Bilinen ve durması asla mümkün olmayan iki şey var; zaman ve su…
Bu akışkan zeminlere yazı yazılmaz denir ama bütün yazanlar,
nedense zamana emânet eder yazdıklarını! Kaybolmasını istediklerini ise; "Suya yazı yazılmaz" gerçeğine rağmen suya yazarlar bazen!...
Sözün uçucu, yazının kalıcılığıdır bunun sebebi!
“Yemin, yalan atının kırbacıdır.” Atasözüne inanan
doğrucular, inkâra asla tenezzül etmeyen sivri dilli, dik duruşlu kalem erbâbı;
yazdıklarını en hızlı akışkan zamana teslîm ederek ferahlarlar!
Hayatımız boyunca; yalancıyla, inkârcıyla, yemînsiz konuşmayan
bal dudaklılarla işimiz olmamasına rağmen, çok karşılaştık, karşılaşıyoruz, hatta karşı karşıyayız! Tanrı; sebepler içinde sebep yaratarak benzerleri buluşturur biliyoruz!
Özellikle son otuz yılda yaşadığımız
kontrolsüz iç-göçler sebebiyle şehirlerin nüfusları arttıkça
kültürsüzleştiğini, kimlik kaybetiğini; kendi içinde kendine yabancılaştığını
izleyerek bilmemize rağmen müdahale edemedik, engel olamadık! Kontrolsüz iç-göçlerle kimliksizleşen şehirlere, “Büyükşehir”
ünvânı vererek tamâmen kontrolden çıkmasına kolaylık sağlayan uygulamaları da
engelleyemedik!
Komşuluk, mahallelilik, hemşerilik kayboldu! Çocukluk arkadaşlığı, yok artık! Okul arkadaşlığı, asker arkadaşlığı, gurbet arkadaşlığı,
yol arkadaşlığı, ülküdaşlık, fikirdaşlık kavramları, anlam değiştirerek iğrenilen, tiksinilen bir hâl aldı!
Tahsil hayatı olan her kişide; lise döneminin farklı yeri, farklı anıları vardır! İlk harçlık paylaşımları, ilk
sırdaşlıklar, ilk sevdalar, ilk mektuplar, ilk şiirler; sevda uğruna ilk
kavgalar lise döneminde yaşanır. İnsan hayatında iz bırakan güzel ilklerin nerdeyse tamamı lise
dönemlidir. Ama artık lise dönemleri de, lise hatıraları da karakter
değiştirdi! Televizyonlarda 30-35 yaşında, makyajla komikleştirilen oyunculara oynattırılan –güya lise- okul dizilerinde; kimin eli
kimin cebinde belli değil! Rol icabı da olsa öğretmenlerin, öğrencilerden genç
olduğu belli olan, dizi diye dayatılan ahlâk kemirgeni yayınlarla liseli
çocuklarımızın millî karakterlerinin hedef alındığı o kadar açık ki! Bir de aralara serpiştirilen "İmam Hatipli" imancı karakter/siz/ler var ki, işin tuzu-biberi!... Buna müdahale edemeyen, engel olamayan
ana-babaların sıkıntıları tarifsiz!
“Hacı, hacıyı Mekke’de; derviş, dervişi tekkede bulur” diye bilirdik ama artık sâdık ile hainin dakkada buluştuğu, kol kola poz verdiği, anormal bir zamandayız!
Hangi yoldan, nasıl elde etmiş olursa olsun veya nasıl kazanmış
olursa olsun parası olanın her yerde olmaya, her işe müdahil olmaya hakkı var! "İktidarlar dalkavuklardan hazzettiği için şeref, ayaklar altında" ma'lesef!
Genelev işletmeciliği ile yıllarca vergi rekortmenliğini
kimseye vermeyen ve Devlet tarafından
onlarca madalya ile ödüllendirilen kişilerden; Avrupa’da “Asrın Dolandırıcılığı” adıyla
yargılananların, dincilik-Allahçı'lık adıyla “dâr-ül-harb” ilan ettikleri ülkemizde vergi
kaçırmayı mahâret belleyen kurnaz kişilerin yöneticiliklerine mecbûr
yaşıyoruz! Oğullarına devâsa şirketler kuran, gemiler hediye edebilen yöneticilerimizin, nazar değmesin diye Vergi Rekortmenleri arasında görülmeleri asla mümkün değil!
Ahlaksızlığın, edepsizliğin, şirretliğin bir araya getirdiği;
birbirine benzemeyen, yalnızlıktan korkanların oluşturduğu kalabalıklara
teslim meydanlarda, nedense hep "arena" adlı stadyumlarda; “Durmak yoook! Yola devaaam!” sloganlarıyla
yürütülen siyasete mecbûruz!
Çocukluk arkadaşlığının, mahalleliliğin, hemşeriliğin;
fikirdaşlığın, ülküdaşlığın, yoldaşlığın bittiği, bitirildiği bir zamanda;
birbirine asla benzemeyenlerden oluşan, bindirilmiş kıtalarla doldurulan siyaset meydanlarının, "arena" adlı stadyumların "Haçlı Glagyatörleri"nin gövde
gösterilerine alkışlayarak teslîm olmuş haldeyiz!
Artık vefâ ve sadâkat aptallığın dik-âlâsı!...
Eve filesi dolu gelirken komşular görüp
nefisleri incinmesin, rahatsız olmasınlar diye havanın kararmasını bekleyen Babalarımızın insancıl
günlerinden, pazar arabalarının dolup taştığını özellikle göstermeğe gayret
eden veya son model markalı arabasının bagajını kapatamadığını belli etmek için
ağır ağır ilerleyip trafiği alt-üst eden magandaları, zontaları, edepsizleri,
görgüsüz-hayâsız hırsızları, ârsızları seyretmeğe mecbûr hale geldik!
Yine edepli zamanların büyüklerinden; “Her maddenin kaymağı kendine göredir. Sütün kaymağı,
çimentonun kaymağı, bataklığın kaymağı başkadır! Ahalinin, milletin,
toplumun kaymağı ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki seçilmişlerdir.” diye öğrenmiştik! Vidanjörlerle karıştırılarak zorla oluşturulan fosseptik çukuru
kaymaklarının; haftada bir iki gün canlı yayında izlettirilen, komik meddah kavgalarına mecbûr edildiğimizin, ne zaman farkına varacağız veya farkına varacak mıyız acaba?
Müteahhit İl Başkanının yanında çalıştırdığı PKK’lıları delege yazdığı İl-İlçe teşkilatlarınca oluşturulan, toplama kampı oylamalı MHP kaymağından; "Atatürkçü-Kemalist" maskeli, ileri demokrat düşünceli kurnaz bölücülerin Genel başkan
yardımcılığına kadar yükseltildiği Y-CHP’nin kaymağından;
elden ele gezen güle, beş-on damga yemiş pula dönmüş eskilerden, eskimişlerden
oluşan “Deprem çadırı” sığıntısı AKP’lilerin, daha doğrusu; “İnadına Tayyip”çilerin
kaymağından oluşan 520 kişilik bir Meclis’e mecburuz! Meclis’teki
kaymağın 30’unu bilerek ayırdım ki zaten farklılar ve farklılıklarını gözümüze sokmak için Meclis’te olduklarını, yaptıklarıyla gurûmuzu çok incittikleri için zaten hepimiz biliyoruz!
Alttan kaynatılarak çalkalanarak kaymağı oluşturulan bizim
fotoğrafımız bu! Vidanjörün kaynatması ve karıştırmasıyla oluşan fosseptik çukurumuzun
kaymağı da bu! Bu gerçeğin fakında olan bir farklı; bu yüzden ABD'de; "N'olur, fosseptiğe süpürmeyin!" diye yalvarmıştı! Duyup duymazdan gelmiş ve unutmak için; İleri demokratça; "Lo looo! Le leee!" uzun havaları dinlemiştik aylarca!
Fosseptik, ma'lûm! Ağustos sıcağında fosseptiğe üşüşen karasinekler de ma'lûm! Vidanjörler karıştırıp kaynatmasa fosseptik kokmayacak ama karasineklerin, fosseptik kokusunu sevdikleri de ma'lûm! Biz de burnumuzu iki parmağımızla sürekli tutarak ağzımızdan soluyoruz fosseptik kokusunu!
Artık; “Toplumlar, layık oldukları şekilde yönetilirler!”
doğrusuna mı, yoksa “Kel başa, şimşir tarak!” diyen millet söylenmesine mi itibâr
ederiz, bilemem!...
İçerde demokrasi, dışarıda diplomasi adı verilen millî
korkaklığı, "Haçlı Müslümanlar"ın ithâl makyaj malzemeleriyle kapatmalarından sonra; ne kadar millî poz verirsek verelim çıkan fotoğrafta, Haçlı iştahını kabartan şûh-magazinsel resmimiz apaçık ve yazık ki artık dünya piyasasında müşterimiz de yok!...
"REHBERİ KARGA OLANIN, BURNU PİSLİKTEN KURTULMAZ" vesselâm…
Selâm, sevgi, duâ…
Tokkalı Mustafa ASLAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder