Cumartesi, Aralık 08, 2007

TÜRK'E KEFEN BİÇENİN ÖLÜMÜ KORKUNÇ OLUR...

İşgale uğramış pay-i tahtın, yenilmiş ve parçalanmış, taksim edilmiş Osmanlı'nın başkenti İstanbul'un tek mermi patlatılmadan işgalden kurtarılmasını, herkes gibi elbette bizlerde merak ederdik. Bu nasıl bir başarı idi? 7 (yedi) Düvel, yani Haçlı bir daha ve son saldırısını gerçekleştirerek halifenin de bulunduğu, İstanbul'u işgal etmişken nasıl terk etti gitti diye hep merak edilmiş ve sorgulanmıştır.
"Hafızayı beşer nisyan ile malûldür." sözünü ispatlamak istercesine unutmaya niyetlendiğimiz ve nedense özellikle unutturulmak istenen dev romancımız Kemal Tahir bir romanında, roman kahramanının ağzından bu merakımızı; "Halifelikten vaz geçerek, hilâfeti vererek." şeklinde açıklayarak gidermişti. Demek ki gerektiğinde taviz verilerek te kazanmak mümkünmüş.
Milleti tebaalıktan, kulluktan vatandaşlığa ve şahsiyetliliğe yükselten Muhteşem Türk Atatürk, yönetimi kayıtsız şartsız millete teslim ettikten sonra hilâfet makamının yerine "Diyanet İşleri Başkanlığı"nı ihtas ederek bu boşluğa da izin vermemiştir.
Bu çok ciddi ve hayati gerçeği hatırlayıp hatırlattıktan sonra sür'atle günümüze dönmek gerek. Yirmi yıldan fazladır bir belaya muhatabız. 35.000 kişiye yaklaşan vatandaşımızın ölümüne, 5000'ni aşan mehmetçiğimizin, güvenlik görevlimizin, korucumuzun, devlet görevlilerimizin şehadetine mal olan bir belayla muhatabız. Bu belâ geçmişte de çok kereler tekrarlanmış ve çok sert mukabele görmüş bir baş kaldırının tekrarı.
İlk defa bu kadar uzun sürüyor. Çünkü bu kere, "bir kaç baldırı çıplak" diye tarif ederek bizi kandıranlar yüzünden PKK taşeronu önde olmak kaydıyla AB ile ABD ile, Haçlı ile savaşıyoruz!...
Terör ve teröristle böyle mücadele edilemeyeceğini artık bilmemiz lâzım. Karşımızda görünmeyen bir düşman var ve biz ona çok açık hareket eden, çok görünen bir ordu ile mukabele ediyoruz.
Mukabele etmeden önce de siyasilerimiz ve dolma kalemlerimiz sayesinde davul-zurnalar eşliğinde saldırıya geçeceğimiz haber verilince, milletin öfkesini kesecek nihai vuruşumuzu da yapamıyoruz!
Bir gün önce Meclisimizde, milletin temsilcilerinin gözlerinin içine baka baka; "PKK bu ülkenin gerçeği... Hayır mı diyelim?" diye tehditkâr bir eda ile nara atılıyor. Bu nara ve tehditin hemen peşine, bir gün sonra Başbakanımız; "......... ve dağda da bu kanlı teröre bulaşmamış, karışmamış olanları da 'Gel ananın, babanın yanına git.' diyoruz." diye açıklamada bulunuyor!
Sayın Başbakan! Fısıltıyla milletin söylendiği gibi bir şeyler varsa, PKK'ya karşı ABD'ye ve Haçlı'ya tavizler verildiyse, ne verdiğinizi ve ne söz verdiğinizi milletle paylaşmak gibi bir mecburiyetiniz var.
Yok eğer bir taviz ve söz konusu değilse; adamlar tercihlerini yapmışlar. Dağa çıkmışlar. PKK kamplarında eğitimlere başlamış ve devam ediyorlar. Mehmetçiklerimizi hayal ederek veya maketlerine ateş ederek talimler yapıyor ve yapmışlar. Türkiye'ye, Orduma, Korucularıma, Kürtlerime saldırmak için fırsat ve emir bekliyorlar. Böylesi kişilerin teröre bulaşmamışı nasıl olur?!!!
Veya bir insan PKK'lı olmak için başka ne yapabilir?!!!
PKK bir suç örgütü ise, PKK'yı suçlular oluşturuyorlarsa; PKK bölücü bir suç örgütü ise ve PKK'yı bölücüler teşkil ediyorlarsa; 23-24 yıldır bu lânet örgüt ve bu örgütün lânet mensupları devlete-millete karşı suç işliyorlarsa; bütün dünyada PKK suç örgütü olarak ilan edilmişse; PKK'lıyım deyip PKK adına dağlarda olan biri nasıl bu kanlı teröre bulaşmamış, karışmamış olabilir?!!!
PKK suç örgütüdür, suçludur.
PKK mensubu, suç örgütü mensubudur, suçludur.
PKK'lı kalleşler bebeklerimize kurşun sıkarak cinayetler, katliamlar yapmışlardır ve suçludurlar. Mehmetçiğime, devletimin hükmi şahsiyetine kurşunlar sıkacak kadar büyük fiiller işlemişlerdir ve katildirler, suçludurlar. Eyleme karışsa da, karışmak üzere kampta sırasını beklese de suçludur.
PKK ve PKK'lılar suçludurlar, suçlular da cezalandırılmalıdırlar.
Millete, devlete karşı affedilmez suçları işleyenleri kendi siyasal çıkarları uğruna affedenler, affetmeği düşünenler de en az onlar kadar kamu vicdanında suçlu olurlar.
DTP'li Sakık'ın söylediği ile Başbakan'ın söylediği arasında ne fark vardır? DTP'yi; PKK örgütünü dışlamadığı ve methedici söylemleri ve davranışları yüzünden kapatabilecek olan yasalar, benzer suçu işleyen AKP için de geçerli değil midir?
"PKK bu ülkenin gerçeği..." sözleriyle, " PKK'lı, gel ananın babanın yanına git." sözünü kıyasladığımızda hangisi daha bölücü, daha yürek verici ve daha suçtur?
Ben mi Türkçe bilmiyorum, yoksa asla "Türk'üm." diyememiş Başbakan mı Türkçe konuşmuyor? Neden gereksiz hoplamalarla bizim de yüreğimizi hoplatıyor?
Birileri bizi ölümle korkutup bayılmağa razı etmeğe çalışıyor gibi. Tekrar ayılmak mümkün olduğu için belki bayılmağa razı olabiliriz ama adamlar bizi bayıltmağa değil, öldürmeğe niyetliler. AB adıyla, ABD adıyla, müttefik sıfatıyla Türk Milleti'ni yok etmeğe, yok ettirmeğe çalışıyorlar.
Keferelerin, Haçlı'nın, AB'nin, ABD'nin yaptıklarını, yapmağa çalıştıklarını anlamamız mümkün ama yerli işbirlikçileri anlamakta sıkıntımız var ve öfkemiz gittikçe kontrolden çıkmak üzere!
Hatırlatalım ki; Türk'e kefen biçenin ölümü korkunç olur.
"TÜRK'ÜM. BU AD HER ÜNVANDAN ÜSTÜNDÜR"
TEVEKKELTÜ TEAL'ALLAH
Selam, sevgi, dua
Mustafa ASLAN

Hiç yorum yok: