Cumartesi, Aralık 15, 2007

SUSTULAR, SIRA ONLARA GELDİ!...

Temel doktora gider.
Dayanılmaz bir ağrısı vardır. Doktor, neyi olduğunu sorar.
- Doktor, nereme dokunsam canım yanayi!
Temeli tepeden tırnağa kontrol ederler. Muayene edilmemiş bir yeri kalmaz ama Temel'de bir rahatsızlık bir hastalık görülmemektedir.
- Bir şeyin yok! Maşallah turp gibisin Temel. Derler. Temel feveranla karışık isyan eder:
- Doktor, nereme dokunsam canım yanayi. Burnuma da dokunsam, yanağıma da dokunsam, karnıma da, bacağıma da dokunsam canım yanayi! Nasi bir şeyim yok?!
Temel'i tekrar muayeneye alırlar. Tekrar tepeden tırnağa kontrolden geçirirler. Yine Temel'de hastalık olarak bir şey bulunmaz. Doktorlar şaşırmışlardır Temel ise acı içinde kıvranmaktadır. Bu şikâyetlenmeler ve kontroller, bir kaç kere tekrarlanır.
En son olarak bir ortopedi uzmanı bakar Temel'e.
Temel'in işaret parmağı kırıktır. Ve kırık parmağı ile neresine dokunsa canı yanmaktadır!...
Dostlar;
Kafamız, bedenimiz, kollarımız, bacaklarımız sapasağlam. Kalbimizde, akciğerlerimizde, böbreklerimizde velhasıl hiç bir uzvumuzda hastalığımız yok şükrolsun. Ama işaret parmağımız kırık. İşaret parmağımızla neremize dokunsak canımız yanıyor.
Muhteşem Türk Atatürk'ten sonraki bütün siyasi doktorlarca kırık parmağımız tesbit edilemedi. Bu acemi doktorlar yüzünden de onlarca yıldır, neremize dokunursak canımız yanmakta.
Bir zamanlar sadece sol işaret parmağımız kırıktı. Teşhisin gecikmesi ve bizimde kontrolsüz kullanmamız yüzünden şimdi sağ işaret parmağımızı da kırdık. Acemi siyaset doktorlarımız da sayı olarak arttı da arttı.
İki kırık işaret parmağımızı tedavi ettirebilmek için artık bir ara hekimine ihtiyacımız var. Ara hekimlerin, milletin içinde olduğunu, avamdan olduğunu da yüzlerce yıldır biliriz.
Çaremiz millette Dostlar!...
Çarıklı erkân-ı harbe, millete müracaattan başka yolumuz yok!
Konuşulması gereken yerlerde susanlar, saldırmaları gerekenlerle tokalaşanlar, onların yerine kırık parmağı işaret eden Genel Kurmay Başkanı'na saldırdılar!...
Kırık parmağımızla, gözümüze dokunduk ve yine canımız yandı elbette!...
Milletim;
Ya sür'atle kırık parmaklarımızı bir sınıkçıya sardırarak kırıklarımızın tutmasını bekleyecek, ya da kangren olmaya niyetli işaret parmaklarımızı kesip atacağız. Elsiz, kolsuz kalmaktansa parmaksız kalmak daha mantıklı değil mi?
Ölünüp öldürülecek yerlerde olmayan, konuşulması gereken yerlerde susan, onlarla aynı çatı altında olmaktansa sine-i millete dönmeleri gerekirken tokalaşıp, şimdi de Genel Kurmay Başkanımız'a saldıranlara, söyleyecek sözümüz yok mu hala?
Ya susun, ya da susun Kardeşim!
Susarak, konuşmayarak dünyada emsali olmayan bir siyasetin mucidi sizler değil misiniz? Susulacak zamanda konuşarak kırık parmağımızı kalbimize vurup canımız iki kere acıtmayın artık!
Genel Kurmay Başkanımız'a da bir sözümüz var elbette.
Paşam; siz şikâyetlenemezsiniz! Siz şikâyetlenecek konumda değilsiniz! Siz şikâyetlenemez ve asla ağlayamazsınız. Siz şehitlerimizin peşpeşe dizilerek resmi geçit yaptığı günlerde, bir dostunuzun düğününde göstermelik te olsa oynayamazsınız!
Siz ağlayamazsınız da Paşam! Sizin aslî göreviniz Türk Analarını ağlatan hainlerin analarını ağlatmaktır vesselam...
Siz savaşın paşam!
Siz sınırlarımızı muhafaza edin. Biz millet olarak konuşmamaları gerekenleri, ilk fırsatta sandıkta, bir daha konuşmamak üzere sustururuz.
Konuşmalaraı gereken zamanlarda susmuşlara ve susanlara; "Sustun, sıra sana geldi!" demek, milletin işi Paşam!...
Milletin size güvendiği kadar, siz de millete güvenin yeter.
"TÜRK'ÜM, BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: