Cuma, Aralık 07, 2007

ARMUT DİBİNE...

Dünden beri; ama öfkeden, ama sinir boşalmasından veya -hiç sevmediğim bir söylem olmasına rağmen- korkudan bir şey yazamıyorum.
Yazmak gelmiyor içimden!...
Hamaset yapayım, kim uyacak diyorum!...
Gerçekleri söylediğimde kaale alınmıyor zannediyorum!...
Söylenen milletin söylendiklerini söylüyorum; milletten olduklarının farkında olmayan veya milletten oluşlarını inkâr eden "halktan" birileri tarafından itiraz ediliyor!...
Günü, gündemi takip edebilmek maalesef mümkün değil. Bizlere de gündem oluşturma hakkı yasaklanmış!...
Bizler de mecburen tarihe yüz karası olarak düşen anlarımızı hatırlayan, hatırlatan olaylarla iktifa etmek durumunda kalıyoruz.
Ankara Gazi Üniversitesi'nde Siyaset Bilimci, Yardımcı Doçent Doktor Kürşat Erdil'den bir şey dinledim. Öfke ile gururu bir arada yaşadım. Bu duyarlı, birikimli ve çok ehil bir aileden yetişmiş bilim adamımız, geçtiğimiz günlerde idarî bir soruşturma geçirmiş ve beraat etmiş tabi...
Soruşturmaya konu olay, enteresandan da öte! Nakletmeğe çalışacağım. Kendisinden izin almadan bahsettiğim için Kürşat Erdil Hoca'nın ne diyeceğini bilemiyorum ama soruşturmaya muhatap olmuş ve beraatla sonuçlanmış bir olayı, Türk Milleti ile paylaşmam gereğine inanıyorum.
PKK'lı alçakların 8(sekiz) askerimizi kaçırdığının söylendiği günler. Bütün memleket gibi Gazi Üniversitesi'nin de duyarlı öğretim görevlileri ve öğrencileri de kendilerini rencide edilmiş hissediyorlar. Siyaset bilimci Hocamız'ın dersinde de konu bu. Öğrencilerden biri;
- Hocam, üniversite anfisinde konuşuyorsunuz ama siz başbakan olsaydınız ne yapardınız? diye bir soru yöneltiyor.
- Irak'ın kuzeyine, Talabani'ye, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak direk telefon ederdim ve o çocukları hemen öldürttür derdim." diyor Hocamız!... Öğrenci bu dik ve çarpıcı cevap karşısında şaşırıyor elbette ve sormaya devam ediyor;
- Peki Hocam, o sekiz kişinin içinde sizin çocuğunuz da olsaydı ne yapardınız? El cevap;
- O zamanda Irak'ın kuzeyinde taş üstünde taş koymazdım.
Sonra, sohbetimizde devam ediyor adıyla müsemma Hocamız; "Her iki halde de Türkiye'nin prestiji korunurdu. Memleketin ve milletin gururu rencide edilmezdi."
Olay veya olaylar karşısındaki Türkçe duruş bu. Devletliliğinin farkındalıkla bir tepki bu. Çok ama çok Türkçe bir davranış bu.
Olay, idari makamlara aksettirilir, idari soruşturma açılır ve Hoca'nın, idari bir ceza almasına gerek görülmez.
Hem olay çok ilgimi çekti, hem de olayın kahramanı Kürşat Erdil Hoca. Demek ki kimlikli kişilerden kimlikli evlâtlar peyda oluyormuş. Yardımcı Doçent Doktor Kürşat Erdil Hoca, saf Türkmen bir ailenin çocuğu.
Bu bahse konu olay, Rahmetli Alparslan Türkeş'in; dilden dile, elden ele dolaşan tarihî mektubunda, "Abdulkadir Erdil'de temiz ve ihlaslı bir Anadolu Türkmenidir. Avşardır, benim aşiretimden boyumdandır. Denenmiş, fedakâr bir kimsedir." diye tarif edilen bir büyüğümüzü de hatırlamamıza vesile oldu.
Demek ki kurttan kurt, itten it törermiş. Demek ki armut dibine düşermiş.
Yardımcı Doçent Doktor Kürşat Erdil Hoca; Ülkücü Hareketin Kadir Hoca'sının, bendenizin de tanımakla müftehir olduğum; "Oba beğim, Ağabeyim, Kadir ağabeyim"in yani Abdulkadir Erdil'in oğludur. Öğüdü yuvada almışlardandır. Böyle bir babanın elleri, böyle bir evlâdın yüreği öpülmez mi?
Başkaca söze hacet var mı bilemem.
"TÜRK BUDUN, ÖKÜN!"
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR."
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: