Perşembe, Aralık 13, 2012

FISILTIYA AÇIK KULAKLARA!...

"Edîblerin, şairlerin dil ve kalemleri kılıçtan daha keskindir. Kalplerinin yolu ise kıldan incedir. Onlar denize dalarak inci çıkaran dalgıçlara benzerler. Bunların övgüleri bütün ülkelere yayılır, hicvettiklerinin adı daima kötü olarak kalır. İyi anılmak istersen onları incitme! Onların dilinden KENDİNİ SATIN AL!" (Kutadgu Bilig'den)

Yazgımız, zâlimle ve zûlümle kavga olarak yazıldığından olsa gerek ki Amerikan macera filmlerindeki sokak dövüşçülerine döndük!
Kavga en iyi bildiğimiz iş olduğu için acemi şirretlerle kavgaya tenezzül etmeyiz! Bizim kavgamız zorlarladır ve zorludur! Bizim kavgalarımızda, "Meydan"da can pazarı kurulur!
Yaşayan şiir zirvelerinden Cemal Sâfi; "Kavga ve savaşlarda, önce şairler ölür." Diyordu! Kavgasını ve meydânını tanıyan, bir Sevgi Süvârisi'nin net tarifidir bu!...
Söz incilerini bulup çıkarmakla görevli şair ve edipler, dalgıç cesâretine sahiptir! Bilinmez derinliklere, nelerin beklediğini kimsenin bilmediği karanlık-derinliklere dalarak, deryâların psiliklerini incileştiren midyeleri çıkarmağa, her yüreğin cesâreti yetmez! 
Bu cesâret, tek kelimeyle çılgıncadır ve Türk Milletinin çılgın evlâtları hep olmuştur, olmaya devam edecektir!
"Allah'ın arslanı" sıfatlı iki kişiyi, bütün İslâm âlemi bilir. Bunlardan biri; "Gözümün gördüğü hiçbirşeyden korkmam!" diyen Hz. Hamza; diğeri; "Görmediğim Allah'a inanmam!" diyen Hz. Ali'dir! Biri beşerî kuvvetin ve kol gücünün timsâli olarak Pehlivanlığın Pîri ; diğeri; "Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır." Hâdisi ile övgülü ve basîretiyle Evliyânın Pîri olarak kabûl edilir.
Yüreği Allah korkusu ile kaplı olduğu için dünyevî, beşerî hiçbir korku bilmeyen Hz.Hamza ile İlim Şehri'nin kapısı olarak Peygamber iltifâtına mazhâr Hz. Ali'nin tavırlarını taklit te bize, yani erbâb-ı kaleme düşer!
Her Baş'ta iki kulak vardır ama bazen kulakların ağır duyması olasıdır ve bazı Baş'lar, basîretleri sayesinde gözleriyle de duyarlar! Bu yüzdendir ki sesimiz duyulsun diye basîretli gözlere görünmek gayretindeyiz!
Biz, yani; "Nûn! Yemîn olsun kaleme ve yazanların satır satır yazdıklarına." diye Kalem Sûresi'ne giriş yapan Allah(c.c.)'ın, eline kalem nasîb ettiği kullar, gözümüzün gördüğü hiçbirşeyden korkmayan Hz. Hamza rolümüzü, becermek zorundayız!
Biz, yani; "Görmediğim Allah'a inanmam." diyerek, gözün gördüğü canlı cansız bütün varlıklarda Allah(c.c.)'ı gördüğünü, canlı-cansız bütün yaratılmışların her ân Allah'ı zikrettiklerini görüp duyduğunu söyleyen, çocuk ma'sûmiyyeti ve cesâreti ile Hz. Muhammed (s.a.v.)'den başka hiçbir öğreticisi olmayan Allah'a ve Resûlü'ne ilk îman eden Hz. Ali'yi, taklit işimizi becermekle mükellefiz!
Bizim yani kalem erbâbının kefîlimiz ve murâkıbımız, sadece Allah(c.c.)'tır!
Kalem erbâbının yani îmanlı edîbin, şâirin cesâreti, bu yüzdendir ve bu yüzden zor anlaşılır!
Biz, yani erbâb-ı kalem; "Zâlime gücün yetmiyorsa zûlmüne râzı olacaksın." şeklindeki batıdan ithâl toplum psikolojisine kafa tutabilen, az sayıda kişileriz!  
Bizim içimizde de; "Bize benzer ama ne yer, ne de yedirir." tarifli köpekgillerden, kurda benzer it misali, bize benzer ama şahsî çıkarları uğruna kapıkulluğu, şövalyelik yapan, ne renk mürekkep koyulursa o renk yazan, dolma kalemler bulunur!
Dolma kalemleri eğer biz tenkît etmiyorsak rahattırlar! 
30-40 kitap yazdırttırılan dolma kalemleri; başka dolma kalemlerin yazdıklarından tanıdığını, bildiğini zanneden okur-yazarların tenkîtleri, ancak onların reklâmına yarar!
Eğer biz olmasak; konjonktürel mes'elelere müdâhil olduğumuzda, meselâ; Anayasa Referandumu'ndaki; "Allah(c.c.) ruhları yarattığında Bezm-i Elest meydanında sorar: 'Ben sizin rabbiniz değil miyim?' Mü’minler, 'Beli' rabbimizsiniz' cevabını verirler.. Münkirler, yani inkârcı şeytan ve şeytanın çırakları 'Hayır' diye bağırırlar..." şeklindeki dîni argümanlarla yazan (rahmetli) Abdurrahim Karakoç'a, kim cevap verebilirdi?
Eğer biz olmasak; kendilerine kitap verilenlerle yani ehl-i kitapla, yani Hristiyan ve Yahudilerle; "...  zelîl hakîr ve kendi elleriyle cizyelerini verinceye kadar muhârebe edin." (Tevbe-29) şeklindeki apaçık Kur'ân hükmüne rağmen Dinlerarası Diyalog'culara kim kafa tutabilirdi?
Eğer biz olmazsak; yalnızlıktan korkanların oluşturduğu kalabalık denilen zavallıları; "Lider uçuruma atladığında peşinden atlamak töredir." şeklindeki dalkavuk söylemlere kanarak uçuruma atlamaktan kim vazgeçirir!
Eğer biz olmazsak; aynı değirmenin oluğuna su taşımakla görevlendirilmiş, iktidar ve muhalefet diye adlandırılan 550 kişinin Meclis'te teslîm olduğu; BOP Eş Başkanı ve Medeniyetlerarası İttifak Eş Başkanı olduğunu, Meclis kürsüsünden söyleyen Recep Tayyip Erdoğan'a kim kafa tutabilir?
Eğer biz olmazsak; benzerleri buluşturan İlâhi hikmetle bir araya geldiğimiz gazete veya platformlarda, Vatikan menşe'li, Haçlı ABD ve AB finanslı "Ilımlı İslâm" adlı yeni din misyonerlerine kim direnebilir?
Eğer biz olmazsak; yazdıklarıyla tarihe mühür vururken öldüğünde sırtındaki palto emânet olan yani paltosuz ölen Mehmet Âkif'ler olur mu?
Amerikan macera filmlerinin sokak dövüşçülerine döndük dedik!
Kurnaz siyâsilerin, politikacıların popülizmlerine teslîm olmadığımız için; kendilerinde güç vehmeden, dünya servetine teslîm olmuş, zengin-varlıklı ve güçlü tarif edilen kişiler lehine kalem oynatmadık diye Hace Ahmet Yesevî tavrıyla kişinin acından ölmeyeceğini ispat için, gönüllü olarak açlığa talip olduk!
Allah rızası için siyâset ve politika yaptıklarını zannettiğimiz bir gruba; "Ağzımızla isteyip neremizle yiyeceğiz?" darb-ı meseliyle süsleyerek müracaat ettik ama -nedense- ulaşılmaz oldular mübârekler!
Allah rızasıyla; Dinlerarası Diyalogcularla, Medeniyetlerarası ittifakçılarla, Haçlı Müslümanlar dediğim devrimiz mürâileri, devrimiz Abdullah ibn-i Sebe'leriyle mücâdelemizde -sesimizi sanalağda sayılı gönüldaşa değil- birkaç bin kişiye duyurabilmek düşüncemizle kapılarını çaldığımız; -hâlâ samîmiyyetlerine inandığımız- bir grubun bırakın kapısından girmeyi kapılarının mübârek tokmağına el değdiremedik!
Dolayısıyla sokaklardayız!
21. yüzyılın adları bilinerek koyulan "Arena"larındaki Haçlı Müslüman gladyatörler ile sokak kavgasındayız! Galip geldiğimiz her kavgadan kazandığımızla aç değiliz elbette!
Allah'ın, kimsenin servetine değil yarattıklarının rızkına kefîlliğine inancımız ve îmanımızla kavgamıza devâm edeceğiz!
Hz. Hamza gibi Vahşî tarafından mızraklanabiliriz! Ciğerimiz Hind'e intikam yemeği edilebilir! İmâm-ı Âzam gibi, hücrede kırbaçlar altında ölümü öldürebiliriz! Nesîmi gibi diri diri derimiz yüzülebilir, Hallac-ı Mansûr gibi dâra çekilebiliriz!
Ama bir kişiye de olsa duyurabildiğimiz fısıltı kudretli nârâmızı; duyanlar aracılığıyla duyurur, sözümüzü bir kişilere iletiriz Allah'ın yardımlarıyla!
Sonra; biliyoruz ki ortaya söylediğimiz, kim alınırsa ona kalacak olan sözlerimizden utananlar çıkacak ve biz de hâlâ varolan utanır yüzleri utandırdığımız için utanacağız!
Çünkü biliyor ve inanıyoruz ki hâlâ varolan utanır yüzlü ehl-i dîller, sözümüzü; ulaşmaya çalıştığımız, kapısının tokmağına el atmamıza izin verilmeyen ve bu olanlardan haberi olmadığını bildiğimiz dünyevî kapının emânetçisine, bekçisine fısıltı nârâmızı ulaştırırlar!...
Fısıltı Gazetesi'nin tirajının ne dün, ne bugün yakalanamadığını, yarın da yakalanamayacağını yaşayarak öğrenenlerdeniz! Sözümüz bu yüzden hep ortayadır! 
Biliriz ki; "Türk Milleti, söylemez söylenir!" ve bu bildiğimizden hareketle de söylerken söylenmeğe mecbûr edilen veya susturulduğumuzu zanneden 21.yy. Firâvunlarına,  zamâne dalkavuklarına, beşerî güce teslîmiyeti akıllılık zanneden zavallı kurnazlara karşı, sözümüzü esirgemeden söylemeğe devâm edeceğiz!
Çünkü Allah bizi susalım, uyuyalım diye değil; uyuyanları, uyuşukları uyandırmak için Müslüman Türk'çe nârâ atalım, "Allah ü Ekber" diye tekbîr getirelim diye yarattı!
Çünkü biliyoruz ki; uyandıramadıklarımızı, ecel uykuda yakalarsa öldüklerini farkedemeden yok olup gidecekler! Öldüklerinin farkına varamayanlarla millet yaşasın diye cenk meydanlarında ölümü öldürerek ölümsüzleşen şühedâ arasındaki farkı anlatmaya uğraşarak ölmek te, fikir savaşçılarının mukadder akîbetidir...
"O halde (hakikati) yalan sayanlara itaat etme! İstediler ki sen alttan alıp gevşek davranasın/ yağcılık edesin de onlar da sana yumuşak davransınlar." (Kalem: 8-9)
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Üstad yine döktürmüşsün diline kalemine kuvvet.Allah(cc)razı olsun.

Unknown dedi ki...

Üstad yine döktürmüşsün. Kalemine yüreğine kuvvet. Allah (cc) razı olsun.