar yıl neden "toplumculuk" dedik? Neden ferdîliği horlayarak cemiyetçiliği, cemaatçiliği, teşkilatçılığı, bilmem neciliği-neciliği tercih ederek korkularımıza maskeler taktık? Nezâket kurallarına uymak adına çoğul fiil kullanıyorum; aslında sorguladığım, yargıladığım ve insafsızca cezalandırdığım sadece benim!...
Ey Türk Oğlu!
Sevdiklerim öldüler!
İnandıklarım, adlarını hançeremi yırtarcasına sloganlaştırdıklarım da öldüler!
Beni; başından sonuna kadar yalanla riyayla mürâilikle takîyye ile maskeli bir dünyada, hayat adına yalnızlaştırarak ölüp gidenler mi kalleş, yoksa ölmediğim, ölemediğim için ben mi korkağım? Oysa o kadar ölümün üzerine üzerine saldırmıştım ki!
Ey Türk Oğlu!
Allah şahîdimdir, ölüm umûrumda değil! Emânete hiç hıyânet etmediğim gibi can emânetime de sâdık kaldım! Öldürmedim, ölmedim! Yaraladım, yaralandım! Dövdüm, dövüldüm! Hiç kaçmadım ve kaçanı kovalamadım! Özel tedbîrim olmadı ama şükürler olsun sayrımadım da!
Yine Tanrı'm tanığımdır ki hayatım boyunca terk eden olmadım! Terk edenlerimi insafsızca sorgulamadım! Terk edenlerimi yanımda tutmayı başaramadığım için hep kendime kızdım, kendimi yargıladım! Kendimi çok zorladım! Kendimi çok hırpaladım!
Büyüklerimin; "Cehd çarık yırtar!" uyarısını; eyyâmcılık, günü kotarmacılık, korkaklık sayarak yüzlerine bir şey söylemedim ama içimden buğz ederek hiç ciddiye almadım!
Şimdi büyüklerimin bana öğütlerini, gençliğe aynen aktarmak istiyorum ama yüreğimin bir yanı itirâz ediyor!
Ey Türk Oğlu!
Dere kurumuşsa, teknolojik imkânlar kullanılarak tanker-tanker su taşınmazsa değirmen duracak! Değirmen durursa un olmayacak! Un olmazsa sonuç ma'lûm!
Yine büyüklerimiz tecrübelerden hareketle; "Su mutlaka mecrâ'ını bulur, su gelen dereden yine gelir ve kuru dere yatağına ev yapılmaz!" derlerdi. Bu inançla "kurumuş dere yatağı"na kovalarla su taşıyarak değirmenimizin durmaması için ölesiye gayret ettim! Şimdi tankerler var, helikopterlerle su taşıma kolaylığı var! Sonuçta "taşıma su" ama "taşıma suyla değirmen dönmez" demişler ama değirmenin durmaması lâzım! Gençlerin bu "kuru dere yatağını" ısrarla beklemeleri, dere yatağı ağzındaki değirmenimizi sahipsizliğe terk etmemeleri lâzım diye aklım, hamâsetime destek veriyor!
Türk Oğlu!
Med-cezîrlerdeyim!
Zor zannedilenlerin ne kadar kolay, ulaşılmaz zannedilenlerin ne kadar yakın, pahalı zannedilenlerin ne kadar ucuz, dev zannedilenlerin ne kadar cüce olduklarını her görüşümde mîdem bulanıyor!
Aynılarını Babam Rahmetli'den dinlemiştim! Kesinlikle aynılarını Babam, Rahmetli Dedem'den dinlemişti! Şimdi ben aynılarını oğullarıma söylememek için kendime işkence ediyorum!
Dedem Rahmetli ömrünü savaşalarda geçirmiş, Babam rahmetli ömrünü dinleyerek büyüdüğü savaşın kötülüğü tecrübeleriyle barış uğrunda harcamış ve ben; Dedemle Babamın uğraşlarının karışığı duygularla savaşmamak için barış veya barış için savaş seçenekleri arasında ömür törpülüyorum! Öğrendiklerimle tecrübelerimle öfkelerimle aklıma saldırıyorum!
Mâdem ki bu savaş denen olmazsa olmazı, Peygamberler dahi bitirememiş; neden sadece savaşmak için savaşmayalım ki? Mâdem ki savaş, insanlığın yaratıldığı günden beri başlamış, devam ediyor, kıyâmete kadar da sürecek; o zaman neden en iyi savaşçı yine biz, Türk Milleti olmayalım? "En iyi müdafaa taarruzdur" diye dünyaya öğrettiğimiz tecrübemizi neden başkaları kullansın? Amerika'nın Afganistan'a, Irak'a, Suriye'ye gelmesine neden izin verelim?
Vahşî doğada yaşayabilmenin tek şartı güçse ve dünyada insandan daha vahşînin olmadığını da milyarlarca yıldan öğrenmişsek; saygının korkuyla sağlanıp sevgiyle desteklendiğini de biliyorsak; neden saygıyı alıp adâletle hükm'ederek sevgiye dönüşmesini yeniden sağlamayalım?
Türk Milleti'ni bu özelliklerle yaratan Tanrı'nın hükmüne direnmek îmansızlık değil midir?
Türk Oğlu!
"Hiç kimse kimsesiz değil, herkesin var bir kimsesi,
Hiç kimsesiz kaldım medet Kimsesizler Kimsesi!" diye gücün zirvesinde yalnızlığını fark ederek Tanrı'ya sığınan, Tanrı'dan yardım dileyen Fatih'in yalnızlığındaki azâmeti, ne yaptık?
Demek ki; "Gök çadırımız, güneş sancağımız" diyecek güçteki Türk Milleti, yalnız kalmadığı müddetçe; alternatif bir güç var olduğu müddetçe, güçler ve güçlüler arasındaki çekişmeden aradaki güçsüzler ziyân olacaklarsa adâleti sağlamak için Türk'ten başka gücün-güçlünün yok edilmesi en akıllı, en Türkçe iş değil midir?
Muaviye'den nakledilen bir rivâyette; "Fahr-i Kâinat aynen şöyle buyurdular: Kendi halinde, avının üstüne atlamak için sanki pusuda bir arslan gibi bekleyip duran toplum üzerine varmayınız! Onları harbe kışkırtmayınız! Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız." (el-Hamevi, Mucem'ül Büldân, II. s. 23 - Hz. Peygamberin Hâdislerinde Türkler- s. 176) ve benzer sayısız hâdisle övülen, korkulması, saygı duyulması Peygamber(s.a.v.) tarafından öğütlenen bir milletin ahfâdı olarak neden savunmaya geçerek korkaklığın adını içerde demokratlık, dışarda diplomatlık ederiz?
Ey Türk Oğlu!
Ailesine-çocuklarına ölesiye sahip bir baba, sülâlalesine ölesiye bağlı bir kişi, aşîretine ölesiye sâdık bir fert, milletine ölesiye sevdâlı bir fedâi olarak; kavmiyetçi, aidiyyetçi, milliyetçi, aklı hür bir Türk olarak, en kalıcı barış için en şiddetli savaşın taraftarı olarak yaşadım!
Savaşmadan barışın hak edilemeyeceğine inandım! İnancım ve îmanım yasakladığı için, intihâr saldırısını rüyalarında görerek yaşadım!
Kendi haline bırakılırsa tebaa yaratılmış avâmın, güce teslîm olan davranışıyla oy denilen noterlikle Meclis'te sağlanan, haramzâde çoğunluğundan kurtulmanın demokrasi veya diplomasiyle mümkün olmayacağına inandım!
İşbirlikçi, BOP Eş Başkanı olduğunu saklamayan birinin önderliğindeki hükümetin dağılmasının "kaos" olarak tarif edilmesini, hazmedebilmem mümkün değildi!
Kendime "dur-yeter" demesem daha çok yazarım biliyorum! Daha yazacağım biliyorum! Sıktıysam özür diliyorum!
Lütfen bunu da, tekrârı olursa onu da, hücresindeki bir idam mahkûmunun korkulara kafa tutmak için îmanına sığınarak söylediği teselli türkülerinden sayın olmaz mı? Bunları, tarihe sesli düşünceler, ricalar sayın olmaz mı?
Beni incitenler, benden başkasını incittiyse ve ben hissettiysem daha fazla incindim ve çıldırasıya incitmek için saldırdım! Tanrı aşkına siz de saldırın!...
"TÜRK MİLLETİNİ SEVMEK VÂCİPTİR." Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI
Selâm, sevgi, dua...
Mustafa ASLAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder