Perşembe, Aralık 20, 2012

TÜRK MİLLETİNE ŞİKÂYETİM VAR!...

Kendime olmadık külfetler yükleyerek yıllardır sizinle hem-hâl olmanın, milletimin-devletimin derdine ortak olabilme gayretimin hazzını yaşarım…
Özellikle Ordumuz ve güvenlik güçlerimiz; kanları-canları pahasına, devletin bekâsı-milletin ve vatanın bölünmez bütünlüğü için mücâdele verirken ben de -millet olarak- onlara lojistik desteğe hazır olduğumuzu hissettirmek, onların yaşadıklarını bildiğimizi belirtmek, onlara moral vermek amacıyla duyduklarımı, hissettiklerimi paylaşmaya çalışırım!
Çoğunluğunun uzaktan kumandalı olduğu söylenen Yaygın Basındansa tamamen millî Yerel Basından seslenmeyi, daha çok seviyorum! Çünkü yerel basında, yöreye-bölgeye-vatana-millete ihânet edilmesine yöre sâkinleri asla izin vermezler! Yerel basında sessiz sedâsız, yaptırımı çok güçlü bir otokontrol vardır!
Yerel basında ahlâk vardır, töre vardır, sıcak hemşerilik, komşuluk ilişkileri vardır. Yerel basında utanmak ve utandırmak söz konusudur! Yerel basında ayıp en büyük yaptırımdır! Yalan söylemek, iftirâ etmek nerdeyse imkânsızdır! Çünkü "Yedi kardeşiz, yedimiz de birbirimizi biliriz." söylencesi yerel basında kesinlikle geçerlidir.
Yerel Basından Yaygın Basın'a -güya- terfi ettiğimde sevinmek gibi bir hatâ yapmıştım!
Yerel yazdığım yıllarda; dostum da belliydi, hasmım da, hısmım da! Oysa Yaygın Basın'a geçtiğim günden beri ne hasmım belli, ne de hısımım!
Aldığımız ailevî ve yerel terbiyemizle ağabey-kardeş ilişkilerimiz de yaşımızla akrân. Ağabey ve dostlarımızla 45 yıllık ilişkilerimiz, hamd'olsun hâlâ dipdiri! Bir kişinin yaşına hürmeten "Ağabey" denilmesi edep gereğidir ama gıyâbında "Ağabey" denilen kişiler, gerçekten "Ağabeylik" makamını hak etmiş karakter âbideleridir.
Benim özel ve fikrî hayatımda, "ablalık-ağabeylik" müessesesi, olmazsa omaz derecede geçerli ve canlıdır! Birine "Ağabey" diyorsam bu hitâbım yüzüne karşı da, gıyâbında da aynıdır! Meselâ Yılma DURAK namlı, 'Doğunun Başbuğu' sıfatlı Ülkü Devi; Ahmet Ali Arslan nâmlı, Garipkafkaslı sıfatlı Ülkü Devi Ağabeylerim, iftihâr ederim ki Ağabeylerimdir hatta Ağabeylerim sıralamasında ilklerdir. 
Hayatım boyunca Ağabeylerim'den habersiz kimlerle, hangi makamlarda, ne münakşalar ettiğimizi ve tavizsiz tavrımı muhâtapları bilirler ama hâlâ Ağabeylerim bilmezler!
Müktesebâtımızın izni kadar sohbet ve yazılarımızda seslenirken; saygı-sevgi müessesesine sadâkatimiz, yerel ve teşkilâtçılık edebimizdendir! Hâlâ utanır yüzümüzün olmasındandır! Bir fincan kahvenin kırk yıllık hatırının korunmasındandır! Ayrıca benim gibi savaşçı-titiz-huysuz; kırk yaşında oğul sahibi, 15 yaşında torun sahibi, altmış yaşındaki bir Dedeye ağabeylik etmek te öyle her babayiğidin harcı değildir!
Ölmüşlere Allah'tan tekrar rahmet dilerken, hayattaki Ablalarımın-Ağabeylerimin varlıklarıyla ölçüsüz onurlu ve onlardan aldığım akpirçek-aksakal desteği ile de bir başka cesûrum!
Yerel Basındayken de, yaygın basında da onlardan bahs'ederken hep "Abla-Ağabey" dedim. 
Hayatım boyunca hiçbir ülküdaşımı, dostumu, gönüldaşımı terk etmedim, dolayısıyla kolay terk edilenlerden değilim! Yedi yılı aşkın bir süredir size seslenmeğe çalıştığım bir yaygın basın organındaki köşemi kapattığım günden beri de yine Ablalarımın-Ağabeylerimin-Kandaşlarımın tesellîleriyle onurluyum! 
Vedâ yazımı yayınlamayacak kadar basın edebi ve nezâketten uzak Gazete Yönetiminin aksine; hemen hergün Ablalarımın, Ağabeylerim'in, kandaşlarımın hâl-hatır sormalarına muhatâbım. Ki bizim Ağabeylerimiz, Ablalarımız, Kandaşlarımız geçtikleri heryere fikrî iz bırakmaya muktedîr, karakter âbideleridir...
Bildiğiniz gibi gateden seslenirken de, birkaç kişiyle daha buluşabilmek için yazılarımı, sosyal medyada bir-kaç gruba da göndermekteydim. Bugün ise sadece sosyal medya vasıtasıyla sizinle buluşuyoruz! Nasîbine ve buna da şükür...
Hayatım boyunca, siyasal kimliğimi hiç saklamadım, zaten istesem de saklayamazdım!…
Hayatım boyunca; ne dînin, ne mezhebin, ne Atatürk’ün, ne Türkeş'in, ne partinin, ne teşkilatın, ne de hiç kimsenin arkasına saklanmadım!

Hayatım boyunca; dünyalarını değişmiş Önden Gidenler'imizi, hiç tanık göstermedim! Onların savunmalarına ihtiyâç duymadım ki zaten onlar artık kendilerini de savunamaz halde, hak dünyadalar! 
Hayatım boyunca; -çoğunluğun aksine- rahmetli olmuş, millî sıfat kazanmış erlerimizi savunmak gibi de bir iş edindim kendime! Meselâ ne Muhteşem Türk dediğim Atatürk'ün, ne de Son Başbuğ Alparslan Türkeş'in, ne de Bütün Zamanların Ülkü Ocağı Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu rahmetlilerin arkasına saklanmadım hiç! Ne Atatürkçülük, ne de Türkeşçilik gibi zayıf bir kavrama sığınmaya tenezzül etmedim ama Türk Milliyetçiliği atmosferinde Atatürk'le Türkeş'le Muhsin Başkan'la ülküdaşlığın sağladığı müthîş onuru ve gururu keyifle yaşadım, yaşıyorum, yaşayacağım!
Bir millet ferdi olarak, devletimin aslî unsuru bir Türk olarak, Rahmetli Osman Bölükbaşı’nın tarifiyle; " Îmânım padişah ben de O’nun vezîri" oldum! Yine Rahmetli Bölükbaşı’nın; "Hayatım boyunca hep gönlümün türküsünü söyledim…" tarzını taklîd ettim! 

İnandığım doğrularımı; herkese inat, her ortamda söyledim, söyleyeceğim! Adına ilm-i siyaset denilerek arkasına saklanılmaya çalışılan; "Her doğru her ortamda söylenmez!.." şeklindeki beni iknâ edemeyen tavra, asla tenezzül ve tevessül etmedim!
Bugün bir ilk yapacağım!

Sosyal Medya'nın sanal ortamında yani internet sayfa ve gruplarında; Ülkücülük arkasına saklanarak, dîni maske edinerek, demokratik ve diplomatik denilen renksiz üslûpla bize saldırdıklarını zanneden sanal sarhoşları, size şikayet edeceğim!
Hayatımda hiç şikâyetçi olmadım! Hep şikâyet edilen haşarı bir millet ferdi olduğuma tanıyanlarım şahittir!
Demek ki her şeyin, bir ilki varmış!... 

Ülkücülük diye taraftarlık, din diye mezhepçilik, mezhep diye tarîkat veya cemaatçilik yapan; ümmetçilik ve takvâ arkasına saklanılarak Milliyetçiliğe saldırılırken gayr-ı millîleri demokratlık adına -bilerek, bilmeyerek- savunanları, size şikâyet edeceğim!…
"Türkiye toprakları, NATO'nun da topraklarıdır." diyebilen bir BOP Eş Başkanı'na, Meclis'te 367 sayısal çoğunluğu sağlamasında destek vermeğe devâm eden, demokrat milliyetçiyi ve genelbaşkan vekilliğini milletvekilliğine tercîh edenleri, size şikâyet edeceğim!

Bizim; "Taş bitti, inşaat paydos!" dememize rağmen, Türk Milliyetçiliğinin görsel ve yazılı alanlarda savunuculuğunu üstlenmiş, sayılı fikir savaşçılarından Prof. Dr. Ümit Özdağ'ın konferanslarını, Ülkü Ocakları vasıtasıyla engelletenleri, size şikâyet edeceğim!
Türk Milleti ile dolayısıyla sizinle ve bizimle alay edercesine, devâsa millî mes'eleler varken; vicdâni retçileri andıran tavırlarla askeri disiplinle oynamaya heveslenenleri, eurovizyon alternatifleri sunanları, patriot füzelerinin ülkemize kurularak NATO'nun İsrail'i korumak üzere ülkemize konuşlanmasına itirâz etmeyenleri, hatta destekleyenleri, size şikâyet edeceğim!
Yaptırımınızın ne olduğunu veya olmadığını çok iyi bilerek size şikayetleniyorum!  
Sesimi, siz de duymayabilirsiniz! 
Duymazdan gelebilirsiniz! 
Bu şikâyetimi; şikâyetlenmeğe tenezzül etmediğim BOP Eş Başkanı genel başkanlı AKP'lilerin duyacaklarını ve gözlerine mızrakça batacağımı kesinlikle biliyorum! Bu şikâyetden beklentim de bu zâten!
Siyasallaştırılarak Meclis'e taşınmış yemînsizleri, herşeye rağmen Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne; itlaf edilmesi gereken yaratıkları Devletim’e, bunları da size havâle edeceğim!
Apo itinden dolayı Urfa sevgimizde, Kürt komşularımıza saygımızda-sevgimizde bir eksilme olmayacağı gibi; bu, Ülkücülükten geçinenler yüzünden de Türklük, Türk Milliyetçiliği ve Türk Milletçiliği sevdâmızdan bir şey eksilmez! 

Ama bu zihniyet özürlüleri, bu tarifsiz fikir kabızlarını size şikayetten başka bir yolum da yok!…
Tarihin her döneminde destanlar yazan, mütefekkir yetiştiren, medenî tamgalar vuran Türk Milleti'nin Milliyetçilik havuzlarında üreyip yetişen bu kurbağa larvalarını, size şikayetten başka yol bilmiyorum!
Öfkemi kontrol etmesem; ayakları çıkar çıkmaz zıplayıp kaçacak olan bu kurbağa larvalarını sitâyişle yâdedenleri de size şikâyet etmek isterim!

Ma'lûm balık larvası ile kurbağa larvası, ilk günlerde birbirinden nerdeyse ayırt edilemezler. Büyüdükçe kurbağalaşan larvalar doğup geliştikleri sudan, ayakları çıkar çıkmaz zıplayarak kaçarlar! Geliştiği suyu ve havuzu inkâr ederek kaçan bu kurbağaların hakkından da o yörenin haşarı çocukları gelirler! 
Yakaladıkları kurbağaları; kıçlarına buğday çöpü takarak şişirir, patlatırlar!
Aynı Ülkü havuzu mensûpları olarak bu kurbağalarımızı size şikayet ediyorum! Bunları şişirerek patlatmak isteyen Mahallenin Çocukları'na; biraz müsâmaha gösterin diye de rica ediyorum!...
İlerde bu kurbağaların; leyleklere, kargalara, yılanlara yem olacaklarını bilmeme ve bunları ciddiye almamama rağmen çok rahatsızım!

Ben, işim ve yaşım gereği rahatsızlığımı uygun bir dille söyleyeceğim; siz, şikâyetimi duyduğunuzu belli edeceksiniz ve inşallah sağırlarımız-körlerimiz de bizi duyup, görmeğe mecbûr kalacaklar! Başka yol da yok!
TÜRK TÜRK'Ü KORUMAZSA TANRI TÜRK'Ü KORUMAZ vesselâm...
Selâm, sevgi, duâ...
Tokkalı Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: