Pazar, Aralık 02, 2012

İNSANLIĞA SIĞINIŞ!...



İnsanlığım tuttu, merak edip insalığı sorgularken!
Zamanın hızlı, ömrün kısa olduğunu biliriz veya bildiğimizi zannettiğimizi biliriz! Bildiğimizin veya bilmediğimizin nereden belli olduğu ise bilinmez de bilinmez!...
Hızlı zamandan kaçıyor muyuz, yoksa hızlı zamanı yakalayabilmek için kovalıyor muyuz?
Zamanın hızlı, ömrün kısa olduğunu anlayıp korkarak kaçarken; “Allah!” diyen de, ölümsüzlüğe ilelebet kalıcılığa hevesle zamanı yakalamak için cesâretle kovalarken; “Ya Allah!” tekbîrine sığınan da insan!...
Gerçekten insanlığı idrâk etmiş olanlar, zamandan kaçmanın da, zamanı yakalamanın da mümkün olmadığını bilirler ama Hz. Adem’den, Hz. Havva’dan beri sürer bu kaçıp kovalamaca!...
Zamanı yakalayan veya zamandan kaçabilen olmuş mudur? Bakana göre, gördüğünü anlatana göre değişiyor; evet diyen de, hayır diyen de var, “ha-vet” diyen de!...
Semâvi kitaplara göre ve ehl-i îmanın inanmakla mükellef olduğu; ilk yaratılıştan kıyâmete kadar var’olmağa devam edecek olan peygamberleri, nebîleri, velîleri biliyoruz…
Bir de, kısacık ömürlerinde zamanı kovalarken bıraktıkları izlerle, kubbeye astıkları “hoş sadâ”larıyla kalıcı olmayı başaranlar var!...
Bu peygamberler, nebîler, velîler de; zamanı kovalar veya zamandan kaçarken kazandıkları adlarıyla iyiyse övülerek, kötüyse sövülerek anılanlar da insan!
Nedir bu insan?
Nâdir olan bu insanlık, nedir?
Nâdir insanlığı becererek kubbede bıraktıkları hoş sadâları tekrarlayan; kulaktan kulağa, kuşaktan kuşağa anlatarak aktararak taşıyan mehûller de inasan!
Öyleyse; zamandan kaçarken veya zamanı kovalarken bıraktıkları adlarını ama överek, ama söverek anlatan, nesilden nesile aktaran avâm olmasa, sıradan insanlar olmasa; zamandan kaçan korkaklarka zamanı yakalamaya çalışan cesûrların emekleri, gayretleri neye yarar?
Kaçan kovalayan emektârlar mı, yoksa onları överek veya söverek kalıcılıklarını sağlayan insanlar mı önemli?
Camilerde yüzlerce, Cuma günleri binlerce kişiden oluşan cemaat yani kalabalık olmasa imam neye yarar? Veya bir kişi olan imamlar olmasa, yüzlerce, binlerce kişiden oluşan kalabalık cemaatler olur mu?
Dîni atmosferden sıyrılmayı deneyerek mes’eleyi güncelleyip siyasallaştırmaya, politize etmeğe çalışırsak; önderler mi kalabalıkları toplar, yoksa kalabalıklar mı önder dedikleri kişileri yönlendirirler?
“Türkiye seninle gurur duyuyor!” diye gırtlaklarını patlatan kalabalıklar olmasa o kalabalık içinden; “Dokunmak bile ibâdetten sayılır!” yalakalığını yapan insanlar, olabilir mi?
Tekrarlayalım merâk edip sorup sorguladığımızı:
İnsan nedir? 
Nâdir olan insanlık nedir?
Kendi etrafına ördüğü  kozasında ipek böceği gibi yok olmanın, yani söz veya davranışlarıyla etrafına topladığı öven veya söven kalabalığa gömülen insanın yaptığının, neresi insanlıktır?
Bu mudur ebediyyete intikâl etmek?  Kalıcılık, ölümsüzlük bu mudur?
Okyanus, göklerden düştüğü ânda kendisinde yok olan yağmur damlasının farkında mıdır?
Överek veya söverek adlarını kalıcı ederken kalabalık, övdükleri veya sövdüklerinin adlarını dillerine aldıkları ânda o ölümsüz etmek istediklerini, öldürüdklerinin farkında mıdır?
Ne kadar usta yüzücü olursa olsun okyanusa düşen insan; ne kadar iri olursa olsun karaya vuran balina boğulmaz mı? Karaya vurduğunda susuzluktan boğulan balina ile okyanusa düştüğünde –ham maddesi oksijen olan- suda oksijensizlikten boğulan insan; zavallılıkta, acziyette, çâresizlikte emsâl değil midir?
Kaderlerinde kurtulmak yoksa; karaya vuran balinanın yüzme yeteneği ile okyanusa düşen insanın aklı, neya yarar?
Sağlıklarında sevenlerinin kendilerini sevmediklerinin elinden kurtaramadığı insan-ı kâmillerin, katledilişlerinden yüzlerce yıl sonra sevenlerince yaşatılmaya çalışılmasının mantığında, bir mantıksızlık yok mudur?
Halkı, ahâliyi, milleti, ümmeti biraz daha müreffeh yaşatabilmek idealiyle kendilerini fedâ edenlerin akıllarının mahâreti, akıllarının teslîm olduğu îmanlarının marifeti, sahibine zûl’ettirmek olmamış mıdır?
Nedir bu insan?
Nâdir olan bu insanlık, nedir?
Acıktığı için kovalayan aslanla hayatta kalmak için kaçan ceylandan; ölümsüzlüğe heveslenerek fincancı katırlarını ürkütüp kendini zûlme yem eden kâmil insanın farkı nedir?
İnsanı, diğer bütün mahlûkattan ayıran akıl, insan-ı kâmili diğer insanlardan farklı kılan akıl, başa belâ değil midir?
Fizîken ve fiziksel arzularıyla tam3amen insan olan, bedenî arzularını yerine getirmek için bütün akıllıların ayıplayacağı işleri pervâsızca yapabilen ve yaptıklarından sorumlu olmayan, suçlanamayan akılsız deliler, bütün akıllılardan şanslı değil midir?
Sırları yok, merakları yok!
Sevapları yok, günahları yok!
Hasretleri yok, vuslatları yok!
Borçları yok, alacakları yok!
Başları, gözleri, ağızları, dilleri, elleri, ayakları, cinsî uzuvları, insânî arzuları var, akılları yok!
Devlete, servete ihtiyâçları yok, sehâvete de!...
Mülkün, servetin, dünya malının kefâretini hem dünyada, hem de ahrette ödeyebilmek için akla zarar fedakârlıklara kendilerini mecbûr hisseden velîlerle deliler yarışında; daha yarış başlamadan deliler, bir-sıfır önde başlamıyorlar mı?
V’elhâsıl başa, başladığımız noktaya dönersek veya dönerek;
Nedir bu insan?
Nâdir olan bu insanlık nedir?
Soranlar, cevap bulamadan, cevaplayamadan gittiler; soranlar cevap bulamadan, cevaplayamadan gidecekler besbelli!...

TEZAT
Eller içti ben mest oldum, kafam dost oldu meylere
Sessizlik isyân eyledi gönlümde kopan veyllere
Gönül aç kaldı açlığa, tok yürek hasret yokluğa
Varlığım meze edildi muhabbet deminde şeylere!...
Yokluk bıktı,
Bıktı varlık;
Rafâh isyankâr,
İsyankâr darlık!
Tokluk kustu açlığını, açlık küstü tokluğuna
Varlıkla cezalanan, mecbûr varın yokluğuna
Korkak mahkûm çokluğuna, teklik tek olanın hakkı,
Tekliğe “Tek” hükm’eylemiş, karar kılmış çokluğuna…
Toluk kusan,
Susan yokluk!
Deşen insan,
Kokan bokluk!...  (M. Aslan 19. 11. 1983)

Netice olarak; İnsanın hem eşref-i mahlûkat, hem de noksanlığının yaratılışından kaynaklandığına teslîm ve îman ederek insanım, hepinizin insanlığınıza sığındım vesselâm...

“Bilgilinin yüzü gülmez; onun yüzü her zaman düşünceli ve kaşları çatıktır; bilgisizler ise daima sevinç içinde katıla katıla gülerler. Bilgili kişi, bu kadar kaygı içinde nasıl kahkaha atar?” (Yusuf Has Hâcip-Kutadgu Bilig)
Selâm, sevgi, duâ
Tokkalı Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: